Moskova

Moskova

23 Temmuz 2023 Pazar

Temel atma töreni

 


Temel atma töreni

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

 

Yenilerde Domodedova Havalimanı’nın yeni uluslararası terminal binası T2'nin açılış töreni yapıldı.

Daha buna benzer çok sayıda açılış ve temel atma töreni var haberler arasında.

Şeremetova Havalimanı Terminal D binasını da bizimkiler yapmıştı seneler önce.

Yaptırımlar nedeniyle alışveriş merkezlerinden çekilen yabancı mağazaların yerini Türk markaları alıyor. Yeni yeni mağazalar açılıyor.

Bunlar iyi haberler.

Şirketlerimizin, emeği geçen vatandaşlarımızın güzel haberleri bizi sevindiriyor, gururlandırıyor.

Eskiden, 1960’larda savaş karşıtlarının, Hippilerin “Savaşma, seviş” anlamında bir sloganı vardı: “Make love, not war!”

Aman nazar değmesin, Ruslarla Türkler arasında sanki bu sloganı takip edermiş gibi bir ilişki var senelerden beri.

Ruslar ve Türkler arasındaki ilişkiler tarihlerinin büyük bölümünde gergin olmuş.

İki millet arasında geçen 12 savaş bu gerçeğin kanıtı. Ancak bugün Rusların ve Türklerin pek çok ortak noktası ve büyük bir işbirliği var.

Bu durumu destekleyen en önemli unsur kuşkusuz gelişen ekonomik ilişkiler.

Dış ticarette, turizmde, enerjide, inşaatta...Yani hemen hemen her alanda...

İnşaat sektörü ekonomik ilişkilerin motoru adeta.

***

Türk müteahhitlik sektörü dünyadaki ekonomik durgunluk ve siyasi gerginliklere rağmen büyümeye devam ediyor.

2022’de Türk firmaların ülke dışında aldığı müteahhitlik işleri 19,1 milyar doları aşmış. 133 ayrı ülkede müteahhitlik işleri gerçekleştirilmiş.

En çok müteahhitlik projesi alınan ülkeler sıralamasında ise Rusya başı çekiyor.

Türk inşaat firmalarının Rusya pazarında özel bir yeri var. Rusya’da 100 civarında büyük Türk inşaat firması faaliyet gösteriyor.

Yapılan bir araştırma Türk müteahhitlerinin 1972 yılından beri yurt dışında aldıkları işleriyle ilgili olarak ortaya çarpıcı bir tablo çıkarmış.

Bu tabloya göre Rusya yüzde 20.4'lük payla ilk sırada.

Buna göre "1 numaralı pazar" olan Rusya'da Türk inşaatçılar 1980'lerin sonundan bugüne kadar 97,9 milyar dolarlık projeyi hayata geçirilmiş. 

Yani Rusya'da alınan inşaat işlerinin parasal büyüklüğü artık yüz milyar dolara dayanmış.

Ancak bu daha da yüksek olabilirdi.

Ukrayna'ya düzenlenen özel askeri operasyon ve Rusya’ya özellikle Batılı ülkeler tarafından getirilen ambargo ve yaptırımlar, bu ülkedeki projelerin de azalmasına ya da ertelenmesine neden oldu.

Bazen eski günleri arıyor gibi de oluyoruz. 

Bu yüzden yeni temel atma törenleri haberlerini heyecanla izliyoruz.

***

Ofiste bizim Serkan’ın yine gevezelik günündeydik.

Hem yeni haberleri, hem de eski anıları, yaşanılan komik olayları bir arada konuşuyoruz.

Yapılan o kadar iş, onca yaşanmışlıklar olur da hatırlanacak anılar, hoşluklar olmaz mı hiç ?!

Serkan, Karadenizli bir inşaat mühendisi olan, sevdiğimiz müşterek arkadaşımızın, Bülent’in anlattığı, şantiyesinde çalışanların matrak hikayelerini aktarıyordu.

Bazıları yaşadıkları fıkra tadındaki gerçek olaylardı, bazıları ise belki bildik fıkralardı, ama yeniden dinlemek hoşumuza gidiyordu.

Araya ben de girip bildiğim bir kaç tanesini anlattım.

İgor’la, Yulia bile güldü.

***

Moskova’da büyük bir Türk inşaat firmasında çalışan bu arkadaşımızdan, Bülent’ten daha önce de bahsetmiştim belki hatırlayacaksınız. Senelerden beri Rusya’daki çok önemli projelerde çalışmışlığı vardır.

Şantiyelerin kralıdır. Altından kalkamayacağı iş yoktur.

Sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar işte koşturduğu halde, okumaya, bir şeyler öğrenmeye de her nasılsa vakit bulur. Sanata düşkündür.

Bülent’e onun konuşmasını taklit ederek, dam üstünde saksağan der gibi bir soru sormuştum bir keresinde:

“Ula Bülent, de bakayum; 19. yüzyıl Klasik Rus yazarları hakkında ne söyleyebilursun? Tolstoy, Dosto, Gogol, Çehov falan...”

Hemen cevaplamıştı:

“Hepsi ölmüştür daaa!!!”

İşte böyle de matrak bir arkadaş.

***

Bülent’le Moskova’da arabayla bir yere giderken ikide bir parmağıyla bazı binaları, iş ve alışveriş merkezlerini gösterip “Bak burayı biz yaptık, bak şurayı da biz yaptık” diye gösterir.

Düşününce yapılan işlerin hacmı, büyüklüğü, kalitesi bize heyecan veriyor. Moskova, tarihi dokusunu titizlikle koruyan çok önemli metropollerden. Bunu turist gözüyle bile gezseniz hemen anlayabilirsiniz. Ancak 1990’lı yıllardan başlayarak Türkler Rusya’da hiç küçümsenmeyecek büyük işlere imza attılar. Şehrin dokusuna katkıda bulundular.

İnşaat, arkasından bankacılık, yeme içme sektörü, mağazacılık, ticaret gibi pek çok sektörde birbirini takip eden, destekleyen başarılı işler yapıldı.

Başarısız olanlarını da kuşkusuz üzülerek hatırlıyoruz.

Ama olumlu yan kesinlikle daha belirgin.

Ancak düşündüğümde yukarıda bahsettiğim nedenlerle bana ne yazık ki o eski ivmeyi biraz kaybettik gibi de geliyor bazen. Eskiden daha çoktuk, daha aktiftik gibi sanki.

Ekonomik gerçeklerden mi, yoksa bizim pozisyon kaybetmemizden, Rusların da işi öğrenip bize proje kaptırmadıklarından mı artık bilemiyorum.

Yani, acaba demeden de edemiyorum.

O yüzden de şimdilerde Türklerin başlattığı her yeni proje, her yeni temel atma töreni ve açılış bana heyecan veriyor.

***

Neyse ilgiyi dağıtmadan gelelim Bülent’in anektodlarına.

Rusya’da inşaatlarda bizimkiler genellikle Türk işçilerini tercih ederler. Ancak işçilerin, yapı ustalarının seçimi de ayrı bir ustalık ister. Birini sadece hemşerindir diye işe alırsan başına da iş alırsın.

Bülent, rica minnet üzerine, kıramamış, yine bir hemşerisini, Dursun’u işe almış.

İnşaat büyük bir konut kompleksi imiş. Artık işin sonuna gelinmiş çevre düzenlemeleri yapılıyormuş. Proje sanki kocaman bir kasaba inşaatı. İçinde yollar var. Parklar var.

Bülent, hemşerisini yolların çizgilerini boyamakla görevlendirmiş.

Dursun, verilen bir kutu boya ve fırça ile işe koyulmuş.

Bir gün Bülent, kontrol için gelip Dursun’un günlük yaptığı işin yazılı olduğu çizelgeye bakmış:

İlk gün 500 metre, ikinci gün 300 metre, üçüncü gün 150 metre, dördüncü gün 100 metre. İlginç!...

Bülent:

“Dursun, ha bir gel buraya da,” demiş. “Gün gittikçe tembelleşiyorsun galiba uşağım?”

Dursun, cevap vermiş:

“Haşa amirum. Elimden gelduğunce hızlı çalışayrum, ama boya kutusundan iyuce uzaklaştum!..”

***

O, yani bizim Dursun, Bolşoy Tiyatrosu’na gitmiş, ertesi gün de Bülent’e gelip anlatmış:

Dursun, “Ula Balşoy, Balşoy deyip duruyorlar, bi de biz gorelim da nasul bi şeymuş,” demiş, Bolşoy Tiyatrosu’nda bir bale izlemeye gitmiş.

Gittiği “Kuğu Gölü” balesi imiş.

Hayatında ilk kez gittiği bu bale gösterisini merakla izlemeye başlamış.

Balerinlerin parmaklarının uçlarında dans ettiklerini görmüş. Kızların haline bakmış,..Bakmış,.. Acımış:

“Ula kizcağuzlar uzun görünmek içun parmak uclarunda yürüceğuz diye heder oldiler. Haçan taha uzun poylu kizlar seçseydular bari!...”

***

Anlatılan bir fıkrayı daha aktaralım da tatlı bitsin:

Karadeniz’de sahilde kalabalık bir grup toplanmış birbirlerini iskeleden denize atıyorlarmış.

Bunları gören İdris meraklanıp yanlarına sokulmuş.

Kalabalıktan biri “Yakalayın ula şu Temel’i!” diye bağırarak, birini işaret ettikten sonra, hep birlikte onun arkasından koşturup, yakalıyorlar; ellerine, bacaklarına sarılıp, sallayıp denize atıyorlarmış.

Cup diye denize düşen kahkahalarla gülerek, kıyıya yüzerken, kalabalıktan biri bu defa bir başkasını işaret edip, “Yakalayın şu Temeli!” diye bağırıyormuş, kovalayıp yakaladıklarını yine denize atıyorlarmış.

Bir, iki, üç, dört,.. böyle devam ediyormuş olay.

Yüzüp, karaya çıkanlar da diğerlerinin arasına karışıp, yine bir başkasını yakalayıp denize atıyorlarmış.

Meğer yakalanıp denize atılanların hepsinin isimleri Temel imiş.

Bir gırgır, bir şamata ki görmeye, izlemeye değer.

İdris’in çok hoşuna gitmiş.

“Ula beni de atın uşaklar,” demiş.

“Adın ne?” diye sormuşlar.

“İdris,” deyince “Olmaz, seni atamayız,” demişler.

“Niye, ama uşağım?” diye sormuş, sitemle.

“Olmaz, çünkü bu Temel atma töreni” diye cevap vermişler.

19 Mayıs 2023 Cuma

Neler oluyor hayatta?

 

 

Neler oluyor hayatta?

  

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

“Neler oluyor hayatta?”

Üst kat komşum, sevgili dostum Vladimir İvanoviç’le muhabbet konusu bulmakta zorlandığım zamanlar bazen böyle çok da anlamı olmayan bir soruyla başlıyorum.

“N’aber; ne var, ne yok?” gibi… Nasıl olsa laf lafı açar diye…

“Bilmem, neler oluyor?” diyor.

Laf ola, beri gele yani.

Aslında konu çok da acaba hangisinden başlamalı konuşmaya?..

Güzel bir bahar gününde, mutfakta, bizim bütün avluyu gören pencerenin önündeki masada oturmuş çaylarımızı yudumluyoruz. Çiçekler açmış, yapraklar kendini göstermiş; avlu yemyeşil…

Rusya'da her yıl güncellenen Ulusal Endişe Endeksi araştırmasının sonuçları açıklanmış. Yılın ilk çeyreği itibarıyla toplumda en çok endişe yaratan unsurlar sabotaj, özel askeri operasyonun seyri ve Ukrayna kilisesine yönelik baskılar şeklinde sıralanmış.

Sosyal medyada yapılan paylaşımları dikkate alan araştırmayı haberleştiren Kommersant gazetesi, nöral ağ tabir edilen yapay zeka teknolojilerinin bu yıl ilk kez toplumda endişe uyandıran unsurlar arasında yer aldığına dikkat çekmiş.

Buna göre Rus toplumu yapay zekanın bilim kurgu filmlerinde olduğu gibi insanların kontrolünden çıkmasından büyük kaygı duyuyormuş.

Ben düşünürken Vladimir İvanoviç, “Biliyor musun, geçen gün seninle yaptığımız sohbetlerden çok keyif aldığımı fark ettim,” dedi. 

Sevindim.

Canım daha fazla iltifat mı istiyordu ne, konuyu tahrik edici bir noktaya taşıdım.

“Hani yenilerde GPT-4, Chat GPT gibi gelişmiş sistemleri konuşuyor ya herkes, belki yakın bir gelecekte sen de benim yerime bir Chatbot’u, yani bir sohbet robotunu tercih edersin,” diyorum.

“Yok yahu, olur mu hiç, senin sohbetinin yerini tutmaz,” diyor gülerek, “İçin rahat olsun, hem robotlar henüz insanlar kadar muhakeme yapamıyorlarmış,” diye cevap veriyor.

***

Çok değişik bir zaman diliminde yaşıyoruz. Herkesin dilinde “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözü var.

Olmayacağı belli, ama ne, nasıl olacak?

Nietzsche, -filozof olanı- bir keresinde, büyük değişikliklerin hiç fark ettirmeden parmak ucunda geldiğini söylemiş.

Ama şimdilerde pek öyle değil, her şey nerdeyse adeta ışık hızında değişiyor.

Babaannem, hikayelerinin arasına “Ben kaç padişah, kaç vezir-i azam gördüm biliyor musunuz?” lafını sokuştururdu. Etkilenirdim kuşkusuz, ancak yaşamımın şu evresinde geriye baktığımda hayatımıza giren olayları düşününce şaşırıyorum. Ben bile şahsen şu ahir ömrümde dünyanın değişimine dair daha nelere tanıklık edeceğim diye düşünmeye başladım.

***

İyimser olmak istiyoruz. İnsanlık daha güzel günleri hak ediyor.

Ancak içimizi karartan, ürküten şeyler var. Hala büyük bir savaşın dünyamızı yeniden tarumar edeceği korkusunu taşıyoruz.

Yaşayıp göreceğiz demek doğru değil. Daha adil, sevginin, hoşgörünün, barışın hakim olduğu, sömürünün olmadığı, halkların kardeşçe yaşadığı bir dünya için çaba sarf etmek gerekiyor.

Hoop atlayıp, liyakat sorununa geliyoruz. Zira dünyada pek çok ülkede vasıfsız liderliklerin hakimiyetine şahit oluyoruz.

“Hey allahım yarabbim, Winston Churchill’i, Franklin D. Roosevelt’i, De Gaulle’ü de arayacak hale mi gelecektik?” diye söyleniyorum. 

“Hasmın bile olsa liyakat arıyorsun karşındaki adamdan,” diyor Vladimir İvanoviç.

“Peki, yapay zekanın da liyakatlı, liyakatsız olanı olacak mı?” diye araya çomak sokup, yine ciddi devam ediyorum:

“Bence bu çok önemli, iyi insanların doğru yönde ciddi çabalarına ihtiyaç var.”

İtalya’da Ascoli Piceno kasabasında bulunan 1529 yılında yazılmış bir duvar yazısında şöyle yazıyormuş:

“Yapabilen istemiyor

İsteyen yapamıyor

Bilen yapmıyor

Yapan bilmiyor

Ve Dünya böyle kötüye gidiyor.”

Eski bir dert yani. Bu durumdan kurtulmak gerekiyor.

Kararlı, güçlü toplumsal iradeler gerekiyor dünyanın iyiye gitmesi için.

İşin özeti bu.

***

Geçenlerde çok eskilerden, aynı şirkette birlikte çalıştığımız sevdiğim, değer verdiğim bir iş arkadaşımla, Ergun’la sosyal medya sayesinde birbirimizi yeniden bulduk.

Sosyal medyadan arkadaşım olan ablası, benim bir yazımı onunla paylaşmış. Birlikte çalıştığımız zamanlarda büyükçe bir dış ticaret sermaye şirketinin ihracat müdürü olan bendeniz seneler sonra karşısına bir köşe yazarı olarak çıkmışım.

Oluyor böyle şeyler hayatta.

Vladimir İvanoviç, “Ne mutlu sana, sevinmişsin belli,” diyor.

Evet, sevinmiştim. Sosyal medyanın bazı olumsuz yanlarından şikayet etsek de hayatımızı değiştirdiği kuşkusuz.

Ergun’la işten, güçten, eski iş arkadaşlarından konuşurken Niyazi Abiyi kaybettiğimizi öğrendim. Hüzünlendim.

Artık neredeyse eski kuşaktan kimselerin kalmadığı şirkette eskilerden kalan bir yadigar, gençlerin yol göstericisi, eski muhasebecilerin son temsilcisiydi o. Niyazi Abi, bilgisayarın hayal, her şirketin kafasına göre hesap planının olduğu zamanlarda, yevmiye defterini, kasa defterini mürekkepli kalemle, itinayla yazardı. Bilgiler hatalı yazıldığında silinmezdi. Yazısı kötü olanlara günlük muhasebe kayıtları yaptırılmazdı.

Niyazi Abi, bir dönem elektronik hesap makinesine bile şüpheyle bakardı. Güvendiği Facit mekanik kollu hesap makinesinin ise ustasıydı.

Aniden gidivermişti.

Bilgisayarlı muhasebe devrine intibak edememiş, kalbi daha fazla dayanamamıştı belki.

İnternetin, akıllı telefonların ve hatta faksın olmadığı bir dünyadan, eski zamanlardan anılar birden canlandı belleğimde.

Niyazi Abi ile PTT’den emekli teleks operatörü Saliha Hanımın aynı liseli aşıklar gibi birbirlerini gizliden sevdiklerini duyardık.

Saliha Hanım, bizim müsvedde kağıdına elle yazdığımız mesajları teleks makinesinde inanılmaz bir hızda yazardı. Mesajı kağıda basar, getirirdi. Biz düzeltmeleri yaptıktan sonra teleks şeridinde hatalı yerleri parmakları ile yoklayarak bulur, orasından yırtar, ekler, düzeltmeyi yaptığı şeride aktarırdı.

Saliha Hanım da varmış Niyazi Abinin cenazesinde.

Şimdi ne Niyazi abinin, ne de Saliha Hanımın mesleki becerilerinin bir anlamı kaldı.

Sadece onlarınki mi?

Teknolojinin gelişmesi, robotik bilimlerin yükselişte olması ve hepsinden önemlisi yapay zekanın durdurulamaz bir hızla akıllanarak insanların yapabildiği pek çok işi yapabilmeye başlaması birçok insanın mesleğini tehdit ediyor. 

“Birçok meslek sona erecek.”

“Hangileri mesela?”

“Doktorluk bile mesela.”

Eskinin bildiğimiz muteber mesleklerinin yerini teknolojik rakipleri alacak bu gidişle.

Sayıyorum.

Konuştuğumuz gibi teknolojik yeniliklerin en önemli dezavantajı birçok mesleği  ortadan kaldırması, en azından köklü dönüşüme uğratması ve sonunda birçok çalışanın işini kaybetmesine yol açması.

Halen insanlar tarafından yürütülen birçok işin gelecekte makinelerin yapay zekâsıyla yapılacağı şimdiden belli. Gelecekte mesleğinden olacak ya da meslek alanı daralacak kişiler arasında; fabrika çalışanları, şoförler, pilotlar gibi muhasebeciler- mali müşavirler de sayılıyor.

Kafaları karıştıran pek çok konu var.

“Başka hangi meslekler?”

“Kalpazanlık örneğin.”

“Aman çok üzüldüm!”

“Dijital para, madeni ve kağıt parayı ortadan kaldırınca sahte para basan kalpazanlar da işsiz kalacak. Kalpazanlık tarihe karışacak,” diye ekliyorum.

“Ohoo, sen öyle zannet, insan evladı daha ne kalpazanlıklar icat edecek bak göreceksin.”

***

Eskiden makineler onları rakip gören işçiler tarafından kırılıyordu.

19. asırda İngiltere'de tekstil işçileri, iş gücünden tasarruf sağlayan makinelerin fabrikalara yerleştirilmesiyle işsiz kalacakları endişesiyle tepkilerini makineleri kırarak ortaya koymuşlardı. Sevgili arkadaşım Yıldırım Koç’un bir makalesinde yazdığına göre; Ned Ludlam isimli bir çırak, ustası tarafından azarlanınca kendisini kaybetmiş ve eline geçirdiği bir çekiçle çorap dokuma tezgahını parçalamıştı. Daha sonraları onun isminden hareketle bu tür eylemlere tarihçiler tarafından Ludizm denilmişti.

Bugün de Batıda işçiler kendilerini işsiz bıraktığı gerekçesiyle göçmenlere düşmanlar. Halbuki istihdam yapısını kökten değiştirecek olan robotlar geliyor geriden.

“Güya pek çok meslek ortadan kalkacak, işçilerin yaptığı işleri işverenler robotlara yaptıracaklarmış.”

“Peki, yapay zeka, robotlar kullanılmaya başlanınca patronlar, çalışanlarını kovup robotlarıyla baş başa mı kalacak?”

“Belki teknolojinin, üretici güçlerin gelişmesiyle, üretim artacak, mallar ucuzlayacak.

İşgücü daha rafine alanlara kayacak.”

Bir rivayete göre vaktiyle Henry Ford, otomobil fabrikasında greve giden işçilere kızıp "Hepinizi atar, yerinize robotları koyarım" deyince, bir işçi “Otomobilleri de robotlara mı satacaksın?" demiş.

Her teknolojik ürünün pazara ihtiyacı vardır. Yoksa üretilmezler. Yani müşteri velinimettir.

***

Peki, komplo teorisi üretenlerin dediği gibi yapay zeka insan üzerinde bir üstünlük kurup, ona hükmedebilir mi?

Hocaların hocası Profesör İonna Kuçuradi hocamız, “Robotların insanlaştırılmak, insanların da robotlaştırılmak istendiği bir zamanda yaşıyoruz,” demiş.

“Ben insanların robotlaştırılmasına şiddetle karşıyım,” diyorum Vladimir İvanoviç’e.

“Aynı şekilde düşünüyorum, insan eksenli bir yaşam felsefem var; ancak teknolojinin gelişmesine kesinlikle karşı olunamaz ve zaten karşı da durulamaz. Teknolojinin bütün imkanlarından sonuna kadar yararlanmak gerek. Tamam, bazı meslekler ortadan kalkacak, ama şimdilerde ismini bile bilmediğimiz yeni meslekler ortaya çıkacak,” diye onaylıyor o da.

Yapay zekâ da sonuçta bir makine.

İnsan icadı.

Yani bir üretim aracı.

Kodları yazılıp, tanımlanan görevine başlatıldıktan sonra enerjisi de sağlanıyorsa tıkır tıkır çalışır bu makineler.

***

“Peki sen bu metaverse’den bir şey anladın mı?” diye soruyorum Vladimir İvanoviç’e.

“Epey bir şey okuyup, video izledim. Biraz anladım gibi,” diye cevap veriyor.

“Ne gibi?”

“Yeni bir ticari tezgah bence.”

“Benim de bir ‘metaverse’m var.”

“Oooo, maşallah hayırlı olsun,” diyor.

“Bak, sana bir anektod anlatayım. O zaman ne demek istediğimi anlayacaksın. Bunu Kafka ile ilgili olarak bir arkadaşım anlatmıştı, ben Dosto’ya da uyar diye biraz değiştirdim:

Tanrı bir gün Dostoyevski’nin yazdıklarına çok kızmış, “Bu adam da artık çok olmaya başladı, haddini aştı; yarattığı karakterlerle benimle aşık atabileceğini mi sanıyor!?” diye söylenmiş.

Birkaç zebaniyi çağırmış yanına.

“Rusya’da Dostoyevski diye bir yazar var. Gidip bulun, getirin bana onu,” demiş.

Niyeti Dostoyevski’yi yakalayıp, cehennemine atıp, cezalandırmakmış.

Zebaniler yola çıkmış. Önce Petersburg’da aramışlar, bulamamışlar. Sonra Moskova’ya bakmışlar. Yok. Sibirya falan derken Rusya’nın altını üstüne getirmişler, ancak Dostoyevski’yi bir türlü bulamamışlar.

Daha da ileri gidip Avrupa’nın malum büyük şehirlerinde aramışlar. Yine yok.

Çaresiz geri dönmüşler.

Tepkisinden korka korka Tanrının huzuruna çıkmışlar, durumu anlatmışlar.

Tanrı küplere binmiş, zebanileri bir güzel azarlamış:

“Tabii bulamazsınız, bu adamın yarattığı kendi dünyası var, oraya bakmanız gerekirdi,” demiş.

***

Çaylarımızı tazeledik.

Bir oraya, bir buraya; bir ileri, bir geri, daldan dala atlayarak konuşuyoruz.

Vladimir İvanoviç, “Konuştuğumuz gibi herkesin ağzında sözbirliği etmişçesine aynı laflar var: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!” diyor.

“Gerçekten öyle gözüküyor.”

“Peki, bu bildiğimiz dünyanın sonu mu olacak? Değişen ne olacak ve yerine ne konulacak? Değişime hazır mıyız?”

Benden cevap bekliyor, ama ben kısa bir cevap verebilecek durumda değilim. Düşünüp, tartışmak, uzun uzun konuşmak lazım.

“Bir Kızılderili sözü şöyleymiş: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

Vladimir İvanoviç, “İnşallah o duruma gelinmeyecek,” dedi.

“İyi olacak, gönlünü ferah tut. Güzel bir Çerkez atasözü varmış: Umudu olmayanın atı koşmazmış,” diyorum.

***

Dilekler ve temennilerle bitiriyoruz muhabbeti.

Rusların ağızlarından düşürmediği bir söz vardır ya onu tekrarlayayım diyor Vladimir İvanoviç:

"надежда умирает последней" (Nadejda umirayet pasledniy - Umut en son ölür ).

Ben de arkasından ekliyorum:

“Всё будет хорошо” ( Vsyö budut haraşo! - Her şey güzel olacak!).


25 Mart 2023 Cumartesi

Halka halka Moskova!

 


Halka halka Moskova!

 

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

 

Yine sabahın köründe İgor’la yollardayız. Malum müşteri ziyaretleri...

Metrodayız.

İgor, elinde akıllı telefonu, kendi aleminde. Ben yokum sanki yanında.

Yine kafası ikide bir önüne düşen, uykusunu alamamış sabah yolcusu hallerindeyim.

Bir ara gözlerimi açıyorum. Karşıdaki küçük ekranda bir tanıtım videosu var. Bir tramvayın üzerinde  İETT yazısını farkediyorum.

Karaköy-Beyoğlu arasındaki Tünel anlatılıyor.

Eski bir dostunuza aniden rastlayınca sevinirsiniz ya, aynı duygulara kapılıyorum.

Yeni açılan BKL metro hattının tanıtım videosunun içinde 1875 yılında açılan, dünyanın ilk metrolarından olan İstanbul Karaköy-Beyoğlu tarihi Tünel (füniküler) hattından bahsediliyor.

Dünyanın ilk yeraltı demir yolu olan Londra metrosu, 1863 yılında hizmete girmiş. İkinci metro ise İstanbul’daki Tünel.

İstanbul’daki Tünel projesi devrin Osmanlı Sultanı Abdülmecid Han’a sunulmuş. Sultanın onayladığı proje kısa sürede başlamış ve 1875’in Kurban Bayramı’nın ilk gününde görkemli bir törenle açılmış.

Dürtükleyip İgor’a gösteriyorum. O da izledikten sonra bana “Vay be!” dermiş gibilerinden başını sallıyor.

Bense üzülüyorum. İlklerden olup, devamını getirememiş olmak, gerilere düşmek beni üzüyor.

***

Dünyanın sadece "metro" değil, "müze metro" olarak anılan belki de tek toplu taşıma sistemi: Moskova metrosu... Her gün 8 milyondan fazla insan Moskova metrosunu kullanıyor. İstasyonlardan 44'ü Rusya Federasyonu kültür mirası listesine giren bir ulaşım sistemi.

Moskova’da yapımına 2011 yılında başlanan, BKL(БКЛ)’nin, yani Büyük Çember Hattı (Balşaya Kaltsevaya Liniya)’nın tamamı Mart ayı başında hizmete girdi.

Uzunluğu 31 istasyon ile 70 kilometre. Bu yeni bir dünya rekoru.

"Eski" Moskova metrosunun Kaltsevaya Hattı’nın uzunluğu ise 12 istasyonla 19,4 kilometre...Yani 3,5 kat daha az.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova Belediye Başkanı Sergey Sabyanin ile birlikte Moskova Metrosu'nun Büyük Çember Hattı'nın açılışına katıldı. Putin törene video konferans yöntemiyle katıldı.

Vladimir Putin konuşmasında, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in Moskova ziyareti sırasında yeni hattı Çin heyetine göstermek istediğini söyledi ve Moskova için gerekli bir proje olarak nitelendirdi.

Çin Devlet Başkanı, Vladimir Putin’in daveti üstüne yakın bir tarihte, 20-22 Mart’ta Rusya’yı ziyaret edecek. Putin bu yeni metro hattını da mevkidaşına göstermek arzusunda. Gururlanıyor, zira BKL, Pekin metrosunun ikinci ring hattının yer altı ringleri arasındaki eski rekorunu 13 kilometre geride bırakmış durumda.

Bunun başka bir önemi daha var kuşkusuz. Bir yıldır Ukrayna sorunu nedeniyle hem askeri, hem de ekonomik bir muhasara altında olan bir ülkenin böylesine büyük tarihsel bir yatırımı gerçekleştirmiş olması gerçekten önemli.

***

Dünyanın en büyük, en ihtişamlı ve modern metro ağlarından birisini barındıran Moskova’da yeni bir çember hattının inşası daha tamamlanmış oldu.

Metro genişlemeye devam ediyor.

Moskova halka halka büyüyen bir şehir.

En içte Kremlin’in duvarlarından oluşan ilk halka var.

Kremlin’in yakınındaki Balşoy Moskvaretskiy Köprüsü’nde durup Moskova Nehri’ne bir çakıl taşı attığınızda taşın suya düştüğü yerde iç içe geçmiş büyüyen halkalar oluşur.

Moskova da hemen hemen aynı yerden başlayarak halka halka büyümüş, büyümeye de devam ediyor.

Moskova’nın nerdeyse sembolü haline gelen Metro haritasına baktığınızda da bunu görürsünüz. Metro da aynı bu şekilde merkezdeki bir halkanın etrafında oluşmuş.

Metro da, araç trafiğinin olduğu kara yolları da halka halka büyüyor.

***

Kremlin’den sonraki ilk halka merkezdeki, eski Moskova’yı çepeçevre saran Bahçe Çemberi (Sadovoye Kaltso) yolu. Uzunluğu 15,6 Km. 

Üçüncü Ulaşım Halkası (TTK- Tretye Transportnoye Kaltso), eski adıyla Ring "B" Moskova'da bir otoyol, Bahçe Çemberi (Garden Ring) ve Moskova Çevre Yolu ile birlikte Moskova şehrinin çevre yollarından biri. Üçüncü Çevre Yolu'nun toplam uzunluğu 35,1 kilometre olup, bunun yaklaşık 19 kilometresi üst geçit, yaklaşık 5 kilometresi tüneldir.

Daha sonraki ulaşım halkası olan 108,9 km.’lik Moskova Çevre Yolu MKAD (МКАД-Moskovskaya Koltsevaya Avtomobilnaya Daroga), Rusya'nın başkenti Moskova'yı yine çepeçevre saran bir çevre yoludur. Bu çevre yolunda da arabayla bir noktadan hareket ederseniz, hiçbir yere sapmadan dolaşarak aynı noktaya gelirsiniz. 10'u kavşak olmak üzere 35 adet çıkışı bulunmaktadır.

Bitmedi.

En dışta ise Moskova Bölgesi'nin karayolu ağını transit trafikten kurtaran, başkentin ulaşım sisteminin temel unsurlarından bir başkası, Merkez Çevre Yolu, TsKAD (ЦКАД-Tsentralnaya Kaltsevaya Avtomobilnaya Daroga) vardır. Moskova Çevre Yolu'na 50 km uzaklıktaki Moskova bölgesi topraklarından geçmektedir. Uzunluğu 336,5 km'dir ve bunun 260 km'si ücretli olarak işletilmektedir.

Bunlar karayolu halkaları…

***

Metro’ya gelince;

İlk halka merkezdeki istasyonları birbirine bağlayan Metro haritasındaki Kahverengi Hat.

Dünyanın en büyük metro sistemlerinden biri olan Moskova Metrosu’nun Sokolniki ve Park Kulturı istasyonları arasındaki ilk hattı, 15 Mayıs 1935 tarihinde faaliyete geçmiş.

Metronun yapımı, Josef Stalin tarafından 1931'de başlatılmış. O zamanlar, Komünist Partili işçiler ve Konsomol üyesi gençler tarafından inşaat sürdürülmüş...

İgor, bu kahverengi ring hattıyla ilgili olan komik bir şehir efsanesini anlatıyor.

“İnanmasam da seviyorum ve bilmeyenlere sürekli anlatıyorum,” diyor.

Moskova metrosunun haritası, ortasındaki çevre hattı ile radyal hatlarıyla bir bulmacaya benziyor. Güya Metro’nun projesinin sunulduğu toplantıda Stalin, elindeki kahve kupasını masanın üzerine yayılı planın üstüne koymuş, kupanın altına sızmış kahve projenin üzerinde kahverengi yuvarlak bir iz, bir leke bırakmış. Toplantıdaki hiçbir mühendis korkudan soramadığı için de proje o şekliyle gerçekleştirilmiş. Merkezdeki bütün diğer Metro hatlarını birleştiren bir köprü görevini gören kahverengi renkli yuvarlak Kaltsevaya Hattı’nın hikayesi böyle... İnandırıcı değil, ama matrak bir hikaye.

Moskova’da Metro’ya entegre bir başka halka da geçtiğimiz senelerde kullanıma açılan MTSK.  Bir elektrikli tren ring hattı ….

Yazının başında bahsettiğim yeni hizmete giren BKL(БКЛ), yani Büyük Çember Hattı (Balşaya Kaltsevaya Liniya) ise Metro halkalarının şimdilik sonuncusu…

***

Metro’nun Moskova’nın yaşamında çok büyük önemi var.

Bir kere zamanında ulaşım için her zaman garantili bir tercih.

Benim tercihim de hep Metro.

Bir arkadaşınızla Metroya yakın bir yerde buluşacaksanız kesin bir saat verebilirsiniz. Yandex haritadan buluşacağınız yere bakar, kaç saatte varabileceğinizi anlarsınız. Tam saatinde buluşma yerinde olabilirsiniz. Hiç şaşmaz.

Sık sık Moskova'nın trafik derdinden bahsediyoruz ya, İgor, sorunun büyüklüğünü anlatan 2006 yılından, eski de olsa gülümseten bir haberi anlatıyor.

Moskova’daki önemli uluslararası bir maçı, İnter maçını oynamak için stadyuma kulüp otobüsü ile giden Spartak Moskova’lı futbolcular sıkışık trafikte takılıp kalınca iki kilometre koşarak ve metro yolculuğu ile yetişebilmişler.
Spartak Moskova takımı, olayı veren Rus basınının alay konusu olmuş.

Otobüslerinin trafiğe takılması üzerine, Spartak Moskova Teknik Direktörü Vladimir Fedotov, yolda arabasıyla maça gitmekte olan bir taraftar tarafından, “Ben üç saatten beri burada bekliyorum” şeklinde uyarılmış. Bunun üzerine Fedotov ve tüm futbolcular, otobüsten inerek iki kilometre koştuktan sonra bir metro istasyonuna ulaşmışlar.

Fedotov, metro istasyonunda tüm oyuncularını bir araya toplamış ve “Savunma ve hücum oyuncularının hepsi burada mı?” diye bağırıp, tek tek saymak zorunda kalmış.

Neyseki zamanında maça yetişebilmişler.

8 Mart 2023 Çarşamba

Smerdyakov ve Oedipus



Abdullah Furkan Doğan

Kaynak: https://oggito.com/

 

Gelecekte Karamazov Kardeşler üzerine yapılacak çalışmaların, Smerdyakov’a bir nebze daha odaklanması gerektiğini düşünüyorum.

Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanını okudunuz mu? Ben romanı okumadan çok önce internette varoluşçu roman karakterleri hakkında yazılan bir yazıyı okumuştum. Yazıda, ortanca kardeş İvan Karamazov’dan söz ediliyor ve baba katili olarak gösteriliyordu. Ama romanı okuyunca asıl katilin Pavel Smerdyakov olduğunu öğrendim. Roman üzerine yazılan yazılar genellikle Alyoşa ve İvan hakkında. Smerdyakov ise adı dahi pek anılmayan bir karakter. Açıkçası incelenmesi ve üzerine psikolojik tahliller yapılması gereken en önemli Karamazov Kardeşler roman karakteri Smerdyakov benim için. Bu yazıda psikolojik açıdan onu inceleyemeyebilirim. Çünkü bir psikolog, pdr veya psikiyatrist değilim. Yazıda, size Smerdyakov’u anlatacağım ve onu başka bir baba katili olan Oedipus ile ‘suçunu ve cezasını kabullenmek’ üzerinden karşılaştıracağım.

Smerdyakov, sokaklarda yaşayan kimsesiz, akıl hastası Lizaveta’nın oğlu. Romanda bir tecavüz sonucunda dünyaya geldiği ima ediliyor. Fyador Pavloviç’in onun babası olduğu söyleniyor. Fyador, bunu kabul etmese de, doğum yaparken ölen Lizaveta’nın çocuğunu evine kabul ediyor. Resmi olarak kaydedilmese de vaftiz edilirken baba adı olarak Fyador yazılıyor. Evdeki hizmetçi çifte emanet ediliyor. Büyünce de aşçı olarak Fyador Pavloviç’e hizmet ediyor. Pavloviç’le dalkavukça konuşsa da aslında büyük bir nefret besliyor. Aslında burada nefret kelimesi yerine ‘hınç’ ya da ‘kin’ besliyor diyebiliriz. Elbette, bu üç karanlık duygunun da Smerdyakov’un yüreğinde yaşadığını düşünebiliriz. Sara hastası. İvan Karamazov’la olan ilişkisi ise fikirlerine hayranlık duymak.

Smerdyakov, İvan’a kriz geçireceğini, bunu hissettiğini söylüyor. İvan’a, babasının burada savunmasız kalacağını, Dimitri’nin onu öldürmeye geleceğini, bu yüzden babasını dinleyerek Moskova’ya gitmemesini belirtir. Ancak İvan son anda fikir değiştirip babasının ona söylediği yere değil, Moskova’ya gider. Daha fazla uzatmadan sadece gelirsem, baba Karamazov öldürülür, suç Dimitri’nin üzerine kalır. Ama Smerdyakov’u hastanede (sara krizi geçirdiği için kötü durumdadır) üçüncü defa ziyaret ettiğinde Smerdyakov her şeyi itiraf eder.

Kitabı okumamış olanlar için Smerdyakov’un itirafını yazmayayım, birçok olayı anlattım zaten, okumak isteyenlere daha fazla bilgi vermeyelim. Ama şunu da eklemeliyim, Smerdyakov suçunu işlerken bunu ondan İvan istemiş gibi anlatır. İvan’ın düşünceleri sebebiyle baba Karamazov’u öldürdüğünü söyler. İvan’ın Moskova’ya gidişinin sebebi, babasının ölümünü istemesidir hatta ona göre. İvan, duyduklarından ve içindeki suçluluk duygusundan afallamış bir halde, elinde Smerdyakov’un çaldığı paralarla birlikte hastaneden çıkar. Ama hemen savcıya gitmek yerine eve gider. Bu da Smerdyakov’un kendini sonsuza kadar bu yargılamadan kurtarmasına yol açar. (Okuyanların bu kısmı anlamasını ümit ederek, daha fazla ayrıntıya girmeyeyim.)

Ama gerçekten de Smerdyakov, İvan’ın istediğinin bu olduğunu düşündüğü için mi baba Karamazov’u öldürmüştür? Onun bu cinayet için bir değil onlarca nedeni yok mu? Fyador’un berbat bir baba olduğu kesin, ama Smerdyakov’u oğlu olarak bile açıkça kabul etmemesi bu cinayetin sebebi olamaz mı?

Şimdi bir baba katilinden daha bahsetmek istiyorum, Oedipus’tan. Babası Laios, Pelops’un oğluna tecavüz ettiği için lanetlenir. Laios’un yeni doğan oğlu Oedipus tarafından öldürülecektir. Bunun üzerine Laios, oğlu Oedipus’u ormana bırakır, ormandaki vahşi yaratıklara yem olması için. Fakat yardımcısı bu emre uymayarak Oedipus’u bir çobana verir. Çoban da bu çocuğu, çocukları olmayan Corinth kralına verir. Oedipus, bu çiftin çocuğu olmadığını bir şölen sırasında sarhoş bir davetli tarafından kendisine evlatlık olarak bakıldığında şüphelenir. Kralı sorgular ancak bir yanıt alamaz.

Yollara düşerek Delphoin kâhinine sorar. Kâhin sorusunu cevaplamak yerine babasını öldüreceğini ve annesiyle evleneceğini söyler. Şaşıran Oedipus kendini yollara atar. Yolda bir yaşlı ile yol sırası için kavga ederler. Onu ve suça tanık olanları öldürür. Thebai şehrine gelir. Burada bulanan Sfenks’i yener. Kral yapılır ve kraliçe ile evlendirilir. İki oğlu ve iki kızı olur. Mutluluk içinde yaşarken şehirde veba salgını başlar. Bir kâhine danışır, kâhin ona orada mutluluk içinde yaşayan bir günahkârın kovulması gerektiğini söyler. Oedipus, eski kralın cinayetini araştırmaya başlar. Öğrenir ki öldürdüğü yaşlı adam kralın kendisidir. Öz babasıdır ve şuanda annesiyle evlidir. Kehanet gerçek olmuştur. Oedipus, gözlerini Lokaste’nin altın iğneleri ile oyar. Kör bir dilenci olarak yaşamaya başlar.

Oedipus’un üzerine şimdiye kadar ‘kader’ veya psikolojide isim verdiği kompleks ile tartışıldı. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanındaysa Milan Kundera, ana karakterin yazdığı bir yazıyla bu olayı ‘suçunu üstlenme ve cezayı kabul edebilme’ açısından incelemişti.

Pavel Smerdyakov, işlediği cinayeti Dimitri’nin üzerine kalacak şekilde ayarladı. İvan’ın fikirlerinden etkilendiğini ve hatta İvan’ın bunu kendisinden ima yoluyla istediğini söyledi. Sonunda da yargılanmalardan sonsuza kadar kaçacak bir yol buldu. En sonda yaptığı o malum hareketinin vicdan azabı sebebiyle yapmadığından eminim. Öyle olsaydı, çaldığı parayı kanıt olarak İvan’a vermek yerine suçunu bizzat kendisi itiraf ederdi.

Diğer yandan Oedipus kaçmaya çalıştığı yazgısını yaşadı. Babasına edilen lanetin acısını çekti. Sonunda bilmeden babasını öldürdü. Bilmeden evlendiği kişinin annesi olduğu ortaya çıktı. Ancak, yaşadığı şehrin vebaya teslim oluşundan kendini suçladı. Suçunu kabullenerek bizzat kendi elleriyle infazını gerçekleştirdi.

Gelecekte Karamazov Kardeşler üzerine yapılacak çalışmaların, Smerdyakov’a bir nebze daha odaklanması gerektiğini düşünüyorum.

7 Mart 2023 Salı

Rusya Alaska’yı ABD’ye Neden Sattı?


Georgy Manaev 

Kaynak: https://oggito.com/

 

“Amerika bu buz kütlesi ve kahvaltıda balık yağı içen elli bin Eskimo’yla ne yapacak?”

Rusya, 1867 yılında Alaska’yı 7,2 milyon dolara ABD’ye sattı. Bu satışın üstünden geçen elli yılda Amerikalılar ödedikleri miktarın yüz katını geri kazandı. Peki büyük bir imparatorluk bu satışa nasıl karar verdi?

Beyaz Saray’ın internet sitesinde yayınlanan ve Rusya’nın Alaska’yı topraklarına katması üstüne olan dilekçe otuz beş binden fazla imza topladı ama sonradan iptal edildi. Günümüzde birçok insan hâlâ ABD’nin Alaska’yı çaldığını ya da bir süreliğine kiralayıp geri vermediğini düşünüyor. Yaygın inanışların aksine iki ülke arasındaki anlaşma yasal bir anlaşmaydı ve iki tarafın da son derece geçerli sebepleri vardı.

 

Satıştan Önce Alaska

On dokuzuncu yüzyılda Rusya Alaskası uluslararası ticaretin merkeziydi. Başkent Novoarkhangelsk’te (bugünkü Sitka), tüccarlar Çin kumaşları, çay ve hatta buz ticareti yaparlardı. O zamanlar buzdolabı icat edilmediği için ABD’de buz ihtiyacı olurdu. Bu şehirde gemiler yapılır, fabrikalar inşa edilir kömür çıkarılırdı. Bölgedeki altın madenleri de herkes tarafından bilinirdi. Yani o zamanlar böyle bir toprak parçasını satmak delilikti.

Rus tüccarlar mors dişi ve su samuru derisi için Alaska’ya yönelmişti. Mors dişi, fil dişi kadar pahalıydı. Bu iki değerli ürün bölgedeki yerel insanlarla yapılan takas sonucu elde edilirdi. Bu ticaret de Rus-Amerikan Şirketi (RAC) tarafından gerçekleştirildi. Şirket Alaska’nın tüm madenlerini ve minerallerini kontrol eder, diğer ülkelerle ticari anlaşmalar yapardı. Hatta kendilerine özgü bayrakları ve para birimleri vardı.

Şirketin sahip olduğu bu öncelikler imparatorluğun hükümeti tarafından sağlanırdı. Hükümet de şirketten hem vergi toplardı hem de hissesine ortaktı. Rus çarı ve aile üyeleri RAC’ın hissedarları arasındaydı.

 

Rus Pizarro

Amerika’daki Rus yerleşkelerinin yöneticisi yetenekli tüccar Alexander Baranov’du. Baranov okullar, fabrikalar açtı, yerli halka rutabaga ve patates yetiştirmeyi öğretti. Kaleler ve tersaneler inşa etti, su samuru ticaretini genişletti. Baranov kendisine “Rus Pizarro”” derdi. Alaska’yı sadece kendi kazancı için değil, yürekten severdi. Aleut liderinin kızıyla evliydi.

Baranov yönetimindeki RAC büyük hasılatlar elde etti, yüzde bin kâra ulaştı. Yaşı ilerleyen Baranov işlerini devredince yerine deniz yüzbaşısı Hagemeister geldi. Yeni yönetici beraberinde yeni çalışanları ve asker hissedarları da getirdi. Fakat bu yeni yöneticilerin adımları şirketi çöküşe uğrattı.


Kara para

Yeni yöneticiler kendileri için uçuk maaşlar belirlediler. Sıradan çalışanlar senelik bin beş yüz ruble kazanırken (bu, bakanların ve senatörlerinkine yakın bir maaştı), yöneticilerin yıllık kazancı ise bin beş yüz rubleydi. Yerel halktan yarı fiyatına kürk alırlardı. Nihayetinde Eskimolar ve Aleutlar yirmi yıl içinde neredeyse tüm su samurlarını katletmişlerdi. Yerel halk Rusya’nın kıyı köyleri basıp ateşe vermelerinden dolayı da zor durumdaydılar.

Bu gibi caydırıcı olaylar sonucunda tüccarlar farklı gelir kaynaklarına yöneldiler. Buz ve çay ticareti zaten yapılmaktaydı ama kötü kaderli iş adamları bunu tam olarak organize edemiyorlardı. Akla gelen çözümlerden olan maaşları azaltma fikri ise kesinlikle tercih etmedikleri bir yoldu. Şirket en sonunda devlet yardımlarını kullandı (yıllık iki yüz bin ruble), fakat bu bile onları kurtarmaya yetmedi.

Kısa bir süre sonra Kırım Savaşı başladı. İngiltere, Fransa ve Türkiye Rusya’ya karşı birlik oldu. Rusya’nın Alaska’yı destekleyemeyeceği ya da savunamayacağı açıktı. Tüm deniz rotaları, hatta altın madenleri bile karşı tarafın gemileri tarafından kontrol ediliyordu. İngiltere’nin Alaska’yı alıkoyacağından korkan Rusya eğer bu olursa elindeki her şeyi kaybedeceğini biliyordu.

Moskova ve Londra arasında gerilim gittikçe büyüyordu. Rusya-Amerika ilişkileri ise hiç olmadığı kadar iyiydi. İki tarafın aklına gelen ortak fikir Alaska’nın el değiştirmesi oldu. Rusya’nın Washington’daki elçisi Baron Eduard de Stoeckl, Çar’ın adına ABD Dışişleri Bakanı William Seward’la görüşmelere başladı.

 

Rus bayrağının indirilmesi

Bürokratlar görüşmelere devam ederken, iki ülke kamuoyu bu anlaşmayı istemiyordu. Rus gazeteleri, “Bir ülke bu kadar kısa bir zamanda, bu kadar değerli bir toprak parçasından nasıl kolayca vazgeçebilir?” diye yazıyordu. Amerikan gazeteleri ise “Amerika bu buz kütlesi ve kahvaltıda balık yağı içen elli bin Eskimo’yla ne yapacak?” diye soruyordu.

Basın bu düşüncelerinde yalnız değildi. Millet Meclisi de bu satışı onaylamıyordu. 30 Mart 1867’de Washington’da taraflar 1,5 milyon hektarlık Rus toprağının 7,2 milyon dolara satılması konusunda anlaşma imzaladı. Yani 4047 m2’si 2 sent’e denk geliyordu. Fakat durumun son derece kritik olması sebebiyle Rusya’nın pazarlık yapma şansı yoktu.

Bölgenin resmi olarak devredilmesi başkent Novoarkhangelsk’te gerçekleşti. Amerikan ve Rus askerleri bayrak direğinin iki tarafında hizaya geçti ve bayrak indirilmeye başladı. Fakat bayrak direğin tepesine takılmıştı ve inmiyordu. Askerin biri direğe tırmandı ve indirdi. Ardından şehrin adı Sitka olarak değiştirildi. Amerikan vatandaşlığına geçmek istemeyen yüzlerce Rus askerleri ticaret gemilerine binip Alaska’dan ayrıldı.

Çeviren: Deniz Saldıran

(Russia Beyond)