Moskova

Moskova

17 Şubat 2018 Cumartesi

Tolstoy’un Okuma Listesi




Hayatın Her Evresi İçin Olmazsa Olmaz Kitaplar

Dünyada büyük iz bırakmış insanlara ilham veren eserler ve kişiler her zaman merak konusu olmuştur. Bu olağanüstü yetenekleri kimler etkiledi ve onları geliştiren nelerdi? Carl Sagan ve Gabriel García Márquez’in okuma listelerinin ardından sıra bize unutulmaz eserler bırakmış Tolstoy’da.

Lev Tolstoy, 50. doğum gününden kısa bir süre sonra derin ruhsal bir krizin içine düşmüş ve bu sıkıntıdan hayatın anlamını bularak çıkmaya karar vermişti. Bunu dünyanın belli başlı felsefi ve dini gelenekleri üzerine bitmek bilmeyen bir istekle okumalar yaparak ve bu sayede hepsinin insan ruhunun gerçeğini çözme konusunda ciddi anlamda benzerlikler gösterdiğini keşfederek yaptı. Birçok büyük yazar gibi o da doyumsuz bir edebiyat okuruydu ve bunları son yıllarında yazdığı Tolstoy’un Günlüğü – Bilgelik Takvimi isimli kitabında derledi.

Ancak geniş ve verimli okumaları bir yana, Tolstoy belli kitapların kendi gelişiminde özellikle etkili ve önemli olduğunu daha önce belirtmişti. 63 yaşında bir arkadaşına yazdığı mektupta, hayatı boyunca onu en çok etkileyen kitapları listeledi. 25 Ekim 1881 tarihli bu mektup yazarın şu sözleriyle başlıyordu: “Başladığım ama bitiremediğim bu listeyi basılması için değil, senin dikkatine gönderiyorum, çünkü hâlâ tamamlanmaktan çok uzak.” (Okuma elbette doğası gereği tamamlanmayacak bir eylem – insan edebiyatı “bitirmeyi” hiçbir zaman ümit edemez ve bitiremez de.)

“Bir Etki Bırakan Çalışmalar” başlığı altında Tolstoy, okuma listesini çocuklukla başlayan ve o zamanki yaşıyla biten, hayatın 5 evresine bölüyor. Her başlığı mükemmelliklere göre derecelendirmiş, “harika” “ç. harika” ve “muazzam”. Tolstoy’un gençlik yıllarını kişinin en biçimlendiren yılları saydığı aşikâr, bu yıllar için nitelik ve nicelik bakımından çok daha fazla kitap önermiş. Bunun yanında yirmili yaşlar ve otuzların başı, her iki anlamda da daha bereketsiz görünüyor ve çoğunlukla şiir kitapları var. Tolstoy bu seçimleri birçok insanın çalışıp para kazanması gereken dönemlerde daha az okuma lüksüne sahip olduğunu ya da insanların gençliğinde yaşamaktansa daha çok okumaya zaman ayırması gerektiğini düşünerek yapmış olabilir. Öte yandan listesinde yalnızca iki tane tanınmış kadın yazar olmasının nedeni de büyük ihtimalle önyargısından ziyade, yaşadığı çağ ve kültüründen kaynaklanıyor.


İşte Tolstoy’un birçoğunun Türkçe çevirilerini de bulabileceğiniz okuma listesi

Çocukluktan 14 Yaş Dolaylarına

Harika
Binbir Gece Masalları: Ali Baba ve Kırk Haramiler
Puşkin’in Şiirleri: Napolyon
Ç. harika
Küçük Kara Tavuk, Pogorelski
Muazzam
Yusuf’un Kıssası, İncil
Byliny Halk Masalları: Dobrinya Nikitiç, İlya Muromets, Alioşa Popoviç

14 Yaşından 20 Yaşına

Harika
The Conquest of Mexico, William Prescott
Masallar, Nikolay Gogol: “Palto”, “İki İvan’ın Münakaşası”, —- “Nevski Bulvarı”
Ç. harika
Duygusal Bir Yolculuk, Laurence Sterne
Zamanımızın Bir Kahramanı, Mihail Lermontov
Bahtsız Anton, Dmitri Grigoroviç
Polinka Saks, Aleksandr Druzhinin
Bir Avcının Not Defteri, İvan Turgenev
Ölü Canlar, Nikolay Gogol
Yevgeni Onegin, Alexandr Puşkin
Julie ya da Yeni Heloise, Jean-Jacques Rousseau
Muazzam
Matta İncili: “Dağdaki Hutbe”
İtiraflar, Jean-Jacques Rousseau
Emile ya da Eğitim Üzerine, Jean-Jacques Rousseau
Nikolay Gogol’un Toplu Masalları: “Viy”
David Copperfield, Charles Dickens

20 Yaşından 35 Yaşına

Harika
Şiirler, Fyodor Tyutçev
Şiirler, Kolstov
İlyada ve Odysseia, Homeros
Şiirler, Afanasiy Fet
Şölen ve Sokrates’in Ölümü, Eflatun
Ç. harika
Hermann ve Dorothea, Johann Wolfgang Goethe
Notre Dame’ın Kamburu, Victor Hugo

35 Yaşından 50 Yaşına

Harika
Henry Wood’un (Ellen Wood) romanları
George Eliot’un romanları
Anthony Trollope’un romanları
Ç. harika
İlyada ve Odysseia, Homeros
Byliny Halk Masalları
Ksenofon’un Anabasis’i
Muazzam
Sefiller, Victor Hugo

50 Yaşından 63 Yaşına

Harika
Discourse on Religious Subject, Theodore Parker
Robertson’un Vaazları
Ç. harika
Yaratılış Kitabı
Progress and Poverty, Henry George
Hıristiyanlığın Özü, Ludwig Feuerbach
Muazzam
Pensées (Düşünceler), Blaise Pascal
Epiktetos
Konfüçyüs ve Mensiyüs
Lalita-Vistara: Ya da Sakya Sinha’nin Erken Dönem Yaşam Anıları, Rajendralala Mitra
Laozi


Kaynak: (Brainpickings.org)

Rusya'da eşlerin aldatmaya bakışı




Rusya halkının büyük bir bölümü eşlerin birbirini aldatmasına kötü bakıyor. 

VTSİOM'un gerçekleştirdiği ankette katılımcıların yüzde 64'ü bu yönde görüş belirtirken kadın katılımcılar arasında oran yüzde 69, erkekler arasında ise yüzde 57 olarak ölçüldü.

Katılımcıların yüzde 12'si ise bu durumu normal karşıladığını belirtiyor.

Öte yandan, halkın yüzde 79'luk ezici bir çoğunluk eşcinsel ilişkilere karşı. Birisi eşcinsel ise ortada yargılanacak ya da yadırganacak bir durum olmadığını düşünenler ise sadece yüzde 9.


VTSİOM'un anketi 13-14 Ocak 2018 tarihlerinde 2 bin kişilik bir örnekleme telefon yoluyla gerçekleştirildi.

Tolstoy'un karısından "blinçiki" tarifi





Rusya'da kışa veda için geleneksel Maslenitsa Bayramı kutlanıyor. Bayramın olmazsa olmazı "blini", yani krep. Lezzetli krepler pişirmek için birbirinden farklı tarifler mevcut. İşte bunlardan biri de ünlü yazar Lev Tolstoy'un karısı Sofya Tolstaya'ya ait.

Tarifi aktaran RBTH sitesi, "Bu krepler belki sizi büyük bir yazar yapmayacak, ama yine de tadına bakmaya değer" diyor. İşte o tarif:

İçindekiler:
 
2 bardak kefir,
2 bardak un,
2 yumurta,
Yarım çay kaşığı kabartma tozu,
2 çorba kaşığı sıvı yağ,
şeker ve tuz.

Tarif:

1. Kefir, un, yumurta, şeker ve tuz derin bir kapta karıştırılır.
2. Kaynamış suya kabartma tozu eklenip iyice karıştırılır.
3. Kabartma tozu eklenmiş su yavaş yavaş hamura eklenir. Hamur iyice kıvamını bulana kadar karıştırılır.
4. Hamur beş dakika dinlenmeye bırakılır. Yağ ilave edilir.
5. Krepler pişirilir.


Afiyet olsun!

Rus edebiyatından "hayatın anlamını" merak edenlere yol gösterecek 8 kitap




Rus yazarların usta olduğu alanlardan biri insan varoluşunun büyük problemlerini ele almak. Cevap arayanların bakması gereken onlarca ölmez eser var. İşte RBTH'in önerdiği 8 eser:


1. İvan Gonçarov. Oblomov, 1859

Edebiyat tarihine bir tembellik alegorisi olarak geçse de Oblomov'un yapıtı bundan çok daha fazlasını sunuyor. Pek çok büyük eser gibi Oblomov da hayata dair zihin açıcı felsefi bölümler açısından son derece zengin.

2. İvan Turgenyev. Babalar ve Oğullar, 1862

Ebedi kuşak çatışması problemini ilk ele alan yazar Turgenyev. Eski kuşaklar yeni gelenleri asla anlayamayacak. Etkileyici Bazarov karakteri ile Babalar ve Oğullar bugün bile büyük bir hayran kitlesine sahip.

3. Fyodor Dostoyevski. Karamazov Kardeşler, 1880

Rus edebiyatında Tanrı konusunu ele alan en önemli kitaplardan biri de Karamazov Kardeşler.

4. Lev Tolstoy. Diriliş, 1899

İyilik, kötülük, adalet, vicdan ve kefaret üzerine bir Tolstoy başyapıtı.

5. Maksim Gorki. Ayaktakımı Arasında, 1902

Toplumun alt tabakalarını en iyi anlatan, Orhan Kemal ve Suat Derviş gibi Türk edebiyatçıları derinden etkileyen Maksim Gorki'nin en bilinen eseri.

6. Andrey Platonov, Çukur, 1930

Rus okurların Perestroyka'dan sonra, Türk okurların ise yeni çeviriler sayesinde son yıllarda keşfettiği incilerden, Sovyet kalkınması üzerine düşündürücü bir proletarya hikayesi.

7. Mihail Bulgakov. Usta ve Margarita, 1940

Rus edebiyatının 20. yüzyıldaki en büyük eseri hangisidir diye sorulursa, Rus okurların büyük bir bölümü Usta ve Margarita diyecektir. İyilik, kötülük, inanç ve aşk gibi evrensel temaları sürükleyici bir olay örgüsü içinde ele almasının yanı sıra Sovyet ansiklopedisi niteliğine sahip dev bir hiciv.

8. Venedikt Yerofeyev. Moskova - Petuşki, 1970


Modern Rus insanını anlamak için kılavuz kitaplardan biri. Veniçka'nın banliyö treninde iki istasyon arasındaki yolculuğu adeta Rusya'nın son 50 yılını kat ediyor. Kitap Türkçede de mevcut. Çeviri: Ali Rıza Dırık

13 Şubat 2018 Salı

Maslenitsa

Albina Moskalenko



Rus, Ukrayna ve Beyaz Rus halkı için bu hafta Maslenitsa Bayramı ile başladı.

Bayram 1 hafta sürecek ve en büyük kutlama Pazar gününde yapılacak.

Rusça 'масло [masla]', tereyağı demek.

Bayramın adı da süt ürünlerinden alınmıştır. Zira bayramın ortaya çıktığı zaman, pagan dininin hakim olduğu zamandı ve o zamanki inanışlarına göre uzun etsiz (vejetaryen) bir oruçtan önce insanlara çeşitli süt ürünlerinin tüketimine izin verilirdi.

Günümüzde Rusların en çok sevdiği bayramlarından biri olan Maslenitsa bayramında bol bol krep ve içi tatlı ve tuzlu malzemelerle doldurulmuş krep sarmaları yapılır.

Maslenitsa, eskisi gibi 1 hafta boyunca kutlanır ama en büyük eğlence Pazar günü düzenlenir.

Ruslar için Maslenitsa Bayramı, kışın bitmesi ve ilkbaharın başlamasını ifade ediyor.


Gün gün bayramın anlamı ve gelenekleri:

1. Gün - ‘Встреча’, yani Buluşma. Bugünün resmi adı ‘Блиница’
Bayramın 1. Günü Pazartesiye denk gelir. O gün herkes, toprak bol ürün versin diye doyasıya uyur; uyanır uyanmaz ise krep yapmaya başlardı.

Krep, hayat veren güneşin simgesidir ve onun yapılışıyla pagan inançlı insanlar güneşe olan minnettarlığını ifade ederdi. Evde gelin olduğunda kayınvalide onu annesine yardım etsin diye evine gönderir krepleri tek başına veya kızları ile yapardı. Evin çocukları ve erkekleri samandan Maslenitsa adlı bir kukla yapıp ve ona kadın giysileri giydirip önce onu atlı kızakla mahallenin veya köy sokaklarında kapı kapı dolaştırır (uğradıkları her evde krep ikram edilirdi)

Çastuşki denilen geleneksel Maslenitsa bayram şarkılarını söylerdi sonra en yüksek tepeye çıkartıp baharın geldiğini kaçırmasın diye orada bırakırlardı.

Akşamüstü aile bir arada masanın başına toplanıp evde yapılan krepleri yemeye başlardı. Krepler çeşitli içlerle doldurulurdu (et, ciğer, havyar, reçel, bal vb.) İlk krep daima önemi en az olan birine verilirdi (kimi kaynaklarda ölenlere dua etsin diye fakirlere verilirdi diye yazıyor). Sonraki krepler herkese onların evinde olan önem sırasına göre dağıtılırdı. Anlaşılan o ki, son sıra evin reisine gelirdi. Tabii ki, bu şekilde sadece birer krepler dağıtılır ve bu tören bittiğinde herkes kreplere saldırırdı.

Daha sonra tüm aile gelinin ailesine gider ve bayram boyunca kime ne zaman gidilir diye hep birlikte plan yapardı. Böylece hiçbir ev misafirsiz kalmazdı, tüm akrabalar görüşür bol bol krep yer eğlenirdi.

Maslenitsa (Масленица) Bayramı, dünya ve Avrupa'nın en ünlü bayramları listesinde yer alıyor. Rusların Hıristiyanlık öncesi dönemden bu yana kutladıkları Sirnaya Nedelya (Peynirli Hafta) denilen Maslenitsa, kışın neşeli bir şekilde uğurlanması ve baharın sevinçle karşılanması anlamına geliyor.

Rusların Hıristiyanlığı kabul etmesinin ardından Maslenitsa giderek bir Ortodoks bayramına dönüştü. Maslenitsa, kilise takvimine göre, Rusların Velikiy Post dedikleri "Büyük Oruç"a bir hafta kala kutlanmaya başlıyor. Dolayısıyla her yıl Maslenitsa'nın tarihi de Büyük Oruç'un tarihine göre değişiyor.

Oruç fiilen Maslenitsa haftasında başlar. Bu bağlamda et yemekten kaçınmalı, Çarşamba ve Cuma günlerinde özel dualar okunmalı. Maslenitsa haftasında bir gelenek olarak sıkıntı içinde olanlara ikramlarda bulunur, yoksullara yardım edilir, hastalar ziyaret edilir. 

Arifesindeki Pazar günü merhametten söz edilen İncil okunur. İnsanı Cennet’e yükselten merhametten söz edilir. Bu nedenle, bu günlerde yakınlara özen gösterilir.

Maslenitsa’nın başlıca sembolü “blinı” (krepler) adı verilen yuvarlak hamur ürünü. İyi bir ev hanımı, geleneğe göre nesilden nesle devredilen kendine özgü krep tarifine sahip. Ayrıca, ülkenin değişik kentlerinde Maslenitsa kutlamaları sırasında ikram edilen kreplerin tadına bakılabilir. Kutlama etkilikleri kapsamında değişik yarışmalar, atlarla dolaşmalar, sokaklarda tur atmalar, damatların kayınvalidelerini davet etmeler, maske yürüyüşler ve sokaklarda çeşitli şov programları düzenleniyor.


Rusya’da Maslenitsa yüzyıllarca halk gezintisi özelliğini korur. Onu karlı tepelerde övgü dolu şarkılarla karşılar. Maslenitsa bayramının sembolü bostan korkuluğu olurken, bayramın başlıca ikramı krep (blin) olur. Maslenitsa haftası yıllardır “onurlu”, “genel”, “neşeli” ve “bayan karnavalı” gibi adlar taşımış. Maslenitsa’nın son gününde, akraba ve yakınlardan, bir yanlış veya kusur olduysa af dilenir ve ardından bir kural olarak dans edilip Rus halk şarkıları söylenir.





11 Şubat 2018 Pazar

Kuzey Kutbu'ndan geliyorum


Cenk Başlamış




Küçük havaalanından sadece 10-15 metre ötede motorları çalışır durumda bekleyen otobüslere gidinceye kadar geçen bir kaç saniyede insan yüzüne üst üste tokat yemiş gibi oluyor, vücudu kaskatı kesiliyor.

"Kahramanlık" yapıp dağıtılan özel giysileri henüz giymeyenler, üzerlerindeki "normal" kışlık pantolon ve montların sanki gazete kağıdından yapılmışcasına etkisiz olduğu hissine kapılıyor, aman Allahım bu nasıl soğuk böyle, resmen "kutup".. Hayır, abartma ya da şaka değil zaten burası o anda bizi eksi 38 dereceyle karşılayan "Kuzey Kutbu".

Rusya'nın doğal gaz devi Gazprom'un Türk gazetecilere düzenlediği üç günlük gezi için Novıy Urengoy'dayız, yani "gazın başkenti"nde. Novıy Urengoy, Rusya'nın kuzeyinde bulunan Yamal - Nenets Özerk Bölgesi içinde yer alan küçük bir şehir. Yerli Nenet halkının dilinde "dünyanın sonu" anlamına gelen Yamal gerçekten de o coğrafyada  "son nokta", daha ötesi, ana karayla bağlı herhangi bir başka toprak parçası yok. Kuzey Kutup Dairesi'nin bulunduğu bölgede bitmek bilmek bilmeyen tundra insanda "beyaz çöl" hissi uyandırıyor.

Ama burasının asıl önemi, dünya doğal gaz üretiminin yüzde 17'sini tek başına karşılayan Gazprom'un üretiminin yüzde 72'sini sağlayan bir doğal kaynak cenneti olması. Beş bin kilometreden fazla bir bölgeye yayılan Urengoy'da sadece doğal gaz değil, doğal gaz kondensatı ve petrol de üretiliyor. Bir fikir vermesi açısından, bölgede bulunan 22 doğal gaz arıtma tesisinden bizim gezdiğimiz 16 numaralı istasyonun, Türkiye'nin geçen yıl Rusya'dan aldığı 28 milyar metreküp gazdan fazlasını tek başına ürettiğini söylemek yeterli olacaktır.
Gazprom'un bu geziyi düzenlemesinin-görünürdeki- nedeni hem 2019'da tamamlanacak Türk Akımı Doğal Gaz Boru Hattı'nı tanıtmak hem Rusya'nın sahip olduğu doğal gaz tesislerini yabancı medyaya göstermek hem de ne kadar zor koşullar altında çalışıldığını göstermek.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2014 yılı sonundaki Ankara ziyareti sırasında ilk kez gündeme getirdiği Türk Akımı'nın önceleri dört hattan oluşması planlanıyordu ama zaman içinde hatların sayısı ikiye indi. 930'ar kilometre uzunluğundaki hatlardan yılda taşınacak 31.5 milyar metreküp doğal gazın yarısını Türkiye kullanacak. Aslında Rusya, siyasi sorunlar yaşadığı Ukrayna'ya gazın Avrupa ülkelerine ulaştırılmasında bağımlılıktan kurtulmak için Güney Akımı Doğal Gaz Hattı'nı yapmak istemişti, ancak Avrupa Birliği'nin (AB) engellemeleri nedeniyle vazgeçmek zorunda kaldı ve onun yerine Türk Akımı'nı gündeme getirdi.

İkinci hattan taşınacak 15.7 milyar metreküplük gazın sahibi ise henüz belli değil; Rus yetkililer Bulgaristan'ı işaret ediyor ama o zaman "Hat neden Bulgaristan'a uzatılmıyor"  ve "Güney Akım'la kendisine doğrudan gelecek gazı reddeden Bulgaristan şimdi neden Türkiye üzerinden gelecek gazı hem de daha pahalıya alsın" soruları yanıtsız kalıyor. Bazı enerji uzmanları, AB'nin engellemeleri nedeniyle Rusya'nın o gazı Avrupa'ya satamayacağını, dolayısıyla iki hattan gelen gazın tamamının asıl müşterisinin Türkiye olacağını ileri sürüyor.
Şu an için ilk hattın yapımının yaklaşık yarısı, yani 530 kilometresi tamamlanmış durumda. Dünyanın en büyük boru döşeme gemisi Pioneering Spirit tarafından yapılan çalışmaların bir özelliği de, deniz altında iki kilometreyi aşan derinlikte 81 çap büyüklüğünde ilk kez boru döşenmesi.

Türkiye Rusya'dan şu anda yıllık kapasitesi 16 milyar metreküp olan Mavi Akım yoluyla ve yıllık kapasitesi 14 milyar metreküp olan Batı Hattı üzerinden gaz alıyor. Burada ilginç bir nokta var: Ukrayna üzerinden gelen Batı Hattı'nın kontrat süresi 2021 yılında doluyor ve kontrat doluncaya kadar Türk Akımı'nın onun yerini alması, yani gazın başka güzergahtan taşınması öngörülüyor. O tarih geldiğinde üç çok farklı senaryo gerçekleşebilir: Birincisi, yeni bir kontrat imzalanmazsa Türk Akımı boşuna yapılmış olur ve Türkiye sadece Mavi Akım üzerinden gaz alır. İkinci seçenek Türk Akımı kontratı imzalanır ve Mavi Akım'la birlikte Türkiye iki hattan Rus gazı alır. Son senaryoda ise, Batı Hattı'na da yeniden gaz verilirse Türkiye'ye üç ayrı yoldan Rus gazı ulaşmış olur.

Gazprom yetkilileri, Türk gazeteciler için düzenledikleri basın toplantısında, Türk Akımı'nın ne kadar önemli ve hayati olduğunu göstermek amacıyla karşılaştırmalı bazı rakamlar verdi. Enerji uzmanları daha iyi değerlendireceklerdir ama Gazprom yetkililerinin yaptığı hesaplamaya göre Türk Akımı'nda taşınacak 31.5 milyar metreküp gazla 15 milyon hanenin yıllık enerji ihtiyacı karşılanacak. Bu rakamın, 126 bin rüzgar türbininin ya da 39 nükleer santralin ya da 370 LNG tankerinin taşıyacağın enerjiye eşit olacağı söyleniyor.

Gazprom'a "doğal gaz devi" denilmesi boşuna değil; geçen yıl 513 milyar metreküp gaz üreten şirketin neredeyse yarım milyon çalışanı var. Ziyaret ettiğimiz Urengoy bölgesi ise, 12 trilyon metreküplük kapasitesiyle dünyanın ikinci, Rusya'nın en büyük doğal gaz rezervi. Şirketin sahip olduğu toplam rezerv 36 trilyon metreküp, boru hatlarının uzunluğu ise 170 bin kilometre.

Gazprom'un Avrupa ülkeleriyle ilişkilerden sorumlu yetkililerinden Sergey Turkin'in verdiği bilgiye göre, şirket geçen yılın ilk dokuz aylık döneminde Avrupa Birliği üyesi ülkelere toplam 141 milyar metreküp doğal gaz satmış. Bu rakam, ikinci büyük tedarikçi olan Norveç'ten yüzde 75'inden fazla.

Söz rakamlardan açılmışken, Türkiye pazarının Gazprom açısından taşıdığı önemi hatırlatmak gerekiyor. Şirketin en büyük alıcısı yılda yaklaşık 50 milyar metreküp gaz ithal eden Almanya, onu yaklaşık 24 milyar metreküple Türkiye izliyor, hemen ardından İtalya geliyor. Dolayısıyla, Almanya'yı yakalaması zor olsa da Türkiye uzun süre Gazprom'un en büyük ilk üç alıcısı arasında bulanacak görünüyor.

Peki, Türkiye'nin doğal gaz ihtiyacının neredeyse yüzde 60'ını tek başına karşılayan ve görünür gelecekte tahtını kaybetmesi söz konusu olmayan Gazprom'un 40'a yakın Türk gazeteciyi kendi özel uçağıyla Kuzey Kutbu'na götürmesi ve üç gün boyunca olabilecek en iyi şekilde ağırlamasının gerçek nedeni neydi acaba?

İlginç olan şu: Türkiye ile Rusya arasında doğal gaz konusunda önemli bir sorun bulunmadığı gibi Gazprom da Türkiye'de bir imaj sıkıntısı yaşamıyor. Bu durumda şirket ya Türkiye pazarındaki güçlü konumunu sürdürmek için uzun süreli bir tanıtım planının aşaması olarak Novıy Urengoy'a gezi düzenledi ya da bilmediğimiz başka bir nedenden ötürü

"Gazprom City"

"Kutup dairesi" içinde yer alan Novıy Urengoy, bölgede hidrokarbon kaynaklarının keşfedilmesi üzerine yaklaşık 40 yıl önce kurulmuş 120 bin kişilik bir kent. Buraya "Gazprom City" demek hatalı olmaz çünkü kentteki hemen hemen her kurum, hatta okullar bile, bir şekilde şirketle ilgili. 12 bin çalışanı olan Gazprom Dobıça Urengoy şirketinin medya yetkilisi İrina Sorokina, kentte yaşayanların neredeyse yarısının öyle ya da böyle bir şekilde Gazprom'la bağlı şirketlerle kuruluşlarda çalıştığını söylüyor.

Kışın eksi 65 dereceye kadar düşen havada, yani olağanüstü zor koşullarda çalışan personeli ve aileleri için Gazprom Novıy Urengoy'u yaşanılır bir yer yapabilmek, burada toplumsal ve kültürel bir hayat oluşturabilmek amacıyla elinden geleni yapmış. Anaokulundan yaşlı bakım merkezlerine, spor tesislerinden dünyanın belki de tek "gaz lisesi"ne kentteki binalara çakılan hemen her çivide Gazprom'un logosu var.

Gezinin ilk durağında kalabalık Türk gazeteci topluluğu, önce Gazprom müzesini, ardından da Kutup Dairesi'ni simgeleyen anıtı ziyaret etti. Güneş ışınlarının Yengeç ve Oğlak dönencelerine dik geldiği tarihlerde güneş ışınlarının teğet geçtiği yerlere "kutup daireleri" deniliyor. Anıtı ziyaret eden, önündeki sembolik ağaçta dilek dileyen gazeteciler dondurucu soğukta anıt çevresinde halka oluşturdu. Bir sonraki durak, Türkiye'nin bir yıllık gaz tüketiminden fazlasını tek başına üreten 16 numaralı gaz arıtma tesisiydi. Günün sürprizi ise, akşam yemeğinde sabahki ziyaret nedeniyle herkese birer "Kutup Kaşifi Diploması" verilmesi oldu. Elbette sembolik ama yine de insanın hoşuna giden ve "havaya girmesini" sağlayan bir ayrıntı.

Üçüncü günün programı, dünyada belki de eşi bulunmayan doğal gaz lisesini ziyaretle başladı. Burada yetişen yüzlerce genç Novıy Urengoy ya da başka bölgelerde gaz sanayinde çalışmaya başlıyor, sonradan aralarından bazıları  yükselerek Gazprom'un merkezine transfer oluyor. Son durak ise tatlı mı tatlı çocukların gittiği bir anaokulu. Dört katlı anaokulunun sevimli öğrencileri ve öğretmenleri Türkiye'den gelen konukları en iyi şekilde ağırlamak için belli ki uzun uzun hazırlanmış. Şarkılar ve danslarla ağırlandığımız anaokulundan kolay kolay ayrılamadık.

Novıy Urengoy'la ilgili son bir not: Rusya Federasyonu'na bağlı Yamal-Nenets Özerk Bölgesi içinde yer alan bu topraklarda Rusya'da artık sayıları sadece 44 bin kalan Nenetler sert doğa koşullarında hala çadırlarda yaşamaya devam ediyor. Modern yaşamdan uzak duran Nenetler Ren geyiği bakıcılığı yapıyor ve sık sık göç ediyor. Nenetlerin geleneği sürdürerek eti çiğ yediği söyleniyor.

Neden gittim?

Gazetecilerin davetli olarak gezilere katılması etik açıdan her zaman sorunlu ve sıkıntılı bir konu. Türkiye'de çok fazla dikkat edilmese de Batılı ülkelerde genel kural gazetecilerin bu tür gezilere katılmaması. Bundaki mantık basit: İster bir otomobil fuarı olsun, ister bir konser ya da turistik gezi olsun, davet edenin kafasındaki tek düşünce kendi reklamını yapmaktır. Durum böyle olunca, gazeteci davet edenlere karşı "borçlu" hissettiği için gezi sırasında tanık olduğu olumsuzlukları, davetçilerine zarar verebilecek izlenimlerini yazma konusunda genelde isteksiz davranıyor, bu da ortaya çıkan haberin objektifliğine zarar veriyor.


Bu durumun istisnası, davet edilen yere gazetecinin kendi olanaklarıyla ulaşma şansının bulunmaması. Bizim örneğimizde, dünyanın ikinci büyük doğal gaz rezervlerinin bulunduğu Urengoy'a kendi olanaklarımızla gidebilme olanağımız yoktu. Buradaki gaz işletmeleri "stratejik tesis" sayıldığı için değil gezmek, kapısına yaklaşmak bile herhalde mümkün olamazdı. Geziye katılan diğer gazeteci arkadaşlar adına konuşamam ama benim daveti kabul etme nedenim buydu. Yine de, gerekçesi ne olursa olsun, her hâlükârda gazetecinin gittiği gezinin "davetli" olduğu gerçeğini okurlarıyla paylaşması gerekiyor...

'Komünist Salih'in dramı


Fuad Seferov




Hani bazı insanlar vardır hayatları roman gibidir, başlarına gelmeyen kalmamıştır, ara sıra mutluluklar da vardır ama mutsuzluklar, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar ve şansızlıklar sanki yakalarına yapışmış gibidir.

İşte, bu kişilerden biri "Komünist Salih" ya da daha çok bilinen adıyla "Baytar Salih"...Yani, Nazım Hikmet'in  ölümün ardından şiir yazdığı, Uğur Mumcu'nun bir makalesinin tamamını ayırdığı Türkiye Komünist Partisi 2. Genel Sekreteri Salih Hacıoğlu...

Aralarında Kalandar dergisinin de bulunduğu çeşitli kaynaklardan toplanan bilgiler, kendi ağzından anlattıkları ve Medya Günlüğü'nün yakınlarıyla yaptığı söyleşiler birleştirilince karşımıza toplama kampında son bulan şöyle çileli bir hayat hikayesi çıkıyor:

Salih Hacıoğlu 1880 yılında Trabzon Tonya'da doğdu. 1903 yılında İstanbul'daki Baytar Mektebi'ni birincilikle bitirdi, bu yüzden hayatı boyunca hep "Baytar Salih" olarak anıldı. 1910 yılında bitirdiği Askeri Baytar Mektebi'nde iki yıl öğretmenlik yaptı. Binbaşı rütbesiyle Ankara 5. Kolordu Hayvan Hastanesi Müdürlüğü'ne atandı.

Ankara'da Sovyet temsilcisi Tatar Şerif Manatov'la tanışır ve Manatov'un fikirlerinden çok etkilenir. 1920 yılında Ankara'da arkadaşlarıyla "Emek" adlı bir gazete çıkarmaya başlarlar ve sık sık konferanslar düzenlerler.

1921 yılında Çerkez Ethem ayaklanmasını desteklediği gerekçesiyle tutuklanır. Altı ay hapis yattıktan sonra çıkar. 1920 yılında Bakü'de kurulan ve Anadolu hareketine katılmak için yurda dönerken öldürülen Mustafa Suphi önderliğindeki TKP'nin legal örgütü olarak kurulan Türkiye Halk İştirakiyûn Fırkası'nın Ankara'da illegal olarak gerçekleştirilen kuruluş Kongresi'nde Merkez Komitesi 1. sekreterliğine 1922 yılında seçilir. (Türkiye Halk İştirakiyûn Fırkası'nın Kuruluş Kongresi TKP'nin 2. kongresi olarak kabul edilmiştir.)

7 Aralık 1922′de Moskova'da yayımlanan "Kızıl Şark" adlı dergide Baytar Salih'in; "Burjuva Beyefendileri" diye başlayan ve TBMM hükümetini protesto eden bir yazısı yayımlanır.
Bu çalışmalar ve örgütlenmeler karşısında, Rauf Bey hükümeti THİF'yi kapatır ve yöneticileri hakkında dava açar. 9 Ağustos 1923′de sonuçlanan davada Salih Hacıoğlu ve parti yöneticilerinden 35′i ağır cezalara çarptırılır.

1925 yılında TKP'nin 3. Kongresi İstanbul'da gizlice toplanır. Salih Hacıoğlu bu kongrede merkez komitesi üyeliğine seçilir, fakat partinin genel sekreteri Şefik Hüsnü Değmer ile aralarındaki anlaşmazlıklardan dolayı partiden uzaklaştırılır.

1927 yılında Moskova'da toplanan Komintern'in 4. kongresine katıldığı gerekçesiyle tutuklanır. 4 aylık cezasını çektikten sonra, 1928 yılında Nazım Hikmet'in de yardımıyla ailesiyle birlikte Sovyetler Birliği'ne gider. Sovyetler Birliği'nde Türk devrimcilerinin eğitim gördüğü KUTV üniversitesinde kısım şefliği ve veterinerlik görevlerinde bulunur.

1949 yılında eşinin kardeşinin ölümü üzerine Moskova'daki Türkiye Büyükelçiliğine vize almak için başvurur. Bu başvuru nedeniyle Sovyet yönetiminde casusluk suçlamasıyla tutuklanır. 15 yıl 6 ay ceza alır ve Altaylar bölgesinde bir çalışma kampına ailesiyle birlikte sürgüne gönderilir. Bu esir kampında sağ yanına inme iner ve 1954 yılında hayata gözlerini yumar. Ölümünden sonra eşi Sabiha Sümbül Nazım Hikmet'ten yardım ister. Nazım Hikmet büyük uğraşlar vererek, casusluk suçlamasıyla suçlanan Hacıoğlu'nun ölümünden sonra aklanmasını ve ailesine 80 ruble maaş bağlanmasını sağlar.

Öykü kısaca böyle...

Şu anda Moskova'da Hacıoğlu'nun 3 torunu yaşıyor: Salih Lütfiyeviç, Cemal Hacı ve kız kardeşleri Lidya. Bu kişilerden, şu anda Aleksandr Hacı adıyla bilinen Salih Lütfiyeviç 1960'lı yıllarda Dinamo Moskova başta ünlü Rus kulüplerinde oynamış, daha sonra Rus Milli Takımı'nda görev yapmış saygın bir futbol adamı.

Lütfiyeviç, Medya Günlüğü'ne Salih Hacıoğlu ile ilgili olarak şunları söyledi:

"Ben dedemin ismini taşıyorum. Onu hiç hatırlamıyorum. Vefat ettiğinde 3 yaşındaymışım. Ama babamın anlattıklarına göre dedem beni çok severmiş ve okşarken Türkçe sözler söylermiş. Anlatılanlara göre dedem Bolşevik devrimi lideri, SSCB kurucusu Vladimir Lenin'i de tanıyormuş. Türkiye'de yönetimle anlaşamayınca Sovyetler'e gelmiş. Babam annemle boşanınca bizi annemiz büyüttü. Tabii babamla görüşüyorduk. Ben hayatımı futbola adadım. Bir kere İstanbul'a Galatasaray-Spartak maçına gittim. Türk futbolunu ilgiyle izliyorum." 

Büyük torunu Cemal Hacıoğlu'nun anlatıkları ise şöyle: 

"Dedem Sovyetler'e geldiğinde Hacıyev soyadını aldı. Türkiye'de Cumhuriyet kurulmasının ardından dedem sistem ile anlaşamayacağını hissedince babam Lütfü ve amcam Ethem'i SSCB'ye gönderdi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında babam mesleğinden dolayı Ural bölgesinde inşaat bayındırlık çalışmaları için görevlendirildi. Alemiz Ural bölgesine yerleşti. 1943 yılında kızkardeşim Lidiya doğdu. Fakat babam ve annem sürekli tartışıyor, annem onu sık sık dedeme şikayet ediyordu. Bunun üzerine dedem bizim tekrar Moskova'ya gelmemize yardımcı oldu. O zaman Moskova savaştan dolayı kapalı kentti. Dedem merkezdeki Trubnı Meydanı'nda yaşıyordu. Burada yabancı kökenli komünistler aileleri ile kalıyordu. Ben sürekli dedemi ziyaret ederdim. Bize çok yardımcı oluyordu. Şarkiyat Enstitüsü'nde Türkçe ve Ortadoğu tarihi dersi veriyordu. Dedem her ziyaretimde bana dondurma ısmarlardı. Evlerinden misafirler eksik olmazdı. 1949 yılında onu eşi Sabiha ile birlikte gözaltına aldılar. Daha sonra Sabiha serbest bırakıldı. Sabiha bir çok kuruma başvurarak dedemin de serbest bırakılması için uğraştı ama  Altay bölgesine, Barnaul kampına sürgün edildi. 1954 yılında hayatını kaybetti. İddialara göre, bir Polonyalı mülteci onu ihbar etmiş. Dedemin dönemin Sovyet yönetimini eleştirdiğini öne sürmüş. Dedem Barnaul'da toprağa verildi.... Ben uzay alanında mühendislik eğitimi aldım. Çalışmalarımdan dolayı devlet nişan, madalya ve ödülleri aldım."

Torunu emekli mühendis Lidya da, "Pek fazla şey hatırlamıyorum, çok küçüktüm. Tek hatırladığım dedem beni öperken sakalları yüzüme iğne gibi batardı (gülerek)" diyor. 

Uğur Mumcu, 17 Şubat 1990 tarihli  "Baytar Salih" başlıklı köşe yazısının tamamını ona ayırmış. Hikayesini uzun uzun anlatan Mumcu, " Baytar Salih'in dramından bugün için bin ders çıkar. Derslerden biri ve en önemlisi bir ülkenin başka bir ülkeye "devrim ihraç edemeyeceğidir... Baytar Salih ve onun gibi düşünenler Stalin döneminde yaşadıkları barbarlıklar içinde kurdukları düşlerin birer birer yıkıldığını kendi gözleriyle görmüşlerdir. Ve bu düş kırıklığı içinde ülkeye dönmek istemişler; dönememişlerdir"diye yazıyor.

Son olarak Nazım Hikmet'in 1956 yılında onun için kaleme aldığı "Hacı Oğlu Salih" şiirini aktaralım:

Hacı oğlu Salih memleketimdendi,
Karadeniz'den.
Kocaman gözlü, kocaman burunluydu,
dazlaktı.
Komünistti on dokuzdan.
Dövüştü,
hapse düştü,
yattı Ankara'da, Kırşehir'de.
Sonra geçti bu yana,
yani ikinci vatana.
Baytardı. Kirofabat köylerinde hasta keçilere baktı.
Yıllar, eğrilen bir yün ipliği gibi aktı
namuslu, çalışkan parmaklarından.
Sonra, 49′da, Moskova'da, Martın onuncu gecesi,
oturmuş, Engels'i okuyordu,
geldiler, götürdüler,
sürdüler Altay Bucağına.
Ne bir dağ devrildi içinde,
hattâ ne bir toprak parçası kaydı.
Yalnız, inme indi sağına,
altmış yedi yaşındaydı.
Altı yıl, Hacı oğlu Salih
kutladı İnkılâbın yıldönümünü
tel örgüler ve kurt köpekleriyle çevrili.
Ve öldü bir bahar günü
elli kişilik barakasında.
Bu akşam Moskova'da bayram eyledik,
kutladık İnkılâbın yıldönümünü:
Dolaştı türkü söyleyerek meydanları Marks
Engels
Lenin

ve Temize çıkma kâadı Salih'in