Moskova

Moskova

7 Eylül 2024 Cumartesi

Uzaktan çalışan Rusların sayısı 1 milyona kadar düştü


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rusya’da pandemi döneminde hızla artan uzaktan çalışma oranı, 2023 yılı sonu itibarıyla neredeyse eski seviyelerine geriledi. Yüksek Ekonomi Okulu'nun yaptığı araştırmaya göre, şu anda uzaktan çalışanların oranı ülke genelinde yüzde 1'den az, yani yaklaşık 1 milyon kişi civarında.  

Kommersant gazetesinin haberleştirdiği araştırmaya göre, pandemi sırasında yüzde 25-30’a kadar çıkan uzaktan çalışma oranı, 2022 başında yüzde 4,2’ye gerilerken, 2023 yılı sonunda ise yüzde 1,4 seviyesine düştü. Araştırmacılar diğer ülkelerde de uzaktan çalışmanın azalmasına rağmen, Rusya’da düşüşün çok daha keskin olduğuna dikkat çekiyor. Özellikle bilişim ve iletişim teknolojileri sektöründe her sekiz çalışandan biri online çalışırken, tarım gibi sektörlerde neredeyse hiç uzaktan çalışan bulunmuyor. Uzaktan çalışma genellikle yükseköğrenim görmüş kişiler arasında yaygın ve bu kişilerin yüzde 75’i uzaktan çalışıyor.

Uzmanlara göre uzaktan çalışmanın yaygınlaşmamasının en temel nedeni geleneksel otoriter yönetim kültürü. Eski tarz yönetim anlayışına sahip olan birçok şirket, evden çalışan personeli yönetme konusunda zorluk çekiyor. Bu durum, iş gücü piyasasında talep ve arz dengesizliğine yol açarak, birçok kişinin uzaktan çalışmaya uygun iş ararken diğer iş fırsatlarını reddetmesine neden oluyor.

6 Eylül 2024 Cuma

Rusya’da mantarların cinsleri


Tatyana Fedyunina

Kaynak: https://www.rbth.com/

 

Ruslar mantar toplamayı, mantar pişirmeyi ve özellikle bunları patates kızartmasıyla servis etmeyi çok severler.

Cins cins mantar bulunur ormanlarında.

İşte Rusya'da toplanabilecek en popüler mantarların isimleri:

Подосиновик - растёт под осиной (kavak ağaçlarının altında yetişir)

Подберёзовик - растет под берёзой (huş ağaçlarının altında yetişir)

Лисички - рыжие, как лиса (tilki gibi kızıl)

Белый гриб - белый внутри (içi beyaz)

'Moskovskaya Storojevaya': Dev bir koruyucu, gerçek bir can dostu olan köpek türü



Anna Popova

Kaynak: https://www.rbth.com/

 

Bir can dostu, gerçek bir bekçi köpeği, sizi korumak için atağa her an hazır bir dev - tüm bunlar Moskova Bekçi Köpeği ('Moskovskaya Storojevaya') köpek cinsi hakkında söylenenler.

Bu köpek cinsinin tarihi Büyük Vatanseverlik Savaşı'ndan sonra başlamış. Ünlü 'Red Star' kulübesinde (Rus Siyah Terrier cinsi de orada doğdu), başka bir cins yaratmaya başladılar.

Büyük, güçlü, gösterişsiz, eğitimi kolay ve farklı iklim koşullarında - Sibirya'da ve Orta Asya'da - bekçilik ve koruma görevlerini yerine getirebilecek kapasitede olması gerekiyordu.

Moskova Bekçi Köpeği'nin ataları Kafkasya ve Doğu Avrupa Çoban Köpekleri, St. Bernard'lar ve Rus Alaca Tazıları, Newfoundland'lar ve bunların melezleriydi.

1950'lerin ortalarında, köpek bilimciler tanınabilir bir türe sahip gerçek bir cins grubu elde etmeyi başardılar. 1958'de ilk cins standardı onaylandı ve 1985'te Moskova Bekçi Köpeği resmen bir cins olarak tanındı.

Bunlar büyük köpeklerdi (tam yetişkin olduklarında boyları en az 72-78 cm ve ağırlıkları 45 kg'dı) devasa bir kafa ve geniş bir kuyruk ile. Sert görünümlerine rağmen, "bekçi köpekleri" sebepsiz saldırganlık göstermezler. Bu arada kalın uzun tüyler onları soğuktan korur. Benekli kırmızı-alaca rengi, ağız kısmındaki ve göz kenarlarındaki koyu renk onlara ciddi bir görünüm kazandırır.

Düellodan kelebeklere: Rus edebiyatının devlerinin hobileri


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Rus edebiyatının devleri 'hobileriyle' de ünlü. Russia Beyond portalı 7 edebiyat

devinin kimileri oldukça sıra dışı hobilerini sıraladı.

Aleksander Puşkin. Rus şair kadınlara olan düşkünlüğü ve düellolara olan ilgisiyle tanınıyor. Puşkin, hayatı boyunca birçok kadına olan aşkını şiirlerinde dile getirirken, tam 20’den fazla düelloya katıldı. Ne yazık ki, katıldığı son düello hayatına mal oldu.

Mihail Lermontov. Rusya'nın en sevilen şairlerinden Lermontov asker olmanın yanı sıra bir ressamdı. Kafkasya’da görev yaptığı sırada, çevresindeki dağ manzaralarını resmetti ve üniformalı bir otoportresini yaptı. 

Lev Tolstoy. Savaş ve Barış'ın yazarı fiziksel emeğe olan düşkünlüğüyle bilinir. Tolstoy, çiftlik işleri yapmayı ve sporla uğraşmayı severdi. Yaşlılık döneminde bile uzun yürüyüşler yaparak aktif kalmaya çalıştı.

İvan Turgenev. Dünyaya Avcının Notları kitabını armağan eden Turgenyev'in kendisi de bir av meraklısıydı. 

Fyodor Dostoyevski. Kumarbaz'ın yazarı Dostoyevski ise kumara bağımlıydı. Yazarın bu tutkusunun,  mali sıkıntılarını artırdığı ve daha fazla yazmasına neden olduğu biliniyor.

Anton Çehov. Ünlü hikaye ve oyun yazarı köpek sevgisiyle bilinirdi. Özellikle dachshund (sosis köpeği) cinsine büyük bir ilgi duyan Çehov, bu köpeklerle sık sık vakit geçirirdi. Çehov’un Kaştanka adlı kısa hikâyesi, Rus edebiyatındaki en dokunaklı hayvan hikâyelerinden biri olarak kabul edilir. Çehov, Brom ve Hina adında iki dachshund’a sahipti ve onlarla uzun sohbetler yapmaktan keyif alırdı. Çehov'un kardeşi, köpeklerinin ön ayaklarını Çehov'un dizine koyarak onunla yarım saat boyunca şakalaştığını ve bu anların çevresindekileri kahkahalara boğduğunu anlatır.

Vladimir Nabokov.  İlk kelebeğini altı yaşında yakalayan Nabokov, bu hobisini hayatı boyunca sürdürdü. Kelebek avcılığı ve araştırmaları onun için basit bir hobi olmaktan çıkarak profesyonel bir uğraş haline geldi. Harvard Zooloji Müzesi'nde kelebek koleksiyonunun küratörü olarak çalıştı ve bilimsel makaleler yayımladı.

Ünlü yazar satranca da çok meraklıydı. Kendi geliştirdiği karmaşık satranç problemleriyle bu yeteneğini pekiştirdi. Hatta bir satranç dahisini konu eden bir de roman yazdı.

2 Eylül 2024 Pazartesi

Hryuşa, Filya ve Stepaşka efsanesi: 60 yaşına bastılar!


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Hayatının bir döneminden "Rusya, çocuk ve çocukluk" kavramları birlikte geçen herkes için «Спокойной ночи, малыши!» (İyi Geceler, Küçükler!) programının ne denli önemi olduğunu bilmeyen pek azdır. Açılış ve kapanış müziği dillere pelesenk olmuştur... İşte bu efsane çocuk programı, TV dünyasında kesintisiz 60. yaşını kutladı.  

Tam 60 yıl önce, 1 Eylül 1964'te "İyi Geceler, Küçükler!" adlı televizyon programının ilk bölümü yayınlandı. Muhtemelen Sovyet ve Rus televizyonlarının en uzun soluklu programlarından biri olan bu programı izlemeden uyuyan çocuk olmadı... 

Prpgramın ünü SSCB'yi aştı, Guinness Rekorlar Kitabı'na bile girdi.

Zamanlar, yönetimler ve hatta ekonomik-politik düzenler değişse de, Hryuşa, Filya ve Stepaşka, Rus çocuklarını uyutmaya devam ediyor.

Moskviç Mag'a konuşan programın şu anki sunucularından, pop şarkıcısı Dmitri Malikov, programın yıllardır aynı kanal ve saatte yayınlanarak çocuklara gelenek sevgisi ve sağlıklı bir muhafazakarlık duygusu aşıladığını belirtiyor.

Programı üreten "Klass!" televizyon şirketinin yönetim kurulu başkanı Aleksandr Mitroşenkov ise "İyi Geceler" programının bir "istikrar hissi" yarattığını ifade ediyor.

"İyi Geceler, Küçükler!" programı, Sovyet kuşaklarının çocukluk dönemlerindeki haliyle aynı kalmadı. Program, ülkenin tarihsel süreçlerinde yaşadığı zorluklar ve krizlerle paralel olarak değişiklikler geçirdi. Ancak hem ülke hem de program bu süreçleri atlattı. Bu, programın sembolik bir anlam taşıdığını gösteriyor.

Program, 1963 yılında Valentina Fedotova'nın Doğu Almanya'ya yaptığı bir ziyaret sırasında, orada izlediği bir çizgi filmden ilham almasıyla ortaya çıktı. Fedotova, bu tür bir programın Sovyet çocukları için de yararlı olabileceğine karar verdi ve böylece "İyi Geceler, Küçükler!" programı doğdu. İlk bölümler, 1 Eylül 1964'te küçük bir stüdyoda yapıldı ve kısa sürede ülkenin en sevilen çocuk programlarından biri haline geldi.

Yıllar içinde programda birçok kukla karakter yer aldı, ancak Hryuşa, Filya ve Stepaşka en kalıcı karakterler oldu. Sovyetler Birliği döneminde programda zaman zaman politik müdahaleler olsa da, "İyi Geceler, Küçükler!" her zaman çocuklara masum bir dünya sunmaya devam etti. Programın bu istikrarı ve sürekliliği, Rus çocuklarının ve ebeveynlerinin kalbinde özel bir yer edinmesini sağladı.

1 Eylül 2024 Pazar

Rusya’da fil var mı?

 


Rusya’da fil var mı?

 

M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/author/m-hakki-yazici/  

 

Serkan, dışarı çıkarken “Ben, Fili’ye gidiyorum,” demişti.

İşim başımdan aşkındı. Anlamamış, ama sormamış, sadece elimi arkasından güle güle anlamında sallamıştım.

İgor, biraz sonra yanıma gelip Serkan’ı sordu.

“Az önce çıktı. File gidiyorum, demişti. Hayvanat bahçesine mi gidiyor, ne?” diye cevap verdim.

“Ne işi varmış orada? Günün bu saatinde Hayvanat Bahçesi’ne, öyle mi?”

Boş gözlerle baktım.

“Valla hepinize bir haller oldu. Allah sonumuzu hayretsin,” dedi.

Dayanamadı, Serkan’ı aradı, konuştular. Telefonu kapattıktan sonra:

“Yahu, adam Fili Metro İstasyonu’na yakın bir müşteri ziyaretine gidiyormuş. O ne demiş, sen ne anlamışsın?”

Aptal aptal suratına bakmış olmalıyım ki bu sefer gülmeye başladı.

“Rusya’da fil var mı?” diye sordu.

“Hayvanat Bahçesi’nde vardır, herhalde. Başka bir yerde var mı, bilmiyorum.”

Öyle ya, Rusya Federasyonu o kadar büyük bir coğrafya ki, Moskova’da değil, ama iklimin daha ılıman olduğu bölgelerde belki olabilir diye düşünmüştüm.

Güldü, “Rusya fillerin vatanıdır,” deyip, “Hadi, birer kahve koyup, içelim, kendimize gelelim,” dedi.

Haklı, hesabı kitabı zor bir işin üzerindeydim; biraz mola vermez, kafamı toplamazsam vahim bir hata yapmam kaçınılmazdı.

Sonra konuya bağlayacağı bir soğuk savaş fıkrasını anlatmaya başladı:

Birleşmiş Milletler, “Fil Yılı” ilan etmiş. Planlanan etkinliklere göre farklı ülkeler “fil” konulu kitaplar yayınlayacaklarmış.

Almanlar, beş ciltlik “Fil Bilimine Kısa Bir Giriş” kitabının 1. cildinin 1. bölümünü yayımlamışlar.

Amerikalılar, cep boyutunda bir kitabı, "Ortalama bir Amerikalının filler hakkında bilmesi gerekenler" kitabını yayımlamışlar.

İngilizler, “İngiliz Hindistan'ındaki Filler” monografisini,

İsrailliler, “Filler ve Yahudi Sorunu” makalesini,

İtalyanlar, “Filler ve Müzik” makalesini,

Fransızlar, “Filler Arasında Aşk” kitapçığını yayımlamışlar.

Sovyetler Birliği'nde üç ciltlik bir dizi yayınlanmış: İlk cilt “Rusya, fillerin anavatanıdır”, ikinci cilt “Filler hakkında Marksizm-Leninizm Klasikleri”, üçüncü cilt “Filler ışığında Filler” idi. Ek, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Yirmi Altıncı Kongresi'nin kararları” ve  “Ulusal kurtuluş hareketinde fillerin rolü”.

Sovyet Birliği’nde yapılan üç ciltlik kitap baskısının ardından Bulgaristan'da dört ciltlik bir kitap yayımlanmış. İlk üç cilt Sovyet baskısının yeniden basımı ve dördüncü cildin adı ise şuymuş: "Bulgar fili, Sovyet filinin en iyi arkadaşıdır."

***

Ben de, uzun bir süre, Metro vagonlarının kapı camlarında gördüğüm “Не прислоняться (Ni prislonyatsiya)” yazısının, yani “Kapılara yaslanmayınız” ifadesinin ortasındaki “slon” bölümünden dolayı “fil” sözcüğünden türetildiğini zannetmiştim.

Malum Ruslar fizik olarak genellikle iri yarı insanlar ya…

Saflık işte!

İlginç, şimdilerde kullanıma giren 860 serisi yeni tip vagonların elektronik tabelalarında da fil figürleri var. Tam “Dikkat! Kapılar kapanıyor” anonsu yapılırken tabelanın ekranında sevimli bir yavru fil figürü beliriyor. Hortumu kapanan kapının arasında sıkışıyor. Çekiştiriyor, çekiştiriyor; zor bela kurtarıyor.

Bir şeylere daldığım için mi; elimdeki yetiştirmek zorunda olduğum işin telaşından mıdır, nedir; kafam karışık.

Zihnim bazen böyle dağılıyor; gidip geliyor, işte.

Şaşkınlığım biraz geçince dilim açıldı.

“Yahu, birkaç sene önce bir haber çıkmıştı,” diyorum, “Myanmar hükümeti, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin 70’inci yıl dönümünü kutladıktan sonra Rusya’ya ilginç bir hediye göndermek istediklerini, Rusya’ya fil hediye etme kararı aldıklarını açıklamıştı. Sonrasını takip edememiştim. N'oldu?"

Birbirimizin yüzüne baktık, bilmiyorduk.

Yuliya, muhabbete daha doğru bilgilerle devam etmemize katkıda bulunmak için hemen internette bir arama yapıp, bulduğu bilgileri anlatmaya başladı:

Myanmar hükümeti fillerin 4 yaşında olduğunu ve eylül ayında Moskova’ya gönderileceğini belirtmişti. Myanmar’lı yetkililer, fillerin "Durova Babanın Köşesi” tiyatrosunda hayatlarına devam edeceğini ve orada eğitileceğini açıklamışlardı.

***

Aslında Moskova Hayvanat Bahçesi’nde uzun süredir Asya filleri yaşamaktaydı.

İlk fil 1898'de getirilmiş Moskova’ya. Şu anda bizimle birlikte yaşayan filler ise 1985 yılında Moskova Hayvanat Bahçesi'ne getirilmişler.

Hikaye Vietnam'ın Küba'ya yedi fil vermesiyle başlamış. İki okyanusu güvenli bir şekilde geçmişler, ancak hayvanların bulunduğu gemi adaya yaklaştığında fillerin şap hastalığına karşı aşılanmadığı ve bu hastalığın Küba'da hiçbir zaman var olmadığı ortaya çıkmış.

Enfeksiyondan korkan yetkililer, hediyeyi kategorik olarak reddetmişler.

Filler birkaç aydır denizdeydi ve onlara ne yapılacağına acilen karar verilmesi gerekiyordu. Moskova Hayvanat Bahçesi hayvanları kabul etti ve gemi Leningrad'a doğru yola çıktı.

Kış gelmiş. Dişilerden biri yolda ölmüş, ikincisi ayağa kalkamamış ve erkek ile üçüncü dişi aşırı derecede bitkin düşmüştü.

Neyse ki nakliye gecikmeden tamamlandı, üç fil hayatta kaldı ve kurtarıldı: Pamir, Pipita ve Prima.

1995 yılında Pipita, hayvanat bahçesinin tarihindeki üçüncü fil yavrusunu doğurdu ve o, şu anda Erivan Hayvanat Bahçesi'nde yaşıyor.

Filler için, hayvanat bahçesinin yeniden inşası sırasında, 2004 yılında eski bölgede "Kuş Evi" yakınında bulunan yeni bir fil ahırı inşa edildi.

22 Nisan 2009'da Pipita, bu defa annesinin, teyzesinin, tüm ziyaretçilerin ve hayvanat bahçesi çalışanlarının gözdesi haline gelen bir kızı (Kiprida) doğurdu.

Zaman amansız bir şekilde hızla geçiyor. Cypris büyüdü, Prima vefat etti.

Mayıs 2017'de Pipita, Filimon adında başka bir oğul doğurdu ve o da Eylül 2023'te yakın zamanda konforlu bir fil evinin inşa edildiği Kazan Hayvanat Bahçesi'ne taşındı.

Hayvanlar yazları genellikle açık havadaki kapalı alanlarda geçirirler, kışın ise köşkün içinde görülebilirler.

Her fil, günde, yaklaşık 150 kg.lık yiyecek tüketiyor. Ot veya saman, patates, havuç, pancar, ekmek yerler. Muz ve elmayı severler.

Filler, kışın fil ahırında kendileri için düzenlenen duşta ayakta durmanın, yazın ise sıcak havalarda havuzda yüzmenin keyfini çıkarırlar. Bazen ziyaretçilere şaka yapmayı severler: Bir parça gübre atın veya gövdelerine su püskürtün gerisi geliyor. Bu şakalaşma her defasında herkesi mutlu eden tam seyirlik bir eğlenceye dönüşüyor.

Fillerin uzun ömürlü olduğu malum, daha uzun yıllar Moskova’lıları memnun edecekleri umuluyor.

***

Fillerin beslenmesi bölümüne gelince hemen o çok bildik Nasrettin Hoca fıkrası aklıma geliyor:

“Fillerin bakılması zor bir iş. Çok masraf gerektiriyor.

Anadolu’daki Moğol istilası sırasında Timur, ordusundaki fillerden birini, Nasreddin Hoca'nın köyüne bakmaları için göndermiş.

Fil o kadar büyük, o kadar oburmuş ki, köyde ne kadar ot, saman varsa hepsini silip süpürmüş.

Köylüler, zavallılar, çok yoksulmuş, bu duruma daha fazla dayanamamışlar.

Nasreddin Hoca'yı ‘Derdimizi ancak sen anlatır, bizi bu durumdan kurtarırsın’ diyerek, yalvar yakar ikna edip, onu önlerine katarak, Timur'a şikayet için yola çıkmışlar.

Uzun bir yoldan sonra otağa varmışlar. Tam huzura çıkacakları sırada Nasreddin Hoca'ya destek olacaklarına söz veren köylüler arkadan birer ikişer sıvışmışlar.

Hoca, arkasına bakınca herkesin kaçtığını, onu tek başına bıraktıklarını anlamış. Köylülerin bu yaptığına çok kızmış. Böyle yapanlara iyi bir ders vermek lazım, diye düşünmüş.

Nasreddin Hoca’yı, Timur'un huzuruna almışlar.

Timur da çok sinirli bir günündeymiş. Hoca, şikâyeti bir tarafa bırakıp:

“Hünkarım, köyümüze gönderdiğin filden bütün köylüler çok memnun kaldılar. Onu çok sevdiler. Yalnız, zavallı hayvan tek başına yaşıyor. Hayvancağız için bir de dişi fil gönderilmesini istiyoruz, işte bunu arz etmek için huzurunuza gelip, rahatsız ettim” demiş.

Bu sözlere çok sevinen Timur, hemen yanındakilerine, Nasreddin Hoca'nın köyüne bir de dişi fil gönderilmesi için emir vermiş.

Nasreddin Hoca, geç vakit tek başına köyüne dönmüş.

Köylüler, merakla onun yolunu gözlüyor, ondan sevinçli bir haber bekliyormuş. Nasreddin Hoca'ya, Timur'un fili ne zaman geri alacağını sormuşlar.

Nasreddin Hoca gülmüş:

“Ne geri alması yahu,” demiş, “Timur Han, hizmetinizden öyle memnun olmuş ki, yakında sizlere bu filin bir de dişisini göndermeye karar vermiş.”

***

Muhabbetin bu kadarı beni ta çocukluk yıllarıma götürmeye yetmişti.

Ben de kendi çocukluğumdan bir şeyi, bende iz bırakan bir anımı anlattım.

Çocukluğum Ankara’da geçmişti. Gazi Orman Çiftliği’nin bir parçası olan Hayvanat Bahçesi’ne belki yüzlerce defa gitmişliğim vardı.

Sadece Moskova’dakini değil, Şanghay’dakini, daha başka şehirlerdeki hayvanat bahçelerini de görmüşlüğüm var, ama çocukluğumda yeri büyük olduğundan mıdır, nedir Ankara’dakinin bende daha büyük bir önemi var.

Muhteşemdi.

Çocukluğumda uykularıma, rüyalarıma giren bir isim vardı: Mohini.

Bu Hayvanat Bahçesi’ndeki bir file konulan bir isimdi.

Komşu çocukları sorardı, “Sen Mohini’yi gördün mü?” diye.  Ben görmemiştim ve “öcü” gibi bir şey zannederdim.

Sonra Mohini’yi defalarca gördüm; görmekle de kalmayıp çok sevdim.

Babaannem pazarda alışveriş yaparken satıcıya “meyvelerin güzelinden ver, gelinim hamile (bana),” demiş.

Pazarcı meyvelerin iyilerini seçmeye çalışan babaanneme biraz kızmış olacak ki, “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,” demiş.

Pazarcı babaanneme “Gelinini Mohini’ye götürme, sonra çocuk ona benzer,” lafını boşuna dememişti. Mohini’nin kocaman kulakları vardı. Benim de çocukken onunki kadar olmasa da kepçe kulaklarım vardı.

Mohini, Hindistan’ın Türkiye’ye hediye ettiği bir fil yavrusuydu.

Mohini gelmeden önce haberi Nehru’nun Türk çocuklarına yazdığı mektubun içinde gelmişti:

“Aziz çocuklar; size bir Hindistan fili gönderiyorum. Bu benim hediyem değildir; fakat daha çok Hint çocuklarının sizlere gönderdiği bir hatıradır. Fil ile beraber bütün Hindistan çocuklarının sevgi ve iyi temennileri de beraber gelmektedir. Fil gayetle büyük ve kuvvetli bir hayvandır, fakat cüssesi kadar da zeki ve iyi tabiatlıdır. Eğer iyi muamele görürse çocuklarla oynamasını sever. Gönderdiğimiz filin Türkiye’de dostlar kazanacağını ve orasını ev gibi telakki edeceğini ümit ediyorum. Sevgilerimle. Jawaharlal Nehru.” 

Mektubun üzerinden haftalar geçti, beş yaşındaki dişi fili Mohini (Şirin)’yi getiren İtalyan gemisi 26 Aralık 1950 günü Galata limanına yanaştı. 

Sonrasında bu fil yavrusu Ankara’ya getirildi.

Timur’un savaşçı Mohini isimli filinden o yana 1950 yılında ilk kez bir fil gelmişti Ankara’ya. Ve aynı ismi almıştı. O sıralarda Türkiye’de Ankara’dan başka bir şehirde hayvanat bahçesi olmadığı için, orada burada dolaştırıldıktan sonra Atatürk Orman Çiftliği’nde bir ömür geçireceği Gazi Hayvanat Bahçesi’ndeki yuvasına konulmuştu.

Neden sonra ben de tanıştım Mohini ile ve hiç de öyle korkulacak bir yaratık olmadığını, sevimli bir fil yavrusu olduğunu gördüm.

Daha sonra Mohini, hayatımızın bir parçası, sanki ailemizden biri oldu. Hayvanat Bahçesi’ne her gittiğimizde mutlaka görürdüm.

Oğlum da gördü onu yaşlı bir fil iken.

Ankara’lılar 1999’da 50 yaşındayken kaybetti Mohini’yi.

“Üzülmüşsündür,” diyor İgor.

“Evet” diye cevap veriyorum. “Ben aslında biraz tereddütteyim. Hayvanların kendi doğal ortamlarından koparılmasına karşıyım. Refik Halid Karay, Ağaç ve Ahlâk kitabında ‘Hayvanat bahçesi diye adlandırdığımız yer hayvan bakımından bir hayvanat cehennemi ve hayvanlar çilehanesidir,’ demiş.”

“Haklı.”

***

Asya filleri, Afrika fillerinden sonra yeryüzünde yaşayan 2’nci en büyük hayvan olarak biliniyor. Asya filleri ortalama 70-80 yıl boyunca yaşarlarmış.

Bir hikayeye göre güya bir Avrupalı gezgin, Marko Polo veya Evliya Çelebi değil, ama kim olduğunu da hatırlamıyorum, yolun kenarında yere çökmüş, hüngür hüngür ağlayan bir adam görmüş. Merak edip, “Birader, niye ağlıyorsun, derdin ne?” diye sormuş

Adam cevap vermiş:

“Fil öldü.”

“Senin hayvanın mı idi?”

“Hayır.”

“İyi de o zaman neden ağlıyorsun?”

“Onu ben gömeceğim.”

***

“Fillerin kaderi de öbür iş hayvanlarınınkine; atların, eşeklerin, öküzlerin, kaderine benziyor,” diyor İgor, “Teknoloji geliştikçe pabuçları dama atılmış. Halbuki geçmiş zamanın savaşlarında süvarilerin atları gibi önemli rol oynamışlar. Fillere o zamanların tankları demek mümkün.”

Yuliya, hemen tamamlayıcı bilgileri internetten bulup anlatıyor:

Fillerin askeri amaçlı kullanımı ilk olarak Hindistan’da görülmekle birlikte buradan Batı’ya, Akdeniz’e kadar yayılmış.

Savaş fillerinin batıya olan yolculuğu, Büyük İskender ile birlikte başlamış. Makedonyalı kral, MÖ 325 yılında Hydaspes Savaşı’nda Hint Kralı Poros’un savaş fillerinden çok etkilenmiş; kendi fil birliklerini kurmak için başkent Babil’e çok sayıda fil getirmiş.

Hellenistik krallıklar, antik kaynaklarda çok sık geçen ifadeyle çağın “çirkin, korkutucu, tuhaf görünüşlü, bağıran” hayvanlarını Akdeniz’e (Roma ve Kartaca İmparatorluklarına) tanıtmışlar.

Savaş fillerinin çok bilinen ve etkin kullanımlarından biri de İkinci Pön Savaşı'nda ünlü general Hannibal tarafındandır.

MÖ 264-146 yılları arasındaki, Kartaca ile Roma Cumhuriyeti arasında, Akdeniz deniz ticaretini ele geçirmek ve elde tutmak için yapılan ve üç evre olarak gerçekleşen Pön Savaşları, Kartaca Savaşları olarak da bilinir. Bu savaşta Hannibal fillerini İspanya'dan başlayarak Alplerden geçirip İtalya'nın kuzeyine kadar götürmüş. Hannibal'ın Romalılarla savaşında kullandığı filler Romalıları o kadar korkutmuştu ki Romalılar savaşın sonunda filleri yenmeyi başarmalarına rağmen kendi yönetimlerindeki tüm halklara savaş filleri yetiştirmesini yasaklamış.

Osmanlı Ordusu fillerle ilk kez Timur'un ordusunda 1402'de Ankara savaşında karşı karşıya gelmişti. 

Bu dönemle, Timur’un filleriyle ilgili ünlü Nasrettin Hoca fıkrasını anlattım zaten.

***

Biz, sonuna gelmişken kapı açıldı, günün muhabbetine vesile olan Serkan Fili’deki müşteri ziyaretinden dönmüş, içeri girmişti.

“Fil” muhabbetini kaçırmıştı.

Rusça çevirmeni Nuri Yıldırım: “Klasik eser çevirisi, antika saat tamirciliği gibidir."

 


Dileda Arslan

Kaynak: https://oggito.com/

 

Herzen’in asıl kalem oynattığı alan edebiyat olmamasına rağmen kitap boyunca oldukça edebi bir anlatımı tercih ettiğini ve bu işin altından da belli başlı Rus romanlarını aratmayacak biçimde kalktığını görüyoruz.

Nuri Yıldırım ile çeviri yolculuğunu ve geçtiğimiz günlerde Yordam Edebiyat tarafından yayımlanan yeni çevirisi Geçmişim ve Düşüncelerim üzerine konuştuk.

Dileda Arslan: Uzun yıllar başka bir alanda önemli görevler yürüttükten sonra çevirmenliğe yöneldiniz ve değerli eserleri Rusçadan Türkçeye çevirdiniz. Çevirmenlik yolculuğunuz nasıl başladı?

Nuri Yıldırım: İlk çevirim 1983’te Cem Yayınevi tarafından yayımlanan Seçme Hikâyeler/A. Çehov'du. 1979-81 yılları arasında misafir öğretim üyesi olarak iki yıl Moskova Üniversitesi’nde bulunmuş, Rusça kurslarına devam etmiştim. Çehov çevirime biraz da kendimi denemek için, acaba başarabilir miyim diye başlamıştım. Rusça öğrenip çeviri yapmak isteyenler dili yalın, cümleleri fazla karmaşık olmadığı için genellikle hep Çehov’dan başlarlar, daha kolay olacağını sanırlar. Kısa sürede Çehov çevirmenin, onun lirizmini başka dile aktarmanın hiç de kolay olmadığını anladım. Bu ilk denemeden sonra çeviri yapmadım, çevirinin çok ciddi bir iş olduğunu, kendi yoğun mesleki işlerinizin arasında öylesine yan bir uğraş olarak yapılabilecek bir şey olmadığını gördüm. 2010’da üniversiteden emekli olunca yeniden, bu kez tam zamanlı olarak çeviriye başladım. 

DA: Sizin için bir çevirinin olmazsa olmazları nelerdir? Metni Türkçeleştirirken nasıl bir yol haritası izliyorsunuz?

NY: Orijinal metne sadakat benim temel ilkemdir. Çevirmenin görevi, önce o cümlede yazarın söylemeyi amaçladığı şeyi tam olarak anlamak, sonra da onu eksiksiz olarak Türkçeye aktarmaktır. Çevirilerdeki muğlak, lastikli cümleler genellikle çevirmenin orijinal metni tam olarak anlamamış olduğunun bir işaretidir. Bu durum daha çok hızlı çeviride ortaya çıkar. Klasik eser çevirisi, tıpkı antika saat tamirciliği, kıymetli taş işçiliği gibi asla aceleye gelmez, aksi halde hata kaçınılmaz olur. Çeviride önem verdiğim diğer bir konu romanın ambiyansını, yazıldığı dönemin atmosferini mümkün olduğu kadar korumak, en az hasarla aktarmaktır. Okuyucu bir Rus romanı okuduğunu, olayların serflik Rusyasında geçtiğini her an hissetmeli, kendini orada, onların arasında hayal etmeli. Bu havayı yaratmak için çevirilerime sözlükçe ekliyor, ölçü birimleri, at arabaları adları, yemek adları, coğrafi semboller (step, beryoza vs.), dinî bayramlar, unvanlar, hitaplar (batyuşka, matuşka, babuşka) vb. bazı kilit sözcükleri çevirmiyor, Rusça olarak bırakıyorum.

Bir romanı çevirmeye karar verdiğimde ilk önce yazarın hayatını okuyorum, o eseri hangi ortamda, ne amaçla yazdığını araştırıyorum. Örneğin, Lermontov’un, Gonçarov’un çocukluk yıllarını nasıl, hangi ortamda geçirdiklerini bilmek onların eserlerini daha doğru çevirmenizi sağlayacaktır. Yine, Dostoyevski’nin Yeraltından Notları’nı ne amaçla, hangi atmosfer içinde (bir kısmını ölüm döşeğindeki karısının baş ucunda yazmıştır) yazdığını bilmeden o eserin ruhunu tam olarak kavrayamaz, dolayısıyla da çeviremezsiniz.

Çeviride diğer önemli bir nokta, orijinal metinde tam olarak anlayamadığınız bir deyimle, deyişle, cümleyle vb. karşılaştığınızda üşenmeden, inatla, yanıtı bulana kadar araştırmaktır. Rus romanları özellikle dinî metinlere, mitolojiye, folklore üstü kapalı göndermelerle doludur. Bunları deşifre etmeden yapılan çevirinin orijinal metinle ilişkisi kopar, bütün anlam kaybolur, büyü bozulur.          

DA: 19. yüzyıl Rus edebiyatı yazarları bugün bile büyük ilgiyle okunuyor ve eserleri başyapıt olarak nitelendiriliyor. Rusya'nın, ekonomik ve toplumsal olarak Batı'nın gerisinde olduğu bir dönemde, kültürel olarak öne geçmesi ve Batı'yı edebiyatıyla bu kadar etkileyebilmesini sağlayan ana unsurlar nelerdir?

NY: Rus romanının 19. yüzyılın ikinci yarısındaki mucizevi yükselişini hazırlayan etmenler hep tartışılmıştır. Bu konu üstüne 2015’te “19. Yüzyıl Büyük Rus Romanının Üzerinde Yükseldiği Toprak” başlıklı uzun bir makale yazmıştım.1 Kanımca en önemli faktörler şöyle sıralanabilir: II. Yekaterina’dan itibaren başlayan ve I. Aleksandr döneminde yaygınlaşarak kökleşen edebiyat salon toplantıları, edebiyat topluluk ve çevreleri. İkinci faktör, Napolyon’un kesin yenilgisiyle ve Rusya’nın Avrupa’nın en büyük gücü haline gelmesiyle sonuçlanan 1812 Anavatan Savaşı’nın yarattığı moral üstünlük, ulusal gurur ve özgüven patlaması, Batı’ya karşı eskiden beri duyulan eziklik duygusundan kurtuluştur.

Üçüncü faktör, hem II. Yekaterina hem I. Aleksandr döneminde sayılarında büyük artış kaydedilen edebiyat dergileridir. 1800-1812 arasında sırf Moskova ve Petersburg’da 40 yeni dergi ve gazete yayın hayatına başladı. Hayranlıkla okuduğumuz o büyük romanlar önce, birer edebiyat okulu haline gelen bu Kalın Dergiler’de (Tolstie Jurnali) tefrika edilir, sonra kitap olarak basılırdı. Başka bir etken, başarısız Dekabrist ayaklanmasından (1825) sonra subaylığın gözden düşmesiyle iyi yetişmiş aristokrat aydınların sanata, edebiyata yönelmeleridir. Rusya’da henüz sanayi, finans, bankacılık vb. gelişmediği için o dönemde eğitimli bir kişi için ordu dışında alternatif iş alanı yok gibiydi. Diğer bir faktör, 1830’lardan itibaren sanat ve edebiyatın ilk kez soylu sınıfların dışına taşması, din adamı, tüccar, memur çocukları arasından da hayatını kalemiyle kazanan yazar, gazeteci, edebiyat eleştirmenlerinin yetişmesiydi. Bunun en parlak örneği edebiyat eleştirmeni V. Belinski’dir.   

DA: Çok kısa bir süre önce Aleksandr Herzen'in Geçmişim ve Düşüncelerim isimli dört ciltlik otobiyografisinin ilk cildi Yordam Edebiyat tarafından yayımlandı. Geç de olsa Türkçeye çevrilmiş olması yayıncılık açısından önemli bir olay. Peki sizin için anlamı nedir, neden çevirmek istediniz Geçmişim ve Düşüncelerim'i?

NY: Herzen’in otobiyografisi, Geçmişim ve Düşüncelerim 19. yüzyıl Rus nesrinin doruklarından biri, 1800-1870 dönemi Rusyasının ve Avrupasının bir panoramasıdır. Böyle bir başyapıtın şimdiye kadar Türkçeye kazandırılmaması büyük bir eksiklikti. Uzun süreden beri çevirmeyi düşünüyordum, ancak anıların hacmi ve çok sayıda dipnot koyma gereği gözümü korkutuyordu, sonunda çevirmeye karar verdim. Suçlu Kim? dışında romanı olmadığı için Herzen Türkiye’de diğer Rus yazarları kadar bilinmiyor. Üç kültürlü (Rus, Alman ve Fransız) bir ortamda büyüyüp yetişen Herzen Rus kültür ve düşünce hayatının köşe taşlarından biridir. İlk Rus düşünürü, Rus sosyalizminin babası, Londra’da kurduğu Özgür Rus Basımevi ve çıkardığı Çan gazetesiyle adını despotizme karşı mücadele ve siyasal propaganda tarihine altın harflerle yazdırmış bir gazetecidir, eylemci bir siyasi kişiliktir. 

Herzen’in Geçmişim ve Düşüncelerim’i edebiyatın her janrını içinde barından çok çarpıcı, kendine özgü bir eserdir. O dönemde Rusya’da yazılmış yarı-otobiyografilere, Tolstoy’un Üçleme’sine (1852-57), Sergey Aksakov’un Aile Tarihi’ne (1856) ya da Saltıkov-Şçedrin’in Taşra Denemeleri’ne (1855-57) benzememektedir. Turgenyev’in ifadesiyle, “Geçmişim ve Düşüncelerim, ‘aile dramı üzerine bir anlatı’ değildir, yazarın, sonuna kadar içten olmaya, kendi döneminin ve kendisinin gerçek hikâyesini anlatmaya, çağının hakiki, genel ve özel bir resmini çizmeye çalıştığı bir yapıttır.” Kitaptaki düşünce, duygu, aksiyon ve bilgi bolluğu ilk dikkat çeken şeydir. Anıların ilk iki cildinde Rus hayatı, Rus taşrası, bürokrasi üzerine çok değerli bilgiler ediniyoruz. Fransız gazeteci A. Nefftzer (1820-1876) bunu şöyle dile getirmiş: “Anılarınızın tek bir sayfası, ülke içindeki hayatı, halkın milli ruh ve maneviyatını, olayların özünü başkalarının uzun, yorucu çalışmalarından çok daha fazla ortaya koymaktadır.”

Herzen’in etkileyici, akıcı dili, ince ironisi, seçtiği sözcükler, alegoriler, olayları bir roman havası içinde hikâye edişi Geçmişim ve Düşüncelerim’in kolay okunmasını sağlıyor. Fransız gazeteci Charles du Bouzet, “Kitabınızdaki, okuyucuyu kendine çeken enerjik, diri düşünce ve hedefe kilitlenmiş ihtiras, bitirmeden kitabın başından kalkmanıza izin vermiyor,” diye yazıyordu. Seçilen sözcüklerin gücü ile ilgili olarak Herzen’in arkadaşı İtalyan siyasetçi Aurelio Saffi (1819-90) ise şöyle demektedir: “Sizin kitabınızda sözcük aynı zamanda hem düşünce hem duygu hem de aksiyon demek oluyor, kitabın başarısının sırrı da bu işte!”

Herzen’in anıları zamanın Rus toplumunun hemen her yönüne ışık tutuyor; saraydaki ve üst yönetimdeki kanunsuzluk, keyfilik, bürokrasideki çürümüşlük, gizli polis (Üçüncü Şube), taşrada halkın çaresizliği, serflik düzeninin akıl almaz zalimlikleri, bunların yanında Moskova Üniversitesi’ndeki ve Moskova dergilerindeki canlı fikir ve tartışma ortamı, Alman felsefesine duyulan büyük ilgi, Avrupa’daki siyasi ve felsefi tartışmaların neredeyse eş zamanlı olarak izlenişi… Tüm bunları Herzen’in güçlü kaleminden okuyoruz.  

DA: Henüz okuma fırsatı bulamamış okurlar için ana hatlarıyla bahseder misiniz? Birinci cilt ve devamında hangi olaylar ve başlıklar etrafında ilerliyor anlatı? Okuru nasıl bir eser bekliyor?

NY: İlk iki cilt Herzen’in doğuşundan (1812) ailesiyle birlikte Rusya’dan ayrıldığı Ocak 1847’ye kadarki dönemi kapsamaktadır. Birinci ciltte çocukluğu, üniversite yılları (1829-33), Vyatka’da sürgünde geçen iki buçuk yıl kapsanıyor. İkinci cilt Herzen’in 1838 başında Vyatka’dan Vladimir’e nakli ile başlıyor, daha sonra nişanlısı Natali ile maceralı evliliği, 1839 yazında sürgünün sona ermesi, Moskova’ya dönüş (Mart 1840), Petersburg’da İçişleri Bakanlığı’nda işe başlama, Novgorod’da bir yıllık yeni bir sürgün (1841-42), Petersburg’da Anavatan Notları dergisinde yazmaya başlaması ve Belinski ile dostluk, Temmuz 1842’de bakanlıktan istifa ederek Moskova’ya dönüşü, çeşitli edebiyat ve felsefe çalışmaları, Mayıs 1846’da babasının ölümü, nihayet 19 (31) Ocak 1847’de annesi ve üç çocuğu ile birlikte Rusya’dan ayrılışı kapsanıyor.

Üçüncü cilt 1847-1852 arasını, Paris – İtalya – Paris dönemini kapsıyor. Herzen, 1847 sonbaharında 5 ay sürecek bir İtalya gezisine çıkıyor, devrimci gösterilerin sürdüğü Roma, Napoli ve Sicilya’yı ziyaret ediyor, gösterilere katılıyor. İzlenimlerini mektup şeklinde dört makaleden oluşan “Via del Corco’dan Mektuplar”da paylaşıyor. Şubat 1848 devrimini Fransa’da, İkinci Cumhuriyet’in ilanını Roma’dan izliyor. Mayıs 1848’de tekrar Paris’e dönüyor. Paris emekçilerinin başkaldırdığı “Haziran Günleri”ni heyecanla izliyor, Annenkov ile birlikte katıldıkları bir gösteride polise yakalanıyor.

1848 ve 1849’da “Fransa ve İtalya’dan Mektuplar” ile “Öteki Kıyıdan” adlı eseri üzerinde çalıştı. Avrupa devrimlerinin birer birer yenilgiyle sonuçlanmalarının Herzen üzerindeki etkilerini yine anıların bu cildinde izleyeceğiz. Üçüncü cildin önemli bir bölümü “aile dramı”na ayrılmış. 1851 yılı Herzen için çok kötü bir yıl oldu. Ocak 1851’de, çok sevdiği karısı Natali’nin Alman devrimci şair Herwegh (Herzen’in çok yakın arkadaşı) ile gönül ilişkisi olduğu ortaya çıktı. Kasım 1851’de annesini ve 8 yaşındaki doğuştan sağır ve dilsiz oğlunu bir gemi kazasında kaybetti, cesetleri bulunamadı. Bu acı olayı anıların “Oceano Nox” (Latince, Okyanusta Gece, V. Hugo’nu bir şiiri) başlıklı bölümünde anlattı, eserin en etkileyici bölümlerinden biridir.

Dördüncü cilt İngiltere dönemini, 1852-1864, kapsamaktadır. Avrupa devrimlerinin fiyaskoyla bitmesi ve uğursuz 1851 yılından sonra Herzen büyük bir moral çöküntüsü içinde Avrupa’dan kaçıp kurtulmak ister, önce Amerika’ya gitmeyi düşünür, sonra İngiltere’de karar kılar. Paris’te kendi evindeymiş gibi hisseden Herzen Londra’da yalnızdır. En büyük desteği Londra’daki Polonyalı siyasi göçmen topluluğundan görür. Onların yardımıyla 1853 kışında Kiril alfabesiyle çalışan Özgür Rus Basımevi’ni kurar, Ağustos 1855’te Kutup Yıldızı almanağını, Temmuz 1857’de Ogaryov ile birlikte Çan gazetesini çıkarmaya başlar. Çok verimli, hareketli bir dönemdir bu. Herzen’in evi ve sofrası Londra’daki değişik ülkelerden tüm siyasi göçmenlere açıktır, Özgür Rus Basımevi başta Rusya olmak üzere her yerden akın eden ziyaretçileriyle âdeta Özgür Rus Basın Merkezi gibi çalışmakta, gönüllü muhabir ordusunun Rusya’nın her yerinden gönderdiği haber ve bilgiler Çan’da basılarak Rusya’ya sokulmaktadır. Son ciltte tüm bunları okuyacağız.    

DA: Geçmişim ve Düşüncelerim'in dört ciltlik bir yapıt olduğunu söylemiştik. Peki diğer ciltler ne zaman okurla buluşacak, belirlenmiş bir takvim var mı?

NY: İkinci cildin çevirisini bu sonbahar tamamlamayı planlıyorum. Çok fazla dipnot eklemek gerektiği için bir cilt yaklaşık 8 ayımı alıyor. Bu hesaba göre 2026 ortalarında tüm eser çevrilmiş olur diye umuyorum.

Herzen’in asıl kalem oynattığı alan edebiyat olmamasına rağmen kitap boyunca oldukça edebi bir anlatımı tercih ettiğini ve bu işin altından da belli başlı Rus romanlarını aratmayacak biçimde kalktığını görüyoruz. Ayrıca yazdıkları önemli romancıların da takdirini kazanmış. Bu çerçevede Herzen’i bir edebiyatçı olarak değerlendirebilir miyiz? Sizce yazar tam olarak nerede duruyor yazın dünyası içinde?

Herzen çok yönlü bir kişilik: Devrimci bir siyaset adamı, edebiyatçı, düşünür, gazeteci, yılmaz bir özgürlük savaşçısı (bağımsızlık savaşı veren Polonyalı ve İtalyan devrimciler ile her zaman kol kola), aktivist... Gerçi arkadaşı Bakunin gibi barikatların adamı değil, onun tek silahı çok etkili kalemi…

Herzen küçük yaştan itibaren politikaya, ülke sorunlarına ilgi duyuyor, Dekabristlerin idam edilmesinden çok etkileniyor, hatta bu olayın onun tüm hayatına yön verdiğini bile söyleyebiliriz. 16-17 yaşlarında, arkadaşı, geleceğin devrimci şairi Ogaryov ile birlikte Serçe Tepeleri’nde hayatlarını Dekabristlerin davasına, halkın kurtuluşuna adayacaklarına dair yemin ediyorlar. Üniversitede Stankeviç çevresi yalnızca Alman felsefesiyle ilgilendiği halde, Herzen-Ogaryov çevresi hem politikayla hem Alman felsefesiyle ilgileniyordu. Sonra 1837-38’de Vladimir’deki sürgün sırasında yoğun olarak Hegel okudu, sol-Hegelciliği öğrendi, 1841-42’de Feuerbach’ın eserleriyle tanıştı. 1840’lardaki felsefe ağırlıklı yazılarıyla Düşünür Herzen imajını perçinledi.

Edebiyatçı olarak ilk eseri 1840-41’de Anavatan Notları’nda yayımlanan “Genç Bir Adamın Hatıraları” adlı yarı-otobiyografik romandır, Vyatka’da hayranlıkla okuduğu Heine’den etkiler taşımaktadır. Büyük bir ilgiyle karşılanan romanı Belinski beğendi, Herzen’in hiciv yeteneğini övdü. 1841-42’de Novgorod’da başladığı, yine birçok otobiyografik unsur içeren Suçlu Kim? 1845-46’da yayımlandı. 1840’ların Natürel Okul’unun önde gelen yapıtlarından biri ve despot Çar I. Nikolay döneminde yayımlanmış en cesur toplumsal eleştiri romanıdır. Romanın özgün yanı sosyalist bir tema olan “bedenin rehabilitasyonu” ile Rus edebiyatına özgü “lüzumsuz adam” temasının birleştirilmeye çalışılmasıydı.

Müthiş bir gözlem gücüne, tasvir yeteneğine sahip Herzen’in esas ilgi alanı olarak edebiyatı seçmemesi, kanımca, onun Dekabrist karakteriyle, haksızlığa karşı mutlaka bir şey yapma, despotu alt etme, düzeni değiştirme konusundaki sonsuz hırsıyla ve ihtirasıyla ilişkilidir. O bir aksiyon adamıydı, 1848-49 Avrupa devrimlerinden ümidini kesince gözünü Rus komününe çevirdi, Rus tarzı bir sosyalizm kuramı geliştirmeye çalıştı. Dünyayı büyük romanlar yazarak değiştiremeyeceğini, değişimin politikadan geçtiğini çok erken yaşta anlamıştı.

DA: Geçmişim ve Düşüncelerim'in dışında masanızda hangi dosyalar var? Yakın gelecekte okurlar sizin çevirinizle başka hangi yapıtları okuyabilecek?

NY: Biz 1947 doğumlular öyle fazla uzun vadeli planlar yapamayız artık. Geçmişim ve Düşüncelerim’in üç cildini tamamlamak dışında hiçbir planım yok henüz. Okurlara önceki çevirilerimi okumalarını, okudularsa yeniden okumalarını tavsiye ederim. Klasikler, tanım icabı defalarca okunan ve her seferinde farklı tatlar alınan eserler demektir. Ben şahsen Zamanımızın Kahramanı’nı, Ölü Canlar’ı, Çehov’un Step’ini yılda bir kez okumasam bir eksiklik hissediyorum.

DA: Rus edebiyatına ilgi duyan ve çevirilerinizi takip eden okurlara beş kitap önerisinde bulunur musunuz? Mutlaka okunması gerektiğini düşündüğünüz eserler hangileri?

NY: Rus klasiklerini gerçekten seven bir okur ve çevirmen olarak bu soruyu yanıtlamak benim için zor. Birbirleriyle mukayese edilemeyen şeylerin sıralanamayacağını hepimiz biliyoruz. Klasik sıfatını kazanmış bütün kitaplar benim gözümde aynı düzeydedir. Sorunuzdaki “beş kitap” yerine şöyle üçlü bir yanıt verebilirim belki… Yazar Aleksandr Kudrin kıymetli taş işleyen ustaların masalarında daima bir zümrüt bulundurduklarını, yorulan gözlerini ona bakarak dinlendirdiklerini söyledikten sonra, kendi zümrüdünün ise şu üç kitaptan oluştuğunu söyler: Puşkin’in Yüzbaşının Kızı, Lermontov’un Zamanımızın Kahramanı ve Tolstoy’un Kazaklar’ı. Ama şurası unutulmamalı ki bu üç kitap yalnızca yorulan gözleri dinlendirmek içindi, yeterince dinlenmiş, keçeleşmiş kafaları karıştıracak, derin düşüncelere sevk edecek üç kitap istenseydi liste çok farklı olacak, büyük bir olasılıkla Yeraltından Notlar, Karamazov Kardeşler ön sıralara yerleşecekti… Okurlara neden beş önemli Rus klasiği öneremediğimi anlatabildim sanıyorum.

 

Nuri Yıldırım 1969’da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1973-75 yılları arasında University of California, 1979-81 yılları arasında da Moskova Devlet Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak bulundu. 2010 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli olan Yıldırım, iktisat alanındaki kitap ve makalelerinin yanında, Rusçadan Türkçeye çeviriler yapmaya da devam etmektedir.

Künye: Geçmişim ve Düşüncelerim, Özgün Eser: Aleksandr Herzen, Rusça Aslı: Bıloe i Dumı, Rusçadan Çeviren: Nuri Yıldırım, boyut: 13.5 x 19.5 cm, karton kapak, ISBN 978-605-172-651-9, 416 sayfa, 250 TL.

1 Nuri Yıldırım, “19. Yüzyıl Büyük Rus Romanının Üzerinde Yükseldiği Toprak”, Tuncer Bulutay’a Armağan, Mülkiyeliler Birliği yayınları, Ankara, 2015.