Moskova

Moskova

20 Ağustos 2020 Perşembe

Kuğu Gölü Operasyonu



Cenk Başlamış



Eskiler, "hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" dermiş yani “insan hafızasının sakatlığı, unutmasıdır...”

Örneğin, bugün 19 Ağustos ama bu tarih büyük olasılıkla çok az kişiye hatta garip ama Rusların bile hayli azına bir anlam ifade ediyor. Bu kadar önemli sonuçları olan bir olayın bu kadar çabuk hafızalardan silinmesi gerçekten çarpıcı...

19 Ağustos 1991, Sovyetler Birliği'ni yıkıma götüren süreçte sondan bir önceki dönüm noktasıydı. O yıl bir pazartesi gününe denk gelen 19 Ağustos'ta "Kremlin Şahinleri" olarak bilinen bir grup üst düzey yetkili, Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un Kırım'da tatilde bulunmasından faydalanarak darbe yaptı. Aslında daha doğru tanım, "darbe girişiminde bulundu" olmalı çünkü ne darbeciler ne de darbecilerin emirlerine gönülsüz uyan genç askerler ne yapacaklarını biliyordu. En başından itibaren dünya tarihine en garip darbelerden biri olarak geçmeye adaydı, geçti de. Garipti çünkü ne ülkenin sınırları kapatılmış ne de doğru dürüst sokağa çıkma yasağı ilan edilebilmişti. Moskova sokaklarında tanklarla karşılaşanlar kısa bir şaşkınlık anından sonra genç askerlerin şaşkın bakışları altında tanklara tırmanmaya, hatıra fotoğrafları çektirmeye başladı.

Sabah saatlerinde bir grup darbeci ilk basın toplantısını düzenlediğinde, sözcüler konumundaki Devlet Başkanı Yardımcısı Gennadiy Yanayev'in titreyen elleri darbe girişiminin geleceği hakkında ilk fikri de veriyordu. Herkes darbecilere "aşırı komünist" diyordu ama aslında onlar sadece ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen tutucu üst düzey yöneticilerdi...

Eskiden Türkiye'de darbe günlerinde TRT'nin Hasan Mutlucan'ı ekrana getirmesine benzer şekilde, Sovyet TV'si sürekli olarak ünlü "Kuğu Gölü" balesini yayınlıyordu.

Moskova'ya ilk gelen Türk bankacı olan Yapı Kredi Bankası'nın Moskova temsilcisi Ömer Kükner'le Türkiye'ye dönmeden önce 1989 yılında bir söyleşi yapmış, izlenimlerini sormuştum. 18 Temmuz tarihli Milliyet'te "SSCB dibe vurdu" başlığıyla yayımlanan söyleşide Kükner, "Türkiye'ye döndükten iki gün sonra Gorbaçov'un devrildiğini duysanız şaşırır mısınız" sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

"Hayır, şaşırmam. Ama dört yıl sonra Gorbaçov hala görevde deseniz de şaşırmam. Çünkü ülkede şu anda öyle bir denge var. Bir öngörüde bulunayım: Mesela Gorbaçov yurt dışındayken iktidardan uzaklaştırılabilir. Moskova'dayken bir şey olması daha zayıf bir olasılık."

İşte, 19 Ağustos sabahı darbe girişimini Türkiye'de öğrenen Kükner saat tam 09.15'te, Baytur firmasının Moskova temsilcisi olan yakın arkadaşı İsmail Koçak'ı aradı:

-İsmail, hayrola sizin orası karıştı?

-Ne demek karıştı?

-Bırak şakayı, durum nasıl Moskova'da?

-Ömer, sen neden söz ediyorsun?

-Darbeden!

-Ne darbesi!

-Darbe oldu, Gorbaçov'u devirdiler ya!

-Ömer, yani şimdi sabah sabah!..

Koçak arkadaşının şaka yaptığına emin televizyonu açtığında milyonlarca Sovyet vatandaşı gibi "Kuğu Gölü" balesi ile karşılaştı.

-Gördün mü?

-Gördüm, bale var!

-O zaman CNN'i aç!

Böylece Moskova'daki Koçak, Moskova'da darbe olduğunu Türkiye'den telefon eden arkadaşından ve Amerikan CNN TV'sinden öğreniyordu!

09.20... Moskova'daki THY bürosu...

Büroda şoför olarak çalışan Sergey telaşla içeri girdi ve Rus çalışanlardan Olga'ya çabuk çabuk bir şeyler anlatmaya başladı. Sesleri duyan Türk çalışan Gülgün Ertopçu odasından Olga'ya seslendi:

-Ne var, Sergey ne anlatıyor öyle?

-Darbe olmuş!

-Olsun, biz alışkanız!*

Aynı dakikalarda, muhalefet lideri Boris Yeltsin, "Beyaz Ev" olarak bilinen Rusya parlamento binasının önünde bir tankın üzerine çıkmış, halka darbeye direnme çağrısı yapıyordu. O zamanlar 10 milyonluk bir kent olan Moskova'da bu çağrıya yaklaşık 20 bin kişi uydu ve parlamento binası önünde direniş başlattı. Hem bu direniş hem ne yapacaklarını bilmeyen darbecilerin kararsızlığı hem de Rus ordusunun deneyimsizliği ve isteksizliği sonucu 21 Ağustos Çarşamba öğleden sonra iktidara el koyma planı çöktü. Bazı komutanların Yeltsin'in safına geçmesinin ardından darbeciler tutuklandı ve Gorbaçov Kırım'dan döndü.

Ama o günden itibaren  güç Yeltsin'in eline geçmeye ve Gorbaçov'ın iktidarı her dakika erimeye başladı. Gorbaçov siyasi rakibi olarak gördüğü Yeltsin'i yok etmek için çok uğraşmış ve onu Komünist Parti'deki görevlerinden uzaklaştırmıştı. İntikam saatinin geldiğini gören Yeltsin Gorbaçov'u her fırsatta küçük düşürdü, aşağıladı.

Sovyetler'i tarihe gömen son gelişme, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın Bağımsız Devletler Topluluğu adında bir ülke kurulduğunu açıklaması oldu. Sovyetler'in parçalandığını ve elinde artık iktidar kalmadığını kabul etmek zorunda kalan Gorbaçov 25 Kasım 1991'de yani darbe girişiminden sadece üç ay sonra istifa etmek zorunda kaldı ve Sovyetler Birliği resmen tarihe karıştı.

74 yıllık bir ülke, iki buçuk gün süren bir darbe girişiminin ardından yıkıldı. İnsan ister istemez, "19 Ağustos'ta aşırıların yönlendirdiği Rus ordusunun darbesi başarıya ulaşsaydı acaba ne olurdu" diye düşünüyor. 

Tabii, bu sorununun yanıtını artık hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz...

İşte, bir ülkenin, belki de dünyanın kaderini değiştiren bir gün, 19 Ağustos herkes için ama daha önemlisi Ruslar için bile uzun süredir takvimdeki sıradan bir gün...

*Sovyetler'i Yıkan Darbe: Kuğu Gölü Operasyonu, Cenk Başlamış, Milliyet Yayınları, İstanbul 1992

15 Ağustos 2020 Cumartesi

İzlenesi 7 Rus belgeseli







Pek az bilinse de Rus sinemasının en kuvvetli kollarından biri de belgeselcilik. İşte Russia Beyond'un derlemesiyle, hem ülke içinde, hem de dışında büyük beğeni toplamış 7 yapım.

1. Ekmek Günü - Hlebnıy den (1998), Sergey Dvortsevoy

St. Petersburg'a 80 kilometre mesafede terk edilmiş bir istasyonda çekilen film, istasyona yakın bir köyde yaşayan yaşlıların haftanın bir günü paslı raylar üzerinde köye nasıl ekmek taşıdığını anlatıyor.

2. Belovlar - Belovı (1992), Viktor Kossakovski 

Irmak kenarında bir evde yaşayan yaşlı bir erkek ve bir kız kardeş. Biri hayattan nefret eden, şiddete meyilli ve alkolle boğuşan, diğeri sebepsiz yere de mutlu olabilen iki kardeş. Kossakovski'nin çalışması bugün artık belgeselciliğin klasikleri arasında sayılıyor.

3. Nasıl sürtük olunur - Kak stat stervoy (2007), Alina Rudnitskaya

Bir koçun yardımıyla "zengin erkekleri tavlamayı öğrenen genç kadınlar. Rus kadınlarının arkaik ve ataerkil değerler sistemine yakından bakan belgesel, festivallerde büyük beğeni toplamıştı.

4. Anton şuracıkta - Anton tut ryadom (2012), Lyubov Arkus 

Ünlü film eleştirmeni Lyubof Arkus, kamera arkasındaki ilk çalışmasında bir dönem Rusça interneti sarsan bir şiirin ve yazarının peşine düşüyor. Annesini yitirmiş otistik gencin hikayesi de izlemeye değenler arasında.

5. Kameralı Adam - Çelovek s kinoapparatom (1929), Ciga Vertov 

Sinema tarihinde tanıtıma en az ihtiyacı olan Rus belgeseli. Sinema sanatını ve tekniğini kökünden değiştiren, klasikleşmiş bir yapım.

6. Hassasların sıcağı. Vahşi Plaj - Jar nejnıh. Dikiy, dikiy plyaj (2005), Aleksandr Rastorguyev

Düşük gelirli Rusya vatandaşlarının Karadeniz kıyısındaki tatillerini filme alan bu belgesel de Avrupa'da yankı yaratan çalışmalar arasında. Yutulması zor bir dürüstlükle çekilen film kimilerine göre Rus belgeselciliğinin zirvesi.

7. Yaşasın Antipodlar! - Da zdravstvuyet antipodı! (2011), Viktor Kossakovski

Kossakovski'den bir başyapıt daha. Çekildiği yıl Venedik Film Festivali'nde açılış filmi olarak gösterilen yapım, dünyada coğrafi olarak birbirine en uzak yerlerde yaşayan insanlara konuk oluyor.

8 Ağustos 2020 Cumartesi

Rusya tarihi ve dört önemli yapı



Samih Güven






Rusya tarihi uluslar tarihinin en ilginç olanlarından biri. Rus halkının coğrafya, iklim ve başka milletlerle olan etkileşimi, iktisadi zorluklar, sanat ve kültür başarıları, sosyal çalkantılar, İskitler'den Napolyon’a ve Hitler'e kadar uzanan istilalar, 19. yüzyıldaki değişim dinamikleri, Bolşevik Devrim sonrasında her şeyin sil baştan değişmesi, dahası da 90'lı yıllarda yaşanan büyük hayal kırıklığı… Ama nereden bakılırsa bakılsın dünya tarihinde hemen her zaman önemli güçlerden biri olmuş Rusya.

Diğer milletlerin tarihlerinde olduğu gibi Rus tarihinde de önemli dönüm noktaları söz konusu. Her bir dönemin kendine has iktisadi, sosyal ve kültürel özellikleri var. Hakimiyet kuran anlayışa göre şekillenen ekonomik ve siyasal özellikler yanı sıra mimariye ve sanata bakış da farklı etkiler yaratmış.

Bu kapsamda üzerinde durulması gereken bir konu hem tarihsel dönüm noktalarının özellikleri hem de hakim anlayışın kendi gücünün ve otoritesinin zamana damgası anlamına gelen sembol yapıların olması.

Genel olarak bakıldığında Rus tarihinde, Kievan Rus ilk birleşik doğu Slav devleti oluyor (882). Hristiyanlığın kabulü ise 988 yılında gerçekleşiyor. Hristiyanlığın Bizans versiyonu ve Slav kültürünün birleşimi bütün Rusya tarihine etki edecek önemli bir anlayış getiriyor. 

Apanaj Rusya daha karmaşık, merkezi bir otoritenin kurulamadığı ve Moğol’larla mücadele ile geçen zorlu bir dönem. Bunu takiben Moskova’nın yükselişi, Çarlık ve İmparatorluk dönemi geliyor. Tabi Büyük Petro’nun reformlarını özellikle vurgulamak gerekiyor. 18 ve 19. yüzyılda sanat ve edebiyat alanında önemli bir atılım söz konusu oluyor. Bu yüzyılın sonlarına doğru ise sosyal buhranlar ve değişim dinamikleri çıkıyor ortaya. Ardından Bolşevik Devrim, Sovyet Rusya ve günümüz Rusya’sı geliyor. 

Belirtilen dönemsel ayırımlar dikkate alındığında farklı olduğuna inandığım dört önemli yapıdan söz etmek istiyorum: Bunlar Kremlin’deki üç katedral, Kızıl Meydan’daki Aziz Vasil Katedrali, Kropotkinskaya metro istasyonu yakınındaki Kurtarıcı İsa Katedrali ve komünist dönemin plancılığı ve hırsı ile daha çok özdeşleştiğini düşündüğüm Moskova Metrosu.

Kremlinde inşa edilen Yükseliş katedrali ve diğerleri yeni bir dönemin habercileri oluyor. Bu yeni dönem Moskova’nın yükselişi ve Apanaj Rusya’nın sona ermesi anlamına geliyor. Bazı tarihçiler Apanaj döneminin Kievan Rus döneminde oluşturulan kurumlar ve kültür olmasaydı çok daha zor geçecek bir dönem olduğuna inanıyor. Ama bu zor ve dağınık dönem birlik, merkezi bir otorite ve güçlenme arayışını da beraberinde getiriyor. Moskova’nın yükselişi böyle bir ihtiyaca denk düşüyor işte. 

1460’lardan sonra III. İvan ve ardından III. Vasili ile birlikte başlayan Moskova’nın yükselişi mimaride de önemli bir dönüm noktası oluyor. III. İvan Moskova’ya yabancı uzmanlar çağırıyor ve kapsamlı bir inşaat başlatıyor. Moskovalı hükümdarların gücünün ve otoritesinin sembolü olarak Kremlinin merkezi inşa ediliyor. Burada yapılan Müjde, Yükseliş ve Başmelek Mikhail katedralleri Kremli’nin kutsal kalbi haline geliyor. Rus hükümdarlarının nikahlarına, taç giyme ve cenaze törenlerine sahne oluyor bu önemli mekanlar. 

Rusya tarihinde başka bir dönüm noktasının göstergesi de bugün bütün Rusya’nın sembolü olan Aziz Vasil Katedrali. Olumsuz imajına rağmen Korkunç İvan (1533-1584) dönemi Rus tarihinde özel bir öneme sahip aslında. IV. İvan genel olarak uygulamaları, şüpheciliği ve gaddarlığı ile biliniyor. Sivri bir değnekle yaraladığı oğlunun ölümüne neden oluyor malum. Bununla birlikte, Boyar Dumasıyla mücadelesi, Rusya’nın ilk Çarı olması, Kazan ve Astrahan Hanlıkları’nın Moskova’ya yönelik akımlarının durdurulması ve Rusya’nın birliğinin güçlendirilmesi açısından bir dönüm noktasına da neden oluyor. Bazı tarihçiler onun reformları ve savaşları sayesinde Rusya’nın modern bir devlet ve imparatorluk haline geldiğini öne sürüyor. İşte bu dönemdeki savaşların kazanılması sonucu yaptırılan Aziz Vasil Katedrali de bu açıdan önem taşıyor.

19. yüzyılın başında Napolyon’a karşı verilen mücadele ve sonrasındaki gelişmeler de önemli bir dönüm noktası kanımca. Bu büyük mücadelede bilgisine güvenilen yaşlı bir kumandan önderliğinde şehir boşaltılıyor, yakılıyor ve büyük bölümü de hasar görüyor. Önemli nokta ise Rus ordusunun yanında köylülerin ve sıradan halkın da sahneye çıkması ve sonrasında hep sahnede kalacak olması. İşte Napolyon'un 1812 yılında Moskova'dan kovulması sonrasında Çar I. Aleksandr tarafından yapılması emredilen Kurtarıcı İsa Katedrali bu açıdan önemli bir yapı.

Komünist dönemi temsil eden yapılar açısından bakıldığında ise yedi kız kardeşlerden ziyade Moskova Metrosu  daha önemli kanımca. Özellikle bu dönemin plancılığı ve ilerleme hırsı anlamında önem taşıyor. Moskova Metrosu bir anda ortaya çıkmıyor tabi. İlk istasyonları 1935 yılında açılıyor. Zamanla büyüyor ve dünyanın sayılı metrolardan biri haline geliyor. Zorlu kış koşullarının bulunduğu Moskova şehri açısından hayati bir işleve sahip olan metro için planlı kollektivist dönemin önemli bir damgası olduğunu söylemek mümkün.

Bana kalırsa 90’lı yıllar açısından üzerinde durulması gereken en önemli yapı yeniden Kurtarıcı İsa Katedrali. Çünkü Stalin yıllarında bir havuza dönüştürülen bu yapının yeniden aslına uygun olarak inşası Rusya’nın kendi köklerine dönüşünü de simgeliyor bir bakıma.

1 Ağustos 2020 Cumartesi

Rusçaya küfür Moğollarla mı girdi? Küfür neden 'korunma kalkanı' oldu?






"Küfürlerin Rus diline girişinin Moğol istilasıyla başladığı iddiası efsaneden ibaret." Bu açıklama Sputnik radyosunda bir programa katılan dilbilimci Mihail Osadçiy'e ait. Ünlü dil okulu Puşkin Enstitüsü'nde görev yapan Osadçiy, küfür olgusunun köklerinin Altın Ordu hakimiyetinden çok daha önceki dönemlere dayandığını söyledi.
Ancak küfürlü konuşma adetinin ne zaman yaygınlaştığı biliniyor. Buna göre, küfürlerin Rusçada yaygınlaşması 1917 Ekim Devrimi'nden sonra. Osadçiy, o yıllarda edebi dille, yani "düzgün" konuşmanın bir sınıf belirtisi sayıldığını ve bu nedenle tehlikeli olduğunu belirtiyor. 

Düzgün cümleler kurarak konuşan biri işçi ya da köylü olamayacağına göre, yeni rejimin temsilcileriyle başının derde girmesi son derece olasıydı. Bu da küfürlü konuşmanın insanlar için bir tür koruma kalkanı vazifesi görmesi demek.

Ocak ayında yapılan bir araştırma Rusya'da en çok küfür edilen şehirlerin Vladivostok, Nijnevartovsk, Novosibirsk, Habarovsk ve Surgut olduğunu ortaya koymuştu. En az küfür edilen şehirler ise Petrozavodsk, Çeboksarı, Vologda, St. Petersburg ve Himki (Moskova).

25 Temmuz 2020 Cumartesi

Rusya ekonomisinin zayıf ve güçlü yanları




Samih Güven




Rusya ekonomisi IMF’nin 2019 hesaplamasına göre 1,6 trilyon dolar nominal büyüklüğü ile dünyanın on birinci ekonomisi. Satın alma gücü paritesi hesaplaması dikkate alındığında ise 4,1 trilyon dolar ile dünyanın beşinci büyük ekonomisi. Bu sıralama önemli bir potansiyeli işaret etse de kişi başı gelirin nominal olarak 11 bin dolar olduğu dikkate alındığında bazı sorunların olduğu anlaşılıyor. Zira 146,7 milyon nüfus düşünüldüğünde kişi başı üretim ve elde edilen gelirin örneğin OECD ülkeleri esas alındığında oldukça düşük kaldığı görülüyor.

Peki komünist sistemden 30 yıl önce çıkan Rusya’nın ekonomik anlamda zayıf tarafları nedir? Güçlü yanları var mı? 

Kimileri Rusya ve bölge ekonomilerini hala geçiş ekonomisi olarak görüyor. Çünkü kapitalist sistemin kural ve uygulamalarının, ekonominin yapısal dönüşümünün ve en önemlisi de bireylerin davranışlarının bu yeni sisteme adapte olması zaman alacağa benziyor. Davranışsal boyutun ekonomilerde ne denli önemli olduğu düşünülünce bu görüşü yabana atmamak gerekiyor.

Kurumsal ve bürokratik sorunları, hukuk sistemindeki sorunları, devletin mücadele etmeye çalıştığı ve hatta metrolarda bile bilinçlendirme afişlerini gördüğümüz yolsuzluk ve rüşvet gibi konuları zayıflar hanesine yazmak gerekiyor öncelikle.

Dijitalleşmenin artırılması, bilinçlendirme, hukuksal altyapı ve kurumların geliştirilmesi, kimi meslek gruplarının gelirlerinin artırılması suretiyle bu konularla mücadele ediliyor ama daha fazla kararlılığın hızlı sonuç alınmasına imkan sağlayacağı muhakkak.

Rusya ekonomisindeki sorunlardan biri de iş gücü verimliliğinin düşük olması. Bu gösterge çalışılan saat başı ya da çalışan kişi başı gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) olarak ölçülüyor. Dünya Bankası istatistiklerine göre 2019 yılı için çalışan kişi başı GSYİH örneğin Almanya için 105.884 dolar, Türkiye için 81.407 dolar iken Rusya için 56.950 dolar. OECD ülkeleri ile kıyaslandığında Rusya bu açıdan geride kalıyor.

Ekonominin performansına etki eden bir diğer unsur ise yatırım yetersizliği. Yabancı ve özel sektör yatırımlarının yeterli olmadığı Rusya’da bu konuda da herkes devletin eline bakıyor deyim yerindeyse. Oysa kamu kaynaklarının sınırlı olması ve zorunlu sosyal harcamalar dikkate alınınca bu büyük coğrafyada alt yapının yenilenmesine yeterli kaynak ayrılamıyor. Bu da kalkınmayı sınırlayan önemli bir etken olarak devreye giriyor.

Diğer taraftan, Rusya’da hem yaşlı nüfusun artan payı hem de düşük doğum oranı nedeniyle 15-64 arasını ifade eden aktif nüfus artmıyor ve zaman zaman da azalıyor. Bu da işgücü piyasasında birçok soruna yol açarak büyümeyi sınırlıyor.

Başka bir olumsuzluk da petrol fiyatlarına olan bağımlılık. Rusya’nın 2019 yılındaki 419 milyar dolarlık ihracatının yüzde 55’ini petrol ve gaz ihracatı oluşturuyor. Bu oran zaman zaman yüzde 60’ın üzerine çıkıyor. Federal bütçe gelirlerinin yarıya yakın bölümü de petrol ve gaz vergilerinden geliyor. Bu önemli bir avantaj aslında. Ancak bütçenin bu yapısı petrol fiyatlarının düşük kaldığı ve bunun da uzun sürdüğü dönemlerde ciddi bir soruna yol açıyor. Ulusal Refah Fonu gibi ihtiyat fonları ise ancak belli bir ölçüde kullanılabiliyor.

Peki Rusya ekonomisinin güçlü tarafları neler? Bu sorunun ilk akla gelen cevabı doğal kaynakların zenginliği ve coğrafyanın taşıdığı potansiyel. Rusya petrol ve gaz yanı sıra, önemli bir demir çelik, alüminyum, ağaç ürünleri ve hububat ihracatçısı. Merkez Bankası kaynaklarına göre Rusya 2019 yılında 188 milyar dolar tutarında petrol, 41 milyar dolar tutarında da gaz ihraç etmiş. Toplam ihracat ise 419 milyar dolar olmuş. Bu durum cari fazla oluşumuna ve rezerv biriktirilmesine imkan veren önemli bir avantaj.

Rusya ekonomisinin bir diğer avantajı ise yetişmiş ve eğitimli işgücü. Rusya halkı dijital dönüşüme, yeniliğe ve esnekliğe açık bir toplum. Bu da önemli bir avantaj yaratıyor kanımca. Özellikle kadınların iş hayatındaki rolü önemli bir katkı yapıyor.

Bir diğer güçlü taraf ise savunma, uzay ve telekomünikasyon teknolojisindeki avantajlar. Bu alanlardaki birikim ve tecrübeler birçok sektör için dışsal etkiler yaratıyor ve büyümeyi destekliyor.

Bana göre Rusya ekonomisinin en önemli avantajı ise Merkez Bankası başta olmak üzere ekonomiyle ilgili kurumların gittikçe güçlenmesi ve güvenilir politikalarla makro istikrarı sağlıyor olmaları. Ayrıca bankacılık sisteminin temizlenerek daha güçlü hale getirilmesine dönük politika da önemli. Rusya’da her şeye rağmen kurumlar kendini geliştirerek özgün ve farklı görüşler ileri sürebiliyor.

Bütün bu özellikler göz önüne alındığında endüstriyel çeşitliliği artırma, kurumları ve son yıllarda tarımı geliştirme çabaları önem taşıyor. Yine de Rusya’nın daha fazla yatırıma, yatırım ortamının daha çok iyileştirilmesine, daha fazla yabancı işgücüne ve daha güçlü bir teknolojik dönüşüme ihtiyacı var kanımca.

Rusya'dan Vladimir Vısotskiy geçti


Hakan Aksay




“Bir yıla kalmaz unutulur dediler, Vladimir Vısotskiy 40 yıldır unutulmadı”







Hakan Aksay Kuzey Gündemi’ne yorumladı:


-“Politikadan daha önemli şeyler var: hayat, dostluk, aşk, sanat...”

-Senarist ve aktör Nikita Vısotskiy babasını anlattı: “Babam bir yılda unutulur dediler, oysa 40 yıldır unutulmadı.”

-“Vısotskiy’i 90’lı yıllarda Taşkent’te okurken keşfettim” Çevirmen Hüseyin Avni Dağlı, Kuzey Gündemi’ne anlattı. 

-Vısotskiy yazdı ve söyledi: Zaman Şarkısı "İyi olan şeyler iyi olarak kalır, geçmişte ve gelecekte...”


Bugün günlerden Vısotski




Aydın Sezer



Vladimir Semyonoviç Vısotski...

Kariyeri Sovyet kültüründe muazzam, sınırsız ve kalıcı bir etki yaratan şarkıcı, şarkı sözü yazarı, şair ve oyuncuydu.

O, Sovyetler Birliği’nin gerçek bir değeri, Sovyet insanının ruhuydu.

Çok fazla Rus’tu, Matruşka gibi. ‘Rus nasıl tarif edilir?’ diye bir soru sorulsa, tek kelimeyle “Vısotski” gibi demek yeterli olur. Hani derler ya, “Rus’un ruhunu anlamak için doğru bir yerden başlamak lazım”, işte Vısotski, başlanacak en iyi örneklerden biridir. Putin, bugün Rus kimliğini kendi yorumuyla inşa ederken, en çok Vısotski’den yararlanıyor, ondan ilham alıyor.

Rusya’da 2010 yılında yapılan “20. yüzyılın idolleri” anketinde Yuriy Gagarin’den sonra ikinci sırada yer aldı. 2011’de yapılan bir başka kamuoyu yoklamasında ise, katılımcıların %98’i Vısotski’yi tanıdıklarını, dinlediklerini, %70’i ise onun Rus kültürünün bir olgusu olduğunu belirtmişlerdi.

Size, bir anlam ifade eder mi bilmiyorum ama koskoca SSCB’deki üç Mercedes'ten birisinin sahibiydi. Diğer Mercedes sahipleri Anatoli Karpov ve "yoldaş" Leonid Brejnev’di.  

Psikologların, Vısotski şarkıları ile psikodramanın tartışmasız bağıntılı olduğunu keşfetmelerinden önce bile ben, Vısotski'nin eserlerinin her zaman ruhumu özgürlüğe kavuşturduğunu keşfetmiştim, özellikle de “Benim Çingene Halim”le.

Sesiyle kitleleri adeta hipnotize ettiği için, muhtemelen bir Batılı antikomünistin aklına gelebilecek bir soru vardı ortada. "Vısotski, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kitlelerin beynini yıkaması için kullanılan 'seçilmiş' birisi miydi?" Evet, evet tüm Sovyet coğrafyasında beyni yıkanan! o kadar çok insan vardı ki, bunlardan en önemlisi "yoldaş" Brejnev’di.

Brejnev bir gün hastanedeki yatağında Vısotski dinlemek ister. Hemen rica ederler, Vısotki, yakın arkadaşı da olan Brejnev’in kızının evine gider, bir konser verir. Konser telefon bağlantısıyla hastanedeki Brejnev’e canlı olarak dinletilir. Dönemin KGB başkanı Yuriy Andrapov ile de yakın ilişkisi vardı Vısotski’nin, o da hayranıydı. Hırsızlar da öyle... Bir gün Vısotski’nin Soçi’deki evini soyan hırsızlar, evin ona ait olduğunu öğrenince, evden çaldıklarını bir özür mektubuyla iade etmişlerdi.

Rus kadınlarında bugün bile hala çok özel bir yere sahip Vısotski, o hâlâ milyonlarca Rus kadınının babası, kocası ya da oğlu olarak hayat buluyor, sanırım onu en iyi kadınlar anlıyor.

Üç evliliği ve bilinmeyen sayıda kız arkadaşı hatta metresi oldu. Son evliliğini Rus asıllı Fransız sanatçı Marina Vlady ile 1969 yılında yaptı. Marina o sıra Mosfilm ile çekilen bir film için Moskova’da bulunuyordu.
  
Marina ile 10 yıllık bir uzak mesafe evliliği sürdürdü. Marina, Vısotski ile birlikte daha fazla zaman geçirebilmek için çoğu kez kariyerini tehlikeye attı, sık sık Paris’i bırakıp Moskova’ya geldi, Moskova’da yaşadı. En sonunda Fransız Komünist Partisi’ne üye olarak SSCB’ye sınırsız giriş sağlayan vize de aldı.  Bu arada, bu uzak mesafe ilişkisinin Vısotki’ye ilham verdiği de söylenir.  

İlk yurt dışı seyahatini, 1971 yılında Polonya ve Fransa’ya yaptı. Ona yurt dışı çıkış iznini alan kişi, Fransız Komünist Partisi lideri George Marchais’ydi, Marchais bizzat Brejnev ile telefonla görüşerek almıştı bu izni.

Vısotski 1976 yılında Beyaz Rusya’daki konserinden hemen sonra eşi Marina ile izin almaksızın, Fransa’ya oradan da Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmişti. Los Angeles’ta bir yaz akşamı, havuz başında toplanan Hollywood ünlüleriyle tanıştı. Kimlerle mi? Mesela, Gregory Peck, Liza Minnelli, Robert De Niro, Anthony Hopkins, Michael Douglas hatta ünlü olmak için sırasını bekleyen Sylvester Stallone ve diğerleri ile. Vısotski orada gitarıyla şarkı söyledi. Onlardan biri de “Titiz Atlar”dı. Ünlüler tek kelime anlamadıkları halde, bu şarkıyı o kadar büyük hayranlıkla dinliyorlar ki, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin ve KGB’nin, o an bu Hollywood yıldızlarının beyinlerini yıkadığı bile iddia edilebilirdi.

Marina anılarında, “Lisa Minnelli, neredeyse Vysotski’nin dibinde, ayaklarının hemen yanında oturuyordu;  hatta Vısotski “onun sürekli bakışından, gözünü dikişinden cesaret almışa benziyordu” diye yazıyor. Buradan anlıyoruz ki, Vısotski eşine yakalanmıştı. Sadece Minneli mi, hemen hepsi, bir taraftan onu dinliyor diğer taraftan da Natalia Nikolaevna Zaharenko’nun ağzına bakıyorlar, onun tercümesini takip ediyorlardı. Zaharenko kim mi? Aslında onu hepiniz tanıyorsunuz ama siz onu Natali Wood adıyla biliyorsunuz.  

Çek yönetmen Milos Forman, Vysotski ile ilgili 1981 Amerikan yapımı Rusça belgeselde, “O partidekiler aslında hiçbir şey anlamamıştı ama herkes Vısotski şarkılarının derin, içten şarkılar olduğunu; onları tüm kalbiyle, tüm samimiyetiyle yazdığını ve bestelediğini anlamışlardı” demişti. 

Evet, işte o şarkı bu şarkı:  “Кони привередливые” ya da “Titiz Atlar”. Açıkça kendisini anlatıyor bu şarkıda Vısotski:


  
Eğer Türkçe sözlerini merak ediyorsanız, o da burada,  Hüseyin Avni Dağlı çevirmiş. 

Jessica Lange’ın, Vysotski ile Los Angeles ve Paris’te ne zaman buluşup, karşılaşsa “Akşamları biz boş boş otururken o gitar çalar, şarkı söylerdi” demişliği de vardır. Aşık mıydı bilmiyoruz, Vısotski evliydi ama Jessica Hanım daha sonra yanılmıyorsam, bir başka Rus’tan, Mikhail Barışnikov’dan çocuk yapmıştı.

Vısotsky kuşkusuz, bir Soljenitsin, bir Saharov gibi muhalif değildi ama onun muhalifliği de başkaydı. Ülkesini seven ve ülkesi dışında ülkesi hakkında tek kelime kötü konuşmayan birisiydi. Sovyetler'e hiç ihanet etmedi. ABD’de bulunduğu sırada Batı'ya sığınan Barışnikov ile bir TV programına dahi katıldı. Israrlı sorular karşısında, hep “Ben muhalif değilim sadece bir sanatçıyım, üstelik ülkemi terk etmek gibi bir niyetim de yok, ülkemi seviyorum, ülkeme zarar vermek istemiyorum ve vermeyeceğim” diyordu.

Vısotskiler New York’ta Barışnikov’un evinde kaldılar. İşte o sırada Barışnikov da “Titiz Atlar’ı” dinlemiş olmalı ki, ait olduğu Sovyet kültürünün ve iklimin yansımasını nasıl içselleştirip nasıl etkilendiyse ve artık ne yaşadıysa, bunu 1985 yılında Beyaz Geceler’de dışa vurmuştu. Sekiz yıldır batıda özgür! olduğu halde, “Sen özgürlüğün gerçekten ne demek olduğunu bilir misin?”, diye soruyor ve hemen arkasından “Visotsky gibi bağırmak istiyorum” diye ekliyordu.  Bakın isterseniz:




Vısotskyi’deki Charles Bronson hayranlığına gelince ki, bu hikayeyi öğrendiğim andan beri Bronson’dan nefret ederim! Vısotski bir gece otelde uyuyamamış, otelin terasına çıkmış, o sırada karşısında Bronson’u görünce yanına gidip, o kötü ingilizcesiyle “Onu sevdiğini, kendisinin bir Rus şair ve şarkıcı olduğunu belirtip, sohbet etmek istediğini” söylemiş. Vısotski için sıra dışı bir karşılaşmaymış bu. Ancak, Bronson, 10 yaşında öğrendiği İngilizceden çok önce Rusça bilen ve konuşan birisi olarak, Vısotski’ye, ekranlardaki karakterine yaraşır bir sertlikle, kısa ve öz biçimde “Git buradan!" (Defol, yıkıl karşımdan!) diye yanıt vermiş.

Vısotski Fransa bulunduğu sırada, Fransız Komunist Partisi’nce düzenlenen ve "Fête de l’Huma" adıyla bilinen yıllık kültürel etkinliklere de katılmış. Biliyorsunuz, bu vesileyle konserler, kitap etkinlikleri ve siyasi etkinlikler düzenlenir. Fransız Komünist Partisi’nce düzenleniyor olsa da, bu etkinliklere, onun çeperini aşan bir katılım olur, hatta sağcı bilinen şarkıcı ve sanatçılar bile katılmaya can atarlar.

Vısotski denilince aklıma gelen ilk dört kelime; direniş, içtenlik, infilak ve samimiyettir. Brejnev Sovyetleri’nde hayatını hiçe saydı, sağlığına önem vermedi. Bir 25 Temmuz günü sadece 42 yaşında öldü gitti, yaşasaydı bugün 82 yaşında olacaktı. Aslında, dayanamadı Brejnev Sovyetleri’ne, yasaklarına ve baskılara dersek daha doğru söylemiş oluruz. Ölümünden sonra yapılan dedikodulara bakılırsa, aslında o da, Batılı benzerleri gibi, alkol ve uyuşturucunun etkisiyle erken göçüp gitmişti dünyadan. Vısotski’nin hâlâ yaşadığını iddia edenler olduğu gibi, The Economist, onun KGB tarafından susturulduğu iddiasına dahi yer verdi. Hatta, onun uyuşturucu ile tanışmasını bizzat KGB’nin sağladığı da iddia edildi. Ancak, gerçek, alkol tüketimi "rekor aşırı düzeyde" olan Vısotski’nin kalbi, karaciğeri ve böbreğinin iflas etmesi karşısında, doktorların sık sık morfin kullanmasının onu uyuşturucu bağımlısı yapması.

Rus arkadaşlarıma, "Vısotskiy sizin için ne ifade eder" diye sormuşluğum da vardır. Emin olun hep aynı cevabı aldım. “Onu sevmeyen veya anlayamayan benim dostum olamaz” ve “Eğer günün birinde öleceksem, Vısotski dinlerken ölmek isterim.”

Son olarak, yazımı Vısotki’nin en sevdiğim şarkısını paylaşarak bitireyim: “Benim Çingene Halim”:



Ben nedense, Vısotski’nin bu şarkısını bir gün Grigory Leps de seslendirsin diye yazdığını ve bestelediğini düşünürüm. O da burada: