Moskova

Moskova

5 Mayıs 2020 Salı

Rusların reformcu son çarı



Samih Güven




Tarihçi değilim ama Rusya tarihini anlamaya çalışan biri olarak ilginç gördüğüm bir şey var ki o da “reform” kelimesinin Rusya tarihinin hemen her dönemine damga vurmuş olması. Korkunç İvan’dan Büyük Petro’ya, II. Katerina’dan diğer çarlara ve hatta komünist döneme, doksanlı yıllara ve özellikle ekonomik anlamdaki yapısal reformların sürekli tartışıldığı bugünün Rusya’sına bakıldığında reform kelimesi hemen her zaman Rusların gündeminde bir kavram olagelmiş ilginç şekilde.

Rusların Büyük Petro’dan sonraki en önemli reformlarını yapan çarının II. Aleksandr (1855-1881) olduğu söylenebilir. Gerçek son çar II. Nikolay ise yetkilerini devretmede isteksiz olması, parlamento isteklerine uzun süre kapalı kalması, savaş ortamı gibi nedenlerle önemli reformlar yapamamış. 

II. Aleksandr Rusya tarihi açısından çok önemli reformlara imza atıyor ve yaptığı büyük reformlar daha sonraki gelişmelere de altyapı hazırlamış oluyor. 

Bu reformların en önemlisi elbette 1861 yılında serfliğin kaldırılması. Serfliğin kaldırılması konusu 19. yüzyılın başlarından itibaren sürekli gündem maddesi olmasına rağmen ancak II. Aleksandr’ın kararlı tutumu sayesinde mümkün olabilmiş. Bu reform yaklaşık 52 milyon insanı etkilemiş ve bazı tarihçilere göre dünya tarihinin en önemli özgürleştirme hareketlerinden biri olmuş.

Bu yola gidişin en önemli nedenleri olarak, zamanın ruhunun bunu gerektirmesi, serflerin gerçekten çok güç koşullarda ve soyluların sömürü düzeni altında yaşamaları ve dolayısıyla köylülerin ayaklanmasından duyulan korkular, gelişen Rus edebiyatının ve entelektüellerin konu üzerinde özellikle durması gibi nedenler ileri sürülebilir. Karşı çıkan birçok soyluya rağmen böyle bir karar vermek kolay olmamıştır. Yazar ve düşünür Herzen II. Aleksandr’a bu konuda şöyle demiştir: Sen fetih yaptın, Galilei! 

II. Aleksandr’ın gerçekleştirdiği başka bir önemli reform ise yerel yönetim reformu ve Zemstvo sisteminin kurulması olmuştur. 1864 yılında getirilen yeni sistem yerel yönetimlerde modernleşme ve demokratikleşmeyi temsil etmektedir. Bu sistem il ve ilçe düzeylerinde yerelin kendini yönetmesine yönelik bir meclis ve kurumlar sistemini içermektedir. Eğitim ve sağlık hizmetlerinde önemli katkıları olduğu söylenmektedir. Bazı tarihçiler Rusya'nın Zemstvo sistemi ile birçok ülkeden daha erken tarihte kamusal sağlık sistemine geçtiğini söylemiştir.

II. Aleksandr’ın çok önemli başka bir reformu ise yargı reformudur. Yine 1864 yılının sonunda hayata geçirilen bu reform ile özellikle eski, bürokratik, yozlaşmış ve sınıfa dayalı ve bazı gizli prosedürler üzerine kurulu olan sistem değiştirilerek daha eşitlikçi bir yargı sistemine geçilmiştir. Reform sayesinde mahkemeler bürokratik sistemin bir parçası olmak yerine bağımsız bir organ haline gelebilmiştir.

Aleksandr’ın 1874 yılındaki askeri reformu, tahta çıkar çıkmaz babasının koymuş olduğu yurtdışı yasağı ve öğrenci yasaklarının kaldırması gibi konular da önem taşımaktadır.

Tarihçiler söz konusu reformların Rusya'nın dönüşümünde önemli etkileri olduğunu söylemiştir. Bu reformlar kapitalizmin gelişmesine, kibar ve soylu sınıfın öneminin azalmasına, özellikle orta sınıfın yükselişine, işçi sınıfının büyümesine yol açmış ve sonraki gelişmelere de alt yapı hazırlamıştır.

II. Aleksandr’ın, babası otokrat ve baskıcı I. Nikolay’ın tersine bu önemli reformları yapabilmesi, iyi eğitim almasına, devlet sistemini iyi öğrenmesine ve bazı görüşlere göre de öğretmenleri arasında yer alan şair Zhukovski’nin ona insancıl duygular aşılamış olmasına bağlanmaktadır.

KAYNAKLAR:
-RIASANOVSKY, N. ve STEINBERG, M., Rusya Tarihi
-EVTUHOV, C. ve STITES R., Rusya Tarihi
-FIGES, O., Nataşa’nın Dansı
-www.wikipedia.org

Moskova’da Nâzım Hikmet Kütüphanesi




Moskova’da Sokol bölgesindeki Novopesçenaya sokağında bulunan ‘59 Numaralı Nâzım Hikmet Kütüphanesi’nin hikayesi kısaca şöyle:

Kütüphane kapılarını ilk kez, Mart 1952’de açmış. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde, o zaman henüz yeni kurulmaya başlanan Pesçanaya Mahallesi’ndeki kitapseverlerin buluşma noktası olmuş. Kütüphanedeki kitapların çoğu, Nekrasov Kütüphanesi tarafından hediye edilmişti.

Kütüphanenin açılışından bu yana, bölgedeki en önemli kültür merkezlerinden biri. Yuriy Nagibin, Bella Ahmadullina ve Rimma Kazakova gibi ünlü Sovyet şair ve yazarlar sık sık kütüphaneyi ziyaret ediyordu.

Nâzım Hikmet, kütüphaneye çok yakın mesafede bulunan 2. Pesçanaya Sokağı’nda yaşıyordu. Dolayısıyla kütüphaneye uğrarmış. Kütüphaneye ilk kez 1961 yılında onur konuğu olarak geldi ve sevenlerinin önünde şiirlerini okudu.

1961 yılında, Nâzım Hikmet’le kütüphanede bir araya gelen okurlar, bu buluşmadan derinden etkilenmişler. Şairin 1963 yılında vefat etmesinin ardından adını yaşatmak amacıyla 1973 yılında Sovyet Yazarlar Birliği’ne başvurarak kütüphaneye Nâzım Hikmet adının verilmesi taleplerini iletmişler. Fakat kütüphane Nâzım Hikmet adını, uzun bir sürecin ardından 1981 yılında alabilmiş.



1 Mayıs 2020 Cuma

Tolstoy ve Gandhi’yi birleştiren şey




Samih Güven





Mahatma Gandhi şiddet içermeyen barışçıl mücadele ve sivil itaatsizlik gibi yöntemlerle politik hedeflerine ulaşmaya çalışmış ve uluslararası düzeyde saygınlık kazanmış önemli bir lider. Bağımsız Hindistan'ın kurucusu sayılıyor. Buna rağmen özellikle Hindular ve Müslümanlar arasındaki ayrışmayı gidermek ve tarafları yatıştırmak üzere giriştiği eylemler nedeniyle 1948 yılında fanatik bir Hindu genci tarafından vurularak öldürülmüş.

Mahatma Gandhi çocukluğundan itibaren içinde olduğu kültürel, dinsel etkiler ve kendi inanış ve arayışı çerçevesinde hiç kimseye, hiçbir canlıya zarar vermemek, sade ve barışçıl yaşamak yönünde bir felsefe benimsemiş. Özellikle sömürgeciliğe ve ırkçılığa karşı mücadele vermiş, ülkesinin bağımsızlığına kavuşmasında büyük rol oynamış.

Gandhi tıpkı Tolstoy gibi inanç ve hayat felsefesi temelli bir arayış içinde olmuş ve yine Tolstoy gibi bütün dini metinleri incelemiş. Özellikle Tolstoy'un Hristiyanlıkla ilgili görüşlerine hayranlık duymuş.

Bu iki önemli isim arasında mektuplaşmalar gerçekleşmiş, düşünsel ve insani bazda önemli bir yakınlaşma olmuş. Gandhi temelde bütün dinlerin özünde doğru olduğunu ancak onların ele alınışı, yorumlanışı ve kimilerinin kendi yararına kullanma istekleri nedeniyle farklılaştığını düşünmüş. Bu görüş Tolstoy'un bakış açısıyla da örtüşüyor.

Tolstoy farklı dini yaklaşımların birbirlerine söylediği, “Sen yalan içinde yaşıyorsun, ben hakikat” iddiasının bir insanın ötekine söyleyebileceği en acımasız söz olacağını düşünmüş ve bundan son derece rahatsız olmuş. Ve bir soru sormuş: Acaba ileri bir anlayış seviyesine ulaşınca mezhepler ve dinler arasındaki farklar kaybolur mu? Bu farklar neden var ve kimin işine yarıyor?

Tolstoy özellikle dinleri incelediği sırada Hindistan'ın derin ruhaniliği ve ahlak anlayışından çok etkilenmiş. Gandi ise Tolstoy'un kötülüğe karşı pasif direniş öğüdünün en önemli takipçilerinden biri olmuş. Kimi kaynaklar Gandhi’nin pasif direnişi anlaması ve kabullenmesini büyük ölçüde Tolstoy'un “Tanrının Egemenliği İçinizdedir” adlı eserini okumasına bağlıyor.

Tolstoy’un dinler üstü bir tavır geliştirmeye, Doğu ve Batı bilgeliğini birleştirmeye çalışmasından çok etkilenmiş Gandhi. Onun bağımsız düşünce sistemini, ahlakını ve doğruluğunu kendi bakış açısı ve yaşayışı ile de bağdaştırmış. Gandhi Güney Afrika'da yaşadığı dönemde oradaki ilk yerel idaresine “Tolstoy Çiftliği” adını vermiş.

Gandhi 1910'da Tolstoy’a yazdığı mektupta kendisine “pek sadık destekçiniz” diyerek ona olan bağlılığını ifade etmiş. Tolstoy ise ölümünden kısa bir süre önce Gandhi’ye önemli bir mektup yazmış, şiddet içeren başkaldırının ortadan kaldırılmasının önemini, insanın verdiği özgürlük mücadelesinde sevginin asıl yöntem olması gerektiğini ifade etmiş.

Bu iki önemli insan aslında milletlerin ve dini yaklaşımların birbirlerini boğucu ve dışlayıcı anlayışını ve ortamını reddetmiş, sevgiye, barışa, yardımlaşmaya dayalı insani bir bakış açısı ortaya koymaya çalışmış.

Başka bir önemli nokta ise bu iki değerli insanın yaklaşımlarını sadece düşünsel düzeyde ve kağıt üzerinde bırakmaması, kendi yaşamlarına uygulaması, sade, gösterişsiz ve başkalarına yardım etmeye ve maddi yüklerden arınmaya dayanan bir anlayışa dönüştürmesi.



KAYNAKLAR:

-Moulin D., Eğitici Tolstoy
-Tolstoy L., İtiraflarım
-AnaBritanica
-Muhtelif diğer kaynaklar

Dekabristler: Rusya’nın ilk devrimcileri




Samih Güven




Çarlık Rusya’sında özellikle 19. yüzyılın başlarında idare mekanizmasındaki çürümeyi gidermek, eğitimin halka yayılması ve laikleştirilmesi, otokrasinin sınırlandırılması okumuş Rusların ve aydınların alttan alta konuştuğu önemli konulardı. Bir de 1812’de Napolyon’un Moskova’dan kovulmasına büyük katkı sağlayan köylülere bazı hakların tanınması ve serfliğin sona erdirilmesi önemli bir gündem maddesi haline gelmişti. Rusya’da serfliğin kaldırılması ancak 1861 yılında mümkün olabildi.

Avrupa ülkelerindeki fikir akımları özellikle 19. yüzyılda hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Çarlık Rusya’sı için görmezden gelinecek gibi değildi. Aydınlar buralardaki fikirsel ve siyasi gelişmelerden etkileniyor, kendi ülkelerindeki sorunlar hakkında kafa yoruyordu.

Reform umutları her Çar değişikliğinde yeniden gündeme geliyor ama bir şekilde Çarların karakteri, eğitimi, bakış açısı ve kararlılığı ölçüsünde yol alınabiliyordu. Güce alışan ve sistemin parçası haline gelen yöneticiler reform ruhunu kaybediyordu çoğu zaman. Petro gibi istisnalar vardı elbette.

İşte I. Aleksandr (1810-1825) tahta çıktığında da değişim umutlarını hayata geçireceği ve aydınlanma ruhuyla Rusya’yı yöneteceği konusunda bir umut belirmişti. Sansürün gevşetilmesi ve sorgu sırasında işkencenin kaldırılması gibi önemli adımlar atmıştı. Aleksandr otokrasiyi sınırlandırma ve serfliği kaldırma konusunda da istekliydi aslına bakılırsa. Ama aciz kalmıştı. Özellikle saltanatının son dönemlerinde rasyonel düzene olan inancını yitirmeye başlamış, dini duyguları artmıştı. Son yıllarında daha sinirli ve buyurgan olmaya başlamıştı. 1825 yılında 45 yaşında beklenmedik şekilde öldü. Kimileri onun Sibirya’da bir rahip olarak yaşamak üzere tahttan kaçtığını iddia etmişti.

Aleksandr dönemine ilişkin beklentinin umutsuzlukla sonuçlanması Rusya’nın ilk devrimci ayaklanmasının ortaya çıkmasına neden oldu. Aralık 1825’de başarısız bir ayaklanma girişimine yönelen devrimci bir grup Rusça’daki Aralık kelimesinden almıştı adını.

Aristokrat ailelerden gelen, eğitimli, Fransızca ve diğer yabancı dilleri bilen bu gençlerin çoğu Napolyon’a karşı yürütülen savaşta ön saflarda yer almıştı. Esas olarak Fransız Devrimi ve aydınlanma düşüncesinden etkilenmişlerdi ve liberal görüşleri vardı. En önemli amaçları Rusya’ya anayasal düzen ve meşrutiyet getirilmesi, serfliğin kaldırılması ve temel hakların yerleşmesiydi.

Aleksandr’ın ölümünden sonra tahtın varisi ağabeyi Konstantin idi normalde. Fakat Polonya’lı bir aristokratla evlenince daha önce haklarından feragat etmişti. Bunun üzerine üçüncü kardeş I. Nikolay’ın ismi gündeme geldi. Ancak toplumun eğitimli kesimi bu isme karşıydı. Onun aşırı otokrat ve gerici olduğu düşünülüyordu. Dekabristler Konstantin’in haklı çıkarlarını korumak üzere ordudaki bazı subayları da örgütleyerek bir ayaklanma başlatmıştı. 

Aralık 1825’de giriştikleri bu ayaklanma genel karmaşa ve lider eksikliği gibi nedenlerle başarısız oldu. Önde gelen isimler idam edildi. Üyeler ise sürgün veya başka cezalara çarptırıldı. I. Nikolay onların soruşturulması, mahkeme ve ceza süreçleri ile kişisel olarak ilgilenmiş, intikamını almıştı deyim yerindeyse.

Sonrasında tamamen otokrat bir sistemi hayata geçiren Nikolay’ın daha sonra görevden aldığı eğitim bakanı Uvarov şöyle demişti: Kendime ait bir iradem ve aklım olmadığını bilmem lazım, ben sadece imparatorun kör bir aletiyim.

İşte Dekabrist hareket böyle bir ortamda doğdu ve bozguna uğradı. Ama anayasal düzeni savunan aydınlanmacı bu ilk devrim hareketinin Rusya tarihinde özel bir yeri olduğunu ve sonraki devrimsel hareketleri esinlendirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Dekabristler’e sempati besleyen ünlü Rus şairi Puşkin 1827 yılında kaleme aldığı Sibirya Madenlerinin Derinlikleri’nde adlı şiirinde şunları yazmıştır:

Sibirya madenlerinin derinliklerinde
Bekleyin, yitirmeden gururlu sabrınızı.
Boşa gitmeyecek acılı çabanız
Ve düşüncelerinizin yüce amacı.

Bahtsızlığın sadık kız kardeşi
Umut, karanlık zindanınızda
Diri tutacak dinçliği ve neşeyi
Ve gelecek beklenen o zaman da:

Kırarak kilitleri aşk ve dostluk
Ulaşacak yanınıza.
Sürgün hücrenize nasıl
Benim özgür sesim ulaştıysa. 

Düşecek ağır prangalar;
Ve yıkılan zindanların kapısını
Aşarak sevinçle girecek içeri özgürlük
Ve kardeşleriniz uzatacak kılıçlarınızı

Çeviri: Ataol Behramoğlu

KAYNAKLAR:
-RIASANOVSKY, N. ve STEINBERG, M., Rusya Tarihi
-EVTUHOV, C. ve STITES R., Rusya Tarihi
-FIGES, O., Nataşa’nın Dansı
-www.wikipedia.org
-www.Ataolbehramoglu.com.tr

SSCB’de ‘konut sorunu’




Metin Uçar



Yeni Sovyet devleti kurulurken yaşanan, çarlık düzeni ve komünizm başlığı altındaki iki farklı dünya görüşünün çarpıştığı iç savaşın sona ermesi ile acil çözüm bekleyen sorunlar da birer birer kendini belli etmeye başlar. Bunlardan birisi de ‘konut sorunu’dur. Lenin’in de dediği gibi genç Sovyet devletinde bu sorunun çözümü için zamana ihtiyaç vardı. Böylece hızlı bir şekilde, herkese yetecek kadar konutun inşa edilmesi için geçecek süre içinde geçici bir tedbir olarak ‘komünalka’ usulü ortak yaşam başlamıştır. Komünalka destanını daha önceki yazımda ele aldığım için sadece odalarında ayrı ailelerin yaşadığı, mutfak, banyo ve tuvaletin ortak olduğu daireler olduğunu hatırlatarak devam edeceğim.

Devlet elinden geldiği kadar hızlı tempolarla konut inşa etmekteydi, ancak bu yeterli olmuyordu. Dolayısı ile yıllar süren bir kuyrukta bekleme olayı yaşanıyordu. Her Sovyet vatandaşının ücretsiz konut hakkı vardı. Bu şekilde milyonlarca Sovyet vatandaşı konut sahibi olmuştur. Ancak bazıları yıllarca kuyrukta beklemeden konutunu almanın yollarını aramaktaydı. Bu mümkün idi, ancak yeterli para kaynaklarına sahip olmak gerekiyordu. Böylece kendiliğinden ‘kanun dışı ve gizli’ bir piyasa oluşur. SSCB’de özel mülkiyet olmadığı için insanların hak olarak aldıkları daireleri satmaları da mümkün değildi. Diğer yandan insanlar daha uygun konut şartlarına sahip olmak için değiş tokuş yöntemine başvurmaya başlarlar. Bu kanunen yasaklanan bir işlem değildi. Yani şartları size cazip gelen birinin dairesini kendinizinki ile değiştirebilirdiniz. Bu çok yapılan bir işlemdi ve bu işe bakan resmi kurum 1946’da açılmıştır. Birçok insan bu kurumun önünde yıllar süren kuyruk çilesi çekmiştir. Çünkü değiş tokuş yapacak birini bulmak hiç de kolay değildi. İşte bu ortamda, arama işini kolaylaştıran ‘gizli’ bir sektör ortaya çıkıverir: ‘Makler’ yani emlakçı. Emlakçılar resmi değiş tokuş kurumunun önünde dolanır ve kendine müşteri ararlardı. Aslında bu tür emlakçılık 3 yıl hapis gerektiren bir suçtu. Bu yüzden o dönemin emlakçıları devlete yakayı kaptırmamak için tıpkı bir casus gibi çalışırdı. Bu insanlar uygun daire sahiplerini bulur, aralarını yapardı. Yüzeyde yapılan işlem değiş tokuş olsa da dairelerini değiştiren insanlar arasında alım satımdan kaynaklanan para hareketi olurdu. Tabii bir de emlakçının hizmetinin karşılığının verilmesi gerekirdi. 70’li yıllarda ‘gizli’ emlakçı, değiş tokuş işlemi başına 800 ila 1000 Ruble arasında ücret alırdı. Bunun o dönem için astronomik rakamlar olduğunu belirtmek gerekir. Ortalama iyi bir maaş 150-200 Ruble arasında değişirdi çünkü. Sonuçta yıllar süren bir daire değiş tokuş trajedisi yaşanır olmuştu. Bu süre içinde boşanan çiftler başka bir daire bulamadıkları için aynı dairede yaşamaya devam ederler, hatta kendilerine yeni bir eş bulduktan sonra kurulan iki ayrı aile aynı çatı altında yaşamaya devam ederdi.

Değiş tokuşa konu olan dairede eğer telefon varsa fiyatı da artardı. Çünkü telefon o dönemde ‘lüks’ bir araçtı. Komünalka dairede bulunan telefon orada kalanların ortak malıydı. Bu telefonun asılı olduğu duvarın her yanı telefon numaraları ile doluydu. Daireye telefon bağlatmak isterseniz 10-15 yıl beklemeniz gerekirdi. Dairenizi değiştirdiğinizde telefondan vazgeçmek zorunda kalabilirdiniz. Çünkü telefon dairenin taşınmazı sayılırdı.

50’li yıllara gelindiğinde konut inşaatlarının istenen hızda olmadığı anlaşılır. Hruşşov’un liderliği döneminde beş katlı tek tip konut inşaatlarına başlanır, ve ‘azıcık’ şahsi mülkiyete izin verilir. 1958’de çıkarılan bir kanun ile Konut İnşaat Kooperatifleri kurulmaya başlanır. Sonuçta memlekette aynı meslekten insanların kurduğu kooperatifler ortaya çıkar. Müzisyenler, şoförler, bilim insanları kooperatifleri vb. Kooperatiften daire almak ise herkesin harcı değildi. Bu çok prestijli ve pahallı bir şeydi. Diğer yandan devlet bu şekilde inşa edilen dairelerin %70 bedelini karşıladığını belirtmemiz lazım. Daire sahipleri bunu 20 yıl içinde, faizsiz bir şekilde devlete geri öderdi. Yine de insanlar paylarına düşen kısmı karşılamak için çok çaba harcalardı. O dönemde ‘uzun Ruble’nin peşinden kuzeye gidiş’ diye bir deyim ortaya çıkar. O dönemde kuzeyde yapılan inşaatlara giden insanların tek bir amacı vardı diyebiliriz. Kuzey farkını da alarak kooperatife girmek için para biriktirmek. Yeni evlilere ebeveynlerin vereceği en değerli hediye olarak kooperatif katılım harcı kabul edilirdi. Kooperatif ile inşa edilen konutların diğerlerinden daha iyi şartlara sahip olduğunu söylemek gerekir. Diğer yandan devletin bu konuda kontrolü elden bıraktığını söyleyemeyiz. Çünkü eğer devletten aldığın bir dairen varsa, kooperatife girme hakkın olmazdı.

O dönemin dairelerinde iç düzenin oldukça demokratik olduğunu görüyoruz. İki kapaklı bir dolap, odanın ortasında duran yuvarlak bir masa, kap-kacak için camekanlı bir büfe ve demir yaylı bir yatak mutlaka olması gereken eşyalar arasındaydı. SSCB’de seri olarak üretilen ilk televizyon 1949’da ortaya çıkan KVN-49 idi. Bu dairenin belki de en değerli eşyasıydı ve üzeri hem güzellik hem de toz olmasın diye dantel işlemeli örtü ile örtülürdü. Bazıları bunu emniyet için yaptığını iddia ederdi. Çünkü ortalıkta bir dedikodu dolaşmaktaydı: ‘KGB televizyon kapalı olsa bile sizi ekran aracılığı ile gözetliyor olabilir!’ O sıralar pek az kişi bu teknoloji harikasının nasıl kullanılacağını bilirdi. Halk arasında bir şaka dolaşırdı: ‘KVN’i aldın, fişini taktın ve çalışmıyor!’

1962’de Mobilya Proje-Konstrüksiyon ve Teknoloji Enstitüsü kurulur. Bu enstitünün amacı dairelerde kullanılacak tek tip mobilyaların dizayn edilmesi ve üretimidir. Ancak yapılan mobilyalar batıdaki örnekleri yanında oldukça düşük kalitede idi. O dönemde Romanya’dan gelen mobilyalar çok popüler idi. Çünkü bunlar SSCB’de olmayan bir kalite seviyesine sahipti.

Sovyet dairesinin ayrılmaz bir diğer eşyası halıdır. Halı genelde odanın en güzel duvarına asılırdı. İnsanlar böyle bir halıya sahip olmak için aylarca sıra beklerlerdi. Entellektüel bir ailenin dairesinde mutlaka duvara dayalı bir piyano ve içi tonlarca kitap dolu raflar bulunurdu. Camlı büfe içinde Çek kristalinden bardaklar sergilenir, dairenin tavanında yine Çek kristalinden avize asılırdı.
70’li yıllarda Sovyet dairelerine açılır kapanır büyük kanapeler, mutfak dolapları ve ‘stenka’ denilen duvar dolapları girer. Stenka bir sovyet klasiği idi. İlk çıktığında oldukça pahallı olan stenka, odanın bir duvarını hemen hemen kapatacak şekilde dururdu. Adı da zaten buradan gelmektedir: Stenka – duvarcık. Stenkanın yabancı olanları çok rağbet görürdü ve birkaç nesile bırakılan miras kabul edilirdi. Mesela 70’li 80’li yıllarda dairesinde Yugoslavya malı stenka olan birisinin hali vakti yerinde denirdi.

71-91 yılları arasında 200 konut kompleksi inşa edilir. Bunların özelliği gençler için, gençler tarafından inşa edilmiş olmalarıydı. Bu tür bir konuta sahip olmak isteyen komsomol gençleri hafta sonlarında ya da iş çıkışında daha sonra daire sahibi olacakları konutların inşaatında çalışırlardı. Bu şekilde konut sahibi olan insan sayısı 4 milyondan fazladır. Bu konut kompleksleri içinde kreş, çamaşırhane, süpermarket, okul gibi sosyal tesisler de bulunurdu.

Sovyet dairesinin en önemli yeri neresiydi acaba? Tabii ki mutfak! Mutfak sadece yemek yenilen bir yer değil, misafirlerin ağırlandığı, uzun sohbetlerin yapıldığı bugünün kafe ya da restoranlarının yerini alan sosyal anlamı derin bir mekandır.

4 Temmuz 1991 yılında yeni bir kanun kabul edilir. Konutların özelleştirilmesi’dir bu kanunun adı. Dünya’da bir eşi daha olmayan bu kanuna göre halkın %87’si dairelerinin mülkiyetini devletten alırlar. Kalanlar bunun olabileceğine inanmayan insanlardı ve bir süre daha devlete ait dairelerde yaşamaya devam etmişlerdir. O günden sonra daire sorununun Rusya dönemi başlar. Ancak o başka bir yazının konusu olsun!

Ruslar yüzüğü neden sağa takar?







Rusya'ya yeni gelenlerin ilk fark ettiği şeylerden biri, nikah yüzüğünün bizdeki gibi sol ele değil, sağ ele takılması.. Peki, Rusya'da neden sağ ele takılır? Dünyada yaygın olarak neden sol ele takılır? İşte bunun yanıtı:

Bir efsaneye göre sol eldeki yüzük parmağı doğrudan kalple bağlantılıdır ve genelde sol ele takılır. Ama yüzük için parmak seçimi kültürden kültüre değişir. Rusya'da yüzük sağ ele takılır. Ortodokslardaki bir inanışa göre, yüzüğün sağ ele takılmasına İncil'de atıf vardır.

Evliliği yüzükle işaretleme geleneği Eski Roma'ya kadar gidiyor. Ünlü antik dönem tarihçisi Plutark, evlenen Mısırlıların sol ellerinin dördüncü parmağına yüzük taktığını yazar.

Mısırlıların bu geleneği Yunanlılar ve Romalılar üzerinden tüm dünyaya ve elbette Bizans üzerinden Rusya'ya yayılmış durumda.

Batı Avrupa ülkelerinde ve Amerika'da nikah yüzüğü kalbe daha yakın olması için sol ele takılırken Roma-Yunan geleneğini takip eden Ruslar yüzükleri sağ ellerine takar. Yani çağdaş Rusyalıların el seçiminde Jül Sezar ve Çiçero'nun ardından gittiği söylenebilir.

Moskova metrosunun "en" leri







Dünyanın sadece "metro" değil "müze metro" olarak anılan belki de tek toplu taşıma sistemi: Moskova metrosu... Her gün 8 milyon insan Moskova metrosunu kullanıyor. İstasyonlardan 44'ü Rusya Federasyonu kültür mirası listesine giren ulaşım sistemi hakkındaki birbirinden ilginç bilgileri sıraladık.

En derin istasyon: Moskova metrosunun yerin en derinine inen istasyonu 85 metre ile Park Pobedı. Zafer Parkı'na açılan istasyonun duvarlarında Rusya'nın tarihteki askeri zaferlerinin resmedildiği panoları ünlü sanatçı Zurab Tsereteli hazırlamış.

Yere en yakın istasyon: Sadece 5 metrelik derinliği ile Peçatniki.

En uzun istasyon: 284 metre ile Vorobyovı Gorı. Bir ucundan bir ucuna 5 dakikada yürünebilen istasyon ayrıca Moskova'nın en popüler yürüyüş parkurlarının başlangıcı konumunda.

En şatafatlı istasyon: Komsomolskaya. Moskova'yı Rusya'nın diğer şehirlerine bağlayan 3 önemli tren garının yakınında bulunan istasyon adeta şehrin giriş kapısı olarak tasarlanmış. Diğer istasyonlara kıyasla daha geniş bir iç mekana sahip olan Komsomolskaya'nın tavanı kobalt camı ve yarı değerli taşlarla kaplı.

En dar istasyon: 4 metre ile Volgogradksiy Prospekt. 1960'ın son günü açılan istasyonun duvarlarını Stalingrad çarpışmalarını betimleyen panolar süslüyor.

En eğri istasyon: 750 metrelik eğrilik yarıçapı ile Aleksandrovskiy Sad. İstasyonun platformu o kadar eğri ki, makinist son vagonu aynadan göremediği için ancak bir sinyalden sonra treni harekete geçirebiliyor.

İsmi en çok değişen istasyon: Ohotnıy Ryad. Rusya'nın geçirdiği politik dönüşümlere paralel olarak sırasıyla Ohotnıy Ryad, Kaganoviç, Marks Bulvarı ve tekrar Ohotnıy Ryad isimlerini alan istasyon Kızıl Meydan'a en yakın istasyon olması itibariyle metronun tam kalbinde yer alıyor.

İki istasyon arası en uzun mesafe: 6 bin 625 metre ile Strogino-Krılatskoye arası. Trenler bu mesafeyi ortalama 7 dakikada kat ediyor.

En kalabalık istasyon: Günlük 170 bin kişilik yolcu trafiğiyle Vıhino. Moskova'yı banliyölere bağlayan tren istasyonuna yakın olması Vıhino'yu başkentin en kalabalık metro istasyonu yapıyor.

İnşaatı en uzun süren istasyon: 40 yıl ile Tuşinskaya-Şukinskaya hatlarının kesiştiği Spartak istasyonu.