Moskova

Moskova

1 Şubat 2025 Cumartesi

Kent lokantalarını neden Sovyetlere borçluyuz?

 


Kavel Alpaslan

Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/  

 

Sovyet yönetimi, emekçi mahallelerin merkezlerinde bir kamu kantini ağı oluşturur. Devrimden henüz bir yıl sonra Petrograd’da 45 bini aşkın kişiye hizmet veren 189 kamu kantini vardır. Bu rakam 1918 sonlarında katlanarak artacaktır. Kantinlerin yetersizliği ile birlikte makineleşmiş, merkezi bir mutfak fikri nihayet 1925 yılında Ivanovo’da ilk kez açılan ‘fabrika-mutfak’ ile vücut bulur.

Bugün uygun fiyata yemek veren belediye lokantaları bir ‘lütuf’ gibi sunuluyor. Büyük sermaye sahipleri her geçen gün daha fazla yoksul azınlığın sırtından beslenirken, ezici çoğunluğun karnına uygun fiyata sıcak bir şeyler girebiliyor oluşu kimilerine ‘şaşırtıcı’ ve ‘yenilikçi’ geliyor.

Fakat asıl şaşırtıcı olan, halkın uygun, sağlıklı ve kolektif olarak beslenmesini amaçlayan kamusal yemekhane fikrini şu ya da bu belediyeye değil; Ekim Devrimi'ne borçlu oluşumuz! Öyle ki Sovyetler Birliği, bugün rastladığımız ‘kent lokantası’ konseptinin fersah fersah ötesine geçen bir mutfak modelini 1920’lerden itibaren başarılı bir şekilde uygular. Yüzlerce çalışanı ve makineleşmiş mutfağıyla ‘fabrika-mutfak’ ismi verilen bu devasa yerleşkelerin işlevleri sadece yemek vermekten ibaret değildir; spor salonlarından aktivite alanlarına, okuma odalarından müzik salonlarına… yeni bir hayatın ‘üretildiği’ bir yerlerdir.

Gelin kent lokantalarını ‘dâhiyane’ ve ‘özgün’ bir fikir olarak görmeden önce, hep birlikte geçmişe yolculuk edip fabrika mutfakları gezelim. Zira yapacağımız bu yolculukla birlikte, aradan geçen yüz yıla rağmen fabrika mutfakların bugüne kıyasla çok daha engin bir ufka sahip olduğunu görebiliriz.


EVDEKİ KÖLELİĞE KARŞI

Ekim Devrimi gibi dünya tarihine balyoz gibi düşen bir olay, şüphesiz hem Sovyetler Birliği’nde hem de dünyada pek çok şeyi kökünden değiştirir. Üretim araçlarının kolektif mülkiyeti, sadece ekonomik alanda yapılan bazı değişiklikleri ifade etmez; aynı zamanda toplumsal yaşamın her alanını etkisi altına alan devrimci bir süreç söz konusudur.

Proletarya iktidarını kurma yolunda atılan adımlar görkemlidir, ancak bunlardan bazıları görkemini farklı şekilde gösterir. İlk bakışta ‘görkemden eser yok’ gibi görünen, hayatın gündelik ve sıradan alanları devrimci dönüşümün en büyük mevzileridir. Öyle ya, devasa bir inşa sürecinin yapıtları nasıl olur da bizim mutfaktaki küçük hayatlarımızdan başlar?

Oysa devrimden sonra her şey, kimilerine ‘küçük’ görünen oysa yaşamın bizzat kendisi olan bu alanlarla başlar. Bu yüzden kadın kurtuluş mücadelesinin öncülüğünde ev ve mutfak köleliğine karşı çıkış, sosyalist inşa süreciyle buluşur. Kadınların üretim sürecinden ve toplumsal yaşamdan soyutlandığı ataerkil düzene karşı mücadele çeşitli mevzilerde sürer. Ev işlerini kamusallaştırma sürecinin bir ayağı da mutfaktır. 1920’lerin Sovyetlerinde sıkça işitilen “Tencere ve tavalardan kurtulun!” ve “Mutfağa son! Bu küçük hapishaneyi yok edeceğiz! Milyonlarca kadını ev hizmetçiliğinden kurtaracağız” gibi sloganlar dönemin Sovyet kadınları için son derece akılda kalıcıdır.

 

BİR ‘FABRİKA’ OLARAK MUTFAK

İşte… Hem bu mücadelenin itkisiyle, hem ‘yeni Sovyet insanının ve yeni toplumsal yaşamın inşası’ süreciyle, hem de kolektif mülkiyet ile yoğun sanayileşme dönemi ile birlikte ‘fabrika mutfakları’ karşımıza çıkıyor. Bu noktada daha düz bir mantıkla ilerleyen kimileri şöyle düşünecektir “Evdeki mutfağı lanetledikten sonra fabrika mutfağını bir ‘ilerleme’ olarak görmek ne kadar doğru?”

Dilerseniz bu soruya daha dolu bir yanıt verebilmek için önce fabrika mutfaklarının tam olarak ne olduğunu konuşalım.

Ekim Devrimi’nin ardından karşı-devrimci güçlerin saldırısıyla başlayan İç Savaş süresince genç Sovyet iktidarı adımlarını bir ‘savaş komünizmi’ çerçevesinde atar. Devrimin hemen ardından Petrograd’daki Putilov fabrikasının işçileri, aşçılar sendikası ile birlikte kendi bölgelerindeki tüm restoranların kontrolünü ele geçirir. Ardından Sovyet yönetimi, emekçi mahallelerin merkezlerinde bir kamu kantini ağı oluşturur. Devrimden henüz bir yıl sonra Petrograd’da 45 bini aşkın kişiye hizmet veren 189 kamu kantini vardır. Bu rakam 1918 sonlarında katlanarak artacaktır.

Ancak savaşın ardından daha ülke çapında ihtiyaçlara yanıt olacak ve aynı zamanda kadınların evdeki görünmez sömürüsünü engelleyecek arayışlar başlar. Kantinlerin yetersizliği ile birlikte makineleşmiş, merkezi bir mutfak fikri nihayet 1925 yılında Ivanovo’da ilk kez açılan ‘fabrika-mutfak’ ile vücut bulur.

Burası 1920’lerin ‘geleneksel’ mutfaklarından oldukça farklı, makineleşmiş mekanlardır. Bugün her ne kadar ‘ev yemeği’ bize lezzeti çağrıştıran ‘olumlu’ bir kavram olarak kullanılsa da 1920’lerin dünyasında hanelerin mutfakları günümüzden çok farklıdır. Buzdolabının olmadığı, taze yiyeceklere ulaşımın henüz herkes için aynı ölçüde sağlanmadığı, hijyenin hiçbir denetimden geçmediği ev mutfağı, kamu sağlığının öncüsü Sovyet tıpçıları için pek de arzulanan koşullar değildir. Fabrika mutfaklar ise dönem için oldukça modern makineler ve buzdolapları ile desteklenir. Giren çıkan besinler ise uzmanların çalıştığı laboratuvarlardan geçerek sofralara ulaşır. Besin değerleri, günlük kalori miktarları da ayrıntılı hesaplanır. Onlarca kazan, bulaşık taşıyıcıları, devasa termoslar, bulaşık makineleri, yüzlerce çalışan, binlerce aç insan… burası gerçekten de bir fabrikadır artık!

Ivanovo’da başarı ile sonuçlanan ilk örneği, Nizhny Novgorod ve Dnieper’deki diğerleri izler. Birbiri ardına açılan fabrika mutfaklar, sadece mekana gelen insanlara yemek sunmaz, aynı zamanda çevredeki fabrikalara, kurumlara ve iş yerlerine de yemek taşır. Ortalama 400 kişinin çalıştığı fabrika mutfaklar, adeta kentlerin can damarıdır. Yani işlerin örgütlenişi sebebiyle burası bir fabrikanın mutfağı değildir, bir fabrika olarak mutfaktır.


DEVRİMCİ MUTFAĞIN DEVRİMCİ MİMARİSİ

Fabrika mutfaklardaki devrimci süreç, kısa süre içerisinde biçimsel bir çıktı verir. İlk örneklerde farklı amaçlar için inşa edilmiş binalardan bozma yapılar fabrika-mutfaklara çevrilirken Moskova’daki 1. No’lu Fabrika Mutfak (1928) ile birlikte kendine has tasarımlar ortaya çıkar. Sadece fabrika-mutfak işlevi gören bu yapılarda dikkat çeken şey konstrüktivist mimarinin izleridir. Sovyet mimar ve şehir planlamacısı Meşkov’un tasarladığı 1 No’lu Fabrika Mutfak’ta olduğu gibi büyük camlar ve dönemin avangart mimarisinin karakteristik özelliklerinden olan çatıdaki radyo direkleri dikkat çeker.

Sovyetler Birliği’ndeki konstrüktivist sanatçılar da bu gelişmelerden etkilenir. Örneğin Aleksandr Rodçenko’nun, Fabrika Mutfak üzerine yaptığı fotoğraf çalışmaları, bize yeni bir toplumun inşasını, tabaklardan başlayarak nasıl sürdüğünü etkileyici bir şekilde aktarıyor.

Bu tarihten itibaren Sovyet cumhuriyetlerinin çeşitli merkezlerinde ardı ardına fabrika mutfaklar inşa edilir. Fakat mimari olarak en dikkat çekici örneklerden birinden daha bahsetmezsek olmaz: Samara’da 1931 yılında inşa edilen ‘orak ve çekiç’ şeklindeki fabrika mutfak. Ekaterina Maksimova’nın tasarladığı bu büyük yapı, yukarıdan bakıldığında gerçekten orak-çekiç şeklindedir.

O dönem emekçiler için yapılan toplu konutlarda hassasiyetle gözetilen ‘bol güneş ışığı alan tasarımlar’ burada da karşımıza çıkar. Orak-çekiç’in ‘orak’ kısmında yer alan yemek salonları, maksimum güneş ışığı alacak şekilde konumlandırılır.

Sovyetler Birliği’ndeki en etkileyici konstrüktivist mimari tasarımlardan biri olan yapı, sadece dışıyla değil içiyle de çarpıcıdır. Bu mutfak fabrikası -diğer kimi örneklerde olduğu gibi- sadece yemek yapılan ve yemek yenen bir yer değildir. Burası aynı zamanda okuma odalarının, spor salonlarının, çocuk bakım alanlarının, müzik sahnelerinin, dinlenme odalarının bulunduğu bir sosyal merkezdir.

 

BİR MUTFAKTAN ÖTEKİNE Mİ?

Örnekler çoğaltılabilir. Asıl önemli olan fabrika-mutfak fikrinin tek bir ihtiyaca yönelik olmayışıdır. Denetimden geçen, hijyenik koşullarda üretilen bir yemek sistemi söz konusudur. Sovyetler Birliği’ndeki emekçilerin ücret ödemeden ya da sembolik rakamlarla ulaşabildikleri sağlıklı ve besleyici yemekler yapılır. Bununla birlikte kadınların evdeki sosyo-ekonomik anlamda köle statülerini güvenceli, toplumsal yaşamın içinde bağımsız bir iş ile değiştirmeyi amaçlar.

Elbette kadın kurtuluş mücadelesinin tek hikayesi bu fabrika mutfaklar değildir, Sovyet kadınları daha nice cephede kendi tarihlerini kendileri yazarlar.

Örneğin ‘kreş’ uygulamasına dünyada sistematik olarak başlayan ilk ülkenin Sovyetler Birliği oluşu bir tesadüf değildir. Dolayısıyla mesele ‘bir mutfaktan öbürüne’ meselesi kadar basit değildir, hayatın her alanında bir değişim amaçlanır. Yani fabrika mutfaklar, çeşitli ev işlevlerinin bireysel hanelerden kamusal alana taşınma sürecinin sadece bir ayağıdır. Zira milyonlarca insanı içine alan bir ülkede, yeni bir toplum yapısını inşa etmek masa başından göründüğü kadar ‘hızlı’ ve ‘kolay’ değildir. Yine de bunun diğer ülkelere oranla daha ‘başarılı’ ve daha ‘hızlı ulaşılmış’ sonuçlarını görmek mümkündür; kadınların ülke yönetiminde, bilim dünyasında ve çeşitli meslek kollarında temsili Sovyetler Birliği’nde diğer ülkelere göre çok daha yüksektir. Bahsettiğimiz dönemin 1920’ler ya da 1930’lar olduğunu unutmayalım…

 

ÇÜRÜYEN GELECEĞİN KOKUSU

Peki geriye ne kaldı?

Sovyetler Birliği’nin yıkılması, sadece eksileriyle artılarıyla bir deneyimin ortadan kalması demek değildir. Bu tarihten itibaren -hatta 1980’lerdeki çürüme döneminden başlayarak- tüm dünyada emekçiler teker teker sosyal haklarını kaybetmeye başladı. Bileğinin hakkıyla kazandıkları tüm haklar ve kamu hizmetleri bugün hâlâ erimeye devam ediyor.

Orak-çekiç fabrikasının akıbeti, tıpkı kuşbakışı görünen sembolik anlamı gibi son derece manidardır. Uzun bir süre atıl kalan yapı, 1990 sonlarında bir süreliğine AVM’ye dönüştürülür. Ancak ‘tutmayan’ bu projenin ardından boşaltılır. İçinde sokak hayvanları ve evsizler barınır. Daha sonraları restorasyon ile gündeme gelse de, daha önce görülmemiş derecede bir devrimci ufukla inşa edilen bu yapı madden ve manen çürüyüp gider. Geriye kokuşmuş bir geleceği haykıran geçmişin ışığı kalır.

İşte bu yüzden, gündelik yaşamın ayrıntı gibi görünen oysa en hayati unsurlarına dokunan çabalar sosyalizmin inşa ettiği görkemli yapıtlardır. Çünkü ‘görkem’ dediğin şey köle emeğiyle yapılan Piramitlerle değil; uygarlık tarihine konulan gerçek taşlarla kendisini gösterir. Aksi takdirde hayatı tek boyutla yaşıyoruz demektir. Varsın sömürülen emeklerin mozolesi olan piramitler kadar göze hitap etmesin, insanlık onuruna koyulan taşlar hep daha kıymetli olacaktır.

 

BUGÜNÜN SADAKASI

Gelelim kent lokantalarına. Şu veya bu belediyenin açtığı kent lokantaları, elbette konsept olarak reddedilecek bir şey değil. Belediyeler daha fazlasını yapabilir mi yapamaz mı da değil mesele. Uygun fiyata, kontrolden geçen bir yemek her insanın hakkıdır, bir kamu kuruluşunun bunu sunması da şüphesiz olumsuz değildir.

Ancak aslolan, hangi niyetle yapılırsa yapılsın bunun özü itibariyle bir sadaka olduğu gerçeğidir. Çalınan emeklerle biriken sermaye yanında üç kuruşa çorba içme imkanı komik derecede küçük bir hizmettir. Bu sebeple bir lütuf değildir. Olsa olsa açlık sınırında yaşayan milyonların ittire kaktıra hayatta kalmasını sağlama çabasıdır.

Görüldüğü üzere aynı hizmet yüz yıl önce çok daha gelişmiş bir ufuk ile, çok daha zor koşullar altında sunulmuş. O halde sorun ne?

Üretim araçları 1920’lerden çok daha güçlü, çalınan emeklerin oluşturduğu hazine birikimi çok daha fazla. Fakat sırtımızı dayayacağımız sosyalist bir ufuk olmadığı sürece rakipsiz kalan, o hazinenin üzerinde yatan sermaye ejderhası da daha güçlü.

İşte bu yüzden o yüz yıl önceden kalan çürük binalar bize bir şey anlatıyor. Sadakalarla yol yürüyenler, ejderhaya ürkek ürkek kürdan fırlatırlar. Oysa o hazineyi sahibine geri vermek için ihtiyaç demir bir mızraktır. Böyle güçlü bir mızrak sadece Marksist teori ve pratiğin verdiği ışıkla tutuşan bir tarih ateşinde dövülebilir.


Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler:

https://constructivism-kharkiv.com/en/should-know/factory-kitchen

https://socks-studio.com/2015/06/18/the-factory-kitchen-by-alexander-rodchenko-1931/

https://dzen.ru/a/ZhZP0__PYFJQ0uV8

https://thecharnelhouse.org/2015/01/28/the-hammer-and-sickle-kitchen-factory-in-samara-1931/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder