Kaynak:
https://haber.sol.org.tr/
Türk
edebiyatının değerli ve önemli ismi Orhan Kemal, 1969 yılında Sovyetler
Birliği'nin davetlisi olarak Moskova'ya gider. Dönüşünde Orhan Kemal'le bir
söyleşi yapılır ve 1970'de Yeni Edebiyat dergisinde yayımlanır. Orhan Kemal'in
gözünden Sovyetler Birliği'nin tasvir edildiği bu söyleşiyi soL okurlarıyla
paylaşıyoruz...
soL
Kültür’ün Notu: Orhan Kemal eşiyle birlikte 1969 yılının Ağustos’unda
Sovyetler Birliği’nin davetlisi olarak Moskova’ya gider. Fikret Otyam’ın
Cumhuriyet gazetesi için yaptığı haberde şunlar dile getirilir: “Tanınmış Türk
yazarı Orhan Kemal eşi refakatinde Moskova'ya gelmiş ve tedavi edilmek üzere
önceki gün hastaneye yatırılmıştır. Uzun zamandan beri kist dermoid, tüberküloz
ve kalbinden rahatsız olan ünlü roman ve hikaye yazarı Orhan Kemal buraya
geldiği ilk günün gecesi önemli bir kanama geçirmiş, davetlisi olduğu Sovyet
Yazarlar Birliği, yazarı ertesi gün yazarlar hastanesine kaldırmıştır.”
Sovyet
doktorların tavsiyesine uymayıp tedavisinden birkaç gün sonra Türkiye’ye dönen
Orhan Kemal ile Doğan Hızlan, Sovyetler Birliği’ndeki gündelik yaşama dair
aşağıdaki röportajı gerçekleştirir. Orhan Kemal’in ölümünden bir ay sonra
yayımlanan söyleşi, Yeni Edebiyat dergisinin Temmuz 1970 tarihli 9. sayısından
aktarılmıştır. Yazım ve noktalama işaretleri olduğu gibi korunmuştur.
***
1.Sovyetler
Birliği gezinizde neler dikkatinizi çekti?
İlk dikkatimi çeken, Moskova’nın çok büyük bir Avrupa şehri
oluşu. Çok geniş caddeler, gerçekten büyük, düzenli yapılar, bir de, sekiz milyon
olduğunu söyledikleri şehirin hemen hemen hiç kalabalık olmayışı, ya da bana
öyle gözüküşü. Kaldırımlardan gidip gelen kadınlı, erkekli, çocuklu insanlar
telâşesiz, itişip kakışmasız, âdeta sinirsizdiler.
2.Halkın
sanatçıyla olan bağları orada nasıl bir durumda?
Dillerini bilmediğim için genel yargılardan kaçınmak
zorundayım. Yalnız, başımdan geçen olaylardan birkaçını anlatmakla bilmem
sorunuzu gereğince yanıtlıyabilecek miyim?
Mihmandar ve tercümanımız Bayan Vera İvanova ve eşimle
birlikte Çekhof müzesini gezmeğe gitmiştik. Daha önce, ziyaretçilerin
kimliklerinin bir deftere kaydedilmesi usuldenmiş. Bayan Vera benim adımı da
yazdı. Yazılana bakmakta olan yaşlı bayanın birden dikkat kesildiğini gördüm.
Tercümanımıza bir şeyler sordu. O da herhalde gerekli karşılığı vermiş olacak
ki, yaşlı bayanın yerinden heyecanla kalktığını gördüm. Elimi sıktı.
Tercümanımızın anlattığına göre, SUÇLU ve başka romanlarımı Rusça
çevirilerinden okumuş. Bir anda müzeye yayıldı bu. İlgi hemen arttı ve deftere
Orhan Kemâl olarak Çekhof üzerine bir şeyler yazmam istendi. Müzeyi gezip
dolaştıktan sonra istenen birkaç satırı yazdım. Bir de, kaldığım hastahanenin
temizlik işlerine bakan, hattâ yerleri paspas eden bir kadının, tercümanımıza
benden söz etmesi. “— Ben onun romanlarını okudum…” demesi. Bu iki örnek,
yabancı bir yazara karşı gösterilen ilginin derecesini anlatmağa yeter sanırım.
Haydi buna bir de aydın kişinin, hem de bir yazarın
dediklerini ekliyeyim: Kaldığımız Pekin oteline gelip benimle konuşan yaşlı bir
Ukrayna yazarı aynen şunları söyledi: “— Sizi tanımıyordum. Dergim için sizinle
konuşma yapmadan önce, dilimize çevrilmiş eserlerinizi görmek istedim.
Kitabevlerine başvurdum. Yapılan çeviriler tamamen satılmış. Birer nüsha olsun
bulmak kabil olmadı. Okuma odalarına gittim. Orada da bulamadım. Çünkü
kitaplarınız okuyucular tarafından alınmış. Hem de her kitabın daha sonraki
tâlipleri kuyruk olmuşlardı. Yâni adlarını yazdıranların kuyruğu…”
Nasıl şaşırdığımı, kuşkusuz, nasıl sevindiğimi
kestirebilirsiniz.
3.Edebiyat
günlük yaşamlarının bir parçası olabilmiş mi?
Evet diyeceğim. Hiç umulmadık yerlerde, hiç umulmadık
zamanlarda ellerinde kitaplarla insanları bol bol görebilirsiniz. Anladığım
kadarıyla çok okuyorlar.
4.Yazar
Yayınevi ilişkilerinin durumu?
Yayınevi ve yazar ilişkileri.. incelemedimse de, sanıyorum
durum şu: Yazar, kitabını yayınevine götürüyor. Yayınevinin ilgilileri kitabı
inceliyorlar. Basmağa yatkın buluyorlarsa basıp satıyorlar. Önce herhalde bir
miktar avans vermeleri mümkün. Ama asıl kesin hesap, kitabın satışından sonra
oluyor. Bu arada öğrendim ki, öyle her kitabı da hemencik basıvermiyorlar.
Basılmaya yarıyan kriter nedir bilmem.
5.Ortalama
olarak bir hikâye ya da roman, ya da şiir kitabı ne kadar basılıyor ve ne
sürede tükeniyor?
Romanların 80, 90, 100 bin civarında basıldığını biliyorum.
Hikâye ve şiir kitapları için bir rakam veremiyeceğim. Yalnız şu var ki, roman,
hikâye ya da şiir kitaplarının çok kısa sürede tükeniverdiği…
6.Türk
edebiyatı örneklerinin bir çok çevirisi —içinde sizin de eserleriniz var—
yayınlandı. İlgi uyandırdı mı? Sovyetler birliği okuyucusunun yabancı edebiyata
karşı tutumu nedir? Çeviriler bizdeki kadar ilgi görüyor mu ?
Yukarda benimkilerle ilgili birkaç örnek verdim. Bunlara
Nâzım Hikmet ve Aziz Nesin’i de eklemem şart. Bu iki yazarımızdan pek çok
çeviri yapılmış ve çok ilgi uyandırmış. Sanıyorum ikinci ve daha başka
baskıları yapılmış. Sovyetler Birliği okuyucusunun, gördüğüm kadarıyla, yabancı
edebiyata karşı büyük bir ilgisi var diyebilirim. Yalnız hastahane bahçesinde
rastladığım hastaların ellerindeki kitaplar bana şu fikri verdi ki, kendi
yazarlarıyla birlikte yabancıları da harıl harıl okuyorlar.
7.Orada
bir konuşma ya da röportaj yaptınız mı? Neler söylediğinizi Türk okuyucusu
öğrenebilir mi?
Orda sohbet, edebî sohbet nev’inden konuşmalar yaptım
kuşkusuz. Bu konuşmalarımızı tahmin edebilirsiniz, tamamiyle edebiyat ve sanat
çerçevesi içinde oldu. Benimle röportajlar da yaptılar. Bütün konuşmalar ve
röportajlar, edebiyatımızı tanımak isteyenlere, imkân nispetinde, gerekli
bilgileri vermekten ibaret kaldı. Sorular hemen hemen şimdi bana sizin
sorduğunuz cinsten şeylerdi. Türkoloji’deki konuşma en ilginci sayılabilir.
Çünkü Türkoloji’nin fonksiyonu zâten yurdumuz edebiyat, sanat ve bilhassa
diliyle ilgili. Bana, öz Türkçeciliğin durumunu sordular. Yâni, yeni
tilciklerin halk tarafından tutulup tutulmadığını. İyi kullanıldığı takdirde
halkın da hemen benimsediğini söyledim ki, gerçekten de böyle. Buna, dilimizin
sâdeleştirilmesinden yana olduğumu da ekledim. Daha sonra yeni edebiyat sanat
akımları üzerinde durdular. Bizden sonraki kuşaklardan adlar verdim. Birçoğunu,
hattâ pek çoğunu isimleriyle biliyorlar. Bu kurumun ödevi Türk sanatıyla
ilgilenmek olduğundan, durumumuz meçhulleri değil. Yalnız, en genç kuşak yazar
ve şairlerine —Ben yolladımsa da— kitaplarını yollamalarını salık veririm.
8.Orada
Yazarlar Birliği’nin görevi, ödevi ve taşıdığı fonksiyonu kısaca anlatır
mısınız?
Sovyet Yazarlar Birliği devletin teminatı altında bir
kurum. Maddî bakımdan çok zengin, birçok imkânlara sahip. Yazarları sâdece
korumak değil, öyle sanıyorum ki sağlık durumları, maddî ihtiyaçlarıyla da
ilgileniyor. Bu kurum, dünyanın çeşitli ülkelerinden çeşitli yazarı, sanatçıyı
dâvet edip, yediriyor, içiriyor, barındırıyor ve yazarların ülkeleriyle
yakınlıklar kurulmasına çalışıyor. Yalnız bu kadarıyla bile işin önemi
meydanda. Bana, benden önce giden arkadaşlarımı karşı da aynı ilgiyi göstermiş.
Bununla, halklar arasındaki yakınlaşmayı sağlamağa çalışıyor ki, faydası
meydanda. Şunu ekliyeyim, yabancı bir yazar olduğum halde, benim bile
hastalığımla yakından ilgilendiler. En aşağı üç, hattâ beş, altı ay orada
kalmamı, tedavi sonra da nekahet devrimi orada geçirmemi ısrarla istediler. Bir
yandan fazla kalamadım. Çünkü ancak bu kadarcık bir zaman için İstanbul’dan
ayrılmıştım. Okullar açılacaktı, çocukların çeşitli okul ihtiyaçları, yaklaşan
kış için odun, kömür temini…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder