ZÜLFÜ
LİVANELİ
Kaynak:
https://gazeteoksijen.com/
3
Haziran, Nazım Hikmet‘in mezarı başında onu anma günüdür. 61 yıl olmuş ustayı
kaybedeli. 61 yıldır Moskova’da Novodeviçi’deki mezarında, daha sonra ona
katılan, ölümün tekrar buluşturduğu sevgili Vera’sıyla yatar
Novodeviçi Mezarlığı’nı bilen bilir. Bir anıt mezarlıktır.
Kimler uyumaz ki orada: Anton Çehov, Gogol, Bulgakov. Saymakla bitmez.
Büyük romancılar, besteciler, ressamlar orada yattığı için bu mezarlık dünya
çapında ilgi gösterilen bir müzeye dönüşmüştür. Ama bu mezarların en ilginci
Nazım Hikmet’in. Diğer mezarların hepsi yan yana, önü arkası dolu, dar
yollardan ulaşılır. Ama Nazım Hikmet‘inki mezarlıktaki meydana bakar ve önü
boştur. Orada toplu tören yapmak mümkündür. Nazım‘ın sevgili eşi Vera Tulyakova
da onun koynunda yatar.
O meydanda Nazım‘a doğru giderken, sağda yerde renkli
birtakım kabartılar şeklinde bir mezar görürsünüz. Bu Rusya Devlet Başkanı
Boris Yeltsin’in mezarıdır. Rusça‘da, mezarın yol üstünde olsun diye bir beddua
var. Yeltsin’in mezarı da öyle olmuş.
Nazım’ın
sevdaları ve dostları
Yaş dolayısıyla ne yazık ki Nazım’ı tanıma şansım
olmadı ama onun en yakın dostları ve iki eşi ile yakından tanıştık. Paris’te
yaşadığım yıllarda büyük dostlarım Abidin ve Güzin Dino sürekli Nazım’dan söz
ederlerdi. Çekmecelerden onun yazdığı şiirlerin orijinalini, çizimlerini
çıkarıp gösterirlerdi. Güzin Hanım epey düşündükten sonra bunları Fransız
devlet arşivine verdi. Yaşar Kemal, Nazım‘ın evladı yerine koyduğu bir insandı.
Ondan da çok özel hikayeler dinledim. Nazım‘ın iki eşi ile dost olduk.
Birincisi Paris‘te komşumuz olan Münevver Andaç, ikincisi ise Vera Tulyakova.
Okuduklarım ve anlatılanlara göre Nazım en çok Vera‘ya aşık olmuş. Öyle böyle
bir aşk değil bu. Şair yüreğinin bütün coşkusuyla Vera’ya sevdalanmış. “Saçları
saman sarısı/ Kirpikleri mavi” adlı aşk destanını okuduğunuz zaman
kavrayabiliyorsunuz bu kara sevdayı. Vera Hanım’la tanışmak benim için büyük
bir şans oldu, kısa zamanda dostluğumuz pekişti. 70’lerde Nazım’dan
bestelediğim parçaları çok severdi. Son Moskova seyahatimde, beni çok
duygulandıran bir şeyi öğrendim. Nazım araştırmacısı ve Vera‘nın yakın dostu
Melih Güneş anlattı: Vera Hanım, şimdi Nazım Hikmet Kültür Merkezi‘nde duran,
daha önce Nazım‘ın evindeki büfenin üstüne ikimizin resmini koymuş. Yıllarca
orada durmuş birlikte çekilen fotoğrafımız. Bu benim için ne kadar büyük bir
onur anlatamam.
Nazım
Hikmet kültür merkezi
Moskova‘da bir Nazım Hikmet Kültür Merkezi açıldı. Orada
bizim bir vakfımız var: Nazım Hikmet Vakfı. Başkanı Moskova’da yaşayan iş adamı
Ali Galip Savaşır. Onursal başkanlığını da bana lütfetmişler. İşte bu vakıf,
Moskova Belediyesi ile birlikte çok güzel bir Nazım Hikmet Kültür Merkezi açtı.
Müzenin duvarlarında harika resimler var. Nazım‘ın eşyaları, kitapları sergileniyor
ve kültürel toplantılar yapılarak bir akademi niteliği kazanıyor. Bu Nazım‘ın
anısını Rusya‘da yaşatabilmek için yapılan en önemli girişim. Rus-Türk
İşadamları Birliği, yıllar boyunca Nazım anmaları düzenledi, o birliğin
katkıları da çok değerli. Vakfın başkanı Ali Galip Bey ise eski bir emniyet
müdürü. İşte bu çok ilginç bir nokta. Eğer Bursa Cezaevi’nde Nazım’a, ileride
Moskova‘da senin adına bir vakıf kurulacak, başkanı da bir emniyet müdürü
olacak dense herhalde çok hayret ederdi. Galip Bey ilerici bir emniyet mensubu
olduğu için Polis Koleji‘nden itibaren Nazım’a sahip çıkmaya çalışmış.
Nazım Hikmet Kültür Merkezi‘nin açılış töreninden sonraki
ilk toplantı benimle yapıldı. Bu da büyük bir onurdu tabii benim için. Moskova
kitaplıklarından ve kültür merkezlerinden sorumlu direktör ve bu yılki Nazım
Hikmet Ödülü’nün sahibi Aleksandra İlyina ile çalışan Ruslar soru cevap
şeklinde düzenlenen bu toplantıda fikirlerimi dinlediler, daha sonra kitap imzalattılar.
Benimle söyleşi yapan Profesör Derya Jigulskaya, aynı zamanda büyük bir emek
vererek Huzursuzluk romanımı Rusça‘ya çevirdi. Biliyorsunuz çeviri çok önemli,
herhangi bir çeviri yabancı ülkede sizi rezil de edebilir vezir de. Kötü çeviri
vakaları başıma çok geldi. Mesela Çin‘de yayınlanan Mutluluk, daha önce
Tayvan‘da da basılmıştı. İkisi de Mandarin Çincesi olduğu için Pekin‘de, aynı
çeviriyi mi kullandıklarını sordum. Hayır dediler çünkü kullanılamayacak kadar
kötüydü. Bu yüzden kitap Tayvan’da hiçbir yankı uyandırmadı, Çin‘de ise tersi
oldu. Rusça bilmediğim için çevirinin kalitesini anlayamam tabii ama
okuyanlardan ve eleştirmenlerden gelen olağanüstü beğeni, çevirmenin başarısını
ortaya koyuyor. Ayrıca Rus Şarkiyat Enstitüsü de çeviriyi onaylamış.
Ve
Kızıl Meydan’da
Bir zamanlar adını ağzına alanın hapsedildiği Kızıl
Meydan’da her yıl bir kitap fuarı düzenleniyor. Moskova Kitap Fuarı’nın bu
yılki konuklarından biri de bendim. Darya Hanım’ın soruları ve çevirileri ile
büyük bir kalabalığa konuştuk ve kitapları imzaladık. Unutulmaz bir anı oldu
benim için.
Novodeviçi Mezarlığı... Bu mezarlıkta Nazım Hikmet’in yanı
sıra Gogol, Chekhov, Stanislavski, Bulgakov, Eisenstein, Prokofiev,
Shostakovich, Mayakovski ve Tolstoy’un da mezarları bulunuyor.
Moskova‘da savaşı hissetmiyorsunuz. Caddeler pırıl pırıl,
bir çöp, bir izmarit bile göremiyorsunuz yerlerde. Enerji sıkıntıları olmadığı
için muhteşem bir aydınlatma var. Arabalar yaya geçitlerinde mutlaka durup yol
veriyor. Akşamları kafelerin, restoranların, barların önünde eğlenen, dans eden
insanları görseniz, bu ülkenin savaşta olduğuna katiyen ihtimal veremezsiniz.
Moskova‘da evsiz insan yok, kimse sokakta yatmıyor, herkesin üstü başı düzgün.
Gördüğüm en temiz şehir diyebilirim. İnsanlar kibar, kimse bağırmıyor, gürültü
yok. Metrolar ise bambaşka bir alem. 1935‘te yapılmış olan metro istasyonları,
heykelleri, tabloları, tezyinatları ile sanki bir müze. Bolşoy’un önünde durup
Kremlin’e baktığınızda, devasa bir anıt görüyorsunuz; Karl Marx anıtı. Onun
solunda meşhur Metropol Oteli var.
Asya kökenli bir halk olan Rusları, Avrupa‘nın kültür
zirvesine taşıyan reformları bizde deli denilen Büyük Petro yapmıştı. Aslında
Osmanlı hanedanı da buna benzer reformlar yapmak istiyordu ama ulema bırakmadı
ve iki imparatorluğun kaderi sonsuza kadar ayrıldı. 2’nci Mahmut’un, Rusya ile
fark niye bu kadar çok açıldı sorusuyla bir rapor hazırlamak üzere Moskova‘ya
gönderdiği amiral ona getirdiği raporda mealen diyor ki: Padişahım bu raporda
anlatacağım çok şey var ama ilk gözlemim şu: Ruslar milletlerinin tamamıyla
yaşıyor ve çalışıyorlar, biz ise milletin yarısını eve kapatmışız.”
Rusya‘da kadınlar hayatın içinde Osmanlı‘da değil. Bunun ne
kadar büyük bir fark yarattığını da gördük zaten. Cumhuriyet devrimlerinin
amacı bu tarihsel açığı kapatarak bu ülkenin kadınlarını da hayata katmak değil
miydi?
Moskova‘da bana yöneltilen sorulardan biri, Rusya‘yı nasıl
anlatabileceğim, bu ülkenin en önemli özelliğinin ne olduğuydu. Cevap olarak
kültür dedim. Rusya‘nın kültürü her dönemde öncü ve büyük bir işlev gördü.
Çarlık Rusyası’nda da Sovyetler Birliği zamanında da şimdi de… Bu durum milli
karakterin ideolojilerle dönüşmediğini ve değiştirilemediğini gösteriyor.
Reformları yaptıktan sonra kendilerine yabancı olan Avrupa kültürünün klasik
müzik, bale, edebiyat gibi pek çok alanında zirveye yerleşmiş sanatçılar
yaratan Rusya, bu niteliğini her rejimde koruyor.
***
Bu seyahatimde kar yoktu ama yine de Nazım’ın kayın
ormanlarında dolaşmak beni mutlu etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder