Metin
Gülbay
Kaynak:
https://medyagunlugu.com/
Rusya'nın "ulusal şairi" kabul edilen yazar
Aleksandr Puşkin 1799 ile 1837 arasında yaşamıştır. Moskova'da doğan
Puşkin'in "babası Sergey Lvoviç Puşkin, soylu bir ailenin ilk
çocuğudur. Annesi Nadejda Osipovna Hannibal'in büyük
dedesi Etiyopyalı Abraham Petroviç Hannibal, Rus Çarı I.
Petro'nun vaftiz oğlu ve Çarlık ordusunda seçkin bir subaydı. Puşkin, soylu bir
ailenin üyesiydi. Anne ve babası eğitimli insanlardı. Puşkin, ilk bilgilerini
Fransız mürebbiyelerden edindi. Henüz sekiz yaşındayken Fransızca ve Rusça
öğrenmişti. 11 yaşına geldiğinde özgürlükçü ve hicivci yazarlarını beğendiği Fransız
edebiyatından etkilenerek Fransızca şiirler ve güldürüler yazmaya
başlamıştı." (1)
1817 yılında liseyi bitirip Dışişleri Bakanlığında
çalışmayan başlayan Puşkin'in çoğu yasaklanan şiirleri halk arasında yayılmaya
ve sevilmeye başladı. Çar tarafından Kafkasya'ya atanan Puşkin orada Kafkas
Esiri ve Bahçesaray adlı destanlarını yazdı.
Rusya'daki askeri yönetime karşı olan Puşkin'in Kafkasya
dönüşünde dört yıl süreyle başkente girmesi yasaklandı ve ailenin sahip olduğu
Mihaylovskoye köyünde babasının gözetiminde yaşamak zorunda bırakıldı.
Trajik
bir ölüm
Yazar o yıl 38 yaşındaydı. Kanın deli gibi aktığı yaşlarla
durulmaya başlamak üzere olduğu yaşlar arasında gidip geliyordu yani. Biraz
sonra okuyacaklarınızdan da anlaşılacağı üzere eşini çok seviyordu. O yıl "Puşkin,
kendisine yazılan birkaç imzasız mektup aracılığıyla, d'Anthès adındaki bir
Fransız'ın karısı Natalya Puşkin'e kur yaptığını öğrendi. 1837'de d'Anthès'i
düelloya çağırdı. 27 Ocak 1837'de St.Petersburg yakınında Kara Dere'nin bir
köşesinde düellonun yapılmasına karar verildi. Puşkin'in şâhidi arkadaşı
Danzas'tı. Düelloda kullanacağı silahı almak için gümüşlerini sattığı iddia
edilmektedir.
Düelloda Puşkin tarafından omzundan yaralanan d'Anthès,
Puşkin'i karnından yaralamayı başardı. Büyük bir soğukkanlılıkla iki gün
boyunca can çekişen Puşkin, 29 Ocak'ta hayata gözlerini yumdu." (1)
Rusların
ulusal şairiydi
"Gogol'un 'Puşkin, olağanüstü bir olaydır'
ve Dostoyevski'nin de daha mistik bir tavırla 'Puşkin, bize gelecekten
haber veren bir ermiştir' dediği Puşkin, modern Rus edebiyatının
oluşmasına en büyük katkıda bulunan edebiyatçı olarak kabul edilir. Puşkin,
klasik Batı edebiyatını ve Rus halk ruhunu sentezleyerek, Rus edebiyatında
'gerçekçilik akımı'nı başlatan öncü bir isim olmuştur." (1)
Savaşı
izlemek üzere cepheye gidiyor
Puşkin 1829 yılında Rus- Osmanlı savaşında Rus Ordusuyla
birlikte Erzurum'a kadar gelmiştir. Biraz sonra aktaracaklarım yazarın 1829
Seferi Sırasında Erzurum'a Yolculuk adlı yapıtından olacak. Puşkin'in
hiçbir abartıya yer vermeden ve savaşın acımasızlığını olanca yalınlığıyla
anlattığı bu yapıt gerçekten çok değerlidir.
Puşkin, kendisine yöneltilen bir eleştiriye verdiği "gelecek
zaferleri terennüm etmek için savaşa katılmak, benim için bir yandan aşırı
kendini beğenmişçe olur, öte yandan da fazlaca yakışıksız kaçardı. Askerlik
konularına karışmam ben. Benim işim değil bu" yanıtıyla savaşa karşı
duruşunu da belli eden bir yazardır.
Toplum
yaşamına ilişkin yoğun bilgilere yer verir
Puşkin'in gezi sırasındaki gözlemlerinden Rusya halkları
hakkında değerli bilgiler ediniyoruz. Örneğin binlerce yıldır nasıl bir yaşam
sürdülerse 1829'da da aynı biçimde yaşayan halklar görürüz onun satırlarında.
Bu satırların değeri duyumlara değil, birinci elden bilgilere dayanmasıdır.
Puşkin bizzat gördüklerini, yaşadıklarını yazmıştır.
"Geçen gün, beyaz keçe ile kaplanmış kareli çubuk
örgüden bir Kalmuk* çadırına uğradım. Aile kahvaltıya hazırlanıyordu. Orta
yerde bir kazan kaynıyor; duman, çadırın tepesinde açılmış bir delikten çıkıp
gidiyordu. Güzelce bir Kalmuk kızı oturmuş dikiş dikiyor, bir yandan da tütün
içiyordu. Yanına oturarak 'adın ne' dedim.
- ..... (kaz yanıt vermemiş anlaşılan, M.G.)
- Kaç yaşındasın?
- On sekiz.
- Ne dikiyorsun?
- Şalvar.
- Kime?
- Kendime.
Tütün çubuğunu bana uzattı, kendisi kahvaltıya oturdu.
Kazanda koyun yağıyla tuzlu çay kaynıyordu. Kız kendi kepçesini bana uzattı.
Onu kırmak istemedim. Dişimi sıkarak biraz yedim. Başka bir halk mutfağının
bundan daha kötü bir şey çıkaracağını sanmıyorum. Kemirmek için bir şeyler
istedim. Bir parça kuru kısrak eti verdiler. Ona da şükrettim. Kalmuk kızının
cilveleri gözümü korkutmuştu. Çadırdan çabucak çıktım ve bu bozkır
Kirkesi'nden** hemen uzaklaştım." (2)
Puşkin yolculuğu sırasında yol yapımında çalışan Türk
tutsakları da görür, "Yiyeceklerden yakındılar. Kara Rus ekmeğine
alışamıyorlarmış." (3)
Puşkin
Tiflis'te
Gürcülerin Khartli-Kaheti krallığı 1801 yılında, Batı
Gürcistan'daki İmereti Krallığı da 1810 yılında Rusya tarafından ilhak
edilmişti. Yani yazar aslında kısa bir süre önce Rus Çarlığı tarafından kendi
topraklarına katılmış bir ülkenin topraklarında yolculuk etmektedir.
Moskova'dan başladığı yolculuğundaki ilk büyük durak
Tiflis'tir. Kente varan Puşkin çarşı pazar gezer. "Pazar birkaç
çarşıya ayrılmış. Raflar genel pahalılığı göz önünde tutarsak, oldukça ucuz
sayılabilecek Türk ve İran mallarıyla dolu." (4)
Gürcistan'ın bugün başkenti olan Tiflis'in o sıralardaki
ahalisinin çoğunluğu Puşkin'e göre Gürcü değildir. "Tiflis halkının
çoğunluğu Ermeni'dir. 1825 yılında 2500 Ermeni ailesi varmış burada. Şimdiki
savaşlar sırasında sayıları daha da artmış. Gürcü aileleri 1500
kadar." (4)
Puşkin
Kars'a geçiyor
Kars'taki Arpaçay ırmağını aşarak Osmanlı topraklarına
giren Puşkin bunu da muzipçe aktarır satırlarında: "Bu kutsal ırmağa
sevinçle girdim ve atım Türk kıyısına çıkardı beni. Fakat bizimkiler ele
geçirmişlerdi bu kıyıyı. Böylece, demek ki Rusya'daydım hâlâ." (5)
Kılavuzu bir Türk delikanlısıdır Puşkin'in o sıralar. "Korkunç
geveze bir şeydi bu. Yol boyunca çenesi durmadı. Hem de anlayıp anlamadığıma
aldırış etmeden Türkçe konuşuyordu. Bütün dikkatimi toplamış, onu anlamaya
çalışıyordum. Rusları hep üniformalı görmeye alıştığı için beni yabancı
sanıyor, veryansın ediyordu Rus gavuruna." (6)
Türklere
ilişkin ilk olumsuz gözlem
Kars'a 20 kilometre kala bir Türk köyüne varan Puşkin hemen
bir eve girmek ister ancak ev sahibi tarafından derhal engellenir. Kendisi
kervansaraya yönlendirilir. Burada kendisi için bir at ister. "Türk
muhtar yanıma geldi. Anlaşılmaz bir şeyler söylüyor, ben de durmadan 'ver bana
at' diye karşılık veriyordum. Türkler bir türlü yanaşmıyorlardı bu işe.
Neden sonra para göstermeyi akıl ettim. Meğer ilk yapmam gereken şey buymuş.
Hemen bir at getirildi, yanıma da bir kılavuz verildi." (7)
Puşkin'in savaş betimlemeleri de tüm yalınlığıyla bize
savaşın acımasızlığını ve iğrençliğini aktarır. Gencecik çocukların asker diye
gönderildikleri cephede nasıl yok olup gittiğini görürüz. "Atım yolda
yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk'ün cesedi önünde durdu. On sekiz
yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz
tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir
kurşun yarası vardı." (8)
Rus ordusunda Tatar birlikleri de vardır. Tatarlar tabii ki
Müslümandır. Bu sefer sırasında esir alınan Türk tutsakların sükûnet içinde
bekleyişleri, yaralıların çaresiz yalvarışları yazarı çok üzer, çünkü elinden
bir şey gelmemektedir.
"Bizim Tatar beylerinden biri ağır yaralı olarak bir
ağacın dibinde yatıyordu. Genç bir erkek çocuk olan gözdesi de yanı başında
hüngür hüngür ağlıyordu. Bir molla diz çökmüş dua ediyordu. Can çekişen bey son
derece sakindi. Hiç kıpırdamadan genç dostuna bakıyordu. Dere yatağında 500
kadar tutsak toplanmıştı. Birkaç Türk beni besbelli hekim sanarak elleriyle
işaret edip yanlarına çağırıyor, elimden gelmeyecek bir yardım istiyorlardı.
Yarasına kanlı bir paçavra bastırarak ormandan bir Türk çıktı. Askerler, belki
de acıyarak, işini bir an önce bitirmek için yatan bir Türk'e yaklaştılar. Bu
kadarına dayanılamazdı artık, Durmadan kan yitiren zavallı Türkü onların
elinden aldım, bitkin bir halde arkadaşlarının arasına bıraktım. Albay Anrep de
onlarla birlikteydi. Türk ordugâhında veba salgını olduğu söylentilerine
aldırış etmeden tutsakların arasında oturuyor, onların çubuklarından dostça
tütün içiyordu. Tutsaklar kendi aralarında sakin sakin konuşarak oturuyorlardı.
Genellikle genç adamlardı hepsi de." (9)
Tutsak
düşen Türk paşasının hâli
"Kont Paskeviç'in çadırıyla Kazaklara tutsak düşen
Türk paşasının yeşil çadırı yan yanaydı. Paşayı görmeye gittim. Paşa bağdaş
kurup oturmuş, çubuğunu tüttürüyordu. Kırk yaşlarında gösteriyordu. Güzel
yüzünde derin bir sükûnet ve azamet ifadesi vardı. Teslim olduğunda
kendisine soru sorulmamasını, bir fincan kahve getirilmesini rica
etmişti."
Bu paşayı ben de tanımak isterdim doğrusu. Teslim olmuş,
bana soru falan sormayın, bir fincan kahve rica ediyorum demiş. Ben şaştım
kaldım paşanın bu haline. Zaten Ruslar da onu kendi haline bırakmış, düşene vurulmaz
dediler herhalde.
Rus
ordusu Erzurum'a girmek üzereyken...
Puşkin Rus ordusunun peşinde gitmektedir cephede de. Tabii
en ön saflarda değil. Ordu çok hızlı biçimde Türk topraklarında ilerlemektedir.
Osmanlı ordusu ise hem karşılık vermeye çalışıp hem de aynı hızla geri
çekilmektedir. İşgal altına giren topraklardaki ahali ise ne yapacağını bilemez
durumdadır. Örneğin Erzurum'a girmek üzere olan Rus ordusu kentte büyük bir
korku ve endişeye yol açmıştır.
"Bu sırada Erzurum tam bir ana baba günü yaşıyordu.
Yenilgiden sonra kente kaçan Serasker, Rusların bozguna uğratıldığı
söylentisini yaymış; fakat onun arkasından da serbest bırakılan tutsaklar,
halka Kont Paskeviç'in bildirisini iletmişti. Böylece Seraskerin yalanı ortaya
çıkmıştı. Az sonra Rusların hızla ilerlediği öğrenilmişti. Halk, kentin düşmana
tesliminde söz etmeye başladı. Fakat Serasker ve ordu, savunmadan yanaydı. Bu
sırada bir ayaklanma patlak vermiş, gözü dönen ayak takımı birkaç Frenk'i
öldürmüştü.
26 Haziran sabahı, ordugâhımıza Erzurum ahalisinin ve
Seraskerin delegeleri geldi. Gün görüşmelerle geçti. Delegeler akşam beşte
Erzurum'a döndü...
Ertesi gün ordumuz ilerlemeye başladı... Top dağı ele
geçirildi. Kentin anahtarını getiren Türk delegeler, onun (harekâtı yürüten
Kont Paskeviç'in, M.G.) karşısında yere oturmuşlardı. Erzurum'da büyük
bir kaynaşma olduğu göze çarpıyordu. Ansızın kent tabyasında bir ateş parladı,
duman yükseldi ve Top Dağı'na doğru gülleler uçmaya başladı. Bunlardan
birkaç tanesi de Kont Paskeviç'in başının üstünden geçti. Kont bana
dönerek 'görüyor musunuz Türkleri, onlara asla güven olmaz" (dedi.
M.G)
Aynı anda, dünden beri kentte görüşmeler yapan Prens
Bakoviç, dörtnala Top Dağı'na geldi. Serasker'in ve halkın kenti teslim etmeye
çoktan razı olduklarını; fakat Topçu Paşa komutasında birkaç dik kafalı
Arnavut'un bataryaları ele geçirerek ayaklandıklarını bildirdi. Generaller
atlarını sürüp Konta yaklaştı. Türk bataryalarını susturmak için izin
istediler. Kendi toplarının ateşi altında kalan Erzurum ileri gelenleri de aynı
şeyi rica ettiler. Kont bir süre bekledi, sonunda 'artık fazla oldular' diyerek
gereken buyruğu verdi." (10)
Rus ordusuyla birlikte kente giren Puşkin'in anlatımı
tarihçiler için bulunmaz birinci elden kaynak gibi duruyor.
"Görülecek manzaraydı doğrusu. Türkler evlerinin düz
damlarına çıkmış, asık suratlarla bizi seyrediyorlardı. Ermeniler, gürültülü
bir kalabalık halinde sokaklarda birikmişlerdi. Çocukları, istavroz çıkararak
ve hiç durmadan 'Hristiyan, Hristiyan' diye bağırarak atlarımızın önünde
koşuyorlardı. Kaleye geldik, topçularımız içeri girdi." (11)
Serasker'in yanı sıra Osmanlı paşaları da tutsak alınmıştı
Rus Ordusu tarafından.
"Paşalardan biri (korkunç derecede konuşkan, kuru bir
ihtiyardı bu), bizim generallere hararetle bir şeyler anlatıyordu. Beni fraklı
görünce kim olduğumu sordu. Puşçin, bana şair unvanını verdi. Paşa, elini
göğsüne koyup bir temenna çaktı. Çevirmen yardımıyla şunları söyledi:
'Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair,
dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır, ne de dünya nimetlerinde gözü. Biz
zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o yeryüzünün hükümdarlarıyla
aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.'
Paşanın tam bir Doğulu olarak söylediği bu sözler hepimizin
hoşuna gitti. Ben Seraskeri görmek için dışarı çıktım. Serasker'in kaldığı
çadırın girişinde, gösterişli bir Arnavut kaftanı giyinmiş, on dört yaşlarında,
kara gözlü bir oğlan çocuğu olan gözdesi duruyordu. Derin bir ümitsizlik
içinde bir köşede oturuyordu. Çevresinde bizim subaylar
kümelenmişti." (12)
İkinci kez bir gözdeden söz ediyor Puşkin. Her ikisi de
Müslüman üstelik. Birincisi Rus Ordusu'ndaki bir Tatar subay, ikincisi
Osmanlı'nın Seraskeri. Serasker nedir diyeceksiniz. Osmanlı
İmparatorluğu’nda, sadrazamlık görevi bulunmaksızın ordunun komutanlığını yapan
vezirlere verilen sandır diye karşılık vereceğim.
Osmanlı'da oğlancılık vardı. Osmanlı topraklarına gelen
birçok Avrupalı gezgin bu konudan söz etmiştir seyahatnamelerinde. Wikipedia'da
şu bilgiler de var: "Osmanlı'da oğlancılığın Orhan Gazi döneminde
başladığı sanılmaktadır. Osmanlılara esir düşen Bizans
İmparatorluğu'nun Selanik Başpiskoposu Gregory Palamas Osmanlı'da eşcinsel
ilişkinin çok yaygın olduğunu, özellikle Hıristiyan esirlere yönelik
tacizlerin çok olduğunu söylemiştir." (12)
Puşkin'den
son bir alıntı daha yapalım.
Tutsak düşerek Tiflis'e gönderilen Osman Paşa'nın ricası
üzerine hareminin güvenliğinden emin olmak için bir ziyarette bulunmak üzere
evine gidecek olan Rus heyetine Puşkin de katılır. Önce hareme alınmak
istenmeyen heyet sonra zorunlu olarak haremin kapısında yalnızca bir kadınla
görüştürülür.
"Örtünün altından cıvıl cıvıl bir kadın sesi yükseldi.
Kocasız kalmış zavallı kadınlara gösterdiği ilgiden ötürü Konta teşekkür
ediyor; Rusların davranışlarını övüyordu." (13)
Kadın büyük olasılıkla paşanın gözde kadınıydı veya
konuşmaktan çekinmeyen kadınlarından biriydi. Puşkin de öyle düşünüyordu: "konuşanlar
haremin gözdesi, yüreklerin hazinesi, aşkın gülü olmalıydı. Ya da ben öyle
düşündüm." (13)
Puşkin'in anlatımlarında insanların gündelik yaşamları,
hiçbir ekleme, çıkarma yapılmadan aktarılır. Günlük yaşamın yalınlığı ve
güzelliği onun yapıtına olağanüstü bir değer katar. Zaten muazzam bir
karmaşıklık içinde olan yaşama sözcüklerimizle müdahale etmeye, onu süslemeye
veya çirkinleştirmeye gerek var mı? Onu olduğu gibi aktarırsanız çok
güzel bir şey yapmış olursunuz. Puşkin işte bunu başarmış bir yazardır.
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Aleksandr_Pu%C5%9Fkin
* Kalmuklar Moğol asıllı Oyratlar'ın Kafkasya'ya da göçmüş
olan bir koludur.
** Kirke: Eski Yunan mitolojisinde bir kadın büyücü.
2-Erzurum Yolculuğu, s.10-11, İş Bankası Kültür
Yayınları. Yapıt Ataol Behramoğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
3-aynı yapıt, s.19.
4-aynı yapıt, s.32.
5-aynı yapıt, s.41
6-aynı yapıt, s.42.
7-aynı yapıt, s.43.
8-aynı yapıt, s.56.
9-aynı yapıt, s.60.
10-aynı yapıt, s.66.
11 aynı yapıt, s.68.
12- https://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl%C4%B1_%C4%B0mparatorlu%C4%9Fu%27nda_e%C5%9Fcinsellik
13-Erzurum Yolculuğu, s.79.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder