Kaynak:
İnternet alemi
Dünyaca ünlü Amerikalı caz sanatçısı Louis Armstrong,
hastanede son günlerini yaşarken açık pencereden sokakta birinin ağız mızıkası
ile çaldığı bir ezgiyi duyduğunda hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sonra da
etrafındakilere çocukluğunu anlattı;
"Annem beni 16 yaşında doğurmuş. Babam da onu terk edince büyük anneme vermiş. 5 yaşına geldiğimde büyük annem, anneme "Artık senin peydahladığın çocuklara bakamam!" diyerek beni annemin yanına geri göndermişti.
Yiyecek ekmeğimiz bile yoktu bu yüzden annem beni çalışıp bir kaç metelik getirmem için Rus göçmenleri Karnoffsky ailesinin yanına verdi.
Sabah 5 de onlara giderdim. Ailenin büyük oğlu Alex Karnoffsky ile atları arabaya koşar şehrin sokaklarında paçavra, boş şişe, metal parçaları, kağıt ve kemik toplardık. Öğlen topladıklarımızı satıp eve geldikten sonra bu sefer ailenin ikinci oğlu Morris ile aynı arabaya kok kömürü yükler şehrin "Red district"ine (Batakhane bölgesi) gider genelevlere kova ile kömür satardık. Morris bana küçük bir düdük almıştı. Sokağa girdiğimizde geldiğimizi haber vermek için düdükle melodiler çalardım. Morris'in "Sporcu kadınlar" adını verdiği kadınlar yarı çıplak evlerden çıkar kovalara doldurduğumuz kömürleri satın alırlardı. O sefalet ve yoksullukta bile herkes güler, herkes şakalaşırdı.
Sabah 5'te kalkıp çalışmaya başladığım için
Karnoffsky'ler benim öğleden sonra da çalışmamı istemezlerdi ama ben
onlarla olmaktan çok mutluydum. Aile düzenim yoktu ve bir aile - üstelik de
beyaz bir aile edinmiştim.
O yıllarda Karnoffsky'leri zengin bir aile
zannediyordum oysa bugün geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki onlar da çok
yoksuldular.
Beni kendi çocuklarından hiç ayırmadılar. Öğlenleri
birlikte gefildefish* yerdik. Bir zenci çocuğun beyaz bir aile ile birlikte
masaya oturması olacak şey değildi. 7 yaşında idim ama Kanoffsky'lerin de diğer
beyazlar tarafından hor görüldüklerini anlardım. Onlar bu duruma içerler
görünmez kendi yaşamlarına bakarlardı. Onlardan, çok çalışmayı ve ne olursa
olsun yaşama sarılmayı öğrendim.
İşler bitip eve dönüldüğünde anne Karnoffsky bebeği
uyutacağı zaman beni yanına çağırırdı. Birlikte hep aynı Rusça ninniyi
söylerdik. Ben de düdüğümle ona eşlik ederdim. Bebeği uyuturduk sonra da
annemin yanına yatmaya giderdim.
İşte duyduğumuz ezgi o ninninin ezgisi. Yıllardır
duymamıştım onu...**
Bir kaç yıl sonra Alex Karnoffsky, bana azıcık
gelecek ay maaşlarımdan kesilmek üzere borç, azıcık da hediye 5 dolar verdi.
Bir eskicide kararmış eski bir kornet bulduk ve satın aldık. Evde Karnoffsky
kardeşler benim heyecanıma bakıp gülüşerek dikkatle korneti parlattılar ve
böylece düdükten sonra benim ilk gerçek bir enstrümanım oldu.”
——————-
Büyük insanları, küçük anlar / küçük anılar / "küçük
sanılan büyük" insanlar yetiştirir.
Armstrong 1931 yılında 30 yaşında bile bütün Amerika'nın
hatta dünyanın tanıdığı çok büyük bir müzisyendi. Çok çarpıcı bir öyküsü daha
var;
Louis Armstrong, güney eyaletlerinde ırkçılık yüzünden hiç
konser vermek istemiyordu ama bir gün ısrarlar üzerine çok tutucu Tennessee
eyaletinin başkenti Memphis şehrine konser için gitti. Heyecanlı izleyicileri
kadar o yıllarda büyük çoğunluğu ırkçı Ku Klux Klan üyesi olan Memphis polis
departmanı da Louis Armstrong'u öfkeyle bekliyordu. Şehre gelir gelmez bindiği
arabada tutukladılar ve hapse attılar. Çünkü o dönemdeki Tennessee eyaleti
yasalarına göre suç işlemişti. Bindiği arabada menajerinin beyaz ırktan karısı
da vardı ve bir siyahinin beyaz bir kadınla aynı arabaya binmesi yasaktı.
Ertesi gün konseri organize eden şirket Louis Armstrong'u hapisten çıkarabilmek
için konser biletlerinin nerede ise yarısını Memphis polis teşkilatına hediye
etmek zorunda kaldı.
O gece salonun arkaları ürkmüş sinmiş siyahi seyirciler
ile, önleri de kibirli sırıtışları ve şık / görkemli üniformaları ile beyaz
polislerle doluydu.
Louis Armstrong sahneye çıktı, o ünlü candan gülümseyişi ve
bembeyaz dişleri ile seyircileri gülerek süzdü, mikrofona yaklaştı ve şunları
söyledi;
-Sevinerek görüyorum ki beni Memphis polis teşkilatı da
izlemeye gelmiş. Ben de ilk şarkımı onlara ithaf ediyorum, dedi ve şarkısını
söylemeye başladı.
Şarkının ilk sözleri ile birlikte salon çoşku ile ayağa
fırladı. Polisler de şarkının kendilerine ithaf edilmesi ve salonda beliren
heyecan yüzünden ayağa kalktılar. Siyahiler şarkının kendi bildikleri ismi ve
güftesi yüzünden coşmuşlardı. Louis Armstrong şarkıyı o denli güneyli
siyahi ağzı ile söyledi ki polisler tek kelime bile anlamadılar. Şarkının
anlamını muhtemelen konser sonrası öğrenmişlerdir.
Olay bir anda bütün Amerika'da duyuldu ve şarkı siyahilerin
marşı gibi oluverdi. Siyahiler her fırsatta hep birlikte şarkıyı söylemeye
başladılar. Aşağıda Armstrong'un Memphis konserinden bir yıl sonra 7
yaşındaki Sammy Davis Jr'den dinliyorsunuz.***
Şarkının ismi “I’ll be glad when you’re dead, you rascal
you.”( Geberdiğiniz zaman mutlu olacağım, sizi gidi reziller ) ** idi.
Aaaaahh ahhh!
Zayıf, ezik, düşkün, güçsüz, çaresiz sanılan insanların
kibirlilere karşı zekice, zarif, düzeyli, hınzır, yerinde, mizah dolu ve tokat
gibi rövanş almaları ne keyiflidir...
Tıpkı yergi karikatürü gibi. Muhatabı anlamasa hoş, anlayıp da bir şey
yapamasa, daha da hoş...
Bu arada - büyük acılar, esaretler, hor görülmeler büyük
öyküler yaratır...
--------------
(Vaera)
Not1* Kuzey Avrupa'da yenilen şeker ve balık eti ile
yapılan sulu bir köfte yemeği. (Sevenlere afiyet olsun :))
Not2** Louis Armstrong öldükten bir kaç yıl sonra, birlikte
sahneleri yıllarca paylaştıkları Ella Fitzgerald bu ninniyi caz plağı haline
getirdi. (Bknz; Russian Lullaby - Ella Fitzgerald)
Not3*** https://www.youtube.com/watch?v=Im-H6ORoNm8
Not4**** Öyküde geçen olaylar doğrudur ama tabii ki pek az
detayı azıcık süsledim. Louis Armstrong bulunduğu yerden bana bir " Kiss
of fire" göndermiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder