Aytekin Yılmaz
Kaynak: http://www.edebiyathaber.net/
…Bundan birkaç yıl öncesine kadar söz ne zaman Rus
klasiklerinden açılsa, ateşli bir taraftar gibi favorimin Tolstoy olduğunu
söylemişimdir. Bir roman okurunun hayatında yazarlar ve kitaplar olur.
Bunların apayrı anlamları vardır her insan için. Benim için de Tolstoy
böyle bir yazardır. Bazen soruyorum kendime, Tolstoy’da beni etkileyen nedir
diye? Elbette severek okuduğum daha başka yazarlar da var. Ama Tolstoy her daim
ayrı bir yerde duruyor. Kitaplığımızda bile bunu fark ettim. Arada bir bazı
eserlerini yeniden okuyorum. Her okumada yeni şeyler keşfettiğim oluyor. Maksim Gorki, Tolstoy için “Yüz gözlü yazar” demişti. Eğer bu romanlar
yüz gözü olan bir yazar tarafından yazılmışsa neden yüz defa okunmasın. Dünya
dillerine en çok çevrilen Shakespeare’den sonra ikinci yazar Tolstoy’muş.
Tolstoy’un dünya klasikleri içindeki yeri de tartışılabilir
ama ben Rus klasikleri üzerinden bir şeyler yazmak istiyorum. Her şeyden
önce Tolstoy’un hayatın içinde bir karşılığı olduğunu düşünüyorum. Her daim
insana dokunan ve dokunacak bir yazardır. Bunu başka yazarların Tolstoy
hakkında yazdıklarından değil, günlük yaşamda Tolstoy okuyucularından anlamak
mümkündür. Tolstoy’u hapishanede okudum. İlk okuduğum romanı da Diriliş’tir.
İtiraf etmem gerekirse çok etkilendim. (O gün bugündür başucu kitaplarımdan
biridir.) Mahpus olduğum yıllarda koğuş arkadaşlarıma da öneriyordum. Onlar da
okur elden ele dolaştırılırdı. Bir ara Bursa Hapishanesi’nde koğuş olarak
birden ‘Tolstoycu’ olduk. Ben dâhil, “Diriliş” romanının etkisinde kalanlar
oldu. Bir büyü vardı sanki bu romanda, okuyan etkileniyor, bir başkasına
öneriyordu. Zaman içerisinde romanı okuyanlardan, “Diriliş’i okuduktan sonra
bana bir şeyler oldu” diyenler oldu. Benzer duyguyu ben de yaşadım. Peki,
Diriliş romanında bizleri etkileyen ne vardı? Kendi duygularımı aktaracak
olursam bu romanda beni en çok etkileyen şey bir insanın geçmişiyle yüzleşme
cesaretini gösterebilmiş olmasıydı. Geçmişte yapmış olduğu bir hatanın telafi
edilmesi için her şeyinden feragat edebilme becerisini göstermesi hayatta çok
rastladığımız bir şey değildir. Romanın bu özür ve telafi mücadelesi üzerine
kurulması beni etkileyen en önemli şeydi. Romanı okuyan başkaları başka
sonuçlar çıkarmış olabilir ama beni etkileyen ve bu romanda önemli bulduğum şey
bir yüzleşme felsefesi üzerine kurulmuş olmasıdır.
Rus
edebiyatının peygamberi kim?
Araştırabildiğim kadarıyla Rus klasikleri içerisinde sadece
üç yazara peygamber denilmiştir. Bunlar Puşkin, Dostoyevski ve Tolstoy’dur. Puşkin’e peygamber diyen ilk
yazar Dostoyevski’dir. 1880’de Moskova’daki Puşkin Anıtının açılış konuşmasını
yapan Dostoyevski, “…Puşkin bize gelecekten haber getiren bir peygamberdir”
der. Edebiyat tarihinde önemli bir yer tutan bu Puşkin konuşması Dostoyevski
için yazarlık kariyerinin doruğa ulaştığı bir gösteri olduğunu yazar edebiyat
eleştirmenleri var. Dostoyevski bu konuşmasında en çok Puşkin’in Yevgeni Onegin
adlı şiir romanındaki kadın kahraman Tatyana üzerinde durur. O gün orada anıtın
önünü dolduran katılımcıların büyük çoğunluğu kadınlardır. İnsan bunu öğrenince
Dostoyevski konuşmasını Tatyana üzerinden sürdürmüş olması kadınlara dağıtılan
bir mavi boncuk olabilir miydi? diye düşünmeden edemiyor. Edebiyat tarihçileri
bu konuda çok şey söylemiyor ama bu konuşma mercek altına alındığında bazı soru
işaretleri yok değil. Çünkü kalabalığın büyük çoğunluğu kadınlardır. Ve Dostoyevski Puşkin’in şiir romanındaki, kocasına
sadakatiyle tanınan Tatyana’yı anlatır ve konuşmasının bir yerinde, “Tanık mı
istiyorsunuz? İşte Tatyana: Korkunç yalandan kendini koruyan olgun Rus kadını”
Tatyana’nın kocasına nasıl sadık bir Rus kadını olduğunu anlata anlata
bitiremez. Tatyana örneğinden iz sürüp, Rus kadınlarının kocalarına sadık
olduklarını uzun uzadıya anlatınca, onu orada dinleyen kadınlar heyecanla
alkışlamaya başlarlar. Yine edebiyat tarihçilerinin anlatımlarına bakılırsa
Dostoyevski o gün hayatının en ateşli konuşmasını yapmıştır. Bunun karşılığı
olarak da Dostoyevski kürsüden, “Sen bizim peygamberimizsin!” diyen kadınların
yoğun alkışları eşliğinde inmiştir. Dostoyevski, o gün orada kadınları
etkilemek istemiş ve bunu fazlasıyla başarmıştır. Ve bunu Puşkin’in kadın
karakteri Tatyana üzerinden yapmıştır. Görüldüğü gibi konuşmasında Puşkin’e
peygamber diyen Dostoyevski kürsüden peygamber olarak iniyor.
Şimdi biraz da eleştiri zamanı. Puşkin konuşmasının
tamamı okunduğunda eleştirilecek iki nokta önemli bence. Birincisi Puşkin
konuşması milliyetçi bir konuşmadır, o günün Rusya’sı için “Belki de bu
zavallı, perişan ülke bir gün gelecek bütün dünyaya yeni bir ülkü aşılayacak”
dedikten sonra, Avrupa’nın gelecekte çökeceğini ileri sürüyordu.
Daha önemlisi edebiyat tarihçilerinin övüp bitiremediği
Dostoyevski’nin “Puşkin konuşması”na damgasını vuran şey, erkek egemen bir dil
ve serzeniştir. Çünkü sadakat gibi sorunlu bir konuda, sadakat eden ve etmesi
istenen kişi bir kadındır. Tersinden düşünecek olursak kadına sadakat eden
neden bir erkek karakter seçilmemiştir? Daha da önemlisi Tatyana’dan yola
çıkılarak bütün Rus kadınlarının kocasına sadakatli kadınlar olduğu yargısına
ulaşılmıştır. Madem edebiyat konuşuyoruz, Tolstoy konuşuyoruz o halde bir de
Tolstoy romanlarındaki Rus kadın karakterlere bakalım. Mesela Anna Karenina
Romanındaki Anna’ ya bakalım nasıl biri? Anna sekiz yıllık kocasından henüz
boşanmadığı halde Voronski ile aşk yaşar. Demek ki Puşkin’in Tatyanası kocasına
sadık bir kadın olabilir ama bundan yola çıkılarak bütün Rus kadınları eşlerine
sadıktır genellemesi yapılamaz ve bu sadakat kadından beklenmemelidir.
Tolstoy
mu, Dostoyevski mi?
Dinler tarihi peygamberlerin birer mucize yaratmasını
zorunlu kılıyor. Her peygamberin yaratıcı bir özelliğinden bahsedilir. Bu
mucize yaratma şartını 19.yüzyıl Rus edebiyatına tuttuğumuzda hangi eserin
mucize sayılabileceği tartışılabilir. Dinler tarihinde neyin mucize olacağını
ve kimin peygamber olacağını tanrı belirliyor. Ayrıca sadece mucize yaratmak da
yeterli değildir. Yaratılan mucizeye inanmış insanların olması gerekmektedir.
Bu iki şey yan yana getirildiğinde ve biraz zorlandığında Rus edebiyatı tarihi
Tolstoy’u gösteriyor. Çünkü Rusya’da ve Uzak Doğu’da sadece Tolstoy’a inanıldı
ve tapıldı. Eğer daha da zorlarsak bu konuyu peygamberlik tanımına en yakın ve
somut isim Tolstoy’dur. Bilindiği üzere ölümünden sonra bazı Uzak Doğu
ülkelerinde ve Rusya’da Tolstoyculuk diye bir akım başladı. Hatta sağlığında
bile insanlar tarafından bir peygamber gibi ziyaret edildi. 1902 de resmen
kiliseden aforoz edilmesine rağmen kendisine inananlar her geçen gün
çoğalıyordu. 1910’lu yıllarda Lenin tarafından “Rus devriminin aynası”
denilip, övgüler dizilmesine rağmen sonraki yıllarda Tolstoyculuk gerici bir
akım olduğu gerekçesiyle yasaklandı. Lenin’in çok önemsediği, “Rus işçi sınıfı
kapitalizm eleştirisini Tolstoy’un eserlerinden öğrenecektir.” demesine rağmen
aynı ilgi SBKP döneminde gösterilmedi.
Tolstoy’un asıl mucizesi eserleridir. Diriliş
romanında katilden melek yaratabilmiş olması edebiyat tarihinin en büyük
mucizesidir. İşte bu yüzden de tüm dünyada çok okunan bir yazardır Tolstoy.
Birçok edebiyat eleştirmeni ne zaman Tolstoy’dan söz açılsa “Savaş ve Barış”
romanını öne çıkarmaktadırlar. Hatta bu roman için Rusların en büyük kitabı
diyenler var. Böyle de olabilir. Ama ben yine de Tolstoy’un mucizesinin Diriliş
romanı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü Tolstoy yaşam felsefesini Diriliş’le dile
getirmeye çalıştı. Bir derece de Anna Karenina da yaptı bunu.
Tolstoy üzerine konuşurken Rus klasiklerinin usta
yazarlarını önemsizleştirme gibi bir gayemin olmadığını belirtmeme gerek yok
sanırım. Rus klasikleri büyük bir edebiyat denizi ise, Puşkin, Gogol, Dostoyevski, Çernişevski, Turgenyev bu denizi oluşturan damlalardan bazılarıdır.
Her yazarın bu edebiyat denizine kattığı ayrı bir özgünlük vardır.
Ne
Tolstoy ne de Dostoyevski: Tolstoyevski
Rus edebiyatının bu iki dev yazarını birbiriyle
karşılaştırmak gereklidir ama birini birinden daha büyük göstermenin doğru
olmayacağını düşünenlerdenim. Geçmiş yıllarda Tolstoy hayranlığından
kaynaklı olarak Tolstoy’u öne çıkarıp Dostoyevski’yi ötelemek gibi bir yanılgım
oldu. Esasında sadece Tolstoy ve Dostoyevski için değil, bir yazarı bir başka
yazarla karşılaştırırken sadece eserlerinin özgünlüklerini dile getirmek doğru
olanıdır. Yoksa ki hiçbir yazarın bir diğerinin yerinde olması gerekmiyor.
Buradan hareketle iki yazarın özgünlüklerini sıralayacak olursak,
Tolstoy, Rus edebiyatında epik geleneğin en önemli mirasçılarından
biridir, Dostoyevski ise, Shakespeare’den sonra gelmiş en önemli dramatik
yazarlarından biridir; Tolstoy’un zihni mantık ve gerçeklerle ilgilidir,
Dostoyevski akılcılığı aşağılar, büyük bir çelişki aşığıdır; Tolstoy, toprağın,
kırsalın ve pastoral tarzın yazarıdır; Dostoyevski tipik kentli, dilde modern
metropolü yaratan kişidir; Tolstoy, gerçeğin peşinde koşarken çok aşırıya
kaçarak hem kendini hem çevresindekileri yok etmiştir, Dostoyevski, Mesih’e
karşı olmaktansa gerçeğe karşı olmayı yeğleyen, bütüncül anlayışlardan kuşku
duyan ve gizemi seven biridir; Tolstoy “Sürekli olarak ahlak yolunda kalan”,
Dostoyevski ise doğal olmayan labirentlere dalan, ruhun dehlizlerinde ve
bataklıklarında gezinen biridir; Tolstoy, somut dünyayı adımlayan, somut
yaşantıların dokunulabilir niteliğini ve duyularla algılanabilir gerçekliğini
aktarabilen bir dev, Dostoyevski ise sanrıların, hayaletlerin sınırında
gezinen, sonunda yalnızca bir düş olduğu anlaşılabilecek şeytani ayartmalara
her zaman açık biridir; Tolstoy, bir sağlık ve Olympos canlılığı timsalidir,
Dostoyevski ise hastalığın ve cinler tarafından ele geçirilmenin yüklediği
enerjilerin toplamıdır. Tolstoy, insanlığın varacağı yeri tarihsel olarak ve
zaman akışı içinde görmüştür, Dostoyevski ise kendi çağında ve dramatik anın
canlı durgunluğunda; Tolstoy mezarına Rusya’da ilk kez yapılan laik bir cenaze
töreniyle konmuştur, Dostoyevski ise Petersburg mezarlığında Ortadoks
kilisesinin ağırbaşlı bir cenaze töreniyle toprağa verilmiştir;
Dostoyevski Tanrı’ya inan bir insandır, Tolstoy ise ona gizlice meydan
okuyanlardan biridir.
Dostoyevski romanlarında insanın içini açarak en çukur
yanlarına kadar bütün çıplaklığıyla vermeye çalıştı. Belki Dostoyevski ve
Tolstoy arasındaki fark tam da burada anlaşılabilir. Dostoyevski tüm
romanlarında insanın ruhundaki yaraları göstermekle yetindi. Tolstoy ise
yaraların sarılması için dilinin döndüğünce melhem olmaya çalıştı. Peki, bu
yaralar sarılabildi mi? Tolstoy “İnsan Ne İle Yaşar?” Sorusu ile bu sihirli
boşluğu doldurmak istedi.
Bulduğu çözümü Diriliş romanında Nehludov’a söyletti,
ona göre, “İnsan hayatının temel yasası insanlar arasındaki karşılıklı
sevgidir.” Bunu besleyecek, yaşatacak şeyin ise şiddetsizlik olduğunu
söyledi.
Kaynaklar
1- Diriliş- Lev Tolstoy – Çev. Ergin Altay – 1.Baskı 2004
İletişim yay.
2- Puşkin Konuşması – Dostoyevski –Çev. Tektaş Ağaoğlu – 1.
Baskı 2009 İletişim Yay.
3- Sanat ve Edebiyat – Lenin – Çev. Emre Kapkın – Payel
Yay.
4- Tolstoy mu, Dostoyevski mi? George Steıner-İş Bankası
yay. 2015
5- İnsan Ne İle Yaşar? Lev Tolstoy – Çev. İhsan Özdemir –
2009 – Lacivert yay.
Aytekin Yılmaz – edebiyathaber.net (7 Ağustos 2017)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder