Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.ru/
Golden Ring Oteli’nin önünde yeşil ışığı beklerken, bu
denli trafiğe rağmen sakin kalmayı başaran ve hiç korna çalmayan sürücüleri
düşünüyorum bir an. Sonra da Meydan’a kim bilir kaçıncı kez yürüyor olduğumu.
Her seferinde çekiyor Kızıl Meydan. Ustaca tasarlanmış, ana
unsurları hünerle birleştirilmiş ve bir hikayesi olan hemen her yapıtın
bir ruhu var galiba. Eksik olan eğreti duruyor çünkü.
Meydanlar ve nehirler ne çok şey katıyor şehirlere.
Şehirlere ne çok yakışıyor meydanlar. Arka planda, tarihin güçlü bir fon müziği
gibi yer aldığı, hikâyesi, gizemi olan, yanı başından nehir geçen bir meydandan
söz ediyorsak bu tam anlamıyla böyle.
Alelade bir pazar yeriyken önünde bir sarayın boy verdiği,
taç giyme törenlerine sahne olan, idam sehpaları kurulan, görkemli törenlerin,
zafer geçitlerinin mekânı, göz kamaştırıcı bir katedralin bütün Rusya’nın
sembolü haline geldiği bir meydandan söz ediyorsak, bu gerçekten de böyle.
İçli bir keman ezgisi eşliğinde ilerliyorum alt geçitte.
Dışişlerinin önünde, otobüslerden arı gibi boşalan, dakikada kaç fotoğraf
çektiklerini sayamayacağım uzak doğulu turistlerin arasından dikkatle
yürüyorum.
Eski Arbat’ın girişindeyim. Oradan yürüyeceğim Meydan’a.
Yürümek iyi geliyor. Sokaklarda, meydanlarda olmak da.
Sokak iyidir. Meydan iyidir. Dosttur. Anlar. Kol kanat
gerip, bağrına basar herkesi. Yersizi, yurtsuzu, uykusuzu, avareyi, gezgini,
işine gideni, eğlence arayanı, kimi neye göre, nereye, hangi başlığa
koyuyorlarsa işte. Ki yoktur bir önemi bunların. Ayırım yapmaz, kabul eder
meydan. Anıların, arzuların, hayallerin, hayal kırıklıklarının sınırlarında,
içimizde yankılanan belli belirsiz müziğin eşliğinde ağırlar bizi.
Kızıl Meydan adının nereden geldiğini öğrendiğinizde tatlı
bir heyecan duyuyorsunuz. Çünkü tamda olması gereken bir nedenden doğuyor. Bu
adı gerçekten hak ettiğini anlıyorsunuz o zaman. Ne komünizmle ilgili, ne
Kremlinin tuğlarıyla ne de yangınların yakıcı kızıllığıyla. Rusça’da kırmızı ve
güzel kelimelerinin benzer olmasından kaynaklanıyor bu. Yani güzel meydan
manasına geliyor Kızıl Meydan. (Кrasnaya ploşad)
Bu yüzden, fırsat olunca giderim oraya. Gündüz de giderim,
gece de, yağmur yağarken de kar yağarken de. Ama en çok gece, kar yağarken
severim. Işıklar içinde kendi girdaplarına sürüklenen kar tanelerinin izini
sürerim o zaman.
Saint Basil Katedrali’nin kubbelerine, Kremlinin
duvarlarına, GUM’un pencerelerine, Lenin’in Mozolesine, Tarih Müzesinin
çatısına ve Meydan’ın o kara, güçlü parke taşlarına dokunan kar tanelerini
izlerim. Bütün bu mekânlardan oluşur Kızıl Meydan işte. Ama yine de bunların
toplamından daha büyüktür. Bütündür ve ruh da bütünlüktedir zaten. Eksik olan
ruhsuzdur. Kızıl Meydan’ın ruhu vardır bu yüzden.
Gökyüzüne bakarım oradayken, gizemli bulutlara. Bulutların
içinde ya da gökyüzünde bir yerlerde çok şey, çok ses gizlidir belki de. Bir
zamanlar, pazar yeriyken, tezgâhları başındakilerin bağırışlarını, Çarların taç
giyme törenlerine katılan tebaanın heyecanlı kıpırdanışını, idam sehpalarında
can verenlerin iniltisini, onları izleyen kalabalığın uğultusunu, at arabalarının
tekerlerinin, zafer geçitlerindeki tank paletlerinin seslerini duyabilirsiniz
belki. Gökyüzündedir bütün bunlar, bir yerlerde saklanmışlardır belki.
Rusların fazla elektrik tükettiği söyleniyor. Işıklı
caddeleri, özenle aydınlatılmış binaları düşününce bir sorun görünmüyor bunda.
Aydınlatacak güzel şeyleriniz olduktan sonra.
Ve o ışıl ışıl, aydınlık Kızıl Meydan’da kar yağarken gece,
Nazım’ı da düşünürüm. “Yağdı bütün gece yağdı kar, yıldızlarla aydınlanarak,
bir şehir, bir sokak bir ev var, ahşap bir ev, uzak mı uzak”, diye başlayan
“Yılbaşı” adlı şiiri gelir aklıma. Kim bilir kaç kez geldi buralara. Kaç kez
gelip kendi şehirlerini düşündü, kim bilir.
Eski Arbat’ın ortalarındayım artık. Yüzlerce yağlı boya
tabloyu, tezgâhlara yayılmış eski, yeni ama ucuz kitapları, sağlı sollu
hediyelik eşya mağazalarını, raflarındaki matruşkaları, sanatını icra eden
müzisyenleri, coşku ile şiir okuyan gençleri ve bütün bunlara kıymet veren
sakin kalabalığı görebilirsiniz yürürken.
Eski Arbat caddesinin sonuna geldiğinizde sola doğru tam
dönüş yaparsanız, bu defa Yeni Arbat karşılar sizi. Canlı yayın yapan Arbat
radyosu cadde boyunca eşlik eder. Ama bu defa Eski Arbat’dan sola doğru
dönmeyip alt geçitten geçip Vozdvizhenka caddesi boyunca yürüyeceğiz.
Bir süre sonra Lenin Kütüphanesi çıkacaktır karşınıza.
Kütüphaneye ve önündeki büyük ve güzel Lenin heykeline vardığınızda artık çok
yaklaşmışsınızdır Kızıl Meydan’a. Manezhnaya caddesine çıkıp Manezh binasını
sağınıza alıp yürürseniz Meydan’ın giriş kapısına varırsınız çok
geçmeden.
Meydan oradadır işte! Gözünüzün önünde. Bütün ihtişamıyla
ve gizemiyle sizi beklemektedir artık.
Kuzeyde tarih müzesi durur, güney tarafında Saint Basil ve
Kremlin yer alır. Doğu tarafında Devlet Satış Mağazaları (GUM) alış veriş
merkezi ve Kazan Katedrali bulunur. Bütün bu mekânların tarihinden de kısaca
söz etmenin vakti geldi sanırım.
Orijinal Kremlin 1156 yılında Moskova nehrinin kuzeyine
inşa edilmiş ahşap bir yapıymış. 1400’lü yıllarda prens III. Ivan tarafından
suçluların ve hırsızların uğrak mekânı olan ve fakir halkın yaşadığı bölgenin
boşaltılması istenmiş. Büyük Ivan ise bir İtalyan mimar getirterek Kremlinin
taş duvarlı olarak yeniden inşasını sağlamış.
Saint Basil, 1555 - 1561 yılları
arasında Kazan ve Astrahan hanlıklarına karşı
kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla Korkunç İvan tarafından
yaptırılmış. Sekiz kubbenin, sekiz ayrı zaferi simgelediği söylenir. Geleneksel
renkler olan beyaz, kırmızı ve altın rengine, daha sonra mavi ve yeşil renkler
de eklenmiş.
1893 de tamamlanan bugünkü GUM binası ise Avrupa’da en
önemli alış veriş merkezlerden biriymiş. 1928 yılında Stalin tarafından
kapatılmış ve birinci beş yıllık kalkınma planının hazırlık çalışmalarında
görev alan yöneticilere tahsis edilmiş. 1953 de yeninden açılmış ve Sovyetler
döneminde önünde kuyruklar oluşan önemli mekânlardan biri haline gelmiş.
1924’den itibaren Lenin’in mezarı da meydanın bir parçası
haline gelmiş.
Meydan ilk zamanlarda bir pazaryeri işlevi görmüş, tören ve
gösteri yeri olarak da kullanılmış. Rus Çarlarının taç giyme törenlerine ev
sahipliği yapmış. Bugüne kadar aşağı yukarı bütün Rus hükümetleri tarafından
resmi tören yeri olarak kullanılmış.
Sovyetler zamanında önemini korumuş hatta daha da artırmış.
Resmi törenlerin ve askeri geçitlerin merkezi olmuş. Sovyetlerin gücünün ve
ihtişamının sergilendiği en önemli mekân olmuş. En görkemli askeri törenin
Nazilerin yenilmesi sonrası 1945 yılında yapılan tören olduğu söylenebilir.
En ilginç olaylardan biri de 28 Mayıs 1987’de bir Alman
öğrencinin Cessna 172 model bir uçakla meydana inmesi olmuş.
Oradayken bütün bunları düşünebilirsiniz işte. Emeği
geçenleri, iz bırakanları: Mimarları, işçileri, Çarları, Korkunç İvanı,
Lenin’i. Ve kim bilir kaç kez gelip geçmiş olan büyük yazarları. Tolstoy’u,
Dostoyevski’yi, Çehov’u, Gogol’u, Bulgakov’u ve daha nicelerini. Ve Nazım’ı
elbette.
Bugün bir kış günü değil. Gece de değil. Rüzgârlı bir
sonbahar günü. Sararmış yapraklar sürükleniyor Meydan’da. GUM’a gireceğim
şimdi. Bir kahve içip dinleneceğim biraz. Belki siz de oralardasınızdır kim
bilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder