Selim
İleri
Öteki, İkiz; Türkçe’ye değişik adlarla çevrildi:
Dostoyevski’nin değeri, anlamı, önemi çok sonraları anlaşılmış eserinden söz
açmak istiyorum.
Öteki iç dünyamızı algılayabilmeme olanak sağlamıştı. Bu
özlü romanı okuyuncaya kadar iç dünyamızın ikiye bölünmüşlüğünden habersizdim
diyebilirim. Bendeki ‘öteki’, aslında ‘ikiz’imiz olan öteki Dostoyevski’yle
çözümlendi.
Beyaz Geceler’i, Ezilenler’i, İnsancıklar’ı okumuştum. İşin
aslı aranırsa, Cinler’e kadar Dostoyevski’nin uçsuz bucaksız merhametli yanıyla
ilgilendim. Ama önce Cinler, sonra Budala, karmaşık ruh dünyaları, siyasetten
edindikleri yansımalar açısından beni çok ilgilendirdi.
Dostoyevski, dünyayı bir abartılar toplamı olarak yansıtır.
Dahası, abartıların ifade edilişinde okurun düş payına fazlaca imkan tanımaz.
Budala’da Nastasya Filipovna’nın evini terk ettiği sahne, Cinler’de –tıpkı
Öteki’nde olduğunca- rezaletlerle sona eren taşra balosu, Amcamın Rüyası’ndaki
her şeyin ortaya döküldüğü son davet, hep, iradenin alınyazısıyla çatışmasıdır.
Daima tutkulu kişilerdir karşımıza çıkanlar. Olanaklarını
aşan taşkın isteklerle yanıp tutuşurlar. O kadar ki, bu uğurda kişisel
kararları, iradeleri, kendi kendilerine söz verişleri yenik düşer. Ama dıştan
bir güç, yazgının doğrultusunda bir sona ulaştırır her birini. Kimileyin bir
budala –belki de bir ‘ermiş’- onların ihtiras dolu dünyalarına, bilgeleri
andırır suskunlukla katılır. Söylemeye çalıştıkları vardır budalanın, kimse
dinlemez. Öyleyken de, hiçbir şey düzelmez, onmaz…
Kişilerin, varoluş sebepleri konusunda pek fazla fikirleri
yoktur. Herkes boyuna konuşur. Ama bu konuşmalar, kişisel bir tavır, tercih,
seçim yansıtmaz. Herkes birbirinin papağanı olmuşçasına konuşmaktadır…
Dostoyevski, yaşadığı çağda, Çarlık Rusyası’nda büyük bir
karmaşa ve anarşi hissediyordu. ‘Olumlu’ olarak tanıtılan kişilere enikonu
şüpheci yaklaşır. Bu kişileri yaşamda bütün yönleriyle saptıyor, seziyor, sonra
ürküp kenara çekiliyor.
İnsanın değişebilmesini, içinde bulunduğu ortamda, o
koşullarda pek de mümkün görmüyor. Olumlu kişiler, çok geçmeden, karanlık
yönleriyle belirirler Dostoyevski’nin romanlarında.
Bu durumda, iç gerçekliğin ardına düşmüş romancı için, iç
dünyamızı sil baştan ‘açımlamak’, teşrih masasına yatırmak kalabilirdi. Daha
başlangıçta, Öteki’de özellikle bu çizgide yürüdü Dostoyevski. Fakat eser
edebiyat çevrelerince küçümsendi.
Yeraltından Notlar’a kadar bu çabası anlaşılamadı ve
Dostoyevski yirminci yüzyıl romanına yön verdiğini belki de ayırt edemedi.
Derin yaşantılarla yüklü, kişisel, özel deneyimi ona bu
çizgide yararlı olacaktı. Mutsuz aile hayatı, karmaşık aşkları, aldatılmaktan
aşağılık duygusuna, o kadar yoğun, kaygılı iç dünyası… Sibirya sürgünü,
kumardan bir türlü cayamayışı…
Hepsi sıradanmışçasına yaşanıyor, ne var ki içte
çağıltılara yol açıyor, sonra da eşsiz romanlara dönüşüyor!
Dostoyevski kişileri, beklenmedik anlarda, içlerindeki
ikinci benin etkisiyle hareket ederler. Bu yüzden kendi evinden çıkıp gider
Nastasya Filipovna. Onun için Raskojnikof pişmanlıklarla donanır. Prens Mışkin
hep boynu büküktür.
“Dinmek bilmeyen bir ıstırap…” diyor Dostoyevski, on
dokuzuncu yüzyılın tuhaf Rusya’sında. Kimin zalim, kimin mazlum olabileceğini
artık seçemiyor. Dinmek bilmeyen ıstırabı, mutluluk ve kurtuluş için bir çare
sayıyor:
“Rus halkının mutluluğunda bile biraz ıstırap olmalıdır,
yoksa mutluluk tam olamaz onun için…”
Dostoyevski, bana öyle geliyor ki, yirmi birinci yüzyılın
da romancısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder