Moskova

Moskova

1 Eylül 2019 Pazar

Dondurma: 350 yıllık 'tutku'



Fuad Seferov




Moskova’da hafta içinde yapılan Rus-Türk görüşmelerinde asıl gündem maddesi İdlib’di ama iki ülke liderlerinin dondurma yemesi galiba kamuoyunun ilgisini daha çok çekti.


Elbette, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de seviliyor ama dondurmayla Rusların ilişkisini ayrı bir yere koymak gerekiyor. Rusya'nın mutfak kültürü tarihine göz attığımızda, dondurmanın sofradan eksik olmadığı ortaya çıkıyor. Rus çarlarından sıradan insanlara kadar vazgeçilmez olan dondurma, Sovyet ve Rus film ve dizilerinde de kahramanların elinden düşmeyen bir yiyecek olarak karşımıza çıkıyor. Kremlin Sarayı aşçıları da Devlet Başkanı Vladimir Putin'in dondurmayı çok sevdiğini anlatıyor.

Rus tarihçilerine göre, çok eski dönemlerde bile Rus topraklarında dondurulmuş süt tüketiliyordu. Bunun nedeni aşırı soğuk ortamda Rusların sütü özel tabaklarda kolay şekilde dondurabilmesiydi. Kiev Rus devleti döneminde fuarlarda dondurulmuş sütler satmak çok yaygındı. Kimi zaman köylüler içine dondurulmuş peynir, kuru üzüm ilave ediyorlardı çünkü şeker yurt dışından getirildiği için çok nadir bulunuyordu.

Rus gazeteci Konstantin Kudryaşov'un iddiasına göre, dondurma ilk kez 17. yüzyılda Rus çar ailesinin yemek menüsünde ortaya çıktı. 1672 yılında, Türkiye’de “Deli Petro” diye bilinen Çar I. Petro'nun doğumu vesilesiyle babası Çar Aleksey Mihayloviç, gelenekler uyarınca bir bayram sofrası hazırlattı. Konuklara çeşitli yemekler, tatlılar verilirken, mutlu babanın tabağına dondurma da konuldu.

Rusya'da Avrupa usulü dondurma ise, 18. yüzyılın ortalarında ortaya çıktı ve hemen büyük bir popülerlik kazandı. Hatta Malta'nın Rusya Elçisi Graf Litta neredeyse dondurmayla karnını doyuruyordu. Ölmeden önce kendisine en lezzetli 10 dondurma porsiyonunun verilmesini istemiş ve "Bunlar cennette olmayacak" demişti.

Rus çarlarıyla aile üyelerinin hemen hemen hepsi dondurmayı çok seviyor ve
sofralarından eksik etmiyordu. Hatta dondurma hazırlaması için çoğu zaman Fransa'da ustalar getiriliyordu.


Rusya'da ilk dondurma üreten makine ancak 19. yüzyılda ortaya çıktı. Özellikle 19. yüzyılın ortalarında dondurma, seyyar satıcılarla birlikte büyük şehirlerin caddelerinde boy göstermeye başladı. 1841'de Rusya'yı dolaşan Alman Georg Johan Kohl, günlüğünde yaz mevsiminde dondurmanın St. Petersburg, Moskova ve Odessa sokaklarında satıldığını yazıyordu. 

Sovyetler Birliği'nde dondurma sanayi üretimi ise 1930'lu yıllarda başladı. Bunda Sovyet Gıda Endüstrisi Halk Komiseri (Bakan) Ermeni kökenli Anastas Mikoyan'ın önemli rolü vardı. 1934 yılında ABD'ye bir heyetle giden Mikoyan dönüşünde gıda endüstrisinin geliştirilmesine yönelik bazı gıda projeleri getirdi. Bunların arasında aralarında kremalı, sütlü, vanilya çeşitli sekiz dondurma da vardı. Aynı yıl içinde Sovyetler'de dondurma üretimi hızlandırıldı.

1936 yılında Mikoyan şöyle bir talimat yayınladı: "Dondurma, uygun fiyatlarla piyasaya sürülmeli ve kitlesel bir gıda ürünü yapılmalıdır." 

Halk Komiserine göre, bir Sovyet vatandaşının yılda en az beş kilo dondurma yemesi gerekiyordu.

4 Kasım 1937'de Moskova'da bir fabrikada Amerikan teknolojisiyle ilk Sovyet dondurması üretilerek piyasaya sürüldü. Kısa bir zamanda Sovyetler'in tüm büyük kentlerinde dondurma fabrikaları faaliyete geçti. Sovyetler dondurma üretiminde ABD'den sonra dünyanın ikinci büyük ülkesi durumuna geldi. Üstelik o dönemde dondurmanın kalitesini kontrol etmek için özel gıda komisyonları oluşturulmuştu. 

Aralık 1991'de Sovyetler'in dağılmasıyla ünlü Sovyet dondurması çağı da böylece sona erdi. Zaman zaman dondurma üretimi için malzemeler de yurt dışından getirildi, hatta Rusya'ya önemli miktarda dondurma ithal edilmeye başlandı.

Bugün ise yaşlı neslin, "O eski Sovyet dondurmalarının tadı, lezzeti artık geçmişte, anılarımızda kaldı" diye yakınmasını sık sık duymak mümkün. 

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Değişen Rusya: Kolektivist, bireysel, statücü






I. Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği'nin kuruluşu ve dağılması, Soğuk Savaş, "Perestroyka", küreselleşme, internet çağı... Tarihe damga vuran birçok önemi gelişmeye sahne olan Rusya'da, farklı kuşakların şahit oldukları önemli tarihi olaylar ve bu jenerasyonların karakteristik özellikleri neler? 

Komsomoslaya Pravda, Rusya'da farklı kuşaklardan bireylerin yetiştikleri tarihsel dönemleri ve ortak özelliklerini mercek altına aldı: 


KAHRAMANLAR KUŞAĞI

Doğum tarihleri: 1904-1923

Başlıca tarihi olaylar: I. Dünya Savaşı, iç savaş, “savaş komünizmi”, kolektivizasyon, sanayileşme, “baskılar”.

Genel özellikleri: Sakin, aktif, çalışkan, sorumluluk sahibi, aydınlık gelecekten umutlu.


SESSİZ KUŞAK

Doğum tarihleri: 1923-1943

Başlıca tarihi olaylar: Birinci Beş Yıllık Plan, sanayileşme, “baskılar”, II. Dünya Savaşı (Büyük Anayurt Savaşı).

Genel özellikleri: Sadık kurallara bağlı, statüye saygılı, itaatkar, fedakar, onurlu, sabırlı. 


“BABYB BOOM” KUŞAĞI

Doğum tarihleri: 1943-1963

Başlıca tarihi olaylar: II. Dünya Savaşı zaferi, Soğuk Savaş, ülkenin ayağa kalkışı, uzay keşifleri, eğitim ve sağlık alanındaki gelişmeler. 

Genel özellikleri: İyimser, takım ruhu sahibi, sonuç odaklı, kişisel gelişimine ve statüsüne düşkün, 


X KUŞAĞI

Doğum tarihleri: 1963-1984

Başlıca tarihi olaylar: Soğuk Savaş, durgunluk, Afganistan savaşı, Moskova Olimpiyatları, Perestroyka’nın başlangıcı

Genel özellikleri: Değişimlere hazırlıklı, bireysel, teknik bilgi sahibi, yaşam boyunca öğrenime açık, kendinden umutlu, cinsiyet eşitliğine önem veren


Y KUŞAĞI

Doğum tarihleri: 1984-2000

Başlıca tarihi olaylar: SSCB’nin dağılması, default, şiddet eylemleri, Çeçenistan savaşı, internetin ve bilgi teknolojilerinin gelişimi. 

Genel özellikleri: Farklılıklara yatkın, çevresine önem veren, dünyayı düzeltmeye çalışan, iletişime açık, saf, hızlı şekilde mükafat almaya odaklı, teknik bilgisi yüksek. 


Z KUŞAĞI

Doğum tarihleri: 2000 ve sonrası

Başlıca tarihi olaylar: Küreselleşme, dünyanın internetle bağlanması, bilgi toplumu,mobil internet, maddi bolluk, küresel ekonomik kriz,terörle mücadele

Genel özellikleri: Hızlı olgunlaşma, bilgi teknolojilerine hakim, teknik bilgisi yüksek, sanal ortamda ilişki kurmaya yatkın. 

30 Ağustos 2019 Cuma

Rus kadınları bugünkü konumunu neye borçlu?



Samih Güven




Bugün Rus kadınları açısından toplum içerisinde saygın ve eşitlikçi bir konum söz konusu. Siyasette gerektiği kadar olmasa da kadınlar eğitim ve iş hayatında güçlü şekilde yer alarak topluma önemli katkılar sunuyor. Günlük hayatta, sanat ve spor alanında kadınlar oldukça aktif.

Konuyla ilgili istatistiklere bakıldığında, örneğin Rusya'da 25-34 yaş arası kadınların yüzde 65'i üniversite mezunu. Genelde gelişmiş ülkelerin oluşturduğu OECD ortalaması ise yüzde 50 düzeyinde. Diğer taraftan Rusya'da kadınların iş gücüne katılımı oldukça yüksek ve %57 seviyesinde. Bir kıyaslama yapmak gerekirse bu oran Türkiye’nin neredeyse iki katı.

Rusya'nın batılı olduğu kadar doğulu özellikleri de dikkate alınarak bu noktaya nasıl gelindiğine bakıldığında en önemli pay komünist döneme ait kanımca. Dolayısıyla bu dönemdeki kadın politikasına göz atmakta fayda var. Fakat bundan önce Rusya'nın konuyla ilgili tarihsel ve kültürel arka planı hakkında birkaç örnek vermek istiyorum.

Ünlü Rus yönetmen Andrey Tarkovski'nin Rusya'nın 15. yüzyılına ayna tutan Andrey Rublev adlı kült filminin 76. dakikasında bir çocuk kutsal kitaptan şu satırları okur:

“Ama şunu bil ki, İsa erkeğin üstü… ve her kadının üstü erkek …ve İsa’nın üstü de Tanrı’dır… Erkek kadının değil, kadın erkeğindir.”
 
Bir Yazarın Günlüğü adlı dergisinde edebi konular yanı sıra, din, ahlak, adalet, toplumsal konular, gündelik sorunlar gibi çeşitli konulara değinen Dostoyevski 1877 yılında şu satırlara yer vermiştir:

“Bunca kahramanlıklar ve fedakarlıklar göstermiş bu kadını (Rus kadınlarını) eğitim, iş ve hizmet bakımından erkeklerle eşit kılmamakta diretmek bu kadar özverili davranan toplumumuzun tinsel yenilenmesinde, ahlaki olarak yükselmesinde bütün umutlarımızı bağladığımız böyle bir kadına reva mı?” 

Bir üçüncü örnekte Rusça’dan iki kelime. Rusça’da evli kadın için “zamujem” kelimesi kullanılıyor, yani erkeğin arkasında olmak, erkeği bir korunak olarak öne almak, ona destek olmak veya erkeğin arkasında ikincil kalmak gibi yorumlar türetilebiliyor buradan. Yine kadınlarda evlenmek için kullanılan “vıhodit zamuj” ifadesi Türkçede de yer alan “kocaya gitmek” anlamına geliyor.

Dolayısıyla bu tarz kültürel kodların söz konusu olduğu bir toplumda kadınların bugünkü konumunu nasıl elde ettiği sorusu önemli görünüyor. 
 
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki Bolşevik Devrim ile birlikte cinsiyet eşitliği ve kadınların özgürleşmesi bir devlet politikası haline gelmiş. Devrim sonrasında genel olarak okullaşma oranında çok hızlı bir yükseliş söz konusu olmuş. 

Kadının toplumdaki rolünün yalnızca aile ihtiyaçlarının giderilmesi değil daha farklı bir konuma getirilmesi hedeflenmiş. Hatta Zhenotdel adında bir oluşum yoluyla parti içerisinde kadının durumunun geliştirilmesine dönük çalışmalar yapılmış. Kadının toplum hayatında aktif şekilde yer alan, kendine güveni olan, cinsel olarak özgür ve sadece ev içinde kalmaktansa sosyalizme katkı sağlayan bir konuma ulaşması için çaba gösterilmiş. 

Tabi bu konuda kadının zihniyet olarak eğitilmesi yanı sıra erkek de böyle bir eğitim ve zihniyet değişikliği sürecine tabi olmuş. Diğer taraftan özellikle 30’lardan sonra ciddi bir sanayileşme söz konusu olduğundan kadın istihdamı önemli ölçüde artış göstermiş.

Ancak genelde ev işlerinin yine kadın ağırlıklı kalması ve kadınların hem çalışıp hem de ev işlerinin istenildiği gibi kamulaştırılamaması kadınlar açısından daha ağır bir sorumluluk doğurmuş. 

Diğer taraftan özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra nüfusun azalması kadınların annelik rolü ve aile kavramını daha fazla ön plana çıkarmış.
 
Fakat genel olarak bakıldığında komünist dönemde cinsiyet eşitliği ve kadınların eğitim ve iş hayatında aktif olarak yer alması bilinçli bir politika olarak uygulanmış. Geleneksel erkek tutumu ya da nüfus artışının desteklenmesi gibi sebeplerle belki istenilen hedeflere ulaşılamasa da başka hiçbir dönemle kıyaslanamayacak ölçüde kadınların konumunda ilerleme söz konusu olmuş. Bu nedenle çağdaş Rus kadını bugünkü konumunu büyük ölçüde komünist döneme borçlu görünüyor. Yani Rusya’da Bolşevik Devrim yerine liberal bir sistem ve piyasa ekonomisi söz konusu olsaydı da kadınların konumunda gelişme olurdu ama bugünkü kadar olamazdı kanımca. Bugün kadının konumunun nispeten daha güçlü olduğu İskandinav ülkelerinde komünizm deneyimi olmadı ama onların tarihsel ve kültürel kodları biraz daha farklı görünüyor. Yine de konu tartışmaya açık.


23 Ağustos 2019 Cuma

Rusya bayrağının tarihi neye dayanıyor?



© Sputnik / Konstantin Chalabov


Kaynak: https://tr.sputniknews.com/



Rusya Ulusal Bayrak Günü, dönemin devlet başkanı Boris Yeltsin’in 22 Ağustos 1994 tarihinde imzaladığı karar uyarınca her yıl bugün kutlanıyor. Sputnik, beyaz-mavi-kırmızı renkli Rusya bayrağının tarihini aktarıyor.

Rusya’nın beyaz, mavi ve kırmızı renklerinden oluşan bayrağı ülkede ilk kez 18. yüzyılda kullanılmış olsa da, ülkenin ulusal bayrağı olarak kabul edilmesi 20. yüzyılı buldu. Söz konusu bayrak, Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya Federasyonu’nun kurulmasından bu yana 1991’den beri kullanılıyor. 22 Ağustos 1994 yılında itibaren Yeltsin’in imzaladığı kararla ise, ülkede her yıl Rusya Ulusal Bayrak Günü kutlanıyor.
Rus bayrağındaki üç rengin neyi sembolize ettiğine dair resmi bir tanım yok. Ancak buna rağmen, oldukça popüler hâle gelmiş olan pek çok yorum söz konusu. Avrupa ülkelerinin armalarında da sıkça yer alan beyaz rengin, genellikle soyluluğu ve saflığı temsil ettiği düşünülüyor. Mavi renk bağlılık ve erdemliliği ifade ederken; kırmızı ise cesaret, cömertlik, fedakârlık ve sevgiyi sembolize ediyor.

Aynı zamanda söz konusu renklere yönelik daha ‘coğrafi’ yorumlar da mevcut. 18. yüzyılın başlarında Rusya’nın üç bölgesi vardı. Bunlardan biri Velikaya Rus (günümüz Rusya’nın batısı), diğeri Malaya Rus (günümüz Ukrayna’sının parçası) ve bir diğeri de Belaya Rus’tu (Belarus). Velikaya Rus kırmızıyla, Belaya Rus beyazla, Malaya Rus ise maviyle olmak üzere söz konusu üç bölgeden her biri bayrakta bulunan bu üç renkle temsil edilmekteydi. Öyle ki, Rus Çarı Birinci Petro dahi bu bölgeleri söz konusu renklerle adlandırıyordu.

GEMİ BAYRAKLARI

Birinci Petro’nun en önem verdiği meselelerden birisi Rus donanmasını kurarak denizlere erişim imkânı elde etmekti. Rusya Hanedan Arması Konseyi Başkanı, tarihçi Georgiy Vilinbahov, donanmanın kurulmasından önce dahi Petro’nun, ülkenin ilk gemileriyle yaptığı seyahatlerinde söz konusu beyaz-mavi-kırmızı bayrağı kullandığını aktarıyor.

Birinci Petro’nun bayrağın renklerini Avrupa kültürü hakkında bilgi edinmek için seyahat ettiği ve o dönem önemli bir donanma gücüne sahip olan Hollanda’dan aldığı da söylentiler arasında. Ancak Vilinbahov; genç Çar’ın bu üç renkli tasarımı Hollanda’ya yaptığı seyahatten önce de kullandığını belirtiyor ve Birinci Petro’nun bu konuda Rus geleneklerinden yola çıktı
ğını belirtiyor.

BİR İMPARATORLUK, İKİ BAYRAK

Birinci Petro’nun soyundan gelen Romanov hanedanlığının döneminde, ülkede kullanılan bayrak konusunda bir ikilem söz konusuydu. Ticari bayrak olarak bilinen beyaz-mavi-kırmızı tasarımın yanı sıra, imparatorluk bayrağı olarak bilinen siyah-sarı-beyaz bir bayrak tasarımı daha bulunuyordu. 1855 ila 1881 yılları arasında hüküm süren İkinci Aleksandr, siyah-sarı-beyaz renklerden oluşan bayrağın renklerini ülkenin sembolü olarak kabul etti ve resmi bayrak olarak kullanmaya başladı.

Rusya İmparatorluğu’nun tek bir bayrağı yoktu, zira bu hususta tahta gelen çarlar da birbirleriyle hemfikir olabilmiş değildi. Örneğin 1881 yılından 1894’e kadar hüküm süren Üçüncü Aleksandr, İkinci Aleksandr’ın verdiği kararı tanımayarak resmi törenlerde beyaz-mavi-kırmızı bayrağı kullanmaya başladı. Resmi tatil günlerinde hükümet binalarının önünde armalı bayrak asılı dururken, ticari binalarda üç renkli bayrak asılı duruyordu.

Vilinbahov, ticari bayrağın 1840’lı yıllarda, Prag Slav Kongresi’nin katılımcılarının (yani bağımsızlık için uğraşan Slav ülkelerinin) bayrak renkleri olarak beyaz, mavi ve kırmızıyı seçtiklerinde, özel bir önem kazandığını belirtiyor. Bu bayrak, onların Rusya’ya yakınlıklarını ve Slav halkının birliğini sembolize ediyordu. Bugün bu renklere, bağımsızlığını ilan eden Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Sırbistan, Hırvatistan ve Sırbistan gibi pek çok ülkenin bayrağında rastlamak mümkün.



KIZIL BAYRAK’TAN, ULUSAL BAYRAĞA

1917 yılında gerçekleşen Ekim Devrimi sonrası, Çarlık döneminde kullanılan iki bayrak da tamamıyla yasaklandı. Onun yerine ise Sovyetler Birliği’nin sembolü haline gelen, orak-çekiçli kızıl bayrak kullanılmaya başlandı. Beyaz-mavi-kırmızılı bayrak ise, komünizm karşıtları tarafından kullanılıyordu. 80’li yıların sonunda 90’lı yılların başında düzenlenen Sovyet yönetimine karşı yapılan gösterilerde söz konusu üç renkli bayrağın kullanılmasının nedeni de buydu.



Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kurulan Rusya Federasyonu’nun bayrağı, 1991 yılından bu yana beyaz-mavi-kırmızı tasarıma sahip olan bayraktır. Ancak yapılan siyasi eylemler sırasında, hem Sovyet döneminden kalma kızıl bayrak (komünistler tarafından) kullanılıyor, hem de siyah-sarı-beyazlı bayrak (monarşi yanlıları tarafından) kullanılıyor. Kimi zaman Rusya Liberal Demokrat Partisi söz konusu bayrak altında pek çok zafer kazanıldığına değinerek ülkenin yeniden imparatorluk bayrağına dönmesi gerektiği yönünde tekliflerde bulunsa da bir sonuca ulaşılmasına ihtimal verilmiyor.

*Bu metin hazırlanırken Russia Beyond (RBTH) sitesinde yer alan orijinalinden yararlanılmıştır.

Elleri titreyen darbeci


Cenk Başlamış




Bugün 21 Ağustos... Bu tarih büyük olasılıkla çok az kişiye, hatta Rusların bile hayli azına bir anlam ifade ediyor. Bu kadar önemli sonuçları olan bir olayın bu kadar çabuk hafızalardan silinmesi gerçekten çarpıcı...

19 Ağustos 1991, Sovyetler Birliği'ni yıkıma götüren süreçte sondan bir önceki dönüm noktası olmuştu. O gün "Kremlin Şahinleri" olarak bilinen bir grup üst düzey yetkili, Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov'un Kırım'da tatilde bulunmasından faydalanarak darbe yaptı. Aslında daha doğru tanım, "darbe girişiminde bulundu" olmalı çünkü ne darbeciler ne de darbecilerin emirlerine gönülsüz uyan asker ne yapacaklarını biliyordu. Sabah saatlerinde bir grup darbeci basın toplantısı düzenlediğinde, sözcü konumundaki Devlet Başkanı Yardımcısı Gennadiy Yanayev'in (fotoğrafta ortada) titreyen elleri darbe girişiminin geleceği hakkında ilk fikri de veriyordu. Herkes darbecilere "aşırı komünist" diyordu ama aslında onlar sadece ayrıcalıklarını kaybetmek istemeyen tutucu üst düzey yöneticilerdi...

Aynı dakikalarda, muhalefet lideri Boris Yeltsin, "Beyaz Ev" olarak bilinen Rusya Parlamento binasının önünde bir tankın üzerine çıkmış, halka darbeye direnme çağrısı yapıyordu. 10 milyonluk bir kent olan Moskova'da bu çağrıya yaklaşık 20 bin kişi uydu ve parlamento binası önünde direniş başlattı. Hem bu direniş hem ne yapacaklarını bilmeyen darbecilerin kararsızlığı hem de Rus ordusunun deneyimsizliği ve isteksizliği sonucu 21 Ağustos Çarşamba öğleden sonra iktidara el koyma planı çöktü. Bazı komutanların Yeltsin'in safına geçmesinin ardından darbeciler tutuklandı ve Gorbaçov Kırım'dan döndü.

Ama o günden itibaren  güç Yeltsin'in eline geçmeye ve Gorbaçov'ın iktidarı her dakika erimeye başladı. Gorbaçov siyasi rakibi olarak gördüğü Yeltsin'i yok etmek için çok uğraşmış ve onu Komünist Parti'deki görevlerinden uzaklaştırmıştı. İntikam saatinin geldiğini gören Yeltsin Gorbaçov'u her fırsatta küçük düşürdü, aşağıladı.

Sovyetleri tarihe gömen son gelişme, Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın Bağımsız Devletler Topluluğu adında bir ülke kurulduğunu açıklaması oldu. Sovyetlerin parçalandığını ve elinde iktidar kalmadığını kabul etmek zorunda kalan Gorbaçov 25 Kasım 1991'de, yani darbe girişiminden sadece üç ay sonra istifa etti ve Sovyetler Birliği resmen tarihe karıştı.

74 yıllık bir ülke, iki buçuk gün süren bir darbe girişiminin ardından yıkıldı. İnsan ister istemez, "19 Ağustos'ta aşırıların yönlendirdiği Rus ordusunun darbesi başarıya ulaşsaydı acaba ne olurdu" diye düşünüyor. 

Tabii, bu sorununun yanıtını artık hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz...

19 Ağustos 2019 Pazartesi

Evlendiler, mobilya dükkânı yerine dünyayı gezdiler




İsmail SARI



Begüm (29) ve Buğrahan (32) Uzunca çifti iki yıl önce işlerinden ayrıldı. Begüm özel bir şirkette marka danışmanlığı yapıyordu, Buğrahan ise insan kaynakları uzmanıydı. İlber Ortaylı’nın “Evlenip mobilya dükkânı gezeceğinize dünyayı gezin” sözünü şiar edinip düğün yapmadan, evlerine eşya almadan sırt çantasıyla dünya turuna çıktılar. İran’ı 40 gün boyunca otostopla gezdiler, Rusya’da 10 bin km. yol yaptılar; Japonya’da iki, Filipinler’de bir ay, Güney Kore’de 40 gün kaldılar. Uzunca çifti ile seyahat maceralarını konuştuk.

Böyle radikal bir kararı nasıl verdiniz?

Begüm: Kına, nişan ve düğün gibi gelenekler ilgimizi çekmiyordu. Birkaç saatlik eğlence için para saçmayı anlamsız buluyoruz. Hatta bu yüzden araları bozulan çok aile ve çift tanıyorum. Eğer aileniz zengin değilse, en güzel eşyaları almak, düğün yapmak için kredi çekiyorsunuz. Sonra da yıllarca bu borcu öde dur. Eşya ve düğün parasıyla birkaç ülke gezeriz diye düşündük. 


Evlendiniz ama ev tutup eşya almadınız mı?

Buğrahan: Çalışma dönemimde aldığım 1+1 küçük bir evim vardı. Seyahat etmediğimiz zamanlarda dinlenmek için kullandığımızdan içine yatırım yapıp eşya almak çok mantıklı gelmedi. Olabilecek en sade şekilde hayatlarımızı birleştirmek istedik. Üç-dört bardak ve tabaktan fazlasına gerek duymadık. Evde yatak, dolap, masa ve çekyat var. 


İş hayatından, düzenli gelirden vazgeçmek zor değil mi?


Buğrahan: Fabrikadaki müdürümüz görevi başında kalp krizi geçirip yaşamını yitirdi. Vefat haberini aldıktan bir saat sonra her şey normale dönmüş, insanlar hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam etmeye başlamıştı. Bu beni sarstı. Üstelik kullanma fırsatı bulamadığı sekiz yıllık izin hakkı vardı. Zaten her sabah işe kendimi ve hayatı sorgulayarak gidiyordum. Cesaretimi topladım ve “İstifa etmek istiyorum” dedim. Müdür de, “Ben de seni çağıracaktım. İsteksiz çalıştığın çok belli, seninle yolları ayırmaya karar verdik” dedi. Yani kovuldum mu işi mi bıraktım tam olarak belli değil. Sonra Begüm de işi bıraktı.

Ölmek var, ofise dönmek yok



Nasıl bir hazırlık yaptınız?

Buğrahan: Gideceğimiz yerleri belirledik. Çantalarımız 10 kiloyu geçmedi. Burada önemli olan bütçeyi ayarlamak. Belli bir tazminat alsak da sonuçta para mutlaka suyunu çekecek ve artık işlerimiz de yok.

Begüm: Bir mızıka satın aldık, İstanbul ve Eskişehir’de mızıka çalıp bir kağıda dünya turumuz için para topluyoruz yazdık. 30 TL topladık. Büyük bir miktar olmasa da bize bazı şeyler öğretti. Satarım diye bileklikler de hazırladım. 2,5 senedir Instagram üzerinden kazandığımız küçük paralarla hayatımızı idame ettiriyoruz ama bir gün işler yolunda gitmezse ben bileklik satarım, Buğra ise mızıka çalar diye her zaman alternatif planımız var. Yani ölmek var ofislere dönmek yok!


Biraz turunuzun rotasından bahsedebilir misiniz?

Begüm: Önce yurtiçinde otostopla kısa turlar yaptık. Buğra yıllarca otostop çekmiş ve alışık. Ben ilk otostop çekişimde çok utanmıştım. Düşünsenize birkaç ay öncesine kadar ceket ve topuklu ayakkabı giyen bir işkadını, terlik ve şalvarla otobanın kenarında otostop çekiyor. Uzun soluklu ilk gezimize Hatay’dan başladık. Van’dan İran’a geçip İran’ın en güneyindeki Keşm Adası’nda bitirdik. Bu seyahatimiz boyunca sadece otostop kullandık, 75 gün sürdü. Ardından Rusya ve Uzakdoğu gezimiz geldi. Tam 178 gün sürdü. Rusya’yı Trans-Sibirya treni ile baştanbaşa geçtik. Oradan Güney Kore’ye gidip iki buçuk ay kaldık. Filipinler’de bir ay, Japonya’da da iki ay kaldıktan sonra köpeğimiz Paris’in hasretine dayanamayarak geri döndük.

Tur boyunca aklınızda kalan en önemli anlar nelerdi?

Buğrahan: Dostoyevski’nin, Gorki’nin, Tolstoy’un yaşadığı evleri gezebilmek, Gogol’un, Gonçarov’un, Dostoyevski’nin mezarlarını ziyaret edebilmek harikaydı. Donmuş Neva Nehri’nin kenarında yürüyüşler yapmak, eksi 35 derecelik havada her yer bembeyazken ve sadece tren sesi eşliğinde 172 saat tren yolculuğu yapmak... Kore’de Budist tapınağında konaklamak, Budistlerin ibadetlerini öğrenip iki gün onlar gibi yaşamak, sokaklarda uyumak ve Filipinler’de tenekede yaşayan yoksul bir ailenin barakasına misafir olmak güzel deneyimlerdi.

Güney Kore’de hamamböceği haşlaması
Japonya’da ahtapot topları...


Sizi en çok neresi etkiledi?

St. Petersburg. Şehir başlı başına bir sanat galerisi. İhtişamlı binaların olduğu sokaklarda yürümek insanı büyülüyor. Bunda Rus edebiyatı hayranlığımızın da etkisi olabilir. 


Hiç ilginç lezzetler tattınız mı?

Güney Kore’de sokak yemekleri çok meşhur. Balık kekleri çok hoşumuza gitmişti. Yalnız hamamböceği haşlaması için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Japonya’da ahtapot toplarının tadı çok ilginç. İçinde tempura artıkları, zencefil turşusu ve taze soğan var. Bir de Filipinler’de kahvaltıda patlıcan tortang talong diye bir şey yiyorlar. Omlet gibi tadı çok tuhaf.


Yeni rotanızda neresi var?

Japonya’dayken Vietnam vizemizi almıştık ve Kamboçya, Tayland, Malezya, Endonezya ve diğer ülkeleri kapsayan bir geziye devam etme niyetindeydik. Sanırım onu gerçekleştireceğiz.

"Sovyet dönemini yakalamak zor"







Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerinden yaklaşık 30 sene geçmesine rağmen, resmi veriler Rusya’nın bugün birçok istatistikte hâlâ Sovyet döneminin gerisinde olduğunu gösteriyor.

Resmi verileri derleyen Komsomolskaya Pravda gazetesi, Rusya’nın bazı göstergelerde Sovyetler Birliği’nin henüz dağılmadığı 1988 yılı ile 2018’deki durumunu karşılaştırdı. Her ne kadar 1988 tüm SSCB, 2018 ise Rusya Federasyonu için geçerli verilerden oluşsa da, uzmanlar bu verilerin "kıyas için yeterli ölçü" olduğu görüşünde.

İşte resmi istatistiklere yansıyan rakamlar:

Nüfus
1988: 147,4 milyon
2018: 146,7 milyon

Çalışan kişi sayısı
1988: 70,9 miyon
2018: 72,5 milyon

Emekli vatandaşların sayısı
1988: 32,6 milyon
2018: 46 milyon

Yol inşaatları
1988: 38 bin kilometre
2018: 12 bin kilometre

Tamamlanan konut alanı
1988: 72,3 milyon metrekare
2018: 75,3 milyon metrekare

Daire sayısı
1988: 1 milyon 287 bin
2018: 1 milyon 70 bin 600

Elektrik enerjisi üretimi
1988: 1065,5 trilyon kilowatt saat
2018: 1091,6 kilowatt saat

Petrol üretimi
1988: 569 milyon ton
2018: 546,5 milyon ton

Doğal gaz üretimi
1988: 590 milyar metreküp
2018: 733 milyar metreküp

Dökme demir üretimi
1988: 61,5 milyon ton
2018: 51,8 milyon ton

Çelik üretimi
1988: 94,1 milyon ton
2018: 71,7 milyon ton

Ağır vasıta üretimi
1988: 690 bin
2018: 157 bin

Binek otomobili üretimi
1988: 1,1 milyon
2018: 1,6 milyon


Tahıl hasadı
1988: 102,8 milyon ton
2018: 113,2 milyon ton

Et üretimi
1988: 9,8 milyon ton
2018: 10,7 milyon ton

Süt üretimi
1988: 53,2 milyon ton
2018:  30,6 milyon ton