Moskova

Moskova

17 Ocak 2013 Perşembe

Elveda Katya Moskova'da


Türk-Rus aile ilişkilerini iki tarafın bakış açısıyla ele alan “Elveda Katya” Moskova'da 17 Ocak’da vizyona girdi.

İlk Türk-Rus ortak yapımı Elveda Katya filminin Rusya’daki gala gösterimi film oyuncularından Kadir İnanır, Anna Andrusenko, Caner Cindoruk ve Elena Polyanskaya’nın katılımıyla TOBTİM (Arkadia) iş merkezindeki sinema salonunda gerçekleştirildi.

Film sonrası bir açıklama yapan Kadir İnanır da, filmin geniş kitlelere gösterilebilmesi durumunda son derece hızlı gelişmekte olan Türkiye-Rusya ilişkileri ve dostluğuna filmin büyük katkı sağlayacağına inandığını söyledi.

Kadir İnanır, “Çünkü bu yanımda oturan benim kızım; biz ikimizde Karadenizliyiz aslında. O Soçili ben de Fatsalıyım. Yani iki Karadenizli insan olarak bütün dünya insanlarına sevginin saygının, insan olmanın ne olduğunu anlatmaya çalıştık. İlişkiler boyunca film, özellikle bizim buradaki Türk misyonu tarafından Ruslara daha sonraki video ve CD döneminde aktarılarak istediği yere kavuşacaktır. Giderek daha güçlenerek ilgi ile karşılanacaktır. Biz görevimizi yaptığımızı zannediyorum.” dedi.




Elveda Portyanki!


Lena, “Sen askerdeyken çorap giyiyor muydun?” diye sordu.

Anlamadım. Yine lisan sorunu nedeniyle sorduğu şeyi anlamadığımı düşündüm.

Yineledi. Hemen cevap veremedim, askerliğimin üzerinden çok seneler geçmişti. Çoraplarımı, rengini hatırlamaya çalıştım.

“Tabii ki,” dedim, bunda garip olan ne var der gibisinden.

Sonra haberleri veren televizyon kanalına gözüm kaydı, Lena’nın sorusunun nedenini anladım.

17. yüzyılın sonundan bu yana ağır ve uzun askeri botların vurmaması için  "Portyanki" olarak adlandırılan kalın, dikdörtgen kumaş parçaları ile ayaklarını saran Rus askerleri, artık bu sıkıntılı durumdan kurtulacak ve çorap giyecekti.

Bana ilginç geldi. Rus askerleri Büyük Petro döneminden beri çorap yerine “portyanki” kullanıyorlardı. Çorap giymek yasaktı. Bunu bilmiyordum.

Bu, Rusya’ya özgü olan bir şey,,bir gelenekti.

Bu haber, diğer televizyon haberlerinde de tekrar ediliyordu. Rus ordusunda bir gelenek yıkılıyordu. Askerlerin bundan böyle çorap kullanacakları bildiriliyordu.

Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Rus askerlerin ayak sargıları yerine çorap kullanmaları için genelge yayınlamıştı.

Portyanki’nin yıl sonuna kadar tamamen unutulmasını isteyen Bakan Soygu, askerlerin çoraba geçmesi için gerekirse ek fon ayrılacağını da sözlerine ekliyordu.


Rus ordusunda giyim kuşam konusundaki modernleşme  çalışmaları sadece portyanka ile sınırlı değil. Ayrıca, tüm kulakları kapatan ve Rus ordusu ile sembol haline gelen “uşankaların” yerini de modern şapkalar alacak.
RIA Novosti'nin karikatüristi Sergey Yelkin, Rus ordusunda yapılan modernizasyon çalışmalarını şu karikatürüyle hicvetmiş.

Karikatürün çevirisi şöyle:
"Böylece, ‘partyankalar’ şık bir bandana oluyor".






16 Ocak 2013 Çarşamba

Julia Morskaya: Ümit veren genç bir Rus film yönetmeni


Aşağıdaki video internette rastgelip de facebook ortamına salladığım bir paylaşım değil. Moskova'da, Gerasimov Sinematografi Enstitüsü’nde sinema eğitimi gören tanıdığım genç bir arkadaşımın, Julia Morskaya’nın yönetmenliğini yaptığı bir klip.

Ben izlerken çok keyif aldım. Umarım siz de beğenirsiniz. Bu arada müzik ve dans da çok güzel...

Seyrettikten sonra "hakkaten yahu!" diyeceğinize eminim. Beğendiyseniz siz de paylaşın, daha çok insan keyif alsın.




Julia’nın henüz uzun metrajlı bir filmi yok. Şimdilik sadece kısa filmler ve klipler üretebildi. Ancak inancım ve ümidim yakın bir gelecekte Sergey Eisenstein, Andrey Konçalovski, Aleksandr Sokurov, Andrey Tarkovski gibi ustaları yetiştiren Rus sinemasının yönetmenlerinin arasında Julia’nın ismini de göreceğimiz. 


14 Ocak 2013 Pazartesi

Şiirimizin çınarı Nazım Hikmet'in bugün 111'inci doğum günü...


1902'de Selanik'te doğan Nazım'ı, Mavi Gözlü Dev'i özlemle anıyoruz...
2013 aynı zamanda, Nazım'ın bir yaz günü, Rusya'da, Moskova’da yaşama veda edişinin 50'nci yıl dönümü...

Vasiyet

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü
ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün
Anadolu'da bi köy mezarlığına gömün beni,

Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörle türküler geçsin alt başından mezarlığın
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar ortamalı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişim ben,
daha onlar düzülmeden
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Komşulara gelince,
şehit Ayşe'yle ırgat Osman,
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
öylece gibi de görünüyor
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani.

(1953)



10 Ocak 2013 Perşembe

Kar Tanesi – Snejinka

Aaaaa, İstanbul’a kar yağdı diyenlere!..


Kar, Rusya’da kışın ayrılmaz bir parçası,..olağan bir şey.

Asıl beklendiği zamanda yağmadığında şaşırılıyor; endişeyle beklenmeye başlanıyor. Eee, malum küresel ısınma herkesin korkusu. Ekolojik dengenin bozulması sonucundaTürkiye’nin zamanla çölleşeceği, Moskova’nın Antalya iklimine sahip olacağı fikri soğuktan yılan Ruslar için bile cazip bir düşünce değil.

Yeni yıl kutlamalarında karsız bir Kremlin manzarası düşünülemez. Bazen kar üreten makinelerle takviye yapılıyor.

Kar, Rus kışının doğal bir parçası demiştik. Neredeyse Rusya’nın tamamında Ekim ayından itibaren yağmaya başlar ve Mart ayının sonuna kadar erimez. Ortalama hesaplara göre Rusya’da kışın kar yığınlarının yüksekliği yaklaşık 50 cm’e ulaşır. Ülkenin en karlı bölgesi, doğuda bulunan Kamçatka bölgesindeyse kar yığınlarının yüksekliği 2 metreye kadar ulaşır.

Rus kültüründe karla ilgili birçok şiir ve şarkı bulunmakta. Gündelik hayatta da sıkça kullanılan kar konulu pek çok deyim var.

Ruslar çok temiz bir şeyi kara benzetirler, ‘белый как снег’ [bélıy kak snek] (kar gibi beyaz) derler.

Hiç beklenmedik bir durumla karşılaşan Ruslar, bu duruma ‘как снег на голову’ [kak snek nágalavu] (başına kar düşer gibi) derler. Bu da, ‘birden, ansızın’ anlamına gelir.

Ruslar, gereksiz bir şeyi anlatırken de ‘нужен как прошлогодний снег’ [nújin kak praşlagódniy snek] (geçen yılki kar gibi gereksiz) diyorlar.

Aşağıda karla ilgili bir şarkıyı paylaşıyoruz. Adı, ‘Snejı́nka’ (‘Kar Tanesi’). Sözleri L. Derbenyov’a, müziğiyse Y. Krilatov’a ait olan bu parça, yaklaşık 30 sene önce çıktığından beri Rusya’da en çok sevilen yılbaşı şarkılarından biri.
Snejinka’ (‘Kar Tanesi’) Şarkısı, 1982 yılında ‘Чароде́и’ (‘Büyücüler’) müzikali için yazıldı. Söz konusu televizyon müzikali, Rus fantastik edebiyatının roman yazarları olan Strugatskiy kardeşler tarafından hazırlanan bir senaryo üzerine çekildi.

Снежинка (Snejinka)- Kar Tanesi

Когда́ прихо́дит год молодо́й, -Yeni yıl geldiğinde
А ста́рый ухо́дит вда́ль, -Ve eskisi uzaklara gittiğinde
Снежи́нку хру́пкую спрячь в ладо́нь, -Kırılgan bir kar tanesini avucunun içinde sakla
Жела́ние загада́й. -Bir dilek tut
Смотри́ с наде́ждой в ночну́ю синь -Gecenin mavisine ümitle bak
И кре́пко ладо́нь сжима́й. -Avucunu sık
И все, о чем мечта́лось, проси́, -Hayal ettiğin her şeyi iste,
Зага́дывай и жела́й. -Dile ve temenni et.
И Но́вый Год что вот-вот наста́нет, -İşte yeni yıl başlıyor
Испо́лнит вмиг мечту́ твою́. -Hayalini gerçekleştirecek
Е́сли снежи́нка не раста́ет, -Eğer kar tanesi erimezse
В твое́й ладо́ни не раста́ет, -Avucunda erimezse
Пока́ часы́ двена́дцать бьют, -Saat on ikiyi çalana kadar
Пока́ часы́ двена́дцать бьют. -Saat on ikiyi çalana kadar
Когда́ прихо́дит год молодо́й, -Yeni yıl geldiğinde
А ста́рый ухо́дит прочь, -Eskisi uzaklara gittiğinde
Дано́ сверши́ться мечте́ любо́й -Hayalin gerçekleşebilecek
Така́я уж э́то ночь. -Böyle bir gece bu.
Зати́хнет все и замре́т вокру́г -Ortalık sessizleşip durulacak
В преддве́рии но́вых- дней -Yeni günleri beklerken
И оберне́тся снежи́нка вдруг -Kar tanesi ise birden
Жар - пти́цей... -Anka Kuşuna dönüşecek...

Kaynak :http://turkish.ruvr.ru/2013_01_04/Snejinka/

30 Aralık 2012 Pazar

MÜZİK DİSİPLİNİ İLE “KAOS-KOZMOS” DÖNGÜSÜNE BİR YAKLAŞIM DENEMESİ

Mehmet Selim TÜRE

Kaynak: Ekim 2010;Yaba Edebiyat, Sayı:67, Kasım-Aralık 2010; http://www.yabaedebiyat.com/

Okuma Önerileri - 1; “ALTI DERSTE MÜZİĞİN POETİKASI”, İgor Stravinsky (*)

Kaos ve kozmos! Evrenin, yaşamın ezeli ve ebedi bir döngüsü ve göreceli bir tercih; Kimimiz kaosu,kimimiz kozmosu yeğleriz. Hatta aynı öznenin bazen kaosu bazen de kozmosu yeğlediği olur. Yani kimisi belirsizliğe bilinemezliğe (doksa), kimisi belirlenmişliğe bilinebilirliğe(episteme) yönelebilir veya aynı özne bazen belirsizliğe, bilinemezliğe bazen de belirlenmişliğe, bilinebilirliğe yönelebilir.

Bu ilk bakışta, içinden çıkılamayan bir sarmal, bir labirent gibi görünebilir. Sürebileceğiniz bir iz yok gibi... O zaman kerteriz alabileceğiniz bir noktaya, bir ip ucuna ihtiyacınız var. Diyelim ki buldunuz o da yetmez. Yine kendinizi zorlamanız gerekecek. Bulduğunuz ip ucunu anlamlandırabilmek, bir yoruma ve eyleme dönüştürebilmek için belli bir birikime, beceriye ve yöntemlere sahip olmalısınız.

Bunun için ufkunuz açık ve geniş olmalı, evrensel ve yaşamsal klavuzlardan beslenmeli, yardım almalısınız.

Öyle ya, bir insanın sınırları yine kendisidir. Ben de bu kaos-kozmos döngüsünde böyle yetmezliklere,
çaresizliklere düştüğümde bu rehberlerin arayışına düşerim. Peki bu rehberler nelerdir, nerelerdedir,
nasıl bulunur? İyi ve doğru bir rehberi bulmanın yolları nedir? İşte bunun için, bu rehberlerin bıraktıkları izlerin peşine düşecek sezgi ve öngörülere sahip iyi bir iz sürücü olmak gerekir.

İz süreceğimiz alan belli: Yazılı ve yazılı olmayan, yaşayan ve yaşamıyan ortak belleğimiz, ekinimiz ve
evrenimiz. Algılayacağız, alımlayacağız, gözlemliyeceğiz, yorumlayacağız ve bir çıkarımda bulunacağız. Böylece yetmezliklerimizi, sınırlarımızı aşacak, soruna bir yaklaşım ve çözüm getirmeye çalışacağız.

Bu kaos-kozmos sarmalı bana hep “zannetmek (doksa) - bilmek (episteme)” çatışkısını çağrıştırır; bir yanda zannetmenin kolaycılığı ve belirsizliğin sorumsuzluğu, diğer yanda bilmenin zorluğu, dolayısiyle gerçeğin dayanılmaz ağırlığı ve belirlenebilirliğin sorumluluğu.

İnsanlığın karanlıktan aydınlığa doğru olan serüveninde, bu kaos-kozmos çatışkısı giderek trajik bir seyir almıştır ve bir paradoksa dönüşmüştür: Bu o kadar öyledir ki, sadece dini, sanatı değil, bir çok bilimsel disiplini bile manipüle ederek, gerçek(bilgi) olmayan gerçek(bilgi) gibi dayatılmaktadır.

İnsanlığın mitolojik bilgiden bilimsel bilgiye doğru en zorlu ve övünülesi aydınlanma ve hümanist çabaları ne yazık ki zamanla sermayenin tekeline alınarak, doğamızın, dünyamızın, evrenin kendi halindeki en bakir yerlerine kadar bile yeniden tanımlama, belirleme yönetme hakkına ve hukukuna indirgenmiştir: Dünya'da her yeri, her kesimi neo-liberalizm ile, globalleşen sermayenin kapitalist piyasasına dönüştürmeye, dahil etmeye zorlamaktadır. Yani “sahtecilik” her yeri sarmıştır: Hiçbir şey(sömürü) değişmesin diye bir şeyler değişmeli!?...

İz sürmeye devam edelim ve bir adım daha ilerliyelim: Koas-kozmos çatışkısını, asıl iki temel ve gerçek çatışmaya taşıyalım; kaos-kozmos kavramları aslında unutturulmaya ve gizlenmeye çalışılan, evrendeki tarihi diyalektik süreçlerin politik ve toplumsal düzlemdeki yansıması olan, devrimci ilerlemeci güçlerle tutucu muhafazakar güçler arasında süren çatışma değil midir? Sosyo ekonomik yapısıyla, üretici güçler arasındaki ezeli çatışkı olan kaynakların dağılımı sorununu tanımlayan sınıf çatışması değil midir?

Din, sanat, bilimsel ve siyasi kuramlar ve kurumlarla, postmodern bir kolaycılık ve sorumsuzlukla yeniden simgeler ve semboller üzerinden etnisite, aidiyet ve milliyetçilik, popülist demokrasi yavanlıkları vb. kirli siyasetlerin hortlatılması çok ucuzcu ve utanç verici bir kurnazlık değil midir modern diye nitelendirğimiz bu çağda?

Kavramların içi boşaltılmış ve asıl işlevlerini yitirmişlerdir. Bu duruma nasıl gelindiğini anlamak için, din, sanat, bilim ve siyasetteki kirlenmeye bakmak gerekir; Peki, bunu nasıl yapacağız? Bunun kolay bir yolu ve kılavuzu yok, ama iyi ve doğru seçebileceğimiz rehber(ler) bize yardımcı olabilir.

Bir çağdaşımız bu konuda benim yardımıma yetişti; İgor Stravinsky (1882-1971). Rus besteci, piyanist ve orkestra şefi. 20. yüzyıl müziğinin en etkili ve önemli bestecilerinden biri olarak kabul edilir.

Sanatçı, müzisyen ailesinin hukuk eğitimi aldırmasına rağmen yine müzik sanatına yönelmeyi seçmiştir. Savaş ve devrim koşullarında dahi müzik disiplinini ve üretimini sürdürmeyi elden bırakmamıştır. Petesburg-Paris-NewYork'da geçen bir yaşam; Yani 17 Ekim Devrimi Rusya'sından,

Dünya'nın paylaşım savaşlarının verildiği Avrupa'ya ve okyanus ötesi bir kıtadaki yeni dünya denilen A.B.D.'ne doğru geniş spektrumlu, uğraşılı, farkındalıklı bir yaşam ve meslek yolculuğu.

Harvard Üniversitesi'nde 1926 yılından itibaren Charles Eliot Norton Konferansları adıyla başlatılan geleneksel konferanslarda çok sayıda düşünür ve sanatçı üniversiteye davet edilmektedir. Öğrencilere ücretsiz ve açık olarak gerçekleştirilen bu seminerlere aralarında İgor Stravinsky'nin de bulunduğu bir çok sanatçı davet edilmiştir. İgor Stravinsky'nin bu konferanslar kapsamında müzik sanatı üzerine verdiği seminer notları, bir kitap olarak Ülkemizde de okurların hizmetine sunulmuştur:

Geleneğin kolaycılığına, modernitenin şarlatanlığına teslim olmamış bu değerli, dirençli ve çetin sanatçının, sanat uğraşısındaki oldukça dikkat çekici ve değerli bazı görüş ve önerileriyle sizin de tanışmanızı dilerim; özellikle toplumları etkileme ve yönlendirmede kullanılan sanat ve politika araçlarındaki kolaycı, popülist yöntemlere karşı sunmuş olduğu hayli uyarıcı ve doğru ipuçlarını iyi okumak ve değerlendirmekte yarar var. Aşağıda bilgilerinin yer aldığı, Pan Yayıncılık tarafından özenle dilimize çevrilmiş (Çev. Cem Taylan) ve yayınlanmış bu kitaptan tadımlık da olsa bir-kaç alıntıyı dikkatinize sunmak isterim izninizle:

“Aslında sanat tarihinde devrimci diye nitelenebilecek tek bir olgu bile bulabilmek güçtür. Sanat özü gereği yapıcıdır. Devrim dengenin sekteye uğramasını ima eder. Devrimden söz etmek, geçici bir kaostan söz etmek demektir. Oysa sanat kaosun tersidir. Yaşayan eserlerini, bizzat kendi varoluşunu da tehdit altına sokmadan, kendini kaosa teslim edemez.” (Stravinsky, s:17)
“... Saf haliyle müzik, özgür spekülasyondur...” (Stravinsky, s:40)
“Yaratma yeteneği bize hiçbir zaman tek başına verilmez; her zaman gözlem yeteneğiyle el ele
gider...” (Stravinsky, s:44)
“Gelenek alışkanlıktan bütünüyle farklı bir şeydir; en yerleşik alışkanlıktan bile, çünkü alışkanlık,
tanımı gereği, farkında olmadan edinilir ve mekanik olma eğilimindedir; Oysa gelenek, bilinçli ve
düşünerek kabullenme sonucunda oluşur. Gerçek bir gelenek, geri getirilemeyecek bir geçmişin
kanıtı değil, şimdiki zamanı canlandıran ve bilgilendiren hayat dolu bir güçtür. Geleneğe girmeyen
her şeyin intihal olduğunu öne süren paradoks, bu anlamda doğrudur.” (Stravinsky, s:45)
“...Sanat ne kadar kontrol edilir, sınırlanır, üzerinde çalışılırsa, o kadar özgür olur.” (Stravinsky, s:50)
“Modernizm terimi kendi içinde ne övgü ne de yergi ima eder, hiçbir yükümlülük de içermez. Zaafı
da tamıtamına budur. Sözcük elimizden kaçar, istenen her türlü kullanımın ardına saklanır... Sonuç
olarak, herkes boş terime biçim ve renk vermeye çalışarak onun esnekliğinden yararlanmıştır...” (Stravinsky, s:60)
“Yenilik ancak gelenekle el ele giderse meyve verir. Yaşayan diyalektik, yenilikle geleneğin eşzamanlı
bir süreç içinde gelişmesini ve birbirini teşvik etmesini ister. Rusya ise şimdiye kadar yalnızca yeniliği
olmayan muhafazakarlığı ya da geleneği olmayan devrimi yaşadı. Bundan kaynaklanan boşluk
üzerindeki korkutucu yalpalama başımı döndürüyor.” (Stravinsky, s:83)

İgor Stravinsky'nin, başarısız devrimleri ve devrimcilerin yetersizliklerini ve verdiği zararları vurgulaması size ilk bakışta aristokratça gelebilir, ama biraz sabır gösterebilirseniz sizi özgürlüğün de sınırları ve sorumluluk alanları ile tanıştırarak, yükümlülüklerinizi hatırlatacaktır. Böylece sanatın estetiğindeki tavizsizlikte,eksikliklerinizi ve hatalarınızı sakinlikle gözden geçirme, değerlendirme ve kendi özgün ve özerk tezlerinizi yaratma/düzeltme ve eylem alanlarınızı oluşturma olanağı bulabilirsiniz. Yani her tikellikten tümele giden yollarda gerekli bilgilerle ve doğru yöntemlerle donanmanın ve ilerleyebilmenin diyalektik kılavazluğunu sezdirmektedir bizlere. Ne de olsa eserleri ile müzik sanatına getirdiği yeniliklerle zamanın “avant-garde” sanatçılarındandır: Klasik akıma,“Bahar Ayini” adlı bale eseriyle derin halk kültürünü ve pagan düşüncenin etkilerini hatırlatarak besteciliğinin kozmopolit özelliğini sergilemiştir.

İgor Stravinsky sizi asla yanıltmasın; Bir sanat(müzik) eserinin yaratımında, tezatlık, karşıtlık, ritim, vb. basmakalıp yöntem ve unsurlara fazla yaslanılmamasını; bu şekilde üretilen eserlerin ilkin ilgi çekebileceğini ama uzun erimde etkili ve kalıcı olamıyacağına dikkat çekecek kadar yenilikçi ve zordan yana bir sanatçıdır. O sanatta 'çoktan bire ulaşma'nın vurgusunu yaparken de bu yolun en zor yol olduğunun ama en sağlam yapı olduğunun da altını çizer. Sanatsal etkinliklerin de akedemik çalışmalar ve bilimsel çabalar kadar zor olduğunu ve ciddi uğraşılar gerektirdiğini hissetmemizi sağlar. İster yaratıcı ister tüketici olalım, bizi hemen ve kolayca etkileyen fantezinin ve popülizmin her alandaki kolaycılığına, ucuzculuğuna, sorumsuzluklarına ve olumsuz sonuçlarına karşı uyarır.

Aynı yolun ve yönün bir “parelel evren” yolcusu da yazın sanatında Vladimir Nabokov'dur. Bir tesadüf olmayan bu benzerlikten söz etmemek olmaz: Onlar hem coğrafyanın hemde kendi bedenlerinin “mülteci”si ve bilinmeyenleri bilinir kılmanın yiğit ve gözüpek “iltica”cısıdırlar artık bireysel çileli yolculuklarında. Vladimir Nabokov da yazın sanatında gerçek yenilikçi ve devrimci bir yazı ustasıdır: James Joyce, Viriginia Woolf, Samuel Beckett gibi “Karşı Roman” (Anti-Roman) akımının en önemli temsilcilerindendir. Bu akımda, Geleneksel romandaki her şeyi bilen “tanrısal anlatıcı”nın tahtı ve hermetik misyonu kökünden sarsılır; klasik karekterler ve tiplerle kendini özdeşleştirmeyle edilgenliğe mahkum okuyucu da eseri yeniden üretmeye davet eden etkin bir yazar konumuna yükseltilir. Nabokov’un bu anlayışla yazdığı Solgun Ateş (Pale Fire, 1962) romanı, türünün en okunmaya ve incelemeye değer eserlerindendir. O da İgor Stravinsy ile birlikte, kültürlerarası yolculukları ve kültürlerüstü çabalarıyla, izlenme çabasına değer çağdaşlarımızdandır.

İgor Stravinsky'nin, -sanatın hata ve ihmal kabul etmeyen en disiplinli alanı olan müzik evrenindeki
ilkelerden, kurallardan, yaratma süreçlerinden, icra ve dinleme aşamasına kadar- kılı kırk yaran
titizlikle sunduğu görüşleri ve fikirleri, her kesimden okuyucunun yararlanabileceği bir evrensellik
içermektedir; Sanatın bir dalı olan müzik alanında yapmış olduğu çözümlemelerini ve yöntemini
kendinize rehber alarak, diğer sanat alanlarının, disiplinlerin ve özellikle sosyo politik uygulamaların
(rejimlerin) analizlerinde, gerek bireysel gerek toplumsal düşünce ve davranışlarımızın öz eleştirisini
ve kritiğini yapma olanağını da bulabilirsiniz.

İgor Stravinsky'nin müzik sanatı üzerine verdiği bilgiler, benim kaos-kozmos ve sanı-bilgi kavramları
ile olduğu kadar diğer sanat dalları, ekoller ve disiplinler ile de daha yeterli bir iletişim ve etkileşim
kurmamda, gerekli diyalektik yöntemlerin rehberliğini sağladığını söyleyebilirim: Müzik her zaman
kulaklarımızda hoş nağmeler bırakarak kaybolup gidecek melodilerden ibaret değildir; matematik
kesinliği gerektirecek kadar materyalist ve diyalektik tınılar da taşıyabilir, yeter ki “alımlama” için
gerekli “gösterge” niteliğini taşıyabilsin; yaratıcısı, yorumcusu ve izleyicisi ile hala kollektif gücümüz.

Kitapta yer alan İgor Stravinsky'nin, bu konferans notlarında beni en çok etkileyen şey; yaratma çabasında olan her kesimden insanda uyandırmaya çalıştığı, umut cesaret, yetkinlik, sorumluluk duygusu ve çabası.

İgor Stravinsky'nin ve uğraşdaşlarının yaşamı, yordamı, çabaları, eserleri ve bırak gitikleri izleri ile derinlemesine bir tanışma yolculuğunu, etkilenip etkilenmeme deneyimini ise sizlere bırakıyorum.

(*) Kaynak: İgor Stravinsky, Altı Derste Müziğin Poetikası, (Çev. Cem Taylan), Pan Yayıncılık, İstanbul
Ekim 2000.

Not: Yaba Edebiyat'da yayınlanan bu yazı (odtüistedebiyat klübü) için (Aralık 2012'de) yeniden gözden geçirilmiştir.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Vasiliy Makaroviç Şukşin

Vasiliy Makaroviç Şukşin (Васи́лий Мака́рович Шукши́н), 1929 doğumlu bir Sovyet yazarı. Aynı zamanda bir senaryo yazarı, rejisör ve oyuncu. Edebiyatçı kimliğinden çok sinemacı kimliğiyle tanınıyor.

Köylü bir ailenin çocuğu. Babası 1933 yılında Stalin’in hışmına uğrayıp kurşuna dizilenlerden.

Kimse yazar doğmuyor, dolayısıyla o da gençliğinde ırgatlık, makine tamirciliği, ilkokul öğretmeliği gibi farklı işlerde çalıştı.

Daha çok memleketi Altayların kırsal yörelerinin öykülerini konu edinmiş. Şukşin’in öykülerindeki ana karakter sıradan Rus köylüsüdür.

İlk öyküsü 1958 yılında yayımlandı.

1982 yılında Adam yayınları arasında çıkan Yurdanur Salman’ın çevirdiği “Yaşamak Tutkusu” isimli bir öykü kitabı var. Ancak şu sıralar baskısı yok. Zaten Adam Yayınları kapanalı çok oluyor.
Türkçede Engin Toprak’ın derleyip, çevirdiği, İkaros Yayınları arasında yayımlanan “Çağdaş Rus Öyküsü Antolojisi” kitabında “İhtiyarın Ölümü” isimli bir öyküsü var.
Toplu öyküleri: Köylüler, Orada Uzakta, Karakterler.

Romanı: Aşıklar

Piyesleri: Bakış Açısı, Fakat Sabah Uyandılar.

02 Ekim 1974 yılında bir film çekimi sırasında öldü.

Ve işte filmlerinden birinden görüntülerin yer aldığı klipte Şukşin'in anısına bestelenmiş bir şarkı, :