Moskova

Moskova

2 Ekim 2019 Çarşamba

Tam 32 harf! Rusçadaki en uzun kelime: Rentgenoelektrokardiyografiçeski








Rusçanın telaffuzuyla başa çıkmaya çalışanlarımız az değil. Bambaşka bir aileye mensup, bambaşka bir artikülasyona sahip bu dili "söktüğünü" düşünenler, kendilerini bir de uzun kelimelerde deneyebilir. İşte Rusçadaki en uzun 8 kelime.

1. Rentgenoelektrokardiyografiçeski (Рентгеноэлектрокардиографический). 32 harften oluşan bu tıp terimini, tahmin edileceği üzere "elektrokardiyografik röntgen" anlamına geliyor.

2. Çastnopredprinimatelski (Частнопредпринимательский). 24 harf ve bir yumuşatma işaretinden oluşan bir diğer sıfat. Anlamı: "özel girişimciliğe dair", "özel girişimcilikle alakalı."

3. Substantsionaliziriyuşimisya (Субстанционализирующимися). 25 harften oluşan bu sıfat çekimi ise bir felsefe terimi. Anlamı, "öz haline getirilmiş bir şey (ile)".

4. Çelovekonenavistniçestvo (Человеконенавистничество). 24 harfli bu kelime ise basitçe mizantropi anlamına geliyor, yani merdümgirizlik, yani insan sevmeme, insanlardan uzak durma.

5. Pereosvidetelstvovatsya (Переосвидетельствоваться). 22 harf ve iki yumuşatma işareti içeren bu uzun kelime de "kontrol yenilemek", "sertifika yenilemek" anlamlarını veriyor.

6. Selskohozyaystvenno-maşinostroitelniy (Сельскохозяйственно-машиностроительный). 34 harf ve 2 yumuşatma işareti içeren bir birleşik sıfat. Manası ise "tarımsal makine sanayiine dair", bu sanayi ile ilgili.

7. Vısokoprevoshoditelstvo (Высокопревосходительство). Şakalar ve espriler dışında gündelik kullanımdan tamamen çıkan bir kelime. Türkçesi: "Haşmetmeapları", "ekselansları".

8. Dostoprimeçatelsnost (Достопримечательность). Rusça uzun kelimeler arasında bir yabancının, özellikle de turistlerin gündelik hayatta belki de en çok kullanacağı kelime 19 harf ve iki yumuşatma işaretinden oluşan bu isim. Anlamı: "bir şehirde görülmesi gereken yerler".

30 Eylül 2019 Pazartesi

Rusya'da 150 dil konuşuluyor, sadece 2 kişinin bildiği dil bile var!






Rusya Federasyonu, bir "diller harmonisi" olarak yaşamaya devam ediyor. 

Son verilere göre, Rusya'da aktif biçimde konuşulan dil sayısı 150. Diyalektlerle birlikte bu sayı üç yüze çıkıyor. 

Federasyon bünyesinde yaşayan 193 etnik grubun konuştuğu diller 14 dil ailesinde toplanıyor. Federasyona bağlı cumhuriyetlerde resmi dil sayısı 37.

2010 nüfus sayımına göre, ülkede en çok konuşulan dil 143 milyon kişi ile Rusça. İkinci sırada 5,3 milyon kişinin konuştuğu Kazan Tatarcası var. Çeçence, Başkurtça, Çuvaşça ve Ermenice de bir milyonun üstünde insan tarafından konuşulan diller arasında.

Buna karşılık Dağıstan'daki Ginuh dilini konuşan insan sayısı sadece 5. Oroçça 8, Karaimce 3 ve Kırımçakça 2 kişi tarafından konuşuluyor. Rusya'da konuşan insan sayısının iki elin parmaklarını geçmediği on kadar dil daha var.

27 Eylül 2019 Cuma

'Tanrı yukarıda, Rusya uzakta:' Farklı dillerde içinden 'Rus' geçen 10 deyim







Rusya'nın resmi yayın organı Rossiyskaya Gazeta'nın yan yayınlarından olan "Russia Beyond The Headlines" okurları arasında bir anket yaparak farklı dillerde "Rus" kelimesi içeren deyimleri topladı. İşte Ruslardan söz eden, kimisi dostane, kimisi eleştirel, kimisi de erotik 10 deyim.

1. Çok acımasız Rusya  (Very brutal Russia, Tay dili). Tayland'dan bir RBTH okurunun bildirdiğine göre, bu deyim imkansız görünen bir iş başarıldığında kullanılıyor.

2. Rus ayı kadar uzun (jak ruski miesiąc, Lehçe). Polonya'da "çok uzun süre" manasında kullanılan bir deyim.

3. Rus yılında bir kere (Raz na ruski rok, Lehçe). Manası "çok ender".

4. Küçük Rus (russinho, Portekizce). Brezilya'da sarı saçlı çocuklar bazen bu şekilde çağrılıyor.

5. Tanrı yukarıda, Rusya uzakta (Bog visoko, a Rusija daleko, Sırpça). Yardım gelmesinin çok zor olduğu durumlarda kullanılan bir deyim.

6. Rus usulü seks (una rusa, İspanyolca). RBTH'ye Meksika'dan yazan bir okur, ülkesinde "erkeğin kadının göğsüne boşalmasının" bu şekilde adlandırıldığını bildiriyor.

7. Ruslar kardeş ve hakiki dosttur (Russians are brothers and true friends, Hindi). Hindistan'dan bildiren bir okur da ülkesinde Ruslarla ilgili bir deyim olmadığını, ancak çeşitli bağlamlarda bu cümlenin sık sık kullanıldığını söylüyor.

8. Rus tankı kadar hızlı (Zasuwać jak ruski czołg, Lehçe). Muhtemelen Varşova Paktı günlerinden kalma bir deyim.

9. Rus çayı (ruski czaj, Lehçe). Bekleye bekleye artık içilmez hale gelen çay.

10. Eskimiş Rus eti gibi (Úgy néz ki, mint egy tagbaszakadt orosz nő, Macarca). Ofansif olmakla birlikte RBTH yazarlarının komik bulduğu bu deyim, Macaristan'da çirkin insanları tarif etmek için kullanılıyor.

25 Eylül 2019 Çarşamba

Çevirmen Nuri Yıldırım: Çevirdiğim Rus klasiklerine birer dini metinmiş gibi yaklaşıyorum


Soner Sert 

DUVAR





Rus klasiklerinden çeviriler yapan Nuri Yıldırım 4-5 yıldır tam zamanlı olarak çeviri yapıyor. "Çevirmen eseri gerçekten anlamak istiyorsa tembelliği bırakıp elindeki eserin yazıldığı tarihi ve toplumsal ortamla ilgili asgari bilgileri öğrenmelidir" diyen Yıldırım'la çeviriyi, çeviride uyarlamayı ve Rusya’da yaşamanın çevirmenliğe etkisini konuştuk.


1969’da Mülkiye’den mezun olduktan sonra, aynı fakültede asistan olarak çalışmaya başlayan Nuri Yıldırım, 12 Eylül faşist darbesi sonrası, 1983’te, akademiden ayrılmak zorunda kalır. Mülkiye’de doçent iken 1979 yılında resmi görevlendirme ile Moskova Devlet Üniversitesi’ne iki yıllığına misafir öğretim elemanı olarak gitmiştir. Bu sebeple, akademiden ayrıldıktan sonra 1988-2000 yılları arası Moskova’da yaşar. Geçimini Türkiye menşeili banka ve firmaların temsilciliğini yaparak sağlar. 2001 yılında yeniden üniversiteye dönerek, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde iktisat öğretim üyesi olarak göreve başlar. 2010 yılında emekli olur.

“Son 4-5 yıldan beri tam zamanlı olarak Rus klasiklerinden çeviri yapıyorum. Gerçi 1983’de ilk Çehov seçkim Cem Yayınevi’nden çıkmıştı fakat ara vermek zorunda kalmıştım. Şu anda 5-6 kitabım oldu: İki cilt Çehov seçkisi (hikâyelerin bir kısmı 2016’da Cem Yayınevi’nden çıkmıştı), Oblomov ve Yeraltından Notlar Yordam Kitap tarafından basıldı. Yine 2018’de Cem Yayınevi tarafından yayınlanan Zamanımızın Kahramanı çevirim bulunmaktadır. İkinci baskısı yakında yine Yordam Kitap tarafından yayınlanacaktır.”


Nuri Yıldırım ile çeviri ile kurduğu ilişkiyi, bu mefhumu yorumlayışını ve yaklaşımını konuştuk.

Çeviri konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl tanımlıyorsunuz?

Çeviri aslında matematiksel tanımıyla bir çeşit eşleme, haritalama (mapping) işidir. Bir kümeyi, yani kaynak metni, ögelerinin esas özelliklerini bozmadan başka türlü (başka uzayda) tanımlanmış yeni bir kümeye, yani hedef metne taşıyorsunuz. Daha doğrusu taşımaya çalışıyorsunuz, taşırken kaynak kümedeki ögelerin özelliklerini zedeleme olasılığınız çok yüksek. Çünkü soyut bir matematik modelle değil, iki ayrı dil, iki ayrı kültürel ve sosyolojik yapı ve iki farklı zamanla uğraşıyorsunuz. Çevirmen okurla yazar arasına ne kadar girmeli, ortada gözüksün mü, gözükmesin mi diye çok tartışıldı, çeviri üzerine oluşan literatürde her iki görüşü de savunanlar var. Bence yersiz bir tartışma, edebiyat çevirisi mekanik bir iş değil, çevirmen sık sık yorum yapmak, kaynak metindeki bir sözcüğün hedef dildeki alternatif karşılıkları arasından birini tercih etmek zorunda kalmakta, zorunlu olarak aktif bir rol üstlenmektedir. Bir örnek vereyim. Yeraltından Notlar’da sık sık geçen, kilit sözcüklerden biri “zloy” sözcüğüdür. Türkçede kötü, kötücül, kötü kalpli, kindar, kızgın, hırçın anlamlarına gelmektedir. Hangisini kullanacağınızı, Yeraltı adamı daldan dala atladığı için bağlamdan da çıkaramıyorsunuz. Dolayısıyla çevirmenin yorumu doğrudan işin içine giriyor. Ben romanın genel havasından Dostoyevski’nin “zloy”u “iyi”nin karşıtı olan “kötü” anlamında kullandığına karar verip öyle çevirdim. Yine, kaynak kümeyi hedef kümeye taşırken küme ögelerini, yani, yazarın kastettiği anlamı, metnin üslubunu, lirizmini, dil zenginliğini vs. bozacak şeylerden mümkün olduğu kadar kaçınmaya çalışıyorum. Bunların en başında kaynak metne ve yazarına sadakat gelmektedir. Çevirdiğim Rus klasiklerine âdeta birer dini metinmiş gibi yaklaşıyorum. Dünya kültürünün bu dev ustalarına söylemedikleri bir şeyi söyletmek ya da söylediklerini bariz bir şekilde hatalı çevirmek en büyük kâbusumdur. Yine, çevirmen, yazarın anlamının muğlak kalmasını istediği bir cümleyi ya da paragrafı çevirirken aynı muğlaklığı korumaya, orijinal metinde olmayan tumturaklı sözcükler kullanmamaya, halk deyişleri ve atasözleri için uygun karşılıklar bulmaya çalışmalıdır. Yazarın iç içe geçmiş karmaşık, zengin cümle yapısını hız uğruna düzleştirmeye, tekdüze hale getirmeye yeltenmemeli, bu yapıyı korumaya çalışmalıdır. Akıcılık konusunda da şunu düşünüyorum: Hedef metin kesinlikle çeviri kokmamalıdır, bu konuda herkes aynı görüşte, fakat çeviri kokmama ile akıcılık farklı şeylerdir. Eğer kaynak metin akıcı değilse, yazarın stili öyleyse ya da o eserin o kısmında kasten öyle yazmayı tercih etmişse çevirmen metne ekstra bir akıcılık vermeye çalışmamalıdır. Örneğin, Yeraltından Notlar’ın ilk bölümü oldukça zor okunan, hiç de akıcı olmayan, felsefe yönü yoğun bir metindir. Çevirmen aynı havayı hedef metinde korumak zorundadır.

‘UYARLAMA DEĞİL RUS KLASİĞİNİ TÜRKÇE OKURU İÇİN ANLAŞILIR KILMAK’

Bir kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir? Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?

Bence uyarlama, yani adaptasyon sözcüğü klasik Rus romanlarının çevirileri için uygun bir terim değil. Burada uygun sözcük uyarlama değil, o Rus klasiğini Türkçe okuru için anlaşılır kılmak olmalı. Çevirmen bu konuda okura rehber olmalı. Kendi deneyimimden örnekler vereyim. Bol dipnot vererek, ciddi araştırma niteliğinde sunuş yazıları yazarak, Rus kültürü ve Rusya coğrafyasının sembolü niteliğindeki sözcükleri (step, beryoza, daça, kaşa, smetana, briçka, kaleska, borşç, şçi, piroşki, peç, knyaz gibi) çevirmeyip başta ayrı bir sözlük halinde vererek okuru romanın 19. yüzyıl Rusya’sı atmosferine sokmaya, onu alıp o dönemin Rusya’sına götürmeye çalışıyorum. Yerelleştirme yapmıyor, tersine kaynak metnin ambiyansını olduğu gibi muhafaza etmeye gayret ediyorum. Step’e bozkır, Daça’ya yazlık, şçi’ye lahana çorbası, kaşa’ya lapa, peç’e soba, pirojki’ye poğaça diyen bir Rus klasiği çevirisi benim için cinayetten farksızdır. Esere ambiyansını veren bu sözcükleri atarak yerlerine bizim okurda tamamen farklı çağrışımlar yapan Türkçe kelimeler koymak romanı öldürür. Bir Orhan Kemal romanının simit, dolmuş, gecekondu gibi sözcükleri okuyucuya anlatmadan yerlerine rastgele karşılıklar koyarak herhangi bir yabancı dile çevrildiğini düşünün. O çeviriden bir şey anlaşılır mı? Özellikle genç okurların o dönemin Rus toplumuyla ilgili bilgi eksiklerini gidermeye gayret ediyorum. Belli bir bilgi altyapısı olmadan genç okurun Rus klasiklerini anlaması ve tadına varması çok düşük bir olasılıktır. Biliyorum, bazı okurlar bundan sıkılabilir, sık sık dipnotla kesilen çeviriyi akıcı bulmayabilir, ama doğrusu budur, zira elinde tuttuğu herhangi bir ucuz dedektif romanı değil Oblomov’dur, Yeraltından Notlar’dır, Çehov’un Step’idir. Onu gerçekten anlamak, tadına varmak istiyorsa tembelliği bırakıp elindeki eserin yazıldığı tarihi ve toplumsal ortamla ilgili asgari bilgileri öğrenmelidir.

Editör-çevirmen ilişkisi nasıl yürüyor?

Ben şimdiye kadar sadece Cem Yayınevi ve Yordam Kitap’la çalıştım. Oldukça uyumlu, verimli, sorunsuz bir çevirmen- editör ilişkim oldu ve şu anda da öyle…

Sizin için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?

Bir Puşkin hayranı olarak şiirin çevrilebilir olduğuna inanmayanlardanım. Onun Çingeneler’ini kaç kez çevirmeye kalkıştım, kıyamayıp bıraktım. Bir şairin dediği gibi şiir çeviride kaybolan şeydir. Fakat düzyazı eserleri, hasar oranı değişmekle birlikte hepsi çevrilebilir bence. Rus klasikleri içinde en büyük hasar, yani çeviride en çok anlam, dil zenginliği, stil, lirizm kaybına uğrayan yazar Gogol’dür ve tabii Yeraltından Notlar’ın birinci bölümü. Bulgakov’un Usta ve Margarita’sı da çevirisi zor metinlerdendir. Geçenlerde bir dergide rastladım, yayınlandığı 1966 yılından bu yana İngilizcede 12 farklı çevirisi yapılmış, yani ortalama 4-5 yılda yeni bir çeviri. Dolayısıyla edebiyat çevirilerinde son noktayı koymak, diye bir şey yok, yorum ve yaratıcılık gerektiren bir çaba olduğu için klasiklerin yeni çevirileri yapılmaya devam edecektir. Ben profesyonel, yani geçimini çeviriden sağlayan bir çevirmen olmadığım için sadece Rus klasikleri ile ilgileniyorum. Çevireceğim eserin mevcut çevirilerine bakıyor, daha iyisini yapabileceğime inandığım takdirde o eseri çevirmeye karar veriyorum.

‘MASA BAŞINDA ÖĞRENİLEN DİLLE ÇEVİRİ YAPILMAZ’

Uzun yıllar Rusya’da yaşamanızın çevirmenliğinize ne tür katkısı oldu?

“Katkısı olmak” ifadesi hafif kalıyor. Mülkiye’de öğrencilik yıllarımda Hasan Ali Ediz, Nihat Yalaza Taluy, Sabahattin Eyüboğlu, Erol Güney gibi usta çevirmenlerden okuduğum Rus klasiklerini eğer “bugün daha iyisini yaparım” iddiasıyla yeniden çeviriyorsam bunu tamamen uzun yıllar o zamanki adıyla Sovyetler Birliği’nde yaşamama borçluyum. Masa başında öğrenilen dille çeviri yapılmaz, bu çok açık. Kaldı ki, edebiyat çevirisinde dil bilgisi zorunlu koşul olmakla birlikte yeterli koşul değildir, toplumu, kültürünü, âdetlerini, insan ilişkilerini vs. yakından tanımak gerekir. 70 yıllık Sovyet deneyimine rağmen Rus insanının temel özelliklerinin yüz yıl önceki Rus insanından fazla farklı olduğunu sanmıyorum. Ulusal genler herhalde çok yavaş değişiyor olmalı. Moskova yıllarımda Rus romanlarından fırlamış pek çok insan tanıdım. Bir keresinde biri Moskovalı, diğeri Sibiryalı iki Rus arkadaşla Sibirya’ya bir tren yolculuğu yapmıştım. Zeki, entelektüel tipler olmalarına rağmen sabaha kadar “Bizim Çeremuşkin pazarında dana eti şu kadar, ya Krasnoyarsk’ta kaça? Şu kadar… Peki, Moskova’da domatesin kilosu kaça?” diye karşılıklı iki şehrin pazarlarındaki bütün fiyatları sayıp dökmüşlerdi. Çehov’un o tipleri nereden bulup çıkardığını o gece çok iyi anlamıştım.

“Şu çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?

Tam çevirmenlere sorulacak bir soru! Tabii ki hepsi, “bütün çevirilerim” diye yanıtlayacaklardır bu soruyu. İşin şakası bir yana, çeviri ilginç bir deneyim. Koca kitabın her cümlesiyle, hatta her sözcüğüyle tek tek cebelleşiyorsun. Beynine öyle bir kazınıyor ki sanki başkasından çevirmemiş de onları sen yazmışsın gibi hissetmeye başlıyorsun bir süre sonra. Çevirilerimde dönüp dönüp okumaktan büyük zevk aldığım sayısız pasaj ya da bölümler var. Örneğin, Çehov’un Step’i, Hayatım’ı, Bektaşiüzümü var, yine Oblomov’da “Oblomov’un rüyası” bölümü, Zamanımızın Kahramanı’nda Taman hikȃyesi, “Vera’nın Peçorin’e mektubu” var. Yeraltı adamının o çaresiz çığlıkları var! Hangi birini saymalı… Tabii, bunları benim değil okurun söylemesi önemli, asıl karar okurun. Dediğim gibi çevirmenden ürününe karşı yansız olması beklenemez.

‘ÇEVİRİ ÖMÜR TÖRPÜSÜ’

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Evet, geçen hafta Gogol’ün Ölü Canlar’ını bitirdim, sekiz ay Çiçikov ile yatıp Çiçikov ile kalktım. “Kızım” (kedimin adı) bile odama girmez oldu, protesto ediyor. Sonbaharda Yordam Kitap’tan çıkacak. Şimdi kapsamlı bir sunum yazmam lazım. Gogol hiç şüphe yok ki dev Rus yazarlarının en büyüğü, hayal gücü en sınırsız olanı, hiçbir ekole, edebiyat akımına dâhil olmayan, Avrupa etkisinden en uzak, tamamen özgün, diliyle, seçtiği konularıyla her şeyiyle yüzde yüz orijinal bir yazar. Belinski’nin ifadesiyle Rus edebiyatına âdeta gökten inmiş bir yazar. 10-12 yıl gibi çok kısa bir edebiyat kariyerine (1830-1842) neler sığdırmış öyle! 19. yüzyıl dev Rus romanın üç kurucu babası Puşkin (düz yazıları: Yüzbaşının Kızı ve Belkin hikâyeleri), Lermontov (Zamanımızın Kahramanı, 1840) ve Gogol’dür (Ölü Canlar, 1842). Dostoyevski’ye ait olduğu söylenen ama çok büyük olasılıkla anonim bir söz olan, “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” sözü gerçeği ne kadar güzel özetliyor.

Yılda bir kitap çeviriyorum. Sırada ne var, henüz ben de bilmiyorum. Biraz ara vermem gerek. Çeviri ömür törpüsü…

Soner Sert kimdir?
Sinemacı, yazar. "Köprü", "Baba", "Hastabakıcı" ve "Alarga" isimli kısa filmleri yazıp yönetti. "Duvar" isimli bir öykü kitabı, "Yönetmenler İlk Filmini Anlatıyor" isimli bir de sinema kitabı yazdı.

Bir yabancı gazeteci gözüyle Rusya







Bir yabancı gazeteci gözüyle Rusya-Avrupa yaşam kıyaslaması hafta sonundan Rusya'da en çok tartışılan konulardan biri oldu. Alman gazeteci Dominik Kalus, Rusların ve Avrupalıların yaşam tarzlarındaki farklılıkları değerlendiren bir yazı kaleme aldı. Yazar, sanılanın aksine Rusya'da hayatın pek çok açıdan Avrupa'dan ileride olduğunu vurguladı.

Ostexperde.de sitesinde çıkan yazıda Kalus, öncelikle Rusyalıların büyük bir bölümünün İngilizce bilmediğine dikkat çekiyor. Alman gazeteci bankamatiklerde ve bilet terminallerinde İngilizce menü seçeneği olsa da, taksilerde, süpermarketlerde ve sokaklarda neredeyse tek geçerli dilin Rusça olmasından yakınıyor. Yazara göre bu, Rusçaya tam manasıyla hakim olmayan bir yabancı için gerçek bir "stres testi" demek.

Dominik Kalus yazısında ayrıca, Rusların diğer yabancılara kıyasla "daha ciddi ve daha asık suratlı" olduğu tespitine yer veriyor. Ancak Kalus'a göre, Rusya gibi bir ülkede bu "yürekten gelen bir gülümsemenin" kıymetini arttıran bir özellik.

Gazetecinin dikkatinden kaçmayan bir diğer özellik de Rusların metroda oldukça katı bir davranış biçimine sadık kalmaları. Bu bağlamda Kalus'u en çok şaşırtan, metro vagonlarındaki sessizlik ve canlı sohbet eksikliği. İnsanların çantalarını boş koltuklara koymak yerine kucaklarından hiç ayırmamaları da Alman gazetecinin not ettiği davranış biçimlerinden.

Gazeteciye göre, Rusya'da metrolar oldukça temiz olsa da, istasyonlarda çöp kutusu bulunmaması bir eksiklik. Kalus, Avrupa'dan farklı olarak Rus metroralarında daha çok kitap okunduğuna da dikkat etmiş. Rusların klasik edebiyata düşkünlüğü de gazetecinin gözünden kaçmayanlardan. Zira Kalus'a göre, Rusya'nın aksine, Almanya'da mesela Goethe'nin eseri "Genç Werther'in Acıları"nı gerçekten okuyan pek az kimse var.

Moskova metrosundaki sessizliğin aksine şehirdeki gürültü düzeyi, Kalus'a göre, bir Avrupalı için çok fazla. Gazetecinin dikkatini çeken hususlar arasında Rusya'da müze kuyruklarının daha uzun olması, kaliteli peynir bulmanın neredeyse imkansız oluşu, Almanya'ya göre bisiklet kültürünün daha zayıf olması, maaşların iki haftalık ödenmesi ve kartla ödemelerin ekseriyetle temassız gerçekleşmesi de var.

Rusya'yı teknolojik açıdan geri kalmış olmakla suçlayanlara ise Kalus, metroda ve parklarda bedava kablosuz internetin iyi çalıştığını, bankacılık sisteminde online uygulamaların çok ileri olduğunu not ederek veriyor.

24 Eylül 2019 Salı

Tarihi pakta start Ankara'da verilmiş




Fuad Seferov




2. Dünya Savaşı öncesinde Almanya ile Sovyetler Birliği arasında imzalanan “Saldırmazlık Paktı”nın temellerinin Ankara’da atıldığı ortaya çıktı.

Moskova'da tanıtımı yapılan "SSCB-Almanya. 1932-1941. Rusya Devlet Başkanlığı Arşiv Bülteni" adlı kitapta, “Molotov–Ribbentrop Paktı” olarak da bilinen anlaşmayla ilgili gizli belgeler ilk kez yayınlandı.

Belgelere göre, Sovyetler Birliği ile yakınlaşma adımı Nazi Almanyası’ndan ve bizzat Adolf Hitler’den geldi. İki ülkenin dışişleri bakanları, Joachim von Ribbentrop ve Vyacheslav Molotov tarafından 23 Ağustos 1939’da imzalanan paktla Almanya ve Sovyetler Birliği Avrupa’yı" etki alanları"na bölmüştü. Gizli protokolleri de bulunan pakt uyarınca Almanya Polonya’ya saldırmış, Sovyetler ise Baltık ülkelerini ilhak etmişti.

Açıklanan 80 yıllık belgelerde, 10 Mayıs 1939 tarihinde Sovyetler'in Ankara Büyükelçisi Aleksey Terentyev'in Moskova'ya gönderdiği bir yazıdan bahsediliyor. Sovyet elçisi, Nazi Almanyası’nın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen ile iki kere görüştüğünü anlatıyor. Papen görüşmesinde Sovyet elçisine ısrarla , "Bugün SSCB ve Almanya arasında samimi ilişkiler bulunmasa da, farklı ideoloji ve rejimler iki ülkenin yakınlaşmasına engel olmamalı" diyor. Alman Büyükelçi, "İdeolojiler bir kenara bırakılmalı ve Bismarck'ın dostluk zamanlarına geri dönülmeli" diye ekliyor.

Belgeleri yorumlayan söz konusu kitaba göre, Almanya İmparatorluğu'nun ilk Başbakanı Otto von Bismarck’ın Rusya ile savaşmanın Almanya için son derece tehlikeli olduğu konusunda uyarıda bulunuyor.

Kitaba göre, Alman Büyükelçisi Papen, Sovyet lideri Josef Stalin'in “ulusal bir devlet inşa ettiği” sonucuna varan Hitler'in talimatlarını yerine getiriyordu. Hitler, Sovyetler Birliği’nin aslında komünizmin önemli bir rol oynamadığı başka bir ülkeye dönüştüğünü, böylece anlaşmanın mümkün olduğunu düşünüyordu.

Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın uzun süre varlığı reddedilen gizli protokolünde ise Polonya, Romanya, Baltık ülkeleri ve Finlandiya; Almanya ve Sovyetler Birliği’nin ‘etki alanları’ olarak paylaştırılmıştı. Daha sonra Almanya, Polonya’yı işgal etmişti. Sovyetler de eski toprakları Batı Ukrayna ve Batı Belarus’la Baltık Cumhuriyetleri olan Estonya, Litvanya ve Letonya’yı topraklarına katmıştı. Almanya’nın 22 Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla pakt geçersiz hale gelmişti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Molotov-Ribbentrop Paktı’nı savunarak, "Bu, Moskova’nın izole edilmesine ve barış çabalarının Batılı ülkeler tarafından hiçe sayılmasına karşı bir yanıttı” demişti. 

22 Eylül 2019 Pazar

Nazım'ın bilinmeyen görüntüleri


Fuad Seferov



Şair Nazm Hikmet'in Sovyetler Birliği'nde bilinmeyen bir görüntüsü daha ortaya çıktı.
31 Aralık 1962 tarihine ait görüntülerde Hikmet Sovyetler Birliği'nin ünlü yılbaşı televizyon programı Goluboy Ogonyok'a (Mavi Ateş) katılıyor ve Rusça konuşuyor.

Çekim Moskova'daki Şabolovka TV stüdyosunda yapılıyor. Ünlü Sovyet TV sunucusu Garri Grineviç, Hikmet'i, "Ünlü şair, Dünya Barış ödül sahibi" diye tanıtıyor. Hikmet, izleyicilere ve stüdyodaki konuklara yeni oyunun tanıtımını yapıyor, yanında oturan dostu şair Muza Pavlova da onun iki şiirini okuyor. 



Programda besteciler Pavel Aedonitsk, Mikael Tariverdiyev, ressam Yuri Fyodorov, şairler Sergey Mihalkov ve Anatoli Aleksin, sanatçı Viktor Selivanov gibi ünlü isimler de yer alıyor.  

Görüntüler Rusya Televizyon ve Radyo Devlet Vakfının Youtube sitesinde yer aldı, Bağımsız Sinema Merkezi de Türkçe alt yazı ekleyerek yayınladı.