Soner
Sert
DUVAR
Kaynak:
https://www.gazeteduvar.com.tr/
Rus
klasiklerinden çeviriler yapan Nuri Yıldırım 4-5 yıldır tam zamanlı olarak
çeviri yapıyor. "Çevirmen eseri gerçekten anlamak istiyorsa tembelliği
bırakıp elindeki eserin yazıldığı tarihi ve toplumsal ortamla ilgili asgari
bilgileri öğrenmelidir" diyen Yıldırım'la çeviriyi, çeviride uyarlamayı ve
Rusya’da yaşamanın çevirmenliğe etkisini konuştuk.
1969’da Mülkiye’den mezun olduktan sonra, aynı fakültede
asistan olarak çalışmaya başlayan Nuri Yıldırım, 12 Eylül faşist darbesi
sonrası, 1983’te, akademiden ayrılmak zorunda kalır. Mülkiye’de doçent iken
1979 yılında resmi görevlendirme ile Moskova Devlet Üniversitesi’ne iki
yıllığına misafir öğretim elemanı olarak gitmiştir. Bu sebeple, akademiden
ayrıldıktan sonra 1988-2000 yılları arası Moskova’da yaşar. Geçimini Türkiye
menşeili banka ve firmaların temsilciliğini yaparak sağlar. 2001 yılında
yeniden üniversiteye dönerek, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde iktisat öğretim
üyesi olarak göreve başlar. 2010 yılında emekli olur.
“Son 4-5 yıldan beri tam zamanlı olarak Rus klasiklerinden
çeviri yapıyorum. Gerçi 1983’de ilk Çehov seçkim Cem Yayınevi’nden çıkmıştı
fakat ara vermek zorunda kalmıştım. Şu anda 5-6 kitabım oldu: İki cilt Çehov
seçkisi (hikâyelerin bir kısmı 2016’da Cem Yayınevi’nden çıkmıştı), Oblomov ve Yeraltından
Notlar Yordam Kitap tarafından basıldı. Yine 2018’de Cem Yayınevi
tarafından yayınlanan Zamanımızın Kahramanı çevirim bulunmaktadır.
İkinci baskısı yakında yine Yordam Kitap tarafından yayınlanacaktır.”
Nuri Yıldırım ile çeviri ile kurduğu ilişkiyi, bu mefhumu
yorumlayışını ve yaklaşımını konuştuk.
Çeviri
konusunda hemen herkesin bir fikri var. Siz, bir çevirmen olarak çeviriyi nasıl
tanımlıyorsunuz?
Çeviri aslında matematiksel tanımıyla bir çeşit eşleme,
haritalama (mapping) işidir. Bir kümeyi, yani kaynak metni, ögelerinin esas
özelliklerini bozmadan başka türlü (başka uzayda) tanımlanmış yeni bir kümeye,
yani hedef metne taşıyorsunuz. Daha doğrusu taşımaya çalışıyorsunuz, taşırken
kaynak kümedeki ögelerin özelliklerini zedeleme olasılığınız çok yüksek. Çünkü
soyut bir matematik modelle değil, iki ayrı dil, iki ayrı kültürel ve
sosyolojik yapı ve iki farklı zamanla uğraşıyorsunuz. Çevirmen okurla yazar
arasına ne kadar girmeli, ortada gözüksün mü, gözükmesin mi diye çok
tartışıldı, çeviri üzerine oluşan literatürde her iki görüşü de savunanlar var.
Bence yersiz bir tartışma, edebiyat çevirisi mekanik bir iş değil, çevirmen sık
sık yorum yapmak, kaynak metindeki bir sözcüğün hedef dildeki alternatif
karşılıkları arasından birini tercih etmek zorunda kalmakta, zorunlu olarak
aktif bir rol üstlenmektedir. Bir örnek vereyim. Yeraltından Notlar’da sık
sık geçen, kilit sözcüklerden biri “zloy” sözcüğüdür. Türkçede kötü, kötücül,
kötü kalpli, kindar, kızgın, hırçın anlamlarına gelmektedir. Hangisini
kullanacağınızı, Yeraltı adamı daldan dala atladığı için bağlamdan da
çıkaramıyorsunuz. Dolayısıyla çevirmenin yorumu doğrudan işin içine giriyor.
Ben romanın genel havasından Dostoyevski’nin “zloy”u “iyi”nin karşıtı olan
“kötü” anlamında kullandığına karar verip öyle çevirdim. Yine, kaynak kümeyi
hedef kümeye taşırken küme ögelerini, yani, yazarın kastettiği anlamı, metnin
üslubunu, lirizmini, dil zenginliğini vs. bozacak şeylerden mümkün olduğu kadar
kaçınmaya çalışıyorum. Bunların en başında kaynak metne ve yazarına sadakat
gelmektedir. Çevirdiğim Rus klasiklerine âdeta birer dini metinmiş gibi
yaklaşıyorum. Dünya kültürünün bu dev ustalarına söylemedikleri bir şeyi
söyletmek ya da söylediklerini bariz bir şekilde hatalı çevirmek en büyük
kâbusumdur. Yine, çevirmen, yazarın anlamının muğlak kalmasını istediği bir
cümleyi ya da paragrafı çevirirken aynı muğlaklığı korumaya, orijinal metinde
olmayan tumturaklı sözcükler kullanmamaya, halk deyişleri ve atasözleri için
uygun karşılıklar bulmaya çalışmalıdır. Yazarın iç içe geçmiş karmaşık, zengin
cümle yapısını hız uğruna düzleştirmeye, tekdüze hale getirmeye yeltenmemeli,
bu yapıyı korumaya çalışmalıdır. Akıcılık konusunda da şunu düşünüyorum: Hedef
metin kesinlikle çeviri kokmamalıdır, bu konuda herkes aynı görüşte, fakat
çeviri kokmama ile akıcılık farklı şeylerdir. Eğer kaynak metin akıcı değilse,
yazarın stili öyleyse ya da o eserin o kısmında kasten öyle yazmayı tercih
etmişse çevirmen metne ekstra bir akıcılık vermeye çalışmamalıdır.
Örneğin, Yeraltından Notlar’ın ilk bölümü oldukça zor okunan, hiç de akıcı
olmayan, felsefe yönü yoğun bir metindir. Çevirmen aynı havayı hedef metinde
korumak zorundadır.
‘UYARLAMA
DEĞİL RUS KLASİĞİNİ TÜRKÇE OKURU İÇİN ANLAŞILIR KILMAK’
Bir
kültür aktarımı yolu olan çeviri, uyarlamaya ne derecede dâhil edilebilir?
Kültür karşılıklarının bağlayıcı yönünü nasıl açıklarsınız?
Bence uyarlama, yani adaptasyon sözcüğü klasik Rus
romanlarının çevirileri için uygun bir terim değil. Burada uygun sözcük
uyarlama değil, o Rus klasiğini Türkçe okuru için anlaşılır kılmak olmalı.
Çevirmen bu konuda okura rehber olmalı. Kendi deneyimimden örnekler vereyim.
Bol dipnot vererek, ciddi araştırma niteliğinde sunuş yazıları yazarak, Rus
kültürü ve Rusya coğrafyasının sembolü niteliğindeki sözcükleri (step, beryoza,
daça, kaşa, smetana, briçka, kaleska, borşç, şçi, piroşki, peç, knyaz gibi)
çevirmeyip başta ayrı bir sözlük halinde vererek okuru romanın 19. yüzyıl
Rusya’sı atmosferine sokmaya, onu alıp o dönemin Rusya’sına götürmeye
çalışıyorum. Yerelleştirme yapmıyor, tersine kaynak metnin ambiyansını olduğu
gibi muhafaza etmeye gayret ediyorum. Step’e bozkır, Daça’ya yazlık, şçi’ye
lahana çorbası, kaşa’ya lapa, peç’e soba, pirojki’ye poğaça diyen bir Rus
klasiği çevirisi benim için cinayetten farksızdır. Esere ambiyansını veren bu
sözcükleri atarak yerlerine bizim okurda tamamen farklı çağrışımlar yapan
Türkçe kelimeler koymak romanı öldürür. Bir Orhan Kemal romanının simit,
dolmuş, gecekondu gibi sözcükleri okuyucuya anlatmadan yerlerine rastgele
karşılıklar koyarak herhangi bir yabancı dile çevrildiğini düşünün. O çeviriden
bir şey anlaşılır mı? Özellikle genç okurların o dönemin Rus toplumuyla ilgili
bilgi eksiklerini gidermeye gayret ediyorum. Belli bir bilgi altyapısı olmadan
genç okurun Rus klasiklerini anlaması ve tadına varması çok düşük bir
olasılıktır. Biliyorum, bazı okurlar bundan sıkılabilir, sık sık dipnotla
kesilen çeviriyi akıcı bulmayabilir, ama doğrusu budur, zira elinde tuttuğu
herhangi bir ucuz dedektif romanı değil Oblomov’dur, Yeraltından
Notlar’dır, Çehov’un Step’idir. Onu gerçekten anlamak, tadına varmak istiyorsa
tembelliği bırakıp elindeki eserin yazıldığı tarihi ve toplumsal ortamla ilgili
asgari bilgileri öğrenmelidir.
Editör-çevirmen
ilişkisi nasıl yürüyor?
Ben şimdiye kadar sadece Cem Yayınevi ve Yordam Kitap’la
çalıştım. Oldukça uyumlu, verimli, sorunsuz bir çevirmen- editör ilişkim oldu
ve şu anda da öyle…
Sizin
için bir metnin “çevrilebilir” olmasının gerekçesi nedir?
Bir Puşkin hayranı olarak şiirin çevrilebilir olduğuna
inanmayanlardanım. Onun Çingeneler’ini kaç kez çevirmeye kalkıştım, kıyamayıp
bıraktım. Bir şairin dediği gibi şiir çeviride kaybolan şeydir. Fakat düzyazı
eserleri, hasar oranı değişmekle birlikte hepsi çevrilebilir bence. Rus
klasikleri içinde en büyük hasar, yani çeviride en çok anlam, dil zenginliği,
stil, lirizm kaybına uğrayan yazar Gogol’dür ve tabii Yeraltından Notlar’ın
birinci bölümü. Bulgakov’un Usta ve Margarita’sı da çevirisi zor metinlerdendir.
Geçenlerde bir dergide rastladım, yayınlandığı 1966 yılından bu yana
İngilizcede 12 farklı çevirisi yapılmış, yani ortalama 4-5 yılda yeni bir
çeviri. Dolayısıyla edebiyat çevirilerinde son noktayı koymak, diye bir şey
yok, yorum ve yaratıcılık gerektiren bir çaba olduğu için klasiklerin yeni
çevirileri yapılmaya devam edecektir. Ben profesyonel, yani geçimini çeviriden
sağlayan bir çevirmen olmadığım için sadece Rus klasikleri ile ilgileniyorum.
Çevireceğim eserin mevcut çevirilerine bakıyor, daha iyisini yapabileceğime
inandığım takdirde o eseri çevirmeye karar veriyorum.
‘MASA
BAŞINDA ÖĞRENİLEN DİLLE ÇEVİRİ YAPILMAZ’
Uzun
yıllar Rusya’da yaşamanızın çevirmenliğinize ne tür katkısı oldu?
“Katkısı olmak” ifadesi hafif kalıyor. Mülkiye’de
öğrencilik yıllarımda Hasan Ali Ediz, Nihat Yalaza Taluy, Sabahattin Eyüboğlu,
Erol Güney gibi usta çevirmenlerden okuduğum Rus klasiklerini eğer “bugün daha
iyisini yaparım” iddiasıyla yeniden çeviriyorsam bunu tamamen uzun yıllar o
zamanki adıyla Sovyetler Birliği’nde yaşamama borçluyum. Masa başında öğrenilen
dille çeviri yapılmaz, bu çok açık. Kaldı ki, edebiyat çevirisinde dil bilgisi
zorunlu koşul olmakla birlikte yeterli koşul değildir, toplumu, kültürünü,
âdetlerini, insan ilişkilerini vs. yakından tanımak gerekir. 70 yıllık Sovyet
deneyimine rağmen Rus insanının temel özelliklerinin yüz yıl önceki Rus
insanından fazla farklı olduğunu sanmıyorum. Ulusal genler herhalde çok yavaş
değişiyor olmalı. Moskova yıllarımda Rus romanlarından fırlamış pek çok insan
tanıdım. Bir keresinde biri Moskovalı, diğeri Sibiryalı iki Rus arkadaşla
Sibirya’ya bir tren yolculuğu yapmıştım. Zeki, entelektüel tipler olmalarına
rağmen sabaha kadar “Bizim Çeremuşkin pazarında dana eti şu kadar, ya
Krasnoyarsk’ta kaça? Şu kadar… Peki, Moskova’da domatesin kilosu kaça?” diye
karşılıklı iki şehrin pazarlarındaki bütün fiyatları sayıp dökmüşlerdi.
Çehov’un o tipleri nereden bulup çıkardığını o gece çok iyi anlamıştım.
“Şu
çeviriyi bir de benden okusaydınız keşke…” diyebileceğiniz bir metin var mı? Ya
da çok beğendiğiniz, okumaktan keyif aldığınız bir çeviri?
Tam çevirmenlere sorulacak bir soru! Tabii ki hepsi, “bütün
çevirilerim” diye yanıtlayacaklardır bu soruyu. İşin şakası bir yana, çeviri
ilginç bir deneyim. Koca kitabın her cümlesiyle, hatta her sözcüğüyle tek tek
cebelleşiyorsun. Beynine öyle bir kazınıyor ki sanki başkasından çevirmemiş de
onları sen yazmışsın gibi hissetmeye başlıyorsun bir süre sonra. Çevirilerimde
dönüp dönüp okumaktan büyük zevk aldığım sayısız pasaj ya da bölümler var.
Örneğin, Çehov’un Step’i, Hayatım’ı, Bektaşiüzümü var,
yine Oblomov’da “Oblomov’un rüyası” bölümü, Zamanımızın Kahramanı’nda
Taman hikȃyesi, “Vera’nın Peçorin’e mektubu” var. Yeraltı adamının o çaresiz
çığlıkları var! Hangi birini saymalı… Tabii, bunları benim değil okurun
söylemesi önemli, asıl karar okurun. Dediğim gibi çevirmenden ürününe karşı
yansız olması beklenemez.
‘ÇEVİRİ
ÖMÜR TÖRPÜSÜ’
Hazırladığınız
yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Evet, geçen hafta Gogol’ün Ölü Canlar’ını bitirdim,
sekiz ay Çiçikov ile yatıp Çiçikov ile kalktım. “Kızım” (kedimin adı) bile
odama girmez oldu, protesto ediyor. Sonbaharda Yordam Kitap’tan çıkacak. Şimdi
kapsamlı bir sunum yazmam lazım. Gogol hiç şüphe yok ki dev Rus yazarlarının en
büyüğü, hayal gücü en sınırsız olanı, hiçbir ekole, edebiyat akımına dâhil
olmayan, Avrupa etkisinden en uzak, tamamen özgün, diliyle, seçtiği konularıyla
her şeyiyle yüzde yüz orijinal bir yazar. Belinski’nin ifadesiyle Rus
edebiyatına âdeta gökten inmiş bir yazar. 10-12 yıl gibi çok kısa bir edebiyat
kariyerine (1830-1842) neler sığdırmış öyle! 19. yüzyıl dev Rus romanın üç
kurucu babası Puşkin (düz yazıları: Yüzbaşının Kızı ve Belkin
hikâyeleri), Lermontov (Zamanımızın Kahramanı, 1840) ve Gogol’dür (Ölü Canlar,
1842). Dostoyevski’ye ait olduğu söylenen ama çok büyük olasılıkla anonim bir
söz olan, “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık” sözü gerçeği ne kadar güzel
özetliyor.
Yılda bir kitap çeviriyorum. Sırada ne var, henüz ben de
bilmiyorum. Biraz ara vermem gerek. Çeviri ömür törpüsü…
Soner
Sert kimdir?
Sinemacı, yazar. "Köprü", "Baba",
"Hastabakıcı" ve "Alarga" isimli kısa filmleri yazıp
yönetti. "Duvar" isimli bir öykü kitabı, "Yönetmenler İlk
Filmini Anlatıyor" isimli bir de sinema kitabı yazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder