M.Hakkı
Yazıcı
Kaynak:
http://www.turkrus.com/
İki üç hafta önce Türkiye ve
Rusya gündemine düşen sigara yasaklarıyla ilgili haberleri bizim işyerinde konuşmaya
hala devam ediyoruz.
Yulia, Serkan’ın damarına
basmak için:
“Vah canım, yazık sana! Demek
sizin memlekette artık kendi arabanın içinde bile sigara içmek yasak öyle mi?”
diye takıldı.
Serkan’ın kızdığı kaşlarının
çatılmasından hemen anlaşılıyordu. Yulia, bunu hissettiği için inadına konuşmaya
devam ediyordu; ama Serkan, onun söylediklerine aldırmadan bana döndü:
“Tamam abi, sigara çok
zararlı, ölümcül birşey anladık da kendi özel arabasında içen insanlara da ceza
kesmek ne demek? Özel araba eşittir özel alan. D’il mi yani? Kime ne yahu?”
diye isyan etti.
Ben de Serkan’a hayret ettim.
Politikaymış, hak ve özgürlüklermiş,
falan gibi konularla pek ilgilenmeyen sevgili iş arkadaşım birden “özel
alan”dan bahsetmeye başlamıştı.
Boynumu büktüm, “Bilmem,
düşünmek lazım,” dedim.
Hayatında dudağına hiç sigara
değdirmemiş birisi olarak, senelerce, gençliğinde,
öğrenciliğinde kamusal alanlarda, duman altı kantinlerde, kahvehanelerde o pis
havayı solumak zorunda kalmıştım. Ha, bir de askerdeyken sigara içmediğim halde
“mıntıka temizliği”nde bize yerdeki sigara izmaritlerini toplatmışlardı, çok
zoruma gitmişti.
Araçların içinde yalnızca
sürücülerin değil, yolcuların da sigara içmesinin yasaklanacağının açıklanması
ve sonrasında özel aracında sigara içen sürücülere yönelik kesilen cezalar
Türkiye’de gerçekten büyük tartışma yaratmıştı.
Aslında bu gelişmelere
seviniyordum, ancak şimdi bunu söylesem siniri tepesinde olan Serkan’ı daha da
kızdırabilirdim.
Serkan, konuyu uzattıkça
uzatıyordu:
“Hukukçulara bir sorum var,
özel aracında bir insanın tek başınayken, sigara içmesini yasaklamanın kanuni
dayanağı nedir? Aradım aradım bulamadım da ben?”
Yulia, o anlattıkça keyifle
kıkır kıkır gülüyordu.
“Abi, adamın biri oturmuş
şoför mahallinde, elinde 30-40 cm uzunluğunda 2 tane plastik boru, boruları
arabanın camından dışarı çıkarmış, birinin ucuna da sigara takmış, borunun
birinden bir nefes çekiyor, diğer borudan dumanı araç dışına tahliye ediyor. Kendince
arabada sigara yasağına karşı önlem almış. Türk insanı bazen mizahta sınırları
zorluyor vallahi.”
***
Bir iki gün sonra Rusya’da
basında yer alan ve tüm dünya basınına yansıyan “balkonda sigara yasağı”
haberleri çıkınca dalga geçme sırası Serkan’a geldi, bu seferde Yulia’nın
suratı asıldı.
“Vah vah Yulia’cık! Demek
artık balkonda da sigara içemeyeceksin.”
Ancak daha sonra bir düzeltme
yapıldı, “balkonda sigara yasağı” haberleriyle ilgili resmi bir açıklama geldi.
Olağanüstü Haller Bakanlığı, yeni yasal düzenlemenin bakonda sigara içmeyi
yasaklamadığını, ancak "yangın tehlikesi yaratacak durumlardan kaçınılması
gerektiğini" duyurdu.
İgor da Serkan ile Yulia’nın
birbirini kızdırma yarışına dahil oldu. Çok severdi bu tür konularda araya
girmeyi. Yulia’ya :
“Sağlıklı olayım diye goji
berry’lerin, nefes kurslarının, pilates kasetlerinin, çörekotu özlerinin
peşinde koşup duruyorsun, ama elinde sigara! Sence bir çelişki yok mu?” diye
sordu.
Ben de dayanamadım, “Arkadaş
aklınızdan zorunuz mu var sizin? İçmeyin şu zıkkımı! İçmeyin dedim! Bitti!”
diye ortaya konuştum.
Hayatının hiçbir evresinde
sigara içmemiş biri olarak onların durumunu anlamam mümkün değil tabii ki, ama
dileğim sigara alışkanlığının tümüyle sona ermesi.
Ama yasaklara gerek olmadan.
Zira yasaklar bana hiç sempatik gelmiyor.
Aslında bunlar beni çok
ilgilendiren konular değil, ama değişim şaşırtıyor.
Eskiden Moskova’da restoran
girişlerinde “Sigara içiyor musunuz yoksa içmiyor musunuz?” diye sorarlardı:
“Курящие или некурящие?” (
Kuryaşiye ili nikuryaşiye?)
Diyelim ki “İçmiyorum,” diye
cevap veriyordunuz, sizi alıp bir masaya götürüp oturtuyorlardı. Biraz
kendinize gelip etrafınıza baktığınızda bir metre yanınızdaki masa oturan
birilerinin sigara içtiğini görüyordunuz. Efendim orası sigara içenlerin
bölgesiymiş…
N’oldu, yani şimdi!?” diye
söyleniyordunuz.
Böyle bir zaman geçti;
kurallar daha katılaştı, kapalı yerlerde sigara içmek tümüyle imkansız hale
geldi.
Rusya'da sigara yasağı Avrupa
ülkelerinden, bu arada Türkiye'den geç uygulamaya konulmuştu. Ancak 2013
yılında başlayan toplu yerlerde sigara içme yasağı aşama aşama yaygınlaştı.
Bazen işyerlerinin önünden
geçerken kapının önünde soğuk havada sigara içen kızları görüyorum, üzülüyorum.
Rusya, bazı konularda çok
geriden gelip, öne geçiyor.
1. Petro, 1710 yılında halkının
Avrupalılara benzemesi için içki, sigara, kahve içmelerini önermiş.
Nerden nereye...
En taze haberse Rusya'da küçük yaşta sigara içen çocukların ebeveynlerine ceza verilmesini öngören yeni bir yasa tasarısı.
Bu kötü alışkanlık tam dört
asır önce başlamış. Kolomb, 1492'de Amerika kıtasına ayak bastıktan sonra keşif
için Küba'nın iç kısımlarına gönderdiği mürettebatı ilk defa tütün içen
insanlarla karşılaşmış. Amerika kıtasının keşfinden sonra tütün birçok yeni ürünle
birlikte pek matahmış gibi “yeni dünya”dan “eski dünya”ya yayılmış.
***
Bu kadar sigara muhabbeti
yaptıktan sonra Serkan, geçen ay İstanbul’a bir fuar için gittiğinde yaşadığı
olayı anlatmaya başladı:
İstanbul’da fuar
dönüşünde, hiç ummadığım bir anda çok
eski bir arkadaşıma rastladım.
Arkadaşım dedim, ama onu arkadaştan
saymak doğru muydu bilmiyorum. Zira okul yıllarından tanıyordum, ama öyle pek
fazla yakınlığımız olmamıştı. Ayrıca iyi de ayrılmamıştık. Tuhaf bir sebepten
kavga etmiştik.
Bazen oluyor böyle şeyler, sudan
bir bahaneyle birileriyle kapışıyorsun. Bir laf, arkasından bir küfür, bir
yumruk… Peki, ya sebep? Ortada ciddi bir şey yok.
Ortaokulda yatılıydım; top
oynamış, yorulmuş, lök gibi terlemiştim. Hatırladığım kadarıyla da bizim takım
yenilmişti. Bahçedeki musluğun altında olabildiği kadar elimi, yüzümü, vücudumu
yıkadım; yatakhaneye geldim. Niyetim ranzama kendimi atıp, iyi bir uyku
çekmekti. Ayrıca ertesi gün bir sınavım vardı ve dinlenmeliydim.
Daha başımı yastığa yeni
koymuştum ki koridorda bir gürültü.
Gürültünün sebebi bizim odanın
yanında kalan bir çocuk.
Aynı sınıftan değildik. Adını bile
bilmiyordum, fazla samimiyetimiz yoktu.
Muhtemelen ertesi gün sınavdan
sonra bizim sınıfla yapacakları maça hazırlanmak için zulaladığı bir futbol
topuna vurup duruyor, duvarla paslaşıyordu.
Gürültü neyse de ortalık toz
duman içinde kalmıştı.
Dayanamadım, uyardım.
“Oynama,” dedim. “Biz burada
oynuyor muyuz? Bak ben de dışarda oynadım geldim.”
Özür dileyeceğine saldırgan
bir tavırla “Konuşma lan!” dedi.
“Ne diyorsun lan sen?!”
deyince de yumruklarını sıkıp üstüme yürüdü.
Çok kızmıştım.
Beni fena halde tahrik
etmişti; sinirim tepeme çıkmıştı. Çenesi budur deyip yumruğumu salladım;
gırtlağına gelmiş, iki büklüm olup tekli bir yatağın üstüne serildi.
Nefesi normale dönünce, daha
dersini almamış olacak ki, oturduğu yerden hakaretler yağdırmaya devam etti.
Ayağa kalkmadığı için
vuramıyordum, ama o konuşuyor da konuşuyordu.
“Ayağa kalk,” diyorum,
kalkmıyor.
Vuramıyordum, zira benim dövüş
ahlakıma göre yatana vurmak doğru değildi.
“Kalk!” diye üsteledim
kalkmadı. Güya kavga etmek istemiyormuş. Öyle dedi.
Bir ara çok berbat bir laf
daha edince dayanamayıp şamarı yapıştırdım.
Meğer canı onu çekermiş.
Birden sesi soluğu kesildi, kuyruğunu kıstırıp yatakhaneyi terk etti.
Ertesi gün sınıf maçında
karşılaştık. Hiç yüzüme bakmadı. Maç boyunca da benim oynadığım alana hiç
girmedi. Karşı karşıya gelmeden maç bitti.
Böylesi de daha iyi oldu
galiba; yoksa bir punduna getirip geçemeyen hırsımla sakatlayacaktım.
Daha sonra okulda pek
karşılaşmadık. Karşılaştıysak da hep uzaktan uzaktan geçti. Birbirimizi
görmezden geldik.
O mezun oldu, ben mezun oldum.
Seneler geçti, sonrasında da hiç karşılaşmadık, birbirimizi hiç görmedik.
İşin tuhaf tarafı adını bile
öğrenmemiştim. Bendeki de ne meraksızlık değil mi? İnsan onu tanıyan bir başka arkadaşına
sorar en azından.
Neyse, İstanbul’da fuar
çıkışında otele gidiyordum. Banliyö trenine bindim. Vagonlar hıncahınç doluydu.
Bu saatlerde hep öyle olurdu. Üstüne üstlük o gün hava çok sıcaktı. Vagonun
içindeki herkes bayılma derecesinde bunalmıştı.
Herifin biri kalabalığı yara
yara kapıdan kendini içeri atar atmaz cebinden çıkardığı purosunu yaktı.
Bilen bilir, berbat kokar. İğrenç
kokusu yetmezmiş gibi ortalığı duman bastı.
Yaşlı bir adam “sigara
içilmez” levhasını işaret ederek:
“Evladım, burada sigara içmen
doğru değil,” dedi.
“Babalık, bu sigara değil,
puro,” diyerek sırıttı, sonra da adamcağızı iyice azarladı.
Hakaret dolu sözlerini “İşine
bak moruk,” diye noktaladı.
Öyle ya adama neydi, o kendi
işine bakmalı, üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokmamalıydı.
Birkaç kişi daha uyaracak
oldu, ama herif kabadayılık edip onları da susturdu.
Rica filan kar etmedi. Arsızın
önde gideniydi.
Kokudan ve dumandan rahatsız
olanlar, birbirlerini itekleyerek adamdan uzağa gitmeye çalıştılar.
Vagondaki manzara aynen
şöyleydi: Herif bir tarafta tek başına ve epeyce bir alanı dumana boğmuş olarak
keyifle purosunu tüttürürken, diğerleri üst üste yığılmış, boğulacak durumdaydı.
Hiç umurunda değildi.
Derken o kalabalığın içinden gençten,
iriyarı biri dayanamayıp, gür sesiyle “Söndür ulan sigaranı, zübük!” diye
bağırıverince bizim herif, anında purosunu yere atıp, ayağıyla söndürdü, "Şöyle
söylesenize abi ya," dedi.
Bu defa herkes gülüşmeye
başladı. Herifin durumu çok komikti.
Adama daha dikkatli baktım.
Aaaa! Bu, oydu.
Hiç değişmemiş diyeceğim, ama
yaşlanmıştı haliyle. Ben de öyle değil miydim sanki?
Saçlarında kırlar vardı. Pis
bir bıyık bırakmıştı. Briyantinli saçlarını arkaya doğru tarayıp yapıştırmıştı.
Kılık kıyafet, yakıştırdığı renkler… Uğraşsan bu kadar züppe bir tip
yaratamazsın.
Kalabalık arasından kendime
yol açıp yanına yaklaştım. Omuzuna elimi koydum. İrkilerek arkasını döndü.
“N’aber?” dedim.
Gözlerini kısıp, yüzüme iyice
baktı; sonra tanıdı.
“Vay mirim, nasılsın? Kaç sene
oldu, hiç görüşemedik,” diyerek sarıldı. Çok sevdiği eski bir arkadaşına
rastlamanın coşkusuyla yanaklarımdan öptü. Laf olsun diye söylediği aşikar
beylik iltifatı eklemeden edemedi:
“Yahu, hiç değişmemişsin.”
“Sen de,” dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder