Sedat
Sezgin
Kaynak:
https://oggito.com/
Tolstoy
antik çağda yaşamış bir bilge gibidir aynı zamanda.
Sevdiklerimiz ya da hayatımızın merkezinde uzun zamandır
yer edinmiş kişiler o kadar tanıdıktır ki çoğu defa onlara bakmayız bile.
Güzelliklerini unutur, yüzlerinde ya da ellerinde oluşan kırışıklara gözlerimiz
bazen takılıp geçer ama daha fazlası değil. Zaman ağır ağır bizden bir şeyler
eksiltip çaldığının farkındayız belki, fakat üstünde pek düşünmeyi gerekli
bulmayız yine de. Nefret, kıskançlık, imrenme gibi duygular ise farklıdır;
aksini iddia etmek isterdim, ancak tecrübelerime ve okumalarıma dayanarak
söyleyebilirim ki bu duygular sevgiden daha kararlı ve daha istekli davranır.
Sevgi dediğimiz mutlak güç ne kadar derin olursa olsun, kıskançlığın ateşiyle
kısa sürede gölgelenebilir; yerini nefret ve aşağılamaya bırakabilir.
Tolstoy’un Kreutzer Sonat’ı neden yazdığı ya da
yazmayı ihtiyaç duyduğu başka bir konu. Kreutzer Sonat’taki kadın
cinselliği hakkındaki yanlış bilgi de ayrı bir konu, ki bildiğimiz kadarıyla
Tolstoy epeyce kadınla da birlikte olmuştur. Hiç kuşkusuz Tolstoy büyük bir
deha, bilge, vaizci ve kendi çağının bir peygamberi. Kreutzer Sonat’ı
yayımlandıktan sonra gelen tepkileri yumuşatmak adına takındığı muhafazakâr
tutumu (yanıt olarak bir yazı kaleme almıştır, çoğu çevirilerinde romana ek bir
bölüm olarak yer edinmiştir) bile bu romanının büyüklüğünü gölgeleyememiştir.
Şunu da eklemekte fayda görüyorum. Tesadüfen karşılaşan iki
kişi ya da daha fazlası. Bunlardan biri yazar görevi üstlenir. Sayfalarca
konuşup dururlar, ki Kreutzer Sonat’ın neredeyse tamamı aynı kişinin
konuşmalarından oluşur. İtiraf etmeliyim ki karşısındaki kişinin ya da
kişilerin ağzından çıkan her sözcüğü, o uzun söylevleri hafızasında tutmanın
imkânsızlığı boğazımı kıskıvrak yakalar. Teknik olarak bu biçeme yakın,
günümüzde yazılan romanları okumakta zorlandığımı söylemeliyim. Elbette çoğu
roman bir kurgudur, buna itirazım yok. Ama en azından Calvino gibi, Varolmayan
Şövalye romanının anlatıcısını kitabın sonunda bir manastırın penceresinin
önüne oturtup, “Anımsadığım kadarıyla böyleydi” demesini beklerim. Ama Tolstoy
antik çağda yaşamış bir bilge gibidir aynı zamanda. Sokrates’in Platon’un
yaşadığı dönemler. Düşüncelerini, hikâyelerini hayali ya da gerçek, uzun uzun
süren karşılıklı tartışmaların bolca olduğu metinler.
Kreutzer Sonat’ın kahramanı Pozdnişev hareket halindeki
trenin kompartımanında karşısında oturmakta olan yabancıya içini döker. Bence
de en samimi itiraflar burada olur: Birbirini tanımayan ve bir daha karşılaşma
olasılığın az olduğuna inanan kişiler arasında. Tanımadığın ve yüzünü bir daha
görmeyeceğini kesinkes bildiğin insanlara içini dökmek gibisi yoktur, çok az
kişi bu karşı konulmaz duygudan kendini koruyabilir, yeter ki samimi bir ortam
oluşmuş olsun.
Pozdnişev’in ağzından dökülen itirafları dinlerken okur
olarak, etkilerinin bizimki gibi Müslüman toplumlarında hâlâ hissedildiği
ve daha uzun zaman hissedileceğine inandığım bir dönemin ahlak anlayışına da
tanıklık ederiz. Pozdnişev karşısındaki yabancıya karısını tarif ederken ketum
davranır, rakibi olarak gördüğü adamın ise neredeyse hangi gün hangi desenli
kravatı taktığını bile anımsar. Kol düğmelerini, parmaklarını nasıl hareket
ettiği, hatta nasıl nefes aldığını bile. Tolstoy, Pozdnişev’in düşmanını
Pozdnişev’in ağzından aktarırken neredeyse bir bölümü onu tarif ederek yapar.
Sevdiklerimizi değil, rakibimiz ve düşmanımız olarak
gördüğümüz kişilere bakarız. Nefret boğazımızdan bizi kıskıvrak yakalar, nefret
ettiklerimizin her hareketini gözlemleriz. Belki de Pozdnişev gibi biz de
sevdiklerimizin güzel yanlarına bakmayız ya da baksak da güzelliklerini fark
etmeyiz, onlarda hilekârlığı ve çirkinliği görürüz sadece.
Italo
Calvino, Varolmayan Şövalye, Çeviren: Gül Işık, Can Yayınları.
Tolstoy,
Kreutzer Sonat, Çeviren: Nihal Yalaza Taluy, Can Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder