M.
Hakkı Yazıcı
Kaynak : http://www.turkrus.com/HaberDetay.aspx?id=67850%2F
Dışarı çıktığımda yan padiyezdden, hemen bizimkinden
sonraki apartman girişinden komşumuz Azeri Hüseyin’i arabasının bagajına naylon
torbalar içinde bir şeyler yerleştirirken gördüm.
“Kolay gelsin,” dedim.
Kafasını çevirip:
“Sagol. Bunlar mənim
arvadımın çiçəkləri,” dedi.
Torbaların içinde Hüseyin’in karısı Elena İvanovna’nın yaz
aylarında daçasının bahçesinde gözü gibi baktığı, ancak kış aylarında donmasın
diye sökülüp, uygun ısıdaki kapalı bir mekanda saklanan georginaları ( Георги́на-Yıldız çiçekleri) vardı. Dahlia cinsinden olan, yaz ve sonbahar
mevsiminde çiçek açan, gövdesi çalı, kökleri yumru şeklindeki bu çiçeklere
Elena İvanovna çok önem veriyordu.
Aslında georginaların sonbaharın sonu gelmeden sökülüp,
kışlık mekanlarına taşınması gerekiyordu; ancak beyaz kış biraz tolerans
gösterip, havalar şimdiye kadar olağandan daha yumuşak geçince Hüseyin,
tembelliğine yenik düşüp, işi geciktirmiş, çiçek yumrularını kapalı
balkonlarının bir köşesinde saklamıştı. Şimdi, artık georginaları her kış
sakladığı garajdaki yerine taşıması gerekiyordu.
Adeta bir gölge gibi hep peşinde olan köpeği de Hüseyin’in yanındaydı.
Köpek, ara sıra lapa lapa yağan karın coşkusuyla,
avlumuzdaki küçük parkta, ağaçların arasında deliler gibi koşturuyor, karların
üstünde yuvarlanıyor, yine geri geliyordu.
Azeri Hüseyin’e köpeğini gösterip:
“Sevgilin her zaman yanında,” dedim.
“Mən bu iti çox xoşlayıram (Ben bu köpeği çok severim),”
diye cevap verdi.
“Sevilmeyecek gibi değil, güzel hayvan,” diye devam ettim.
“Elə amma, bəzən bizə problem çıxarar. Bilirsənmi bu itin
üzündən başımıza nələr gəldi? (Öyle ama, bazen bize sorun çıkarır. Biliyor
musun bu köpeğin yüzünden başımıza neler geldi?)”
“Hayrola?” diye merakla sordum.
“Bilirsən bizim bağ qonşumuzun bir dovşanı vardı. (Biliyorsun
bizim daça komşumuzun bir tavşanı vardı.)” diye anlatmaya başladı.
O kadar çok bahsi geçmişti ki, ben bile Hüseyin’lerin daça
komşularının sevgili tavşanını biliyordum.
***
Rusya’da hayvan sevgisi çok yaygın.
Hemen her evde, her ailede, kedi, köpek ya da başka cinsten
bir hayvanın, mesela Hüseyin’in daça komşusunun beslediği tavşan gibi bir hayvanın
beslendiğine çokça rastlanır. Bir cinsten bir kaç tane evcil hayvanın ve hatta
kedi ile köpeğin bir arada, aynı evde yaşadığı bile çok sık görülen bir şey.
Zaten küçük olan Rus evlerinde koca koca hayvanları nasıl
besliyorlar, nasıl bir arada yaşayabiliyorlar diye insan bazen şaşırıyor.
Rusların hayvandan korktuğu pek görülmez. Zaten saldırgan, havlayan, hırlayan hayvan da yok gibi. Ancak hayvandan, örneğin köpekten korkmak gibi bir fobiniz varsa bir arkadaşınızdan davet aldığınızda evinde kedi, köpek besleyip beslemediğine dair ön bilgi almanızda fayda var. Zira sürprizlerle karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir.
İnsanla hayvan arasındaki alışveriş hayli karmaşık… İnsanla köpek arasındaki dostluk binlerce yıl öncesine dayanıyor. Evcil hayvanlar, yaşamın sillesine karşı korunma, bir destek ve sevilme gereksinimiyle insanlara yaklaşır, dostluk gösterirler. Evcil hayvanlar içinde köpeğin özel ve ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Köpeklerin dostluğunu arayanlar da yalnız ve insanlardan kaçan, yabani, dostluğu sadece hayvanlarda arayanlar değildir.
Rusların hayvandan korktuğu pek görülmez. Zaten saldırgan, havlayan, hırlayan hayvan da yok gibi. Ancak hayvandan, örneğin köpekten korkmak gibi bir fobiniz varsa bir arkadaşınızdan davet aldığınızda evinde kedi, köpek besleyip beslemediğine dair ön bilgi almanızda fayda var. Zira sürprizlerle karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir.
İnsanla hayvan arasındaki alışveriş hayli karmaşık… İnsanla köpek arasındaki dostluk binlerce yıl öncesine dayanıyor. Evcil hayvanlar, yaşamın sillesine karşı korunma, bir destek ve sevilme gereksinimiyle insanlara yaklaşır, dostluk gösterirler. Evcil hayvanlar içinde köpeğin özel ve ayrıcalıklı bir yeri vardır.
Köpeklerin dostluğunu arayanlar da yalnız ve insanlardan kaçan, yabani, dostluğu sadece hayvanlarda arayanlar değildir.
Doğa ve hayvan sevgisi aslında doymak bilmez bir yaşama
sevgisinin ifadesidir. Bu da Ruslarda var.
Roger Grenier’nin “Köpek Olmanın Güçlüğü” adlı kitabında dediği gibi, “İnsana eşlik eden köpek, yaşamının kısalığı nedeniyle bizlere onları kaybetmenin acısını yaşatırlar.”
Roger Grenier’nin “Köpek Olmanın Güçlüğü” adlı kitabında dediği gibi, “İnsana eşlik eden köpek, yaşamının kısalığı nedeniyle bizlere onları kaybetmenin acısını yaşatırlar.”
Bir halk deyimi de şöyle: “İnsanı dertli eden hayvandır.”
Zira bir köpeği veya hayatı paylaştığımız başka bir hayvanı
sevdiğimiz ve onun tarafından sevildiğimiz zaman, insan ve hayvan hayatlarının
eşzamanlı olmamasından her zaman üzüntü duyulur.
Hep köpeklerden bahsettik, ancak diğer hayvan dostlarımızın
hakkını da yememek lazım. Mesela Hüseyin’in komşusu Pavel’in tavşanı gibi…
***
Azeri Hüseyin’in daça komşusu Pavel İvanoviç de bir evcil
tavşan yani, krolik (Кролик) besliyordu.
Hayvan, alındıktan kısa bir zaman sonra ailenin başkişisi
olmuştu. Hepsinin ilgi odağıydı.
Eve geldiği ilk zamanlarda otururken küçük tüylü bir topa
benzediği için Pavel’in küçük kızı ona tüylü anlamına gelen Puşok (пушок) adını
koymuştu.
Puşok, tabii ki uzun zaman öyle tüylü minik bir top olarak
kalmadı; büyüdü, bir koca tavşancık oldu.
Eş dost toplantılarında söz dönüp dolaşıp tavşana
geliyordu. Puşok aşağı, Puşok yukarı. Puşok, şunu yaptı, bunu yedi falan…
Nerdeyse aile sorunları onunla paylaşılacak, ona
danışılacak hale gelmişti.
Pavel, işi iyice ileri götürmüştü. Onu futbol bahislerinde
kullanmaya başlamıştı. Odanın farklı yerlerine onun sevdiği havuçlardan
yerleştirip Puşok’u salıyordu.
Mesela bir köşeye o hafta oynanacak maçlardan birinde rakip
olan takımlardan Spartak Moskova havucunu, diğer köşeye Rubin Kazan, başka bir
köşeye de beraberlik havucunu koyuyordu. Puşok, Spartak Moskova havucuna doğru
yönelir ve yerse Spartak Moskova galip gelecek demekti bu.
Pavel, bunu bütün diğer maçlar için de yaptıktan sonra
bahsi oynuyordu.
Pavel, hasta bir Spartak Moskova taraftarıydı. Ancak Puşok,
Spartak Moskova’nın yenileceğini işaret ederse, eli gitmese de Puşok’u
dinliyordu ve bahsi öyle oynuyordu. Spartak Moskova gerçekten yenilse bile Puşok’a
kızmıyor. Üzülme Puşokcuk, suç senin değil, bizim ruhsuz futbolcuların deyip; onu
da koynuna alıp, divana uzanıp, uzun süre, üzgün bir şekilde, sus pus
yatıyordu.
Pavel, Hüseyin’e başkalarına bahsetmemesi koşuluyla bir de
sır vermişti: Oynadığı bahislerden kazandığı parayla karısına bir kürk (şuba)
almıştı. Bu Rus kadınlarına alınabilecek en değerli hediyelerden birisiydi.
Karısı çok mutlu olmuştu, ancak kürk parasının kaynağının Puşok
sayesinde kazanılan bahis parası olduğunu bilmiyordu.
***
Bir keresinde Hüseyin, onun bu haliyle dalga geçince Pavel,
tavşanların aslında ne kadar akıllı olduğunu uzun uzun izah etmiş, üzerine bir
de anekdot anlatmıştı:
Bir gün bir tavşan önüne bir daktilo almış, taka taka, tuk
tak tuk bir şeyler yazıyormuş. O sırada yoldan geçen bir tilki onu görünce:
“Hey tavşan kardeş, ne yazıyorsun?” diye sormuş.
“Doktora tezimi yazıyorum,” diye cevap vermiş.
Tilki, buna inanmamış kuşkusuz, ama yine de sormuş:
“Ha öyle mi, çok güzel, ne hakkında?”
“Tavşanların tilkileri nasıl haklayıp yedikleri hakkında.”
Tilki, verilen cevaba çok gülmüş:
“Yok, canım, olur mu öyle şey, hiç tavşanlar tilki yer mi?”
“Olur, tatlım,” der, “Gel istersen, sana göstereyim,” der,
yuvasına davet eder.
Tilkinin tavşandan korkacak hali yok ya, peşine takılıp,
beraberce tavşanın yuvasına girerler.
Biraz sonra tavşan tek başına çıkar ve yine daktilosunun
başına geçer; taka taka, tuk tak tuk, bir şeyler yazmaya devam eder.
Daha sonra oradan geçen bir kurt, ciddi ciddi bir şeyler
yazan tavşanı görür:
“Hey Tavşan, ne yazıyorsun?” diye sorar.
“Doktora tezimi.”
“Ne hakkında?”
“Tavşanların kurtları yemesi hakkında.”
Kurt, bu cevaba hem şaşırmış, hem de çok gülmüş:
“Yayınlamayı düşünmüyorsun herhalde, buna kim inanır?”
demiş.
Tavşan:
“Gel istersen göstereyim,” der.
Beraberce ine girerler. Tavşan biraz sonra dışarıya yalnız
çıkar.
Pavel, Hüseyin’e, “Tavşanın yuvasını merak ediyorsun değil
mi?” diye sormuş.
Manzara şuymuş:
Bir köşede tilkinin kemikleri; öbür köşede kurdun kemikleri.
Diğer köşede ise tavşanın ‘Doktora tezi Danışmanı’ Aslan, kürdanla dişlerini temizlemekteymiş.
***
Hüseyin, köpeğinin neden olduğu olayı heyecanla anlatmaya
başladı.
Bir sabah, kahvaltı hazırlığında oldukları sırada,
köpekleri ağzında çamura bulanmış ölü bir hayvanı sallaya sallaya gelmiş.
Dikkatli bakınca bunun komşularının tavşanı Puşok olduğunu
anlamışlar.
Hüseyin’in karısı Elena İvanovna çığlığı basmış:
“Aaaa, katil hayvan! Hüseyin, bak bu senin katil ruhlu
köpeğin komşunun tavşanını parçalayıp öldürmüş. Rezalet! Rezalet ki ne rezalet.
Ne yapacağız şimdi?”
Hüseyin de telaşa kapılmış, ama bir şeyler yapmak
gerektiğinin farkındaymış:
“Elena İvanovna, bir çarə aramaq lazımdır. Yoxsa qonşular
canımıza oxuyur,” demiş sızlanarak.
Ne yapacaklarını düşünürken Elena İvanovna’nın aklına bir
fikir gelir.
Köpeğin getirdiği tavşanı bahçedeki banyoya götürüp,
sabunla köpürtüp bir güzel yıkarlar. Ölü hayvanı tertemiz yaparlar. Sonra
Elena’nın saç kurutma makinasıyla zavallı Puşok’un tüylerini kuruturlar.
Hayvan, meğer sağlığında bile bu kadar temiz olmamışmış.
Bütün bunlar bittikten sonra Puşok’u alıp, Pavel’lerin
daçasının giriş kapısının önüne bırakıp, geri dönmüşler.
Ertesi sabah, erkenden, bütün aile daha gözlerini açmadan
kapıları çalmış. Hüseyin, hayırdır inşallah deyip kapıyı açmış.
Kapıda, ağlamaktan gözleri kızarmış Pavel, karısı ve
kızları varmış.
Pavel’in karısı, saçı başı dağınık kapıya gelen Hüseyin’in
karısına sarılıp, hüngür hüngür ağlamaya başlamış:
“Biliyor musun Elena İvanovna,” demiş, “Bizim Puşok geçen
hafta aniden eceliyle ölmüştü. Çok üzüldük haliyle, ama yapacak bir şey yoktu.
Bizim daçanın bahçesinde, büyük bir ağacın altında uygun bir yer seçip, küçük
bir mezar yapıp, gömdük. Hatta biraz da süsledik. Mezarının başına anlamlı bir
şeyler yazdıracağımız bir taş yaptırıp dikmeye karar verip Moskova’ya döndük.”
Hüseyin, donup kalmıştı. Elena İvanovna, şaşkınlıktan ağzı
açık, haykırmış:
“Gerçekten mi?”
“Gerçekten Elena İvanovna, ne yazık ki gerçekten! Ama asıl
daha da kötü olan ne biliyor musun? Puşokcuk, mezarından çıkıp, bizim kapının
önüne gelmiş, oraya yığılıp kalmış. Yoksa ölmemiş miydi; biz öldü sanıp da onu
canlı canlı gömmüş müydük? Zavallı Puşok, tertemiz tüyleriyle kapının önünde
yatıyordu. Öldüyse bizim kapıya kadar nasıl geldi bu hayvan? Siz bu işlerden
anlarsınız; nedir bunun alameti?”
Elena İvanovna:
“Yok canım, öyle şey olur mu? Ölmüştür hayvancağız,” demiş.
Bunu söylerken gözünün ucuyla Hüseyin’e bakmış; ikisinin de
işin doğrusunu söylemeye o an için cesaretleri yokmuş, sonra devam etmiş:
“Hem siz de artık kendinizi çok üzmeyin, unutun bu konuyu”
demiş.
Hüseyin, Pavel’i kolundan çekiştirip, içeri davet etmiş:
“Gel içeri Paşa, kendinizi bu kadar harap etmeyin. Ölenle
ölünmüyor. Biraz oturup, sakinleşelim; sevgili Puşok’un anısına içelim.”
07
Ocak 2015, Moskova
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder