M. Hakkı Yazıcı
Kaynak : http://www.turkrus.com/
İlker, geçen Cuma akşamı Lena’yla beni akşam yemeğine
davet etti.
Aslında bütün gün koşturmaktan yorgun düşmüştüm, hiç
halim yoktu; ancak davete icabet etmemek olmazdı.
İlker’in evinde Digitürk bağlantısı var. Hasta
Galatasaraylı olduğumdan, önemli maçlarda beraber seyredelim diye sağolsun beni
çağırır.
O akşamki maç Didier Drogba’nın Galatasaray seyircisinin
karşısına çıkacağı ilk maçtı. Çok merak ediyordum; yorgun bile olsam bu maçı
seyretmem lazımdı. Diğer yeni flaş transfer Wesley Sneijder’le birlikte bu maçta kimbilir ne
harikalar yaratacaklardı.
İlker Galatasaraylı değil, Fenerbahçeli; ama olsun,
kavgasız, gürültüsüz, birlikte maç seyredip, zevk alabiliyoruz.
İlker, Alex’i ve kız arkadaşı Anna’yı, Ersin’i ve karısı
Natalya’yı da çağırmış.
Alex ve Ersin de İlker gibi hasta Fenerli. Bir yandan da eyvah,
üç hasta Fener’li arasında bu akşam maç izlemek bana zehir zıkkım olacak diye
düşünüyorum içimden.
Zaten bismillah, kapıdan ayağımı içeri atar atmaz, daha
merhaba demeden Alex, “Biliyor musunuz meteroit bu akşam Manisa Stadı’na düşecekmiş,”
dedi.
Hiç altta kalır mıyım; “Evet, Drogba’nın bir değil,
birkaç meteroiti Akhisar kalesine
düşecek, Fenerliler kahrolacak,” dedim.
Alex, can arkadaşım; bir Rus. Nasıl oluyor da Fenerli,
diye soracaksınız. Rusya’da doğduğu şehirdeki bir Türk kolejinden mezun olmuş;
sonrasında İstanbul’da Yıldız Teknik Üniversitesi’ni bitirmiş. Ortalama bir
Türkten daha iyi Türkçe konuşup, okuyup, yazabiliyor. Fenerliliği de İstanbul’daki
yıllarından yadigar. Onun hikayesi de ayrıca ilginç ve hoş.
İlker’in karısı Tanya, hamarat bir kız; daha biz gelmeden
yemeklerin çoğunu yapmış bile.
İsmindeki ‘Tan’ı annesi Tanya’dan, ‘er’i babası İlker’den alan İlker’in oğlu minik Taner, etraftaki gürültüye, koşuşturmaya aldırmadan oturma odasındaki divana yatmış mışıl mışıl uyuyordu.
Ben
de divanın bir köşesinde
kendime yer bulup, hafifçe uzanıp kaykıldım.
Lena, hemen
televizyon kumandasını kapıp, zaplayıp çeşitli kanallardaki haberleri izlemeye
başladı.
Bütün kanallardaki ana haber konusu, önceki gün Rusya'nın Çelyabinsk kenti yakınlarına
düşen meteordu.
Çelyabinsk Bölgesi semalarından geçen meteor, Çebarkul şehrinin 1 km
uzağında bulunan bir su bendine düşmüştü. Atmosferin alt katmanlarından
geçerken yanan göktaşı parçalara dağılmıştı.
Rusya Acil Durumlar Bakanlığından yapılan açıklamaya göre gök
cisminin parçaları Çelyabinsk bölgesindeki Satka şehrinin 80 kilometre
uzaklığında bulunmuştu. Birkaç kilometrelik yükseklikte meydana gelen patlamayı
Çelyabinsk, Tümen, Sverdlovsk ve komşu bölgelerin sakinleri görmüşlerdi.
Rusya İçişleri Bakanlığı Basın Merkezi’nden yapılan açıklamada, Çelyabinsk
eyaletinde meteor parçalarının düşmesi sonucu 400 kişinin hastaneye başvurduğu
açıklanmıştı.
Çelyabinsk Bölgesi’nde görülen bu meteor yağmurunun Dünya’ya yaklaşmakta
olan 2012 DA14 asteroidinden kaynaklanmış olabileceği söyleniyordu.
15 Şubat’ta da, yani Cuma akşamı NASA Dünya’dan 27,7 bin kilometre
yükseklikte yarım futbol sahası büyüklüğünde uçan bir asteroidin izleneceğini
bildiriyordu..
Ve Pulkovo Gözlemevi Başkanı
Sekreteri Tatyana Borisoviç’e göre Cuma akşamı Moskova saati ile 23.25’te adı
geçen asteroid 27 bin kilometre gibi minimum yakın bir mesafeden geçecekti.
Uyumakla, uyumamak arasında uzanmışken bu ve benzeri haberleri duyuyordum.
Ben maçın naklen yayınını seyretmek heyecanı içindeyken, Lena, Moskva 24
Kanalı’ndan naklen verilecek meteor haberinin heyecanı içindeydi.
Aramızda televizyonun uzaktan kumandasına sahip olma konusunda tartışma
olmaz diye umuyorum.
Ersin, karısına
okuyup Türkçesini ilerletsin diye bir kitap getirmiş. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç” isimli
romanı.
Natalya’ya “Günün anlam ve
önemine uygun bir kitap okuyorsun,” diye takılıyorum.
Biliyorum bu kitabı; ortaokul, lise çağlarımda okumuştum. Romanı da,
konusunu da hatırlıyorum. 1910 yılının Mayıs ayında Halley
kuyruklu yıldızının dünyaya çarpacağı haberi İstanbul’da panik meydana getirir.
Bir mahallede kadınların kendi aralarında Kuyrukluyıldız ile ilgili
konuşmalarıyla başlayan romanın kahramanı İrfan Galip isimli bir gençti. Ünlü
bir yazar olmak isteyen, kadınlara da kızan gazeteci İrfan Galip’in Halley
kuyruklu yıldızıyla ilgili toplantılar dolayısıyla mektuplaştığı Feriha Davut
isimli genç ve güzel hanımla evlenip mutlu olmasını anlatıyordu.
Ersin’in
tevellüdü yeni, eski sözcüklerin anlamını o da bilemiyor, Natalya’ya gözünün
ucuyla beni işaret edip, “Kafa kağıdı eskidir. Ona sor,” diyor.
Natalya elinde
kitap geliyor. Bakıyorum:
“- Emine Hanım azıcık pencereye
gel… Bak neler olacakmış neler … Merakımdan bir yerde duramıyorum…
- Ne var? Yine Sıtkı karısını mı
boşadı?..,
- Ay yere batsın Sıtkı da, karısı
da... Bu öyle karı boşamak filân keyfiyeti değil... İş fena...
- Ne olmuş canım?
- Ortalık çalkanıyor... Bursa'da
sağır sultan duydu, senin hâlâ bir şeyden haberin yok... Ah ne felâket!...
Dünyaya kuyruklu yıldız çarpacakmış...
Emine Hanım “tu! tu!” diye birkaç
defa yakasına tükürerek def-i halecana (halecanını gidermeğe) uğraştıktan sonra:
- Aman ben de korkacak bir şey
zannettim. Ne kadar telâşesin kardeş... Çarparsa çarpsın.., Ne var? Kapımı kapar,
evceğizimde otururum, bir yere çıkamam, şimdi karılar, “Nasıl çarpacakmış
bakalım” diye sürü sürü seyre giderler... A! gitmem, gitmem, it köpek arasında
çiğnenmeye vaktim yok...
Bedriye Hanım asabî bir kahkaha
ile:
- Emine kardeş, sen ne kadar
aptallaşmışsın.. Hiç o koca “mefret” o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da
senin evin kalır mı ki kapıyı kapayıp da içinde oturacaksın?…Sen ne kayıtsız
kadınsın, Vallahi korkudan bu gece gözlerime uyku girmedi.
- Korkma.. Hepsi yalan. Müneccim
uydurması...Ne çarpacağı var, ne bir şey....”Küllii müneccimin kezzab...” (arapça bir cümle: bütün
astronomlar yalancı). Hacı baban daima öyle söylemez mi? Geçenlerde de öyle
dediler,... Yine bir kuyruklu görünmedi miydi? “Çarpacak” dediler, “Gökten
ateş yağacak” dediler... bilmem daha ne haltlar ettiler. Hiçbirinin aslı çıktı
mı? Hay söyleyenlerin kemikleri çarpılsın inşallah... O geçenki kuyruklu için
bir ucu yerde bir ucu gökte dediler. Atiye Hanımın evinden gözüküyor imiş,. Bir
gece akşam yemeğinden sonra oraya gittik. Şöyle Cerrahpaşa camisinin yanma
doğru havada iri sorguç gibi bir şey gördük, işte o imiş. Bu kadar lâkırdı
meğerse onun içinmiş....”
Natalya, bir iki şey sorduktan sonra, kitabını alıp
gidiyor.
Bu arada Lena, elinde televizyonun uzaktan
kumandası, yanıma gelip,
“Haberin var mı? Bak neler olacakmış neler?” diyor.
Her şeyi biliyorum, ama yine de dalgamı geçmek için
soruyorum:
“Ne var? Yine Pavel karısını mı boşadı?..,”
“Ay yere batsın Pavel de, karısı da... Bu öyle karı
boşamak filân gibi bir şey değil... İş kötü...”
“Ne olmuş canım?”
“Ortalık çalkalanıyor... Çukotya’daki Çukçalar bile duydu, senin hâlâ bir
şeyden haberin yok... Ah ne felâket!.. Dünyaya yeni bir meteroit
çarpacakmış…Moskva 24 Kanalı canlı haber verecekmiş. Merakımdan yerimde duramıyorum…”
“Tu! tu! Tu! Allah korur inşallah. Aman ben de korkacak bir şey var
zannettim. Ne kadar telâşesin Lena’cım... Çarparsa çarpsın.., Ne var? Buralara
düşmez. Rusya,
dünyanın en büyük ülkesi, Çelyabinsk de buraya çok uzak,” diyorum.
“Yahu, sen ne kayıtsız adamsın, Vallahi korkudan dün gece gözlerime uyku
girmedi. Hiç öyle deme, yakın bir yerlere düşerse felaket. Bak Çelyabinsk’te
neler oldu.”
“Korkma… Önemli bir şey olmaz. 12 Aralık’ta Kıyamet kopacak dediler de ne
oldu?”
Hanımlar yardım için mutfağa girdiler.
Çok zaman geçmeden mutfakta kaynatmaya, dedikoduya
başlamışlardı bile
Gözlerimi kapatıyorum. Uyurla uyanık arasındayım. Arada
dalıyorum. Rüyayla gerçek arası konuşmalar gelip, gidiyor.
Natalya, yine elinde kitap bir şeyler sormak için geliyor.
Gösterdiği sayfaya bakıyorum:
“Üst taraftaki komşu Emeti Hanım
bahçe duvarının önünde dibi yukarı, yani tersine vazedilmiş, bir eski küfenin
üstüne çıkarak kınalı saçlarını gösterip:
- A çocuklar nedir telâşınız?,..
Vıcır vıcır orada ne ötüşüyorsunuz?
Bedriye Hanım: — Kuyrukluyu
söyleşiyoruz. Emeti Hanımcığım...
Emeti Hanım: — Hangi kuyrukluyu?
Bedriye Hanım: — A! kaç tane var
kadınım?,...
Emeti Hanım: — Kaç tane
istersin?..., Sokak dolusu var.
Bedriye Hanım: — Biz o sokaktaki
kuyrukluları söylemiyoruz canım... Gökteki kuyrukluyu konuşuyoruz. Birkaç haftaya
kadar dünyaya çarpacakmış, diyorlar...
Emeti Hanım: — Siz gökteki
kuyrukludan korkmayınız,. yerdekilerden korkunuz... Bu berikiler daha
tehlikeli...
Bedriye Hanım istiğrabla
(garipsiyerek): — Bu yerdekiler hangileri a kuzum?
Enıeti Hanım: — Hangileri olacak?...
Guguruklarının tepelerine yalancı pırlantadan birer iğne iliştirip
çarşaflarının eteklerini birer arşın yerlerde sürüyerek sokaklarda gezen
kuyruklular,...
Bedriye Hanım: — İlâhi Emeti
Hanımcığım! kıyametler kopsa sen yine böyle gençlerle uğraşmaktan
vazgeçmezsin... O zavallı hanımların kuyruklu olup da kime çarptıkları var?
Emeti Hanım hiddetle: — Nasıl?
nasıl?,... onların sadmelerine (çarpmalarına) uğrayıp da az delikanlı mı hurdahaş
olmadı?...
Emine Hanım hafif hafif gülerek:
— Yıldız çarpıp da kıyamet kopacak diyorlar da bak bu kadın hâlâ ne düşünüyor?
Emeti Hanım infial ile başını
duvarın üzerinden biraz daha uzatarak:
- Düşünürüm zahir... Yeğenimin
oğlu Behçet'e geçenlerde böyle yapma pırlanta iğneli kuyruklunun biri çarpmış
da oğlan ye'sinden kendini az kaldı bahçedeki dut ağacına asıyordu. Yazık değil
mi? Yirmi ikisinde tosun gibi delikanlı...
Bedriye Hanım: — Şimdi öyle
şeyler düşünülecek zaman değil... Bu yukarıki yıldız çarparsa hepimiz tuz ile
buz olacakmışız...
Emeti Hamni: — Sus kız... içim fena oldu... Kim söylüyor
onu?...”
Natalya, bir şeyler sorup gidiyor.
Başım yine ağırlaşıp düşüyor. Arada gözümü açıp etrafa
bakıyorum.
İlker, mutfak kapısının pervazına yaslanmış
mutfaktakilere;
“Kızlar, orada bıcır bıcır ne ötüşüp, konuşuyorsunuz?” diye soruyor.
Tanya, “Meteroidi konuşuyoruz, İlker’cim,” diyor.
“Hangi meteroidi?”
“ A! kaç tane var İlker’cim?,...”
İlker:
“Kaç tane istersin?..., Sokak dolusu var.”
Lena:
“Biz o sokaktakileri söylemiyoruz canım... Göktekileri konuşuyoruz. Bu
gece yine dünyaya çarpacakmış, diyorlar...”
İlker
“Siz gökteki meteoritlerden korkmayın,. yerdekilerden korkun... Bunlar daha
tehlikeli...”
Lena:
“Bu yerdekiler hangileri a kuzum?”
İlker:
“Hangileri olacak?... Bizim Türk erkeklerinin yüreğini hoplatan
devuşkalar,..”.
Lena:
“İlâhi İlker’cim! Kıyametler kopsa sen yine böyle gençlerle uğraşmaktan
vazgeçmezsin... O zavallı kızcağızların göktaşı olup da kime çarptıkları var?”
İlker:
“Nasıl? nasıl?,... onlara çarpılıp da, az mı
delikanlı hurdahaş oldu?...”
Tanya:
“Yıldız çarpıp da kıyamet kopacak diyorlar da, bak
bu adam hâlâ ne düşünüyor? Şimdi öyle şeyler düşünülecek zaman değil... Bu
meteroit çarparsa hepimiz tuz ile buz olacakmışız...”
İlker, mutfaktakileri kızdırmış olmaktan mutlu, kıkır
kıkır gülerek, içeri dönüyor.
Yine dalmışım.
Bir şangırtı ile gözlerimi açıyorum. Doğrulup,“Ne oldu,
meteor evin içine mi düştü?” diye soruyorum.
Natalya Vasilyeva,“Ersin, yardım edeceğim derken salata
kasesini yere düşürüp, kırdı,” diyor gülerek.
“Aferin ona,” deyip, uyuklamaya devam ediyorum.
Maç başlıyor. Uykum açılıyor, keyfim yerine geliyor. Hep
beraber yemeğe oturuyoruz.
Ve maç benim için mutlu sonla bitiyor. Tebrikleri kabul
ediyorum.
Yemekteki muhabbet, sonrasında da devam ediyor. Meteor
konusu maçın önüne geçiyor.
Alex, “Biliyor musunuz,” diyor, “Uyanık bir pizzacı
‘Çelyabinsk’te meteroit bütün pizza restoranlarını hasara uğrattı, Allahtan biz
Moskova’dayız, bizim restorana bekleriz’ diye reklam vermiş.”
Konuyla ilgili matrak haberler birbiri ardına konuşuluyor.
İlginç açıklamalarıyla ünlü politikacı Rusya Liberal Demokrat Partisi
lideri Vladimir Jirinovski’ye göre Ural’a bir göktaşı parçaları düşmemiş,
Amerikalılar silah denemesi yapmışlardı.
“Valla helal olsun, şaşılacak bir hayal gücü varmış,” diyorum.
30 Haziran 1908’de Rusya’da Tunguska Bölgesi’nde düşen
gök cisminin sırrı hala araştırılıyordu.
225 milyon yıl önce amfibilerin neredeyse tamamı yok
olmuştu. 70 milyon yıl önceyse yine benzer bir olayda tüm canlıların yüzde
sekseni yok olmuştu.
İnternette yer alan bir karikatürde soyları meteor
yağmuru nedeniyle tükendiği söylenen bir dinazor, “Bu aptal taşlar yüzünden
kardeşlerimi kaybettim,” diye yakınıyormuş.
“Haklısın,” diyorum.
Kızmıyorum, kızmam da.
Hülasası güzel bir akşamdı. Ve şükürler olsun ki kırk yedi
metre çapında dev bir göktaşı Dünyamızı teğet geçip, gitmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder