“Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Oysa mutsuz ailelerin her birinin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır...” Anna Karenina’nın girişi, edebiyat tarihinin en çok alıntı yapılan cümlelelerinden. Yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy, evlilik ve aile kurumuna duyduğu inançsızlığı Anna Karenina gibi birçok eserine konu etmiştir.
Yazarın evliliği de edebiyat tarihinin en ünlü karı-koca kavgalarına sahne olur: Karısı Sofya, üzerinden köylü kıyafetlerini çıkarmayan anarşist ruhlu kocasını eserlerinin yayın haklarını ailesine bırakmaya ikna edebilmek için intihara bile kalkışır.
Türk Rus Kültür Vakfı’nın düzenlediği ‘Ailesi Tolstoy’u Anlatıyor’ etkinliği için İstanbul ’a gelen 5. nesilden torunları Ekaterina (25) ve Anastasya’ya (28) “Tolstoy soyundan kaç kişi var şimdi” diye sorduğumda aralarında hararetli bir tartışma dönüyor. Ekaterina bir noktada kafası karışarak “Ölenleri sayıyor muyuz?” diye soruyor, sonra Anastasiya “Yaklaşık 300 kişiyiz” diye toparlıyor. Ekaterina, sanat tarihi okumuş, Anastasya ise hala Oxford Üniversitesi ’nde Rus Edebiyatı doktorası yapıyor. Aile, yılda iki kere Tolstoy’un ömrünü geçirdiği Tula bölgesindeki ‘Yasnaya Polyana’ evi/müzesinde buluşarak Tolstoy’un gözlerini yaşartacak bir bağlılık sergiliyor. Hatta 90’larda Fransa , İtalya , İsveç ’e dağılan kayıp akrabalarını bulabilmek için ‘Tolstoy ailesi Facebook grubu’ bile açmışlar. Yasnaya Polyana buluşmaları ilginç etkinliklere de sahne oluyor: bu yılki buluşma Lev ve karısı Sofya’nın 150. evlilik yıldönümüne adanmış, İsveç’ten gelen tiyatrocu bir torun da evliliklerini anlatan bir oyun sergilemiş. Çiftin fırtınalı ilişkilerine nasıl baktıklarını sorduğumda Anastasya “Kimine göre Tolstoy çekilmez bir adamdı, kimine göre Sofya histerikti” diyor ve ekliyor: “Sofya’nın da hakkını yememek lazım! Savaş ve Barış’ı 6 kere el yazısıyla temize çektiğini bilen çok kişi yoktur.”
MÜZEYİ KURTARAN BABA ŞİMDİ PUTİN’İN SANAT DANIŞMANI!
Ekaterina ve Anastasya’nın babaları - yani Tolstoy’un torununun torunu - Vladimir, 1994’ten beri müzenin direktörlüğünü yapıyordu. Hayatını büyük büyük dedesinin geride bıraktığı müze-evi kurumsallaştırmaya adayan babanın niye İstanbul’da olmadığını karısı Ekaterina Aleksandrovna “Artık müzenin direktörlüğünü ben üstlendim” diyerek açıklıyor. Ekaterina, kızlarının deyişiyle ‘Katya’, kocasının müzeyi neden bıraktığı soruma cevaben ‘1911’den bu yana Yasnaya Polyana tarihi’ başlığında özetlenebilecek bir monoloğa giriyor. Ekaterina, müzeye henüz yeni mezun bir öğrenci olarak çalışmaya geldiğinde Vladimir’le tanışmış ve evlenmişler. O zamandan beri müzede çalışan Ekaterina’nın anlattığına göre müze, kötü renovasyonlardan arsayı pazarlamaya çalışan müdürlere (1957-94 arasında 20 müze müdürü değişmiş) birçok tehlike atlatmış. 1994’te işleri devralan Vladimir müze çalışanı sayısını 93’ten 584’e çıkarmış. “Burada artık bir cafe, otel, hatta kreş var. İkinci dil olarak Rusça dersleri bile veriyoruz. Niyetimiz ziyaretçi sayısını yılda 100 binden 500 bine çıkarmak” diyor Ekaterina. Mülkiyet kavramına bu kadar zıt bir adam olan Tolstoy, biricik evinin böylesine kurumsallaşmasını nasıl karşılardı merak ediyorum. Topu yine Anastasya alıyor, “Zor bir soru” diyor. “Sonuçta Tolstoy burayı çok önemsediği için karısı ve 13. çocuğuna bırakmıştı. ‘İçinde Yanya Polyana olmayan bir Rusya hayal edemiyorum’ dediğini de biliyoruz.”
Hâlâ Vladimir’in müzeyi neden bıraktığını çözemediğimizin farkına varıp sorumu tekrarlıyorum. Sonunda Ekaterina baklayı ağzından çıkartıyor: Meğer Vladimir, Mayıs’tan beri adaşı Putin’in kültür sanat danışmanlığını yapıyormuş. Şaşkın bakışlarımı farkeden Anastasya açıklıyor: “Putin kendisiyle çalışmasını teklif edince reddedemedi. Rus kültürünü korumak ve tanıtmak babam için çok önemli, kültür ve sanatla toplumun birçok sorununun çözülebileceğine inanıyor. Şimdilik araları iyi, ileride ne olacağını ise zaman gösterecek...”
TOLSTOY İSTANBUL’A MI GİDİYORDU?
Tolstoy’un Astapo’da bir tren garında öldüğünde İstanbul’a gitmeye çalıştığına dair dolaşan söylentileri soruyorum, ilk kez duyduklarını söyleyerek gülmeye başlıyorlar. Meğer Bulgaristan ’da da aynı söylenti varmış, hatta Tolstoy’un müritleri ‘Ölmeseydi buraya gelecekti’ diyerek kendisine itafen mini bir Yasnaya Polyana kurmuşlar. “Tek bildiğimiz güneye gittiği, ama İstanbul yine de bize çok şey ifade eden bir şehir” diyor Anastasya. Rus Çarı ‘Deli’ Petro’nun 1700’lerde İstanbul’a gönderdiği elçi Petr Andreyeviç Tolstoy’u anımsatıyor, sonra da büyük dedelerinin karısıyla İstanbul’da tanışıp evlendiğini söylüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder