Moskova
6 Eylül 2010 Pazartesi
Eskimeyen bir yazarın yılı
İlber Ortaylı
Milliyet
Lev Tolstoy 9 Eylül 1828’de doğdu. Türkiye onu Fransızcadan yapılan çevirilerle tanıdı. Ama orijinal dilinden yapılan çeviri serisi de tamamlanmış durumda. Hasan Ali Ediz ile başlayan Rusçadan Tolstoy çevirileri genç kuşakla devam ediyor. Anglo-Sakson dünyası için Tolstoy kendi klasik yazarları kadar önde giden bir isim, daha çok önde giden ise Dostoyevski... İnsan ruhunu bu iki yazar kadar girdisi çıktısıyla kim izleyebilir, hangisi daha üstün tartışılır. İki yazar da fazla tarihçi değiller, Tolstoy Dostoyevski’ye göre tarihi çok kullansa da o da bulunduğu çevreyi ele almıştır.
Beşeriyet tarihinin dönüm noktası sayılabilecek 1828-1910 döneminde, 82 yıllık bilinçli ve gözlemci bir ömür büyük bir fırsattır. St. Petersburg’dan Kafkaslar’a, Kırım Savaşı’ndan 1905 devrimine kadar Rusya’yı yöneten bir ailenin üyesi olmak romancının ötesinde bir birikim getirir. Üstelik Tolstoy oportünist veya şöhret meraklısı değildir. Rusya devletini modernleştiren bürokrat ve generallerin ailesindendir ama devlete ve devlet hizmetine başından karşıdır.
Anna Karenina’nın anlamadığı gerçek
Tolstoy’un dünyaya ve yurduna bırakmış oldu miraslar şöyle sayılabilir: Universal aydın grubun Hıristiyan anarşist düşüncesi; sık sık edebi şovenizmi zorlayan bir edebi tutuculuk; Stalin devrinde ailenin ve yazarın isminden yararlanan yeğeni Aleksei Tolstoy... Ama Tolstoy’un kendisi beşeri düşüncenin üzerinde başka bir mirastır. Taklit edildiğinde can sıkıcı bir gelenektir. Tekrar tekrar okunduğunda ise nesillerin ufkunu açar. Onun tarif ettiği Rusya’yı Rusya’da bile aramayın, bulamazsınız. Ama o Rusya her yerde vardır ve her zaman başka ülkelerin ve insanların adeta özlem duydukları bir kültür olarak onun kaleminden dökülür.
Tolstoy “Anna Karenina”da gününün ortamında karakterlerini çizer. St. Petersburg muhitinin hürmet ettiği Aleksandr Karenin Başkırlara karşı acımasızdır, onları toprağından sürer. Karısına ve çocuğuna karşı acımasızdır. O cemiyette katı ahlak kurallarına kimse uymaz ama o kuralları değiştirmeye kimse kalkışamaz zira merhametsiz bir dünyanın ortasında yalnız kalır. Anna Karenina’nın anlamadığı gerçek budur. Dolayısıyla kendi içinde dürüst, iyi yetişmiş o güzel kadın (bir baloda rastladığı Aleksandr Puşkin’in güzel kızını Anna Karenina olarak okuyucusuna betimler) yalnızlığa ve ölüme mahkum olur.
Tolstoy’un kendi hayatı da Astapova adlı bir istasyonda bitti; mülklerini köylülerine taksim etmek isteyince ailesiyle çatışmış ve evi terk etmişti. Nereye gitmek istediği hâlâ malûm değil. Garip, “Anna Karenina” romanı bir tren kazası ile başlar, trenin önüne atılan Anna’nın hayatı ile biter. Tolstoy da hayatının bir istasyonda hareket memurunun evinde biteceğini biliyor muydu?
“Savaş ve Barış” 1812 Rusya’sının romanıdır. Manzaralar malum, St. Petersburg ve Moskova’da düzgün insan çok az. İdeal tipler tarihten getirilme, mesela ihtiyar prens Volkonsky gibi. Ama Napolyon romandaki bütün Rusları bir gaye etrafında birleştiriyor. Gerçekte de öyleydi.
Rusya’nın Çarlardan evvel tarihte ağırlığını duyuran bir sülalesinden geliyordu. Bunlar bütün 17,18 ve 19’uncu asır boyu ünlü generaller, bakanlar, hatta Aleksey Kostantinoviç Tolstoy gibi yazarlar bu ailedendi. 1700’de İstanbul Antlaşması’yla Türkiye’ye ilk gelen mukin büyükelçi Piotr Tolstoy da yazarın büyük dedesidir.
Kasım ayında onun 100’üncü ölüm yıldönümü; Lev Tolstoy’un romanları üzerinde o ay daha çok durulması lazım. Tolstoy Rusya’nın Balkanlara müdahalesini tasvip etmiyordu. Bu konuda Karl Marx ve Friedrich Engels’e paralel düşünüyordu denebilir. Büyük adamlar farklı düşünür ve doğrulara daha farklı yerlerden işaret ederler. Tolstoy eskimeyen bir yazar ve her zaman için bir düşünür.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder