Moskova

Moskova

10 Eylül 2009 Perşembe

Rusların en çok beğendiği roman: Usta ve Margarita

10 Eylül 2009, Perşembe

Ruslar arasında yapılan ankete göre, ülkede en çok beğenilen roman Sovyet döneminin ilk yıllarında Mihail Bulgakov'un yazdığı Usta ve Margarita eseri oldu.

Rus SuperJob.ru haber portalının yaptığı “Sizce en iyi eser hangisi?” araştırmasında, Rusların yüzde 16'sı Sovyet yazar Mihail Bulgakov'un “Usta ve Margarita” romanını çok beğendiğini söyledi. Ruslar kitapla ilgili, “Çok mükemmel ve eğitici bir roman!”, “Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen Rusya'da eserdeki anlatılan karakter, zihniyet, düşünce ve kafa yapısı halen kalmakta.” ifadelerini kullandı.

Araştırma, Lev Tolstoy ve Fyodr Dostoyevski gibi ünlü yazarların eserleri de Rusya’da ne çok okunanlar arasında. Araştırmaya göre, en çok beğenilen ikinci eser Tolstoy'un “Savaş ve Barış” (yüzde yedi). Üçüncü sırada ise Dostoyevski'nin “Suç ve Ceza” eseri geliyor (yüzde üç). Diğer sıralamada ise A.Puşkin'in “Yevgeni Onegin”, A.Griboedov'un “Akıl Belası”, N.Gogol'un “Ölü Canlar” gibi eserleri de yer alıyor.
Usta ve Margarita eseri, 20.yüzyılın 30'lı yıllarında Moskova'da yaşanan olayları anlatıyor. Eserlerinde Sovyet sistemini eleştiren yazar Bulgakov, Usta ve Margarita başta olmak üzere bazı kitablarının basıldığını görmeden hayatını kaybetti. Yazar öldükten sonra eşi sakladığı elyazmaları ve not defterlerini 1960-70'lı yıllarda gün ışığına çıkardı. O yıllarda dergide, daha sonra kitap olarak basılan Usta ve Margarita romanı eski SSCB'nin çöküşüne az kala tüm Rus okuyucuların kalbini fethetmişti.
Kitapta Hz.İsa'nın hayatı, yaşadığı olaylar, iyi ve kötü mücadelesi ve SSCB’ye yönetimine eleştirel bir bakışla ele alınıyor. Moskova'nın ünlü tarihi Arbat sokağında yazarın eseriyle ilgili anıt levhası da bulunuyor.


Fuad Seferov, Moskova, Cihan

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Moskova'nın "Heykel Müzesi mi, yoksa mezarlığı ya da hapishanesi mi?"

Herkes aynı yere bakar, herkes başka şey görür.

Geçenlerde Moskova'nın Açık Hava Heykel Parkı'na gittim; büyülendim. Bu kadar çok ve güzel eseri yaratan sanatçılara sahip bir halka saygı duymamak mümkün değil. Görmeyenler de mutlaka gitmeli.

Ancak döndükten sonra başka şeyler de düşündüm. Geçmişte şehrin en merkezi yerlerinde sergilenen bu heykeller, rejim değiştikten sonra orijinal mekanlarından sökülüp bu parka getirilip sergilenmeye başlamışlardı. Heykellere konu olan insanlar çoktan öldüklerinden ancak heykelleri hapsedilmişti bir anlamda.

Her dönemin kendi doğruları vardı. İşin ironik yanı; yapılanlar her zaman ulusun, halkın çıkarları için ve demokrasi için yapılıyordu

Moskova’nın en güzel parkı hangisidir?” diye sorsalar ne cevap verirsiniz? Gerçi adeta bir “parklar şehri” olan Moskova’da bu tanıma uyan birçok park adı sayılabilir ancak, bir tanesi var ki kuşkusuz Moskova’nın en ilginç parkı burası: Heykel Parkı. Yüzlerce çağdaş ve klasik heykelin sergilendiği bu açık hava parkı, Sovyetler zamanında şehri süsleyen, ancak Birliğin dağılmasının ardından yerlerinden sökülen “ideolojik heykeller”i barındırıyor olmasından dolayı da bir “heykel mezarlığı” aynı zamanda. İşte KGB’nin kurucusu Feliks Dzerjinski’nin dev heykelinden Stalin’in burnu kırık heykeline kadar Sovyet dönemine ait birçok önemli heykel ve anıt yapının sergilendiği bu ilginç parkın öyküsü:


Açık Hava Heykel Parkı Moskova’nın neresinde yer alır?

Açık Hava Heykel Parkı, Kırım Köprüsü yakınındaki Gorki Parkı’nın ana giriş kapısının karşısında bulunan Sanat Parkı’nın (Park İskustv) bitiminde yer alır. Bazı kaynaklarda “Yıkık Anıtlar Mezarlığı” veya “Heykel Mezarlığı” olarak da anılan park, “Park Kulturi” metro istasyonu yakınlarındadır. Ayrıca, Merkez Ressamlar Evi ve dünyaca ünlü Tretyakov Galerisi’nin ek binası olan Yeni Tretyakov Galerisi de parka komşu olan diğer sanat mekanlarıdır.

Parka “Yıkık Anıtlar Mezarlığı” veya “Heykel Mezarlığı” denmesinin sebebi nedir?

Açık Hava Heykel Parkı’nda çağdaş heykel ve anıtların yanı sıra, Sovyet dönemi sonrasında Moskova sokaklarından kaldırılan eski heykeller de yer almaktadır. 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasının ardından eski yerlerinden sökülerek bu parka konulan heykellerden dolayı, Açık Hava Heykel Parkı’na aynı zamanda “Yıkık Anıtlar Mezarlığı” veya “Heykel Mezarlığı” da denmektedir.

Açık Hava Heykel Parkı, Sanat Parkı, Merkez Ressamlar Evi ve Yeni Tretyakov Galerisi binalarının yapımları ne zaman gündeme getirilmiştir?

Günümüzde Merkez Ressamlar Evi, Yeni Tretyakov Galerisi, Sanat Parkı ve Açık Hava Heykel Parkı’nı içinde barındıran sanat kompleksi niteliğindeki geniş alan Sovyetler Birliği zamanında birçok projenin inşaası için gündeme getirilmiş, ancak farklı nedenlerden dolayı bu projeler gerçekleştirilememiştir. İlk olarak, 1920’li yıllarda, şehrin yeniden yapılandırılması amacıyla başlatılan “Yeni Moskova” projesi kapsamında, bu alanda bir stadyum inşa edilmesi kararı alınmış, fakat daha sonra bu projeden vazgeçilmiştir. 1931 yılına gelindiğinde ise, yapımı planlanan devasal Sovyet Sarayı için Kızıl Meydan yakınlarındaki Kurtarıcı İsa Katedrali yıkılmadan önce, bu alanın da sarayın inşaası için uygun olabileceği görüşü dile getirilmiştir. Sarayın inşası gündemden kalktıktan sonra bu sefer de, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi binalarının bu alanda inşa edilmesi kararlaştırılmış, çalışmalara başlanmış, fakat araya giren II. Dünya Savaşı nedeniyle bu proje de yarım kalmıştır. En son, bu geniş alanın çok sayıda konutla donatılması konusu gündeme getirilmiş olsa da, 1960’lı yılların başında ortaya atılan “Sanat Parkı” projesi ile birlikte konut projesi de rafa kaldırılmış ve daha sonradan Dış Ticaret Bakanlığı binasının da bu alanda inşa edilebileceğine dair sesler yükselmesine rağmen, “Sanat Parkı” projesine devam edilme kararı alınmıştır. İnşaatlarına 1970 yılında başlanan Merkez Ressamlar Evi ve Yeni Tretyakov Galerisi binalarının yapımı 1979 yılında tamamlanmış ve bu binaların dışında kalan kısım, planlandığı şekilde Sanat Parkı olarak faaliyet göstermeye başlamıştır.

Açık Hava Heykel Parkı ne zaman açılmıştır?

1983 yılından itibaren SSCB Ressamlar Birliği’nin öncülüğünde Merkez Ressamlar Evi binasının önünde çağdaş heykel sergileri düzenlenmeye başlanır. 18 Aralık 1990 tarihinde ise Moskova Şehir İcra Komitesi’nin, Moskova’nın Kırım Sahil Bölgesi’nde (Şimdiki Açık Hava Heykel Parkı’nın bulunduğu bölge) bir heykel parkı açılması kararı almasıyla, 1990 yılının Aralık ayında, Açık Hava Heykel Parkı hizmete açılmıştır. Sovyet dönemine ait kimi heykellerin bu parka yerleştirilmesi işlemi ise, 24 Kasım 1991 tarihinde Moskova Halk Vekilleri Şehir Meclisi Başkanlık Heyeti tarafından, “Sovyet döneminin politik ideolojisini yansıtan anıt-yapıların bir sergide toplanarak korunması” yönünde alınan karar sonrası gerçekleştirilmiştir.

Açık Hava Heykel Parkı’nda yer alan en önemli heykel hangisidir?

Parkın hemen girişinde yer alan eski KGB şefi Feliks Derjinski’nin dev heykeli, parkta yer alan en önemli heykellerden biridir. 1991 yılında Lubyanka Meydanı’ndaki KGB binasının önünden kaldırılarak “Heykel Mezarlığı”na konulan bu heykel, sonraki yıllarda birçok tartışmaya neden olmuştur. Zaman zaman tekrar eski yerine taşınması gündeme getirilse de, bu dev heykel hala “Heykel Mezarlığı”nda bulunmaktadır.

Sovyet dönemi sonrasında Moskova sokaklarından kaldırılarak bu parka yerleştirilen heykellerden bazıları hangileridir?

Derjinski heykelinin hemen ilerisinde, 20. yüzyıla damgasını vuran Sovyet lideri Josef Stalin’in burnu kırık heykeli yer alır. İşin ilginç yanı ise, Stalin heykelinin, ünlü Rus heykeltraş Çubarov’un “Stalin zulmüne itafen” yaptığı, bir zindan içerisinde üstüste bulunan yüzlerce kesik insan başından oluşan heykel grubuyla yanyana bulunmasıdır. Parkta ayrıca, Sovyet Devrimi önderi Viladimir İliç Lenin, Sovyetler Birliği’nin resmi ideolojisi olan marksizmin kurucusu Karl Marks ve 18 yıl boyunca Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreterliği görevini yürüten Leonid Brejnev’in Moskova sokaklarından kaldırılan heykel ve büstleri ile, Kalinin ve Sverdlov gibi önde gelen bolşeviklerin dev heykelleri de görülebilir.

Sovyet önderlerinin dışında parkta başka kimlerin heykelleri görülebilir?

Eski Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı ve Kıbrıslı Rumların lideri Başpiskopos Makaryos’un heykeli, Açık Hava Heykel Parkı’nda yer alan en ilgi çekici heykellerden biridir. Servantes’in ünlü yapıtının başkahramanı Don Kişot’un heykeli de parkı renklendiren eserler arasındadır. Onun dışında Ömer Hayyam, Mayakovski, Lermontov, Puşkin, Yesenin, Albert Einstein, Şekspir, Lomonosov gibi ünlü sanat ve bilim adamlarının heykelleri de Açık Hava Heykel Parkı’nda yer alan ilginç eserlerdendir.

Sovyetler Birliği’nin simgelerinden sayılan anıt-yapılardan hangileri 1991 darbesi sonrasında “Yıkık Anıtlar Mezarlığı”na kaldırılmıştır?

Açık Hava Heykel Parkı’nda yer alan en görkemli anıt, üzerinde dev harflerle “Barış Kalesi Sovyetler Birliği” yazılı olan Sovyet anıtıdır. Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı’ndaki zaferinin başlıca simgelerinden biri olan “Ölüme Duruş” adlı zafer anıtı ve farklı ırklardan devrimcilerin kolkola tasvir edildiği, Komünist Enternasyonal’i simgeleyan dev anıt da Birliğin dağılmasının ardından “Yıkık Anıtlar Mezarlığı”na kaldırılmıştır.

Açık Hava Heykel Parkı’nda yılın belirli zamanlarında düzenlenen aktiviteler var mıdır?

Kış aylarında Açık Hava Heykel Parkı’nda düzenlenen buzdan heykel sergileri görülmeye değerdir. Yaz aylarında ise birbirinden ilginç sanat eserleri arasında yer alan kulübe şeklindeki kafelerde keyifli saatler geçirilebilir. Parkta ayrıca, zaman zaman çeşitli konserler de düzenlenmektedir.

Parkın girişi ücretli midir?

Ruslar için 10 ruble olan Açık Hava Heykel Parkı giriş ücreti yabancılar için ise 100 rubledir. Rusya’da öğrenim gören yabancı öğrenciler de Rus öğrenciler gibi 10 ruble karşılığında parkı ziyaret edebilirler.

20 Haziran 2009 Cumartesi

Moskova Öykücükleri (1)

Vladimir

M.Hakkı Yazıcı

Yılbaşı yaklaşıyor. Rusya’da on günlük uzun bir tatil var; herkes çoktan tatil planlarını yaptı ve gitti. Bense buradayım. Bu uzun on gün yalnız başıma nasıl geçecek diye kara kara düşünüyorum.

Nasıl vakit geçirsem?

Dolaşsam, Arbat’a gitsem. Eğer oradaysa, sokağın başını mekan tutan dostum Vladimir’in saksafonundan çıkan ezgileri dinlesem…

Vladimir Matiushionok, Belarusya Radyo-Televizyon Senfoni Orkestrası’nın solistlerinden. Yani önemli bir sanatçı, ama ekmek derdinden sokak müzisyenliği de yapıyor. İlk gördüğüm ve müziğini dinlediğimde biraz sohbet olanağı bulmuş, CD’sinden de almıştım. Benim Türk olduğumu ve müziğinin hayranı olduğumu öğrenince o da çok mutlu olmuştu.

Moskova Metrosunda her köşede bir sokak çalgıcısı bulmak mümkün... Hangi metro istasyonunda kim çalar biliyorsun. Geçenlerde Arbat’ta metro girişinde akşam üzeri amfisiyle, çalgıcılarıyla bir orkestra kurulmuştu. Bateristin kocaman davulunun üzerinde “Arbat Beat” yazıyordu; demek ki orkestranın ismi bu.

Ancak Vladimir’in yeri benim için başka… Bana göre çok önemli bir müzisyen.

Vladimir’i uzun süredir göremiyor; merak ediyordum. Havalar malum çok soğudu; belki ondan gelmiyordur, diye düşünüyorum. Ama endişe etmiyor da değilim. Yoksa kötü bir şey mi; ağır hastalık falan mı var?

Arbat Meydanı’na kadar yürüdüm. Sonra tabii ki sevdigim güzergahın başından sonuna kadar, eski Arbat Sokağı’nı baştan sona katettim. Meşhur Rus blininden yedim.


Arbat Sokağı yine çok canlıydı. Sokak ressamları, müzisyenleri mutad mesailerindeydi. Sokağın başında Vladimir’i de görünce sevinçten deliye döndüm.


Selamlaştık. Çalmaya ara verdiği bir sırada, “Yahu Vladimir, nerelerdesin, uzun süredir seni göremiyorum. Merak ettim,” dedim.


“Merak edecek bir şey yok; orkestra ile uzun süreli bir turneye çıktık,” dedi. Mutlu bir şekilde gittikleri yerleri, verdikleri konserleri anlattı.


İçim rahatladı.


Beni mutlu etmek için çok sevdiğimi bildiği bir Rus şarkısını, “Kak upanitelniyi vı Rassiye veçeram”ı çalmaya başladı. Eksi on derece soğukta, ayakta, kımıldamadan, nefesim kesilmiş bir halde dinledim.


Arkasından Beatles’dan “Yesterday”i çalmaya başladı. Bu parçayı da çok severdim ve onu sabaha kadar dinleyebilirdim; ama hava çok soğuktu. Soğuğa Vladimir kadar alışkın değildim.


Elimi sallayıp, “Hoşça kal,” dedim. O ise dudaklarını saksafonundan, parmaklarını tuşlardan ayırmadan çalmaya devam ederken “güle güle” anlamında gözünü kırptı.


İstemeye istemeye, arkamda saksafonundan çıkan güzelim ezgileri bırakarak uzaklaştım.


01 Ocak 2009, Moskova

9 Haziran 2009 Salı

"Kızıl Meydan'da ayı yok!"

İzvestiya Gazetesi geçenlerde ilginç bir derleme yayınladı. Rusya başkenti hakkında internet forumlarındaki bloglarda yazılanları inceleyerek, Moskova’ya gelen yabancı turistleri en çok nelerin şaşırttığını ortaya çıkardı. Kompas dergisi son sayısında bu yazıların en ilginçlerini yayınladı. işte yabancıların gözüyle Moskova maceraları:

“Moskova’da gerçekten ayılar yok. Bu gerçek. Kendim kontrol ettim! Orda ayılar YOK (!)”.

“Burda herkesi satın almak mümkün. Polisleri bile!”
Polisler (Burda onlara “militsiya” diyorlar”) yolsuzluğa çok yatkın. Her zaman yanınızda belgelerinizi taşımanız gerekiyor. Eğer belgeleriniz yanınızda yoksa sizi tutuklayıp parmaklıkların ardına kapatabilirler. Ama her zaman rüşvet vermek mümkün. Bir arkadaıım Kızıl Meydan’da elinde birayla yürürken polis geldi ve ona bunun yasak olduğunu, kurallara göre üç saatliğine onu alıkoyabileceğini söyledi (Halbuki meydanda bira çok sık satılıyor ve birçok kişi orda bira içiyor.) Arkadaşım korktu ve para teklif etti. Polis 4 bin ruble istedi, ama arkadaşımın yanında sadece 700 rublesi vardı. Sonra polis ona sigara paketini uzattı ve parayı içine koyarak paketi ona geri vermesini istedi. Sonra ayrıldılar.”


“Yollarındaki ölümcül manevralarıyla New York’a çok benziyor. Trafik kuralları var, ama kime gerek! Dört şeritli yolda aynı anda altı araba 120 kilometre hızla yarış yapabiliyor.”


“Burada legal taksiler çok az. Ama yolun kenarında beklemeniz yeterli, mutlaka birilerini durdurursunuz. Kalabalık bir insan grubu tanımadığı bir arabaya doluşuveriyor. Deliler...”

“Bir geniş ana caddeden karşıdan karşıya geçmek için önce iki yolu daha geçmemiz gerekti. Ve her birinde “yeşil adamın” yanmasını en az ikişer dakika bekledik. Sonra da altgeçitten geçtik. Yani 50 metrelik bir yolu geçmek için neredeyse bir kilometre yol yürümemiz gerekti. Şimdi komünizmin Rusya’da niye tutunamadığı anlaşıldı?. Yol çok uzun geldi!”

“Moskova’da hayatımın en pahalı ‘tiramisu’sunu yedim”

“Süpermarketlerde fiyatlar çok yüksek olduğu için ‘produktı’ denilen yerlerden yiyecek alıyorduk.”

“Havaalanından matryoşka almayı planlıyordum, ama 4 bin rubleye satıldığını öğrenince vazgeçtim (Halbuki gerçek fiyatının 300*400 ruble olduğunu biliyorum).”

“Moskova’da hayatımda yediğim en pahalı ‘tiramisu’yu (ünlü İtalyan tatlısı) yedim. 290 ruble verdim. İki dilim pasta ve iki cappuccino için ise bizden 990 ruble adlılar.
Otelde bir saat internet için 20 dolar aldıklarını hiç söylemiyorum. Çok hoş değil mi?”


“Burda karşılaştığım garsonlardan hiçbirinin gülümsediğini görmedim”

“Burdaki polis ve askerler, komünizmin çöküşünün ardından iktidarlarını kaybetmiş olmaktan yakınıyorlar gibime geldi. Kendilerinden korkmalarına alışmışlardı, şimdi ise bunu en kaba yöntemlerle sağlamaya çalışıyorlar”.

“Burda karşılaştığım garsonlardan hiçbirinin gülümsediğimi görmedim. Ama eğer bu taştan yüzleri yumuşatmayı başarırsanız, Moskovalılarla sohbet etmek hoş bile olabiliyor”.

Hangi takım kimin?















Rus futbolcu denince, Türkiye’deki futbolsevenlerden yaşlılar Lev Yaşın, Eduard Streltsov’u, gençler bir ara Fenerbahçe’de oynayan Vladimir Besçastnıh gibi isimleri çok iyi bilir. Sovyet döneminde futbol kulüplerinin bilim araştırma enstitüleri personelinden, fabrika işçilerinden, tugayların askerlerinden oluşan takımlar temelinde, planlı olmayan bir şekilde oluşturulduğunu bilir miydiniz? İyi tanıdığınız Rus futbol takımlarının nereden çıktıklarını, hangi kurumları ve sosyal sınıfları temsil ettiklerini biliyor musunuz?

ÇSKA:

Bu takım Kayak Severler Topluluğu olarak 1911’de kurulmuştur.
Daha sonra Kızıl Ordunun katkısıyla ve eski askerlerin katılımıyla kulüp yerli şampiyonluğa katılmıştır. Bugün de “ordunun takımı” olarak bilinir.


SPARTAK MOSKVA:

1922 yılına kadar takımın ismi “Pişeviki” (yani “gıdacılar”) idi, çünkü gıda işçileri sendikası himayesinde kurulmuştu ve ilk stadı bir et fabrikası yanında bulunuyordu. Bugün daha çok ismi polisle, güvenlik güçleriyle anılır. Eskisi kadar başarılı bir formu yoksa da, taraftar kitlesi büyük ve coşkuludur.


DİNAMO:

1923 yılında SSCB’nin gizli polis örgütü Çekistler’in (sonra KGB olarak tanınacak kurum) personelinden kurulmuştur. Dinamo’nun diğer Sovyet kulüpleri için örnek olacağı bekleniyordu. Beria’nın takımı olarak ünlendi. Dinamo ilk iki SSCB şampiyonluğunu kazanmıştı. Son dönemde küme düşmemek için uğraştı. Hala “istihbaratçıların” takımı olarak bilinir.


LOKOMOTİF:

1923 yılında “Ekim İhtilali Kulübü” adıyla Moskova Kazan demir yolu çalışanlarından en iyi futbolcular tarafından kurulmuştur. Bugün de demiryolcuların takımı olarak bilinir.


ZENİT:

Fatih Tekke’nin takımı olarak Türkiye’de ünlenen Zenit, St. Petersburg’daki Stalin Metal Fabrikası spor topluluğundan geçen futbolculardan 1923 yılında kurulmuştur. Başkent Moskova’nın köklü takımlarına karşı en dişli mücadeleyi vermiş ve geçen yıl şampiyon olmuştur. Gazprom’un ana sponsorluğu yüzünden “Gazprom”un, Putin’in ve Medvedev’in St. Petersburg’lu olması yüzünden de “Kremlin’in takımı” olarak anılır.

Ploşat Revolutskiy İstasyonundaki kurt köpeği heykeli

İşyerine giderken Teatralnaya Metro istasyonundan Ploşat Revolutskiy istasyonuna aktarma yapıyorum. Bu istasyon Moskova Metrosunun en güzel istasyonlarından biri… Gidiş geliş yönlerinde ve koridorda sıra sıra bronz heykeller var. Her heykelden dörder adet var: Gidiş yönünde, geliş yönünde ve koridorda karşılıklı iki tane.

Rusların garip inanışları; aynı bizdeki gibi batıl itikatları var.
Ploşat Revolutskiy istasyonundaki bronz heykeller arasında elinde tüfeği yanında kurt köpeğiyle diz çökmüş Bolşevik askeri heykeli var. Her nedense Ruslar geçerken mutlaka kurt köpeğinin burnunu ve bazen kalçasını okşuyorlar. Daha çok da kadınlar yapıyor bunu... Büyük bir sevgi ile yaklaşıp, köpeğin burnunu avuçluyorlar. 

Metronun yoğun olduğu sabah saatlerinde köpeğin önünde neredeyse sıra oluşuyor.

Tanıdığım bütün Ruslara sebebini sordum; bir bilene rastlayamadım. İgor’a göre bu, yeni türetilmiş saçma sapan bir şey; eskiden yokmuş böyle bir şeyler. Hikayesi olmayan bir gelenek oluşmuş. Belli ki bunu bir uğur sayıyorlar. İçinde bulunduğumuz kriz günlerinde yoksullaşan Rusların böyle bir avuntuya gerçekten ihtiyaçları var.

Eksik kalır mıyım? Ben de yapıyorum bunu. Hem de yolumu değiştirip, bir yuvarlak çizip dördünün birden.

Herhalde yaşadığım bunca sıkıntıdan sonra biraz umuda ihtiyacım var.

Rusya’da Tatil Günleri













Rusya’da bir çalışana hoş gelebilecek bir kural var. Rusya Federasyonu’nda, resmi tatil günleri cumartesi ve pazara denk gelirse, bir sonraki iş günü tatil oluyor. Düşünsenize Türkiye’de çalışan biri olarak yeni yıl takvimini elinize alıyorsunuz. O yıl tatil günlerinin ne zamanlara geldiğine bakıp tatil planları yapıyorsunuz. Fakat o da ne!?.. Şeker Bayramından iki gün, Kurban Bayramından bir gün ve hatta Cumhuriyet Bayramı cumartesi pazara denk geliyor. Tatil hayalleriniz bir anda sönüyor. Oysa Rusya’da durum öyle değil.

Rusya'daki tatil günleriyle ilgili Suat Taşpınar'ın hoş bir yazısı şöyle:
"Rusya'nın sembolünün neden ayı olduğunu nihayet anladım. 'Rus ayısı' deyiminin, 'güç, kudret' ifadesi olmak kadar 'miskinlik' ile akrabalığı olduğuna artık iman ettim. Sadece minik bir fark var: Ayılar takvim kullanmadığı için ne zaman uyuyup ne zaman uyanacaklarını tam kestiremiyor. Ama Ruslar iki takvim birden kullandığı için 'kış uykusu' dönemi belli!İmparatorluk döneminde Rusya'da Julian takvimi kullanılırdı. Bu takvimde İsa'nın doğum günü sayılan 'rojdestvo' (Noel) 7 Ocak'ı 8'e bağlayan gece, yılbaşı 12 Ocak'ı 13'e bağlayan geceydi. Devrimden sonra Lenin'in, "Uygar dünya ile uyum içinde olmalıyız" sözleri üzerine Gregorian takvimine geçildi. Böylece Noel 25 Aralık, yılbaşı 31 Aralık'ta kutlanır oldu. Ama 'yararlı' alışkanlıkları terk etmemek lazım! Ruslar Noel'i ve yeni yılı hem eski takvime, hem de yeni takvime göre kutlamaya devam etti. Rusya her yıl en geç 24 Aralık günü fiilen tatile girip, 'eski yeni yıl'ın kutlandığı 13 Ocak'tan sonra işbaşı yapar oldu.İşte biz bu aralar o tatilin ortasında sayılırız. İçki ve erzak takviyesi dışında sokağa burnunu uzatana iyi gözle bakılmıyor. Rusya 'votka şişesinde balık' misali yalpalıyor.Oysa bu topraklara ilk geldiğim günleri hatırlıyorum. Bir cumartesi, sabahın köründe caddeleri vızır vızır, metroyu tıkabasa dolu görünce şaşırmıştım. "Zafer Bayramı cuma gününe denk geldi ve tatil yaptık. O günün iş kaybını telafi etmek için cumartesi çalışıyoruz. Sovyet devrinden kalan bir uygulamadır" diye izah etmişti temzlikçi teyzemiz Lidya Vasilevna. Çok etkilenmiştim. "Biz işten kaçmak için tatilleri uzattıkça uzatıyoruz, bu adamlar hafta sonu bile çalışıyor" diye hayıflanmıştım. Meğerse kazın ayağı öyle değilmiş. Velhasıl, Türkiye'de hafta sonlarını da katıp, bayram tatilini en fazla 10 güne çıkarabilenlere bakıp üzülüyorum! Çünkü biz Rusya'da hayatın fişini bir aylığına çekiyoruz. Sahi siz de Rumi takvim, Hicri takvim diye, bir punduna getirip 'kış uykusuna' dalmanın bir yolunu bulsanız. 'İki bayram arası düğün olmaz' yerine, 'İki bayram arası çalışılmaz' deseniz, fena mı olur?"
(Kış uykusu ayılara mı özgü?, Suat Taşpınar, Radikal,06/01/2004)