Moskova

Moskova

18 Aralık 2011 Pazar

Kuyruklu Yaşam
















M.Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru
Kaynak: http://www.turkrus.com/


Şurik, mırıl mırıl söyleniyordu.
“Ne söyleniyorsun?” diye sordum.
Giorgi, Şurik’in evinde tadilat yapan Moldovyalı usta, söz verdiği saatte gelmemiş, bir gün sonra yüzü kıpkırmızı gelmişti. Ancak sağlam bir gerekçesi vardı; dini bütün bir ortodoks olarak İsa’nın Kurtuluşu Katedrali’nde sergilenen “Meryem’in Kuşağı”nı görmeye gitmişti.
Şaka değil, neredeyse bütün bir gün, dışarıda, kuyrukta beklemişti. Yüzü yanmıştı; hani şu “amele yanığı” dediğimiz cinsten… Şu günlerdeki, puslu, bulutlu, soğuk Moskova günlerinde çok nadir kendisini gösteren güneşte ancak bu kadar yanılabilirdi.

***
Yunanistan’daki Afon Manastırı’ndan Moskova’ya getirilip 27 Kasım'a kadar Kurtarıcı İsa Katedrali’ne sergilenen kutsal emanet, “Çocuğu olmayan kadınları iyileştiriyor” söylentileri üzerine mucize peşinde koşan yüz binlerce Rus kadınının da akınına uğradı.
Moskova’nın saç baş yolduran trafik yoğunluğu bir kat daha arttı.
Binlerce kişinin oluşturduğu ziyaretçi kuyruğu katedralin beş kilometre ötesine kadar uzandı. Bir hesaba göre kuyruk o kadar uzun ki katedrale girebilmek için kuyrukta en az iki gün beklenmesi gerekiyor.
Tabii, her zaman ki gibi, VIP statüsündeki ayrıcalıklı vatandaşların bu çileye katlanmalarına gerek yoktu; onlar sıraya girmeden amaçlarına ulaştılar.

***
Kuyruklar (Oçered -очередь), Rusya’da halkın yaşam kültüründe yer etmiş bir alışkanlık.

Bir zamanlar Lenin’in Mozolesi önünde kuyruklar oluşurdu. Devran değişti Kremlin’in çok yakınında ilk Mc Donalds restoranı açıldı. Önünde bugün bile anımsanan upuzun bir kuyruk oluştu. Ruslar kapitalizmin efsanevi sembolü ile bir an önce tanışmak istiyorlardı. Daha sonra vahşisiyle de olsa kapitalizmin kendisiyle tanıştılar…
Zaman değişti; kuyruklar bitmedi, ancak niteliği değişti.
Sovyetler Birliği döneminde halk, her ihtimale karşı cebinde bir file ya da torba ile dolaşırmış. Ola ki bir mağazaya, magazine yeni bir ürün gelir; kuyruğa girip almak gerekir diye…
Bir devlet dairesinde işiniz var, gidiyorsunuz; görüşme yapacağınız memur yerinde yok, ancak ceketi sandalyenin arkasında asılı. Sekretere soruyorsunuz, yüzünüze bakmadan “Ceketi sandalyesinde asılı, demek ki buralarda,” diye cevap veriyor. Ceket, “aslında ben işimin başındayım” mesajının dekoru. Neden sonra memur, elindeki torba dolu, kan ter içinde; ancak amacına ulaşmış olmanın mutluluğu ile yerine dönüyor.
Çevre kasabalardan Moskova’ya gelip, kuyruğa girdikleri mağazalardan aldıkları ürünlerle evlerine dönen Rusları taşıyan, esprilerin konusu “Uzun, Yeşil, Sucuk Kokan” (длинная, зелёная, пахнет колбасой) elektrikli tren (электричка) hala yaşlıların hafızasında…
Bu tür hikayeler, o zamanın günlük, olağan şeylerinden.
Son gelen, sonuncu kim? (Кто последний?) diye sorup sıraya giriyor. Bürokrasisiz olur mu? Bu işin de kendisine göre bürokrasisi var. Kuyruktakilerin isimleri defterlere kaydediliyor; sıra numaraları avuçlarının içine veya bileklerine yazılıyor.
Kuyruklar, zamanla bir yaşam biçimi, sosyalleşmenin bir aracı, muhabbet mekanları haline dönüşüyor. İnsanlar, zaman da değişse alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor.

***
Anekdot bu ya, bir gün, bir babuşka, sabahın erken saatlerinde, olağan günlük yaşamının başlangıcında devlet polikliniğine gider. Asıl niyeti, her zaman yaptığı gibi, kuyrukta karşılaştıklarına sağlık şikayetlerini anlatmak, onların hastalıklarını, dertlerini dinlemektir.
Fakat normalin dışında bir durumla karşılaşır. Çok kısa, neredeyse yok denecek bir kuyruk vardır. Bu duruma canı sıkılır, poliklinikten çıkıp yakınlardaki bir Sberbank şubesinin ödeme kuyruğuna girer, güne devam eder.

Kuyruklu bir ülke












Hakan Aksay
Kaynak: http://www.rusya.ru/


Hakan Aksay , Rusya'nın "ulusal sembolü"nü yazdı... T24'deki yazısında sembolün ne olabileceğini sorgulayan Aksay "Hayır, iki başlı kartalın yer aldığı resmî arma falan değil. Ulu akağaç da değil. O güzelim melodilere ruh veren balalayka da. “Stoliçnaya” votkası hiç değil…" diyerek, "kuyruk"ta karar kıldı.

“Rusya’nın ulusal sembolü ne?”

Hayır, iki başlı kartalın yer aldığı resmî arma falan değil. Ulu akağaç da değil. O güzelim melodilere ruh veren balalayka da. “Stoliçnaya” votkası hiç değil…

Ya nedir?..

Bu soruyu yıllarca düşündüm.

Ve bir gün karar verdim:

Kuyruktur Rusya’nın sembolü. Daha doğrusu kuyruklardır. Ben bu ülkeyi bildim bileli, her sokak bekleşen insanlarla, sabırlı ve umutlu kuyruklarla doludur.

Böyle düşündüm ve “kuyruk”ta karar kıldım.

* * *
Brejnev zamanında her gün başka ülkelerden bir yerlerden gelen bazı mallar ortaya çıkıverirdi ve ... hooop: kuyruk!

En önemli ve en gururlu ulusal kuyruk, kuşkusuz, Mozole kuyruğuydu. Yani Lenin’in içi doldurulmuş balzamlı ölü bedenine uzanan kuyruk… 21 Ocak 1984’te (ölümünün 60. yıldönümünde) son kez rekor derecede insan akmıştı Mozole’ye.

6 Mart 1953’te Stalin’in cenazesinde, devasa kuyruklarda birbirini ezen insancıklardan bahsedildiğini de çok duydum.

Ha, bir de kitap kuyruklarıyla övünülürdü, haklı olarak. Sergilere uzanan kuyruklar da o cinstendi. 1975’te “Mona Lisa’yı görmek için” Puşkin Müzesi’ne binlerce insanın sınırsız bir ip misali dizildiklerini anlatırlardı.

Gorbaçov zamanında en gergin kuyruk tipi ortaya çıktı: Votka (ya da genel olarak içki) kuyruğu. “Perestroyka”nın mimarı, işe içki üretimini ve satışını kısıtlayarak başlayınca, sokaklar “direniş kuyrukları”yla doldu.

O yıllardan bir fıkra: Otobüs şoförü duyuru yapıyor:

- Şarapçı durağında inecekler kapıya yaklaşsın; bir sonraki durak, kuyruk sonu!

Kapitalizme geçişi başlatan büyük reformların ilk aylarında, 1992 yazında, acıklı bir kuyruk tipiyle tanıştı Ruslar: Ekmek kuyruğuyla!

Ne günlerdi onlar!.. Hiçbir şey bulunmazdı. Moskova’daki evimin perdelerine ve yorganına kadar her şeyi Türkiye’den götürmüştüm.

Ah, şu “kuyruklar ve yokluklar ülkesi”!..

* * *
Zaman değişti… Düzen değişti… Yine kuyruksuz kalmıyorduk Tanrı’ya şükür! Ama bu seferkiler başkaydı: Dolar satın alma ve bozdurma kuyrukları, mantar gibi türeyen şirketlerin satışa çıkardığı hisseleri alabilmek için oluşturulan kuyruklar...

Bir de size söylemeyi unutmamam gereken “özel bir kuyruk” vardı 31 Ocak 1991’den itibaren: Mc Donald’s kuyruğu! Rusya’nın ilk, dünyanın en büyük Mc Donalds’ şubesi… Söylemesi ayıp, ben de beklemiştim o upuzun ve aptal kuyrukta. Çünkü yanımdaki sarı saçların, o “en moda kuyruk”ta dalgalanması gerekiyordu… Amerikalı bir gazeteci “işte özgürlük ve özgürlüğe susayanlar kuyruğu” demişti; ben de ona küfretmiştim, “hamburger beyinli, ne olacak!”...

O dönemde bir gün, bir gazetede, kuyrukların “kolektivizim ve dayanışma duygularını geliştirdiğini” savunan bir yazı okuduğumda çok gülmüştüm. Aklıma yıllardır kuyruklarda duyduğum konuşmalar gelmişti:

- Hey, sıra dışından girmeyelim!

- Biz sabahtan beri buradayız!

- İtişmesenize be!..

* * *
Yıllar geldi de geçti yine…

Bu ülke kuyruksuz kalmaz, demiştim ben size!..

Geçenlerde Yunanistan’daki Afon Manastırı’ndan getirilen ve Moskova’daki Kurtarıcı İsa Katedrali’nde sergilenen “Meryem Ana’nın Kutsal Kemeri”ni görmek için karda-kışta 1 milyon kişinin beklediğini yazdı Rus gazeteleri. Öteki 13 Rus kentini de sayarak “1 ayda toplam 3 milyon kişi” dediler.

Milyonların kuyrukta beklemesini bazıları “bir zamanların ateist Ruslar’ı şimdi ne kadar dindar oldu” diye yorumladı. Kimileriyse “çocuğu olmayan kadınları şıp diye iyileştirdiği”öne sürülen Kutsal Kemer’i görmek için inanan-inanmayan yüz binlerce kişinin soğuk kuyruklarda gece ve gündüz beklemesine şaştı kaldı.

Ben hiç şaşırmadım. Kuyruksuz olamayacağını biliyordum bu ülkenin.

Bakalım bir sonraki rekoru ne olacak genlerdeki bu en köklü alışkanlığın veya değişmez “ulusal sembol”ün…

30 Kasım 2011 Çarşamba

Sararmış fotoğraflardan süzülen ilkeler













Hakan Aksay
Kaynak : rusya.ru


“Tarihin, kalın kitaplardaki sıkıcı cümlelerden sıyrılıp; saçları ağarmış, yüzünün kemikleri, ellerinin damarları fırlamış ihtiyar bir adam olarak insanın karşısına çıkması biraz ürkütücü geliyor bana. Eski çamları bardak yapmaya, yalnız bugünde yaşamaya öyle alışmışız ki...”

Fotoğraflar iyice sararmış. Sarardıkça uzaklaşmış anılar. Uzaklaştıkça kasvet çökmüş. Çöktükçe daha sık bakılır olmuş anıların kasvetsiz sarı fotoğraflarına.












- İşte şurada ilkokulda piyoner örgütü üyesiyim... Şurada komsomol kongresindeyim. Şu da Komünist Partisi'ne girdiğim gün... Öteki fotoğraf benim parti sekreteri olduğum dönemde bir kır gezisinden... Beriki ise 1 Mayıs'ta Kızıl Meydan’daki mitingden...


Küçük gözlerinde büyük bir hünerle birleştiriyor coşku ve kederi. Fotoğraflar bugüne yaklaştıkça keder ağır basıyor; gözleri iyice kısılıyor, omuzları daralıyor, kamburu çıkıyor. Sanki kahrolası bugünden o mutlu geçmişe dönememenin acısını bütün ihtiyar vücuduyla yaşıyor.

- Ne oldu bize? Faşist Almanya'yı dize getirip dünyayı kurtaran biz değil miydik? Uzaya ilk insanı gönderen, askerî alanda herkesi hayrete düşüren buluşlar yapan bir başkası mıydı? ABD'nin karşısına dikilebilen, dünyada denge sağlayan o süper güç bizim ülkemiz değil miydi?

Tarihin, kalın kitaplardaki sıkıcı cümlelerden sıyrılıp; saçları ağarmış, yüzünün kemikleri, ellerinin damarları fırlamış ihtiyar bir adam olarak insanın karşısına çıkması biraz ürkütücü geliyor bana. Eski çamları bardak yapmaya, yalnız bugünde yaşamaya öyle alışmışız ki... Şimdi bu adama, “Geçti o dönemler, amca! Şimdi parçalanmış bir ülkenin üç kuruş maaş alan sıradan bir emekli yurttaşısın işte! Ve bir daha geri gelmeyecek o eski günler!”, demek ile onun yaşlı kalbine bir hançer saplamak arasında bir fark var mı?..

- Oğlumu örnek bir komünist olarak yetiştirmeye çalışmıştım. Ne yazık ki, o da modaya uydu ve partimizi terk etti. Para pul hırsıyla vahşi kapitalizmi kurmaya girişti. Torunum ise, Batı müziğinin notalarına göre zıplamaktan ve garip giysiler giymekten başka bir şeyle ilgilenmiyor. İkisinden de utanıyorum!

Aslında galiba yaşayan bir ölü bu. Kalbine saplanan hançerlerin de haddi hesabı yok anlaşılan. Ama canlı rolünü başarıyla oynayan bir ölü. Ülkesinden, geçmişinden ve fikirlerinden söz ederken gürleştirdiği sesi, enerjik el-kol hareketleri birer hayal aslında. Gerçek olan, bazen cümlelerinin arasında donup kalan yüz ifadesi, dalıp giden yorgun gözleri. Az önce gösterdiği sararmış fotoğraflardan hiçbir farkı yok bu adamın!..

- Her şey bitmedi! Partimizi güçlendiriyoruz; komünistleri birleştiriyoruz. Sosyalizme dönmenin, dağılan ülkeyi yeniden toparlamanın güvencesi biziz! Halk düşmanlarının cezasını vermek, bizim insanlık ve yurtseverlik borcumuzdur.

Bir an için dediklerinin gerçekleşebileceğini düşündüğümde, bu ihtiyar adama karşı duyduğum merhamet, korkuya dönüşüyor. “İnsanlık ve yurtseverlik” adına vaktiyle katledilen, sürgünlere gönderilen milyonlarca insan geliyor aklıma... Tankların altında ezilen kentler, ülkeler... KGB korkusuyla geçen günler, yıllar... Hayır, yarın dünün tekrar yaşanacağını sanmıyorum. İhtiyar, patlak bir balonu şişirmeye çalışarak geçiriyor son günlerini.

- Onurlu bir yaşam sürdüm. Partide, işyerimde, özel yaşantımda leninci ilkelerden ayrılmadım. Ölene kadar da asla ödün vermem ilkelerimden...

İhtiyar adamı dinlerken duygularım sürekli değişiyor. Şimdi de içimi bir merak kaplıyor: Acaba çocukken, mahallenin afacanlarıyla birlikte kedilerin kuyruğuna konserve kutusu bağlayıp koşturmadı mı? Ailesini ve öğretmenlerini atlatarak, sıkıcı derslerde okuldan kaçtığı olmadı mı hiç? Ertesi günkü komsomol veya parti toplantısına hazırlanması gerekirken, her şeye boş verip sıcak yatağında uyumayı tercih etmedi mi kere bile? Nedensiz yere işine gecikip, bir bahaneyle erkenden çıktığı görülmedi mi? Mitinglere, politik bir görev yapmaktan çok, genç kızlarla bir arada olma isteğiyle gittiğini hissetmedi mi? Güzel bir sarışının çıplak omuzlarını ve uzun bacaklarını izlerken, aklından “kötü şeyler” geçirdiği, karısını aldatmayı düşündüğü olmadı mı hiç?

İlkelerine sıkı sıkıya bağlı geçirdiğini söylediği yaşamını belgeleyen şu sararmış fotoğraflar, göründüğü kadar saf ve temiz mi acaba?..

T24

Moskova’da Kış Nasıl Geçecek?












Kış sezonu başlıyor. Hava tahminleri de peşpeşe geliyor. Moskova’da kış nasıl geçecek? -25’lik dondurucu soğuklar ne zaman yaşanacak?

Rusya Meteoroloji Uzmanlığı Merkezi tarafından Moskova’da kış aylarında beklenen hava ile ilgili açıklama ve tahminlerde bulunuldu.

Rusya Meteoroloji Uzmanlığı Merkezi Başkanı Roman Vilfand tarafından yapılan açıklamaya göre, kış sezonu Moskova’da değişken olacak ve sabit bir hava görülmeyecek.












En soğuk günlerin ocak ayında görülmesi beklenirken, bu ayda 3 gün hava sıcaklığı -25 derecenin altında, 10 gün ise -20 derecenin altında olacak.

Moskova’da aralık ayının da genel olarak soğuk geçmemesi ve kış mevsiminin aralık ayının ortalarında başlaması beklenirken, ocak ayında ise geçen sene olduğu gibi yağmur nedeniyle yolların ve yerlerin buz tutacağı ve adeta patinaj pistine dönüşeceği uyarısında bulunuluyor.

Kaynak: http://www.gazetem.ru/

28 Kasım 2011 Pazartesi

Night Flight Kulübü Müdürü Jansson: Moskova'nın sırlarını bilen İsveçli












Eğer Moskova’ya ilişkin ilginç öyküler dinlemek istiyorsanız Mats Gluggen Jansson tam aradığınız kişi.

Jansson Moskova’nın son 20 yılda yaşadıklarını, nereden nereye geldiğini bizzat gözlemleyenlerin başında geliyor. Jansson, ünlü Night Flight gece kulübünün müdürü. Night Flight sıradan bir yer değil; artık Moskova ile ilgili rehber kitaplarda Kremlin ve Kızıl Meydan gibi mutlaka görülmesi gereken yerlerin arasında gösteriliyor. Night Flight adı özellikle 1990’larda fahişelerle özdeşleşmiş olsa da aslında burada Moskova’nın son 20 yılının öyküsü yatıyor.

Jannson, “1990’larda buraları vahşi Batı’ya benziyordu. Şimdi daha toparlandı. Ama doğrusunu isterseniz ben bazı açılardan o günleri özlüyorum çünkü daha eğlenceliydi”diyor.

1991 yılında Night Flight’ı kuran İsveçliler aynı zamanda Moskova’ya gelen ilk yabancılar arasındaydı. Açılış gecesi Tverskaya Caddesi’ndeki kulübün önündeki kuyruk bir kaç kilometreyi buldu. O zamanlar Moskova’nın hemen hemen hiç gece hayatı olmadığı için kulüp büyük ilgi çekti. Aynı zamanda Moskova’da kötü koşullarda yaşayan genç kızların “beyaz atlı prensleri”yle, yani yabancılarla tanışabileceği bir yer olarak kısa sürede ünlendi. Night Flight aynı zamanda Rusça’ya “Face Control” deyimini kazandıran yer oldu. Jansson, “O zamanlar Moskova’yı mafya yönetirdi. Bu yüzden içeri alacağımız Ruslar için sıkı kurallar uygulardık. O günlerde parası olan Ruslar genellikle mafya üyesiydi. Ceplerinde para dolu Adidas eşofmanlarla Night Flight’ın kapısına gelirlerdi. Hatta bir seferinde bir Rus 50 bin dolar verip VIP kartımızdan almak istedi. Çünkü ona göre kartımız statü sembolüydü”diye anlatıyor.

Hala en popülerler arasında yer alsa da Night Flight’ın işi artık daha zor çünkü son 20 yılda yüzlerce yeni yer açıldı. Ama Night Flight’ın en büyük avantajlarından biri çatısı altında Moskova’nın en beğenilen lokantalarından birinin bulunması.

Jansson, Rus ekonomisinin içinde bulunduğu durumla kulüp arasında doğrudan bağdan söz ediyor ve “Ekonomi iyiyse kalabalık oluyoruz, yoksa müşteri kaybediyoruz. Müşterilerimiz Night Flight kapandığı gün Moskova’dan gideceklerini, çünkü bunun piyasanın ölmesi anlamına geleceğini söylüyor”diyor.

Kaynak : http://www.moskovalife.com/

27 Ekim 2011 Perşembe

Moskova’da sadece 4 Milyon Moskovalı Çalışıyor



Moskova’da çalışanların sadece yüzde 65’lik kısmının Moskovalı olduğu bildirildi.

Moskova Ekonomik Gelişim Dairesi Başkanı Marina Ogloblina, RBC ajansına yaptığı açıklamada, halen Moskova’da 6 milyon 150 bin kişinin çalıştığı ve bu iş sahalarında çalışanların yaklaşık 4 milyonluk kısmını yerel halk olan Moskovalıların oluşturduğunu belirtti.

Oglloblina, Moskovalıların şehirdeki iş sahalarının sadece %65’lik kısmında görev aldıklarını ifade ederken, Moskova’da Moskova Bölgesi ve Rusya’nın çeşitli şehirlerinden gelen 2 milyon kişinin çalıştığını söyledi.

Bu durumun sadece Moskova’da değil, dünyanın birçok büyükşehirlerinde görüldüğü dile getiren Oglloblina şunları söyledi:
“ Dünya bu şekilde gelişiyor. Her yerde, ülkenin farklı şehirlerinden gelenler için yer var. Ancak, Moskova için en önemli olan yetenekli profesyonel insanların gelip çalışması. Uzman kişilerin buraya gelip tecrübesini paylaşmasına kimsenin itirazı olmaz.”

Göçmenler konusuna da değinen Oglloblina, Moskova’ya gelen göçmenlerin medeni insanlar ve medeni toplum kurallarına uyacak kişiler olması gerektiğini de vurguladı.

Kaynak: http://www.gazetem.ru/

13 Ekim 2011 Perşembe

‘Benim kentim’ Leningrad…













Hakan Aksay, T24
Kaynak: http://www.rusya.ru/


Acaba insan, sevdiklerine “benim” derken, onlara sahip çıktığını mı söylemeye çalışır, yoksa ait olduğunu mu dile getirir?

Örneğin, “karım”,“kızım”,“arkadaşım” derken...

Ya “memleketim” derken?..

Acaba insan,“benim kentim” derken, o kentle ilgili hak mı iddia eder, yoksa ona teslim olmuşluğunu mu vurgular?..

* * *

“Benim kentim”diyebileceğim birkaç kent var.

Ama Türkler’in taparcasına sevdiği soru “Nerelisin?”, beni hep sıkıntıya sokar. Nüfus kütüğünden mi bahsetsem, doğduğum memleketten mi, kendimi bulduğum kentten mi, en uzun süre - 20 yıl - yaşadığım yerden mi?

Ne o, ne o, ne o, ne o...

“Nerelisin”diye bana kentimi sorduklarında, gençlik yıllarımın geçtiği Leningrad’ı söylemek gelir içimden. Alacağım tepkilerin beni yormasından korkarım, söyleyemem…

* * *

Denizinden çok Neva Nehri’ni sevdim ben bu kentin. Nehirden Moskova Tren Garı’na uzanan, Dostoyevski’yi, Çernişevski’yi ve Lenin’i kucaklayarak tarih ve edebiyata yayılan Nevski Caddesi’ne tutuldum.

Yüzü aşkın kanalla kenti kuşatan güzelliğe, Yaz Bahçesi’ne, dünyada benzeri olmayan Hermitaj Müzesi’ne, 1917 Bolşevik Devrimi’nin mekânı Saray Meydanı’na, Pavlovsk ve Puşkin gibi yeryüzü cenneti kasabalarına, kentin Alman faşistlerine 900 günlük direnişinin sembollerine vuruldum.

* * *

900 günlük direniş deyince. Geçtiğimiz günlerde Leningrad’ın İkinci Dünya Savaşı’ndaki tarihî direnişinin başlamasının 70. yıldönümüydü.

Yıllardan 1941’di. Hitler Almanyası tüm gücüyle Leningrad’ın üzerine abanmıştı. Sovyetler’in ikinci kentini düşürmek sadece askerî değil, aynı zamanda siyasi ve moral açıdan da devasa bir zafer olacaktı.

Şehir kuşatıldı, kapkara bir çember içine alındı. Ve bu kuşatma, neredeyse 900 gün sürdü.

Sadece savaş değil, kara kışlar da girdi araya ve en önemlisi açlık da.

Bugün hâlâ Petersburg müzelerinde o dönemde halka günlük gıda olarak verilen bir küçük dilim ekmeği, açlığı, sokaklarda savaştan çok açlıktan ölenleri gösteren pek çok kanıt sergilenir.

Leningrad düşseydi, Baltık Limanı ve çevresi düşerdi. Belki Stalingrad zaferi de olmazdı. Savaş başka türlü bitebilir, dünya faşizme teslim olabilirdi.

Bütün bunların olmaması ve Leningrad’ın onuruyla direnmesi için yüz binlerce insanın ölmesi gerekti. Bazı kaynaklara göre 600 bin, bazılarına göre 1 milyon 200 bin kişi öldü bu kuşatma ve direniş sırasında.

Başardılar. Zafer, ölen ve kalan Leningradlıların oldu.

* * *

Leningrad“kahraman kent” unvanına sahiptir. Kahramanlık saygıyı ve hayranlığı hak eder. Ama sevgi deyince, aşk deyince iş başkadır…

Türkler’in nedense “Deli Petro” dedikleri Büyük Pyotr’un, 1703 yılında bataklıklar üzerinde kurduğu, Lenin’in ölümünden SSCB’nin ölümüne kadar (1924-1991) adı Leningrad olan, sonradan ilk adı olan Petersburg’a dönen kenti böylesine sevmemin nedeni, belki de üniversite yıllarımın bir daha geri dönmeyecek heyecanlarından, beyaz gecelerde yaşanan aşklardandır, kim bilir…

Zaten yaşanmış kentlerin ve duyguların birbirinden ayrılmasına gerek var mı? Onların kısa özeti şu tek kelimeyle yapılabildikten sonra: Hayat!