Moskova

Moskova

15 Nisan 2025 Salı

Modanın şöylesi, böylesi...

 

Sovyet mizah yayınlarında dönemin gençlik moda akımlarını hicveden çokça eleştirel şaka yer alıyordu.

İşte Sovyet döneminin sonlarına doğru (1960'lar-1980'ler) gençlerin yeni giyim tarzını eleştiren hicivli çizimlerden bir örnek.

Karikatürist Lev Samoilov’un 1973 yılında yayımlanan bir karikatürü.

Bu karikatürdeki yeni dönemin yeni yetme modacısı yanındaki arkadaşına hayıflanıyor:

“Muhteşem bir model! Ne yazık ki şimdilerde, artık bu tür modeller kullanılmıyor.”


Karikatür "Perestroyka Dönemi" öncesinde, 1973 yılında çizilmiş, ancak meğer “Dağılma”nın, yozlaşmanın çan sesleri daha o zamandan duyulmaya başlamış.

Modacının gösterdiği resim, Nikolay Bogdanov-Belsky’nin 1897 yılında yaptığı “Okul kapısında” isimli, bütün okul kitaplarında yer alan ünlü bir eseri.



Arbat'ta grafiti savaşı: "Tehnik öldü, Tsoy yaşıyor"


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Moskova’nın Arbat Caddesi’nde Viktor Tsoy’a adanmış ünlü duvar, bu kez genç bir yeraltı rapçisinin anısına yapılan müdahaleyle gündeme geldi.

Yakın zamanda hayatını kaybeden Paşa Tehnik’in hayranları, bu kült mekana onun adını ve yüzünü taşıyan bir graffiti ekleyince, Tsoy hayranlarından sert karşılık geldi.

Business FM'in aktardığı habere göre, Tsoy’un portresi üzerine yazılan “Tehnik” ifadesi ve stilize yüz çizimi, özellikle Rus rock kültürünün sembolik değerine saygısızlık olarak yorumlandı.

“Tsoy’dan ellerinizi çekin” çağrısıyla kısa sürede sosyal medyada yayılan tepkiler üzerine, Tsoy hayranları graffitiye yanıt verdi. Duvara “Tehnik öldü, Tsoy yaşıyor” gibi yazılarla birlikte Tsoy’un orta parmak gösterdiği posterler asıldı.

Müdahaleyi “Gizli Sanatçılar Topluluğu” üstlendi. Grup süreci videoyla belgeledi.

Ortaya çıkan görüntüler, hem sokak sanatı hem de müzik dünyasında yeni bir nesiller arası çatışmanın sembolü haline geldi.

Portal duvarın önünde yaşananların bir sokak performansına dönüştüğünü yazıyor. Meraklılar, televizyon ekipleri ve müzisyenler bölgede toplanırken, yeni çizimler ve sloganlarla duvar yeniden boyandı.

Tur rehberlerine göre Arbat’taki Tsoy Duvarı, Moskova’nın en fazla ilgi gören simgelerinden biri.

Bazı yorumcular, Paşa Tehnik hayranlarının bu müdahalesini bilinçli bir “ün kazanma” stratejisi olarak değerlendirdi.

Popüler kültür araştırmacısı Yevgeniy Safronov, bu tür çıkışları “her kuşağın kendi sesiyle yaptığı vandalizm” olarak tanımladı. Safronov'a göre geçmişte de Tsoy duvarı defalarca saldırıya uğradı ama hep ayakta kaldı. 

Viktor Tsoy, 1980’ler Sovyet rock sahnesinin en ikonik figürlerinden biri olarak kabul ediliyor. Leningrad çıkışlı Kino grubunun kurucusu ve solisti olan Tsoy, sade ama derin sözleriyle genç kuşakların sesi olmuştu.

Döneminin siyasi atmosferinde sistem karşıtı bir sembole dönüşen Tsoy, 1990’da genç yaşta hayatını kaybetti ancak “Tsoy yaşıyor” sloganıyla anısı bugün hâlâ canlı tutuluyor. Arbat’taki Tsoy Duvarı da bu kültürel mirasın en somut sembollerinden biri.

Paşa Tehnik, gerçek adıyla Pavel Semenyuk ise Rusya’nın yeraltı rap sahnesinde sivrilmiş, provokatif tarzı ve sıra dışı hayat hikayesiyle tanınan bir figürdü.

2024’te hayatını kaybeden Tehnik, madde bağımlılığı, cezaevi geçmişi ve isyan temalı şarkılarıyla bir alt kültür ikonu haline geldi. Özellikle genç dinleyiciler arasında sadık bir hayran kitlesi bulunan sanatçı, toplumun dışına itilmiş figürlerin sesi olarak görülüyordu.

Gagarin'in otomobilleri şimdi nerede?


Kaynak: https://turkrus.com/


Sovyetler Birliği’nin uzaya çıkan ilk insanı Yuri Gagarin’in kullandığı araçlar bugün sadece müzelerde değil, aynı zamanda efsanelerle iç içe yaşıyor. Autonews portalı "uzaydaki ilk insanla" özdeşleşen dört özel araçtan her birinin, tarihî ve duygusal birer mirasa dönüştüğünü yazıyor.

Gagarin’in ünlü uzay yolculuğuna giderken bindiği Lvov yapımı LAZ-695B otobüsü, içindeki özel cihazlar, iklimlendirme sistemi ve haberleşme ekipmanlarıyla uzay görevlerine hazırlanmıştı. Ancak otobüs 1967’de Vladimir Komarov’un ölümünün ardından “uğursuz” ilan edilerek kenara çekildi. Yıllar sonra harap halde bulundu, restore edildi ve bugün Smolensk bölgesindeki Gagarin şehrindeki müzenin garajında saklanıyor. Araç nadir durumlarda törenler için gün yüzüne çıkıyor.

Yine Gagarin’in günlük hayatında en çok kullandığı araçlardan biri olan siyah GAZ-21 “Volga”, 78-78 MOD plakasıyla tanınıyor. Sovyet hükümetinin ona hediyesi olan bu araba şu an Gagarin kentindeki müzede cam vitrin arkasında sergileniyor. Mavi iç döşemesi ve sade dış görünümüyle dikkat çeken bu Volga, kosmonotun kişisel efsanesi hâline geldi. 

Tarihin belki de en tartışmalı aracı ise ZIL-111V kabriolet. Gagarin’in uzaydan dönüşünde Vnukovo Havalimanı’ndan Kremlin’e giderken bindiği bu mavi-beyaz araçtan günümüzde iki ayrı örnek “gerçek ZIL” unvanı için yarışıyor. Biri özel bir koleksiyoncunun elinde, diğeri ise Moskova’daki Vadim Zadorojniy Teknik Müzesi’nde restore edilmiş şekilde sergileniyor. İkisinin de orijinal olduğu iddia edilse de, kesin kayıt bulunmuyor.

Son olarak bir de Gagarin’e Fransa tarafından hediye edilen ve onun belki de en kişisel zevkini yansıtan Matra Bonnet Djet V var. Fransız mühendis René Bonnet’nin tasarımı olan bu sportif otomobil, 1965’te Le Bourget Havacılık Fuarı’nda Gagarin’in dikkatini çekmiş ve kısa süre sonra özel olarak Paris’ten Moskova’ya yollanmıştı. Otomobil sanılanın aksine gök mavisi değil, “gris platine irisé” adı verilen metalik bej renkteydi. Araba hâlen Litvanya’nın Kaunas kentinde, antika otomobil koleksiyoneri Kęstutis Indziulas’ın garajında muhafaza ediliyor.

13 Nisan 2025 Pazar

Aptallar ve yollar


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

  

Rusya’da halkın kişilik özelliklerini yansıtan, hicveden çok ilginç atasözleri, özdeyişler ve deyimler bulunuyor.

Bunlardan biri de Türkçeye, “Rusya’nın iki büyük belası vardır: Aptallar ve yollar” olarak çevrilebilecek söz.

Rusçada “duraki” (aptallar) ve dorogi (yollar) kelimelerinin benzerliği nedeniyle aynı zamanda kulağa melodik gelen kafiyeli bir söz. 

Gündelik konuşmalarda sık sık kullanılan bu sözün kime ait olduğu ve ne anlama geldiği ise biraz tartışmalı.

En çok kabul gören, sözün Nikolay Gogol’e ait olduğu iddiası. Ama Saltıkov Şedrin, Nikolay Karamzin, Pyotr Vzyaemski hatta Çar I. Nikolay’ın sözü ilk söyleyen kişi olduğunu iddia edenler de var.

Ama aslında Rusya’nın aptalları ve yollarıyla ilgili sözün geçmişi yüzyıllar öncesine gitmiyor çünkü ilk kullanan ünlü mizahçı Mihail Zadornov olmuş. Zadornov 1988 yılında bir Letonya gazetesine şöyle söylemiş:

“Gogol, ‘Rusya’nın iki büyük belası vardır: Aptallar ve yollar’ diye yazmış. Ne mutlu bize ki herkesi kıskandıracak şekilde bu konudaki istikrarımızı bugün de sürdürüyoruz!”

Ancak Rus tarihçi Konstantin Duşenko’ya göre, Zadornov’un Gogol’e atıf yapması aslında hem Rus edebiyatının geçmişine duyduğu saygıdan hem de ünlü bir yazar söylemiş gibi yaparak sözün daha çok dikkat çekmek istemesinden kaynaklanıyordu.

Gerçekten de Aleksandr Puşkin’den Nikolay Nekrasov’a ünlü Rus edebiyatçıların ülkedeki yolların kötülüğüne atıf yapan sözleri var.

Sözün anlamına gelince…

Yollar kısmı belki de gerçekten herhangi bir imada bulunmadan doğrudan Rusya’daki yolların ne kadar kötü olduğunu anlatmak istiyor. Büyük şehirlerde yollara asfalt dökülmesi, sonra ertesi yıl kazınarak tekrar asfaltlanması sık görülen bir durum. Tabii kalitesiz malzeme kullanıldığı için aynı yollara bol bol da yama yapılıyor. Her yıl yaz aylarında uzun süren yol çalışmalarının trafiği kâbusa çevirmesi de işin cabası! Halk, artık kanıksadığı bu görüntünün yolsuzluk kaynaklı olduğuna inanıyor. Yani özellikle dayanıksız malzeme kullanılıyor ki ertesi yıl yine asfalt dökülsün, böylece birileri zengin olsun. Taşrada ise bazı yollar gerçekten de kötü. 

Peki, atasözünde geçen “aptallar kim?

Bilinen anlamda aptal insanlardan çok yetersiz eğitim almış veya eğitimi önemsemeyen kişiler, sorumluluk sahibi olmayan, düşüncesizce hareket eden bireyler​, toplumsal ve idari sorunlara yol açan yetkililer veya bürokratlarla toplumun refahını göz ardı eden karar vericiler kastediliyor.

Rusçada “iktidara sadece aptallar gelir” diye de bir söz var. Anlatılmak istenen gücü elinde bulunduranlar tarafından kullanılan kişiler. Aynı zamanda bu sözle, bir kişinin elinde güç bulunmasının onun zeki olduğunu kanıtlamadığı ima ediliyor.

Sonuç olarak “Rusya’nın iki büyük belası aptallar ve yollardır” sözü ülkedeki iki temel sorunu, insan kaynaklı hataları ve altyapı eksikliklerini vurgulayarak, toplumun karşılaştığı zorluklara dikkat çekiyor. “Aptallar” ve “yollar” metaforu, sadece bireysel eksiklikleri değil, aynı zamanda sistematik ve yapısal sorunları da temsil ediyor.​

Bu sözü aynı zamanda, Rusların kendi toplumlarına yönelik eleştirel bakışını ve mizahi yaklaşımını yansıtıyor. 

Yollar konusunda son haber ise şu:

Rus hükümeti, var olan yolları onarmak ve yeni yollar yapmak için yedi yıllık bir plan hazırlamış ve dokuz trilyon ruble ayırmış. Dokuz trilyon ruble ne kadar derseniz yaklaşık dört trilyon lira. İddia o ki, eskiden beri Rusya’da bütçeden yolların ayrılan paranın üçte ikisi eski yolların düzeltilmesine harcanıyormuş!

11 Nisan 2025 Cuma

Bir yazarın kitabını okuruna ulaştırma mücadelesi


Marina Kuznetsova

“Novy Ochag”

Kaynak: https://www.novochag.ru/

  

Ücretsiz kitap nasıl yazılır ve yayınlanır ve bundan para kazanılabilir mi?

Hiç kitap yazarı olmayı istediniz mi?

Sofia Vorotyntseva buna örnek ikisini yazdı bile. Ve yazmanın işin sadece yarısı olduğunu söylüyor.

Kendisine, milyon üstü takipçisi olmayan bir blog yazarının yayıncılık sektörüne nasıl adım atabileceğini, yazarlara telif ücreti (her kitabın satışından belirli bir yüzde veya sabit bir miktar şeklinde ödeme) ödenip ödenmediğini ve iki kapak yayınladıktan sonra hayatında nelerin değiştiğini sorduk.

 

Pandemi sırasında geceleri yazdım

Yazmaktan her zaman keyif aldım. Uzun süre gazetecilik yaparak yazı işleri müdürlüğü yaptım. Daha sonra televizyon PR alanına girdim ve kendimi tamamen bu alana adadım. Televizyonda halkla ilişkiler uzmanı olarak çalıştığım dönemde, yazıya geçirilmeyi bekleyen birçok hikâye biriktirdim. Geriye sadece oturup bunları yazmak kalmıştı.

Bu fırsat pandemi döneminde ortaya çıktı.

Gece yazıyordum ama nesnel olarak -o zamanlar çoğunlukla evden çalışıyorduk- ve yaratıcılık için normalden daha fazla zaman vardı. Bana öyle geliyor ki pandemi döneminde benden başka herkes bir şeyler başardı: Birisi iki yabancı dil öğrendi, online kurslar açtı, kendi küçük işini kurdu. Ve ben hiçbir değerli şey yapmadım, sadece bir kitap yazdım.

İlk kitabım, Topuklu Ayakkabılara İzin Yok. “Bir Halkla İlişkiler Kadınının Günlüğü” nihayet yaptığım iş hakkında konuşma isteğimden doğdu. Bu, profesyonel hayata dair kurgusal olmayan bir kitap, bir halkla ilişkiler uzmanının günlüğü. Ama sadece yazmak yeterli değildi (bugünlerde kim yazmıyor ki?) - bir yayıncı bulmak gerekiyordu.

Sıradan bir insansanız, yani kamusal bir figür değilseniz yayıncılar sizinle öncelikli olarak ilgilenmezler. Yayıncıların yazarın medya varlığına ve sosyal ağlardaki abone sayısına odaklanma eğilimi var. Zira aboneler, kitabın potansiyel alıcılarıdır. Elbette egonuzu tatmin edip kendi paranızla bir kitap yayınlayabilirsiniz (ki iş dünyasındaki insanların veya bütçesi olan bazı profesyonellerin yaptığı şeydir bu). Ama bu benim yolum değil. Kitabı yayınlamak için bütçem yoktu.

 

Yayıncılar hizmetleri için fiyat listeleri gönderdi

Ben de kendime bir yayıncı aradım. Tıpkı filmlerdeki gibi: Yayın evlerinin genel e-posta adreslerine körü körüne bir özet gönderdim. Bazı büyük yayınevleri bana hizmetlerine karşılık bir fiyat listesi gönderdiler, bunu saklamayacağım, biraz can sıkıcıydı. Ama ne yapabilirsiniz ki! Artık resmi olarak yayınlanamayacağımı, hikayemin kendim tarafından yayınlanacağını bile kabullendim.

Ve sonra bir gün mektubuma bir cevap geldi: "Evet, kitabınızı yayınlamaya hazırız!" İki kez sordum: "Bu yayıncının masrafıyla mı oluyor?"

Dürüst olmak gerekirse, buna ben bile inanmıyordum, çünkü bir yıldan fazla bir süredir yayıncılara mektup gönderiyordum ve karşılığında sessizlik (ya da bir fiyat etiketi) vardı. Ama kitap sektöründe bu normaldir.

Yayıncı uyardı: "Konunuz dar. Büyük bir risk alıyoruz." Daha sonra teslim tarihleri ​​üzerinde mutabakata varıldı. Ama acele etmedim. Yayınevinde bir akış var. Kimse yıldızlardan PR beklemiyordu zaten. Yayınevimin bir halkla ilişkiler sorumlusu bile yok. Kitabımın (her iki kitabın) tanıtımı için yapılan her şeyi kendim yaptım. Sunumların yanı sıra. Kitapların resmi tanıtımları yayınevi tarafından organize edildi (tabi ki konukları ben davet ettim).

Kitabın tamamını bitmiş haliyle teslim ettim. Sadece son bölüm tamamlanmamıştı (ilk kitaptan bahsediyoruz). Her ikisinde de bir planım ve tam olarak hazırlanmış bir yapım vardı. Gazetecilik deneyimim burada işe yaradı . Yayıncıya teşekkür ediyorum; kitapların isimlerini değiştirmemiş. Bunlar benim, özgün, insanın ruhunu ısıtan şeyler. Kapaklar yayıncı tarafından yapıldı. Kitabın yayınlanması için bir ödeme yapmadığım için yayıncıyla tartışmadım; onun sanatsal kararlarını kabul ettim.1000 adet - Bu her iki kitabın da basım adedidir.

Her iki kitapla da halkla ilişkiler sorumlusu olarak çalıştım, bazı durumlarda kendimi soyutlamaya çalıştım, bunların benim kendi projelerim olduğunu söyledim. Ünlülerle temasların faydalı olduğunu söyleyemem. Bu tam olarak doğru bir tanımlama olmazdı. Kitaplarıma destek veren kamuoyu simaları ve halkla ilişkiler uzmanları artık sadece ünlü kişiler değil, aynı zamanda benimle aynı yolu yürüyen, benimle aynı meslekte uzun süredir çalışan insanlar. Ve onların desteği bir formalite değil, bir bakıma samimi bir dostluk jesti, aynı zamanda PR alanında çok önemli olan profesyonel bir karşılıklı yardımlaşmadır.

 

Bir kitap finansal başarıya giden yol değildir

Kitaptan para kazanmak mümkün mü? Telif hakkı var mı? Çok ilginç bir soru. Teoride evet, ama asıl mesele satış. Üstelik bunlar o kadar para ki, bir yazar arkadaşımla konuştuğumuz gibi, Moskova'da ancak 1 aylık elektrik faturasını ödemeye yeter. Eğer siz Daria Dontsova veya başka bir ünlü yazar veya bir ünlü (yayıncının kendi adıyla para kazanmak için başvurduğu kişi) değilseniz, ne yazık ki kitap, finansal başarıya giden bir yol değil, daha ziyade bir imaj hikayesi ve kendini ifade etme yoludur. Bu gerçeği kabul etmek gerekir. Her iki kitabım da genel okumaya uygun değil, bir bakıma profesyonel kitaplardır.

Bunun yayıncılara sorulması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum. Yayıncının kitap satması gerektiğinden eminim. Ben şahsen bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ve yapmak da istemiyorum.

Kendi kitabınızın kopyalarını satın alıp dağıtır mısınız? Hayır, bu benimle ilgili değil.

Bunu tam olarak yapan yazarlar da var. Ama ticari bir yanım da olmalı, öyle bir yeteneğim yok.
Aynı zamanda tüm büyük yayınevlerinin bir satış ve dağıtım departmanı vardır; bitmiş kitabı ülkenin kitapçılarına ve pazaryerlerine onlar yerleştirir.
 

Hayatında neler değişti?

Dürüst olmak gerekirse, hiçbir şey değişmedi, sadece her şeyin mümkün olduğunun farkına vardım. Eskiden kitapların tanrılar tarafından yazıldığını düşünürdüm. Ama şimdi herkesin yazar olabileceğini ve her kitabın okuyucusunu bulacağını biliyorum. Bu hem kötüdür (mağaza raflarında boş kitaplar görürüz, ama yazar bir milyon takipçisi olan bir blog yazarıdır) hem de iyidir, çünkü duyulma şansınız vardır. Aynı zamanda kitabı hâlâ kutsal bir şey olarak görüyorum.

Edebiyata olan sevgim sonsuzdur. Özellikle Rus ve Türk romanlarına.

Ve ben, düşünce üretebilen her insanın bir kitap yazabileceğini düşünüyorum. Ancak yayıncılık zorlu bir yoldur ve medyada yer almak ve kendi hedef kitlenize ulaşmak (yayıncılar için) önemlidir. Sosyal medyada 10.000'den az takipçiniz varsa, büyük yayın evlerinde ücretsiz yayınlanmanız çoğunlukla reddedilir. Tabii ki bir dizi veya akış içinde değilseniz veya kitabınız önemli bir blog yazarının her zaman yazmayacağı dar bir konu hakkında değilse, ancak konu ilgi çekiciyse.

Ama eğer bir kitap yazmak istiyorsanız, o zaman yazmak zorundasınız. Ve vazgeçmeyin.

Çok sayıda yayınevi olduğu için, eğer bir yayınevi tarafından reddedildiyseniz ve altı ay boyunca size cevap vermiyorlarsa, bu kitabınızın kötü yazıldığı anlamına gelmez. O hala yolda, yayıncısını ve izleyicisini arıyor.

İlk albümün yayınlanmasının hemen ardından -altı aylık bir aradan sonra- ikinci albümü yazmaya başladım. İkinci kitapta yer almayanları sunmaya karar verdim, "Süper kahramanlar her zaman sahne arkasındadır. "Bir halkla ilişkiler kadınının hayat tüyoları" . Evet, ikinci hikayeyi nasıl bir kaderin beklediğini bilmiyordum. Ama genel olarak, nasıl davranmam gerektiğini artık anlamıştım. Pek çok yayınevinin kapısını çaldığımı söyleyemem. Hemen hemen hemen yayıncıma teklif ettim, ama yine aynı şemaya göre: özet, plan, vb. Kitap incelendi ve alındı.

Ve şu anda bir kurgu kitap üzerinde çalışıyorum. Umarım o da yayıncısını bulur. Birisi şunu sorabilir: "Ücret almıyorsan veya birkaç kuruş alıyorsan neden yazıyorsun?" Benim için bu bir kendini ifade etme meselesi. Ama umarım yayıncıların yazarlarla işbirliğine ilişkin görüşlerini yeniden gözden geçirecekleri zaman gelir.

9 Nisan 2025 Çarşamba

Rus mutfağının ABC'leri: Essentuki

 


'Essentuki’

 

Ünlü Rus maden suyu 'Essentuki', Rusya'nın güneyindeki aynı isimli kaynaktan gelen bir mineral sudur.

19. yüzyıldan beri çıkarılmaktadır. Ve haklı bir sebepten ötürü, su tedavi edici olarak kabul edilir: kronik gastrit, tuz metabolizması bozuklukları ve diğer hastalıklara iyi gelir.

7 Nisan 2025 Pazartesi

Modern spa'nın geleneksel Rus muadili: Banya


Kaynak: https://turkrus.com/

 

Yüzyıllardır süregelen "banya" geleneği, Rus halkı için yalnızca bir temizlik aracı değil, aynı zamanda sağlık, sosyal yaşam ve kültürel hafıza açısından önemli bir unsur olarak öne çıkıyor. Banya (Rusça: баня), Rus dilinde "buhar banyosu" anlamındaki sözcük. Ancak bu kavram, Rus saunasını anlatmak için kullanılan bir terim.  Ahşap yapılarda kurulan buhar odaları, geçmişten günümüze kadar kırsal kesimden büyük şehirlere kadar Rusya’nın her köşesinde varlığını sürdürüyor. Bugün modern spa anlayışına da ilham veren banya, hâlâ aktif biçimde kullanılan geleneksel bir yapı. 

İşte 10 maddede Rus banyosunun tarihçesi, özellikleri ve kültürel önemi: 

 1. Banya geleneği ne zaman ortaya çıktı?

Rus banyosu geleneği en az 10. yüzyıla kadar uzanır. İlk Slav toplumlarında sıcak taşlarla oluşturulan buhar odaları yaygın olarak kullanılmaktaydı. Yazılı kaynaklarda banya’dan ilk kez 1113 tarihli “Nestor Kroniği” adlı eserde söz edilir.

 2. “Banya” kelimesinin kökeni nedir?

“Banya” kelimesi, Latince “balneum” (banyo) sözcüğünden türemiştir. Slav dillerinde bu kelime, zamanla buharlı banyo anlamında yerleşmiştir.

 3. Geleneksel banyanın temel yapısı nasıldır?

Klasik bir banyada üç bölüm bulunur: soyunma odası (predbannik), buhar odası (parilka) ve yıkanma alanı. Isıtma genellikle taşların yerleştirildiği soba ile sağlanır ve üzerine su dökülerek yoğun buhar elde edilir.  Genellikle yüksek sıcaklıkta (70-100°C) ve yüksek nem oranına sahip buhar odasında (parilka) geçirilen zaman, özel kokulu otlarla zenginleştirilmiş suyun kızgın taşlara dökülerek buharın artırılmasıyla yoğunlaşır. 

4. Venik uygulaması nasıl yapılır?

Venik, huş veya meşe dallarından yapılmış demetlerdir. Buhar odasında vücuda hafifçe vurularak kan dolaşımı hızlandırılır, cilt gözenekleri açılır. Aynı zamanda aromaterapi etkisi yaratır. Bu sıcak seansın ardından genellikle soğuk bir duş, havuza atlama veya kar banyosu gibi ani bir "şok soğuma" aşaması gelir. Banya deneyimi, dinlenme ve sosyalleşme için ayrılan zamanla tamamlanır, genellikle çay ve hafif atıştırmalıklar eşliğinde sohbet edilir.

 5. Banya’nın sağlık açısından bilinen etkileri nelerdir?

Banya kullanımı terleme yoluyla toksin atılmasına, solunum yollarının açılmasına, kas gevşemesine ve bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur. Ayrıca stresi azaltıcı etkisi olduğu kabul edilir.

 6. Banya Rus edebiyatında nasıl yer bulmuştur?

19. yüzyıl Rus edebiyatında banya, hem fiziksel hem sembolik anlamda sıkça kullanılmıştır. Tolstoy, “Savaş ve Barış”ta banyayı ruhsal bir arınma mekânı olarak betimler. Gogol'ün ve Çehov’un öykülerinde banya sahneleri, karakterlerin iç dünyalarına ayna tutar. Banya, yalnızca temizlik değil, düşünce ve yüzleşme mekânı olarak da temsil edilir.

 7. Tarihte önemli kişilerin banya alışkanlıkları nasıldı?

Çar I. Petro (Büyük Petro), banyaya haftada en az iki kez gitmesiyle bilinirdi. 18. yüzyılda diplomatları ve yabancı konukları banyada ağırlaması, bu geleneği resmi yaşamın bir parçası hâline getirmiştir. Dostoyevski, ceza kampı yıllarında banyayı hem arınma hem de insani temasın nadir yaşandığı bir alan olarak betimlemiştir.

 8. Sovyet döneminde banya geleneği nasıl devam etti?

Sovyetler döneminde toplu banyolar (obşçestvennaya banya) inşa edilerek halka açık kullanım teşvik edildi. Bu yapılar özellikle büyük şehirlerde yaygındı ve hijyenin korunmasında önemli rol oynadı.

 9. Banya kültürü günümüzde nasıl yaşatılıyor?

Modern Rusya’da hem geleneksel köy banyaları hem de şehirlerde lüks spa ve banya kompleksleri yaygındır. Turistik bölgelerde yabancılara yönelik özel banya deneyimi sunan tesisler bulunmaktadır.

10. Banya siyasi ve toplumsal tarihte nasıl bir rol oynamıştır?

Sovyetler döneminde işçi sınıfının dayanışma mekânı olan banyalar, zamanla sınıfsal ayrışmanın da sembolü hâline geldi. Bazı yerel banyalarda partililer için ayrı alanlar ayrılmıştı. Ayrıca banya, birçok siyasi figürün “gayri resmî toplantı” yaptığı yerler olarak da anılmıştır. Devlet adamları arasındaki stratejik sohbetlerin banyo buharında yapıldığına dair anlatılar, bu geleneğin Rus siyasi kültüründe bile yer ettiğini gösterir.