Moskova

Moskova

15 Mart 2025 Cumartesi

Tolstoy'a karşı Dostoyevski: Hangisi daha iyi?



Lev Tolstoy ile Fyodor Dostoyevski arasındaki karşılaştırmalar, tüm dünyadaki Rus edebiyatı hayranlarının zihnini meşgul eden tükenmez bir temadır. 19. yüzyılın iki önemli ustası, bugün hâlâ üzerinde çalıştığımız, tartıştığımız, analiz ettiğimiz şaheserlere imza attılar. Ama birinin diğerinden daha iyi olduğunu kesin olarak söyleyebilir miyiz? Yaratıcılıklarının iplerini çözerek, tarzlarını, yaklaşımlarını ve felsefelerini derinlemesine inceliyor ve cevabı bulmaya çalışıyoruz.

 

1. Konular: psikolojik derinlikler ve destansı tuvaller

Tolstoy ve Dostoyevski, fikirlerini somutlaştırma biçimleri bakımından birbirinin zıttıdır:  

- Fyodor Mihayloviç, insan ruhunu araştıran bir araştırmacı gibi, kahramanlarının çırpınışlarını, iç çatışmalarını gözler önüne seriyor. İster Suç ve Ceza, ister  Karamazov Kardeşler olsun, romanları  entelektüel arenalardır. Burada iyilik, kötülük, inanç ve şüphe çarpışır. Her sayfa, yüreğimize dokunan varoluşsal sorulara doğru atılmış bir adımdır.  

-Tolstoy görkemli öykülere tutkuyla bağlıdır. Savaş ve Barış  ile  Anna Karenina adlı eserleri  yalnızca bireysel kahramanların değil, aynı zamanda bütün çağların, toplulukların ve ulusların kaderlerine ışık tutuyor. Bunlar sıradan romanlar değil; tarihsel bağlamın, toplumsal dramların ve doğayla bağlantının birincil rol oynadığı panoramalardır.  

Dostoyevski bizi iç gözlemin uçurumuna sürüklerken, Tolstoy tüm bir evreni kapsayan anıtsal bir şey sunar.

 

2. Stil: Ayrıntılar ve Dram

-Lev Nikolayeviç gerçekliğin en küçük yönlerini ustalıkla yeniden üretiyor. Bir kapının gıcırdamasını, bir mum ışığını bile tasvir edişi, okuyucuyu geçmiş yüzyıllara götürebiliyor. Günlük yaşamın doğal ve pitoresk görüntüleri bizi çağa bağlayan bir portal haline geliyor.  

- Dostoyevski'nin başka bir amacı var. Detaylara dalmaktan kaçınıyor ve doğrudan olayın derinliklerine iniyor. Onun üslubu, karakterleri umutsuzlukla umut arasında sıkıştıran, gerilimli diyalogların ve çatışmaların gücüyle dolu bir fikir fırtınasıdır. Eserlerinin atmosferi yoğun, karanlık ve nüfuz edicidir.

Tolstoy gerçekçi yaşam vahaları yaratırken, Dostoyevski bizi insan duygularının ve gerilimlerinin kaosuna fırlatır.

 

3. Karakterler: Yaşayan İnsanlar ve Felsefi Semboller

-Tolstoy'un karakterleri şaşırtıcı derecede gerçeğe yakındır. Karmaşıktırlar, çok katmanlıdırlar, yaşarlar, hata yaparlar, değişirler. Piyer Bezuhov manevi deneyimler aracılığıyla hayatının anlamını arar, Anna Karenina toplumun zincirlerinden kurtulmaya çalışır ama trajik bir şekilde yenilgiye uğrar. Onlar da bizim gibiler.

-Dostoyevski’nin dünyalarında karakterler daha çok semboliktir. Raskolnikov vicdan mücadelesinin canlı bir örneğidir. Prens Mışkin saf erdemi temsil ediyor. Bu tür imgeler bizi günlük hayattan çok felsefi kavramlara sürüklüyor.

Tolstoy’un kahramanları insanlığın aynasıysa, Dostoyevski’nin kahramanları da varoluş ilkelerinin anahtarlarıdır.

 

4. Fikirler: Yaşamın anlamı ile özün anlamı arasındaki fark

- Dostoyevski'nin romanları bir meydan okumadır. Bunları okurken kendimizi Tanrı'yı, gerçeği, kurtuluşu ve günahı aramanın karanlık labirentlerinde buluyoruz. Eserleri kesin olarak cevaplanamayan sorular ortaya koyuyor.  

-Tolstoy anlamlı yaşamayı öğretir. İnsanın toplumla, doğayla ve kendisiyle uyumunu yansıtır. Eserleri hayatın nasıl yüce bir şeye dönüştürülebileceğini gösteriyor.

Dostoyevski, ışığı görebilmemiz için acıyı ve karanlığı ortaya koyarken, Tolstoy bize halihazırda var olan dünyayı takdir etmeyi öğretir.

 

Ve...En üstte kim var?

Bu soruya kesin bir cevap vermek mümkün değildir. Her şey ne aradığınıza bağlı:  

-Duygu, heyecan, felsefe ve yoğun dram mı istiyorsunuz? Dostoyevski'nin büyüsüne kapılacaksınız.  

-Destansı, geniş anlatımlı ve ayrıntılı hikayelere aç mısınız? Tolstoy'u kesinlikle seveceksiniz.  

Seçim yapmak yerine her ikisinin de dünyasına dalın. Hem Tolstoy hem de Dostoyevski, içinden bambaşka bir insan olarak çıkacağınız bir yolculuk sunar. Büyüklükleri, her birinin bize insan varoluşunun eşsiz bir yönünü göstermesi gerçeğinde yatmaktadır.

“Hırçın dalgaların ressamı”


Kaynak: https://medyagunlugu.com/

 

“Osmanlı saray ressamı” olarak da bilinen Ermeni asıllı Rus sanatçı İvan Ayvazovski, (1817-1900), eserlerinin yarıdan fazlasının konusu deniz manzaraları olan bir ressam.

Ailesinin kökenleri Doğu Anadolu’ya dayanıyor.

Henüz lisedeyken yeteneği keşfedildi ve 16 yaşında Çar I. Nikolay’ın emriyle St. Petersburg Akademisi’nde eğitimine devam etti. 1836’da akademiden mezun olduktan sonra devlet tarafından Avrupa’ya gönderilir. Yıllar süren seyahatleri sırasında birçok ülkede sergiler açar ve giderek da çağın en yetenekli Rus ressamı olarak ün kazanır.

Ayvazovski, açık ara en çok muhteşem deniz manzaraları çizmesiyle tanınır. Aslında kendisi bu kategorinin en iyileri arasında, belki de tüm tarihin “en iyileri” olarak kabul edilir. Hayatı boyunca çok sayıda eserinde gemileri, muhteşem gün batımlarını, bulutları, dalgaları içeren okyanus manzaralarını tasvir eder. Bu yetenek ona Rus Donanması’ndan büyük miktarda da iş kazandırmıştır. Donanma için deniz ve gemilerin sayısız resmini çizmiştir. Bu ona hem önemli bir miktarda gelir sağlamış hem de güçlü insanlarla birçok önemli bağlantı kurmasına olanak sağlamıştır.

83 yıllık uzun yaşamı boyunca birçok ülke gezdi. Onun için en önemli yerlerden biri günümüz Türkiye’sinde İstanbul olacaktı. Hayatını etkileyecek ve birçoğumuzun onu tanımasını sağlayacak olan olay ise 1845 yılında gerçekleşmişti. Hem kendi hayatını değiştirecek, hem de oryantalist sanat âlemini etkileyecek bir davet almış ve Sultan Abdülmecid’in çağrısına uyarak İstanbul’a ayak basmıştı. Basmasıyla da bu şehre aşık olmuştu.

1845 yılında geldiği İstanbul’da Sultan I. Abdülmecid tarafından Beylerbeyi Sarayı’nda kabul edildi. 1845-1890 yılları arasında İstanbul’a toplam sekiz ziyaret yaptı. 1874 yılındaki ziyaretinde Mimarbaşı Sarkis Balyan’ın Kuruçeşme Adası (Galatasaray Adası) üzerinde bulunan ikametgahında bir ay kadar misafir olarak Sultan Abdülaziz’in Dolmabahçe Sarayı için sipariş ettiği tabloları hazırladı.

1890’daki son ziyaretinde Sultan Abdülhamit ll’in huzuruna kabul edilerek padişaha iki tablosunu hediye etti. Abdülmecid, Abdülaziz ve II. Abdülhamit olmak üzere üç padişah tarafından madalyalarla ödüllendirildi. Hatta bir dönem “saray ressamı” olarak da anılmıştı. Sanatçı, İstanbul’un yanı sıra pek çok Anadolu şehrini de gezip tuvallerine aktardı ve 1888’de İstanbul’da bir de sergi açtı.

Kendisi normalde tuvaline yansıttıklarından dolayı “hırçın dalgaların ressamı” olarak bilinir. Buna rağmen İstanbul tablolarında dingin denizi, şehrin tepelerinde ve sahillerinde toplanmış insanları resmedip şehrin günlük yaşamına dair tarihe not düşmüş, sanki bir huzur yakalamıştır. Ayvazovski’nin İstanbul tablolarında, manzaralar da, insanlar da gerçekten farklı güzelliktedir.

Beş binin üzerinde eseri olan Ayvazovski’nin tablolarının büyük bir kısmı St. Petersburg, Moskova ve Erivan devlet müzelerinde sergilenmektedir. 30 kadar eseri Türkiye’de Dolmabahçe Sarayı, Deniz Müzesi, Askeri Müze, Fener Rum Patrikhanesi ve İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’nin koleksiyonlarında bulunmaktadır.

Ünü dünyanın dört bir yanına yayılmış olan İvan Ayvazovski, sıkça geziye çıkarak İngiltere’den İtalya’ya, Hollanda’dan Portekiz’e Avrupa’nın pek çok bölgesini, Mısır’ı ve ABD’yi ziyaret etme şansını yakaladı.

Kırım Savaşı (5 Ekim 1853-30 Mart 1856) nedeniyle 1854-57 yılları arasında denizden uzak olan Harkov’da yaşayan Ayvazovski. savaşın sona ermesiyle Paris’e gitti. Burada bir sergi düzenledi ve III. Napolyon tarafından Legion d’Honneur ile ödüllendirildi. Kırım’a dönüş yolculuğu sırasında bir kez daha İstanbul’a uğradı.

1890 yılda İstanbul’u son defa ziyaret ettikten sonra doğduğu şehir Feodosya’ya yerleşti. Hayatı boyunca bağlı kaldığı şehrine, sarayla olan bağlantılarını da kullanarak Feodosiya’ya liman, tren yolu ve arkeoloji müzesi gibi yapıların inşasıyla katkı sağladı. Bu arada St. Petersburg ve sarayla ilişkilerini hiçbir zaman koparmadı hatta imparatorluk ailesini kendi evinde ağırladı.

Ayvazovski, atölyesinde bir Türk gemisinin patlaması üzerinde çalıştığı tabloyu yapmaya başladığı ertesi gün 83 yaşında ani bir beyin kanamasıyla şövalesinin başında ölmüştür.

(yolvemacera.com, Medya Günlüğü)

13 Mart 2025 Perşembe

Şeytanlar hakkında 4 Rus atasözü


Anna Popova

Kaynak: https://www.gw2ru.com/

 

Rus dilinde "şeytanlık" içeren atasözleri çoktur - genellikle imkansız veya beklenmedik bir şeyi anlatırlar.

İşte bunlardan çok bilinenleri:

1. “В тихом омуте черти водятся” (“V tikhom omute çerti vodyatsa”)

"Durgun sular şeytanları barındırır" 

Bunu, en mütevazı insanın bile herkes için beklenmedik bir şey yapabileceğini ve bunun her zaman iyi bir iş olmayabileceğini, bu nedenle de onlar hakkındaki ilk intibanın yanıltıcı olabileceğini vurgulamak istediklerinde söylüyorlar. 

'Омут' veya 'havuz', bir rezervuarın veya nehrin dibindeki derin bir çukurdur. Kıyıdan suyun altında ne olduğunu görmek imkansızdır, belki de eski zamanlarda, kötü ruhların rezervuarlarda yaşadığına ve şeytanların güzelleri suya sürüklediğine inanıldığı için. 

 

2. “Не так страшен черт, как его малюют” (“Ne tak strashen çert, kak ego maluyut”) 

"Şeytan, resmedildiği kadar korkunç değil"

Bu ifade, bir olay veya eylemin beklendiği kadar korkutucu olmadığı ortaya çıktığında kullanılır. Rahatlayarak buna şunu ekleyebilirsiniz: "Korkunun büyük gözleri vardır!"

 

3. “Ни Богу свечка, ни черту кочерга” (“Ni Bogu sveçka, ni çertu kocherga”)

“Ne Tanrı için bir mum, ne de şeytan için bir maşa” 

Bu, vasat, ifadesiz birini ifade eder. Ne erdemli, ne insan ne de günahkar - aslında hiç kimse. Ayrıca bunu, bir aile bulamamış, kendilerini bulamamış ve günlerini bir amaç olmadan yaşayan yalnız insanlar için de söylediler.

 

4. “Боится, как черт ладана” (“Boitsa kak çert ladana”)

“Şeytanın tütsüden korkması gibi korkuyorum”

Eskiden tütsünün kokusunun kötü ruhları kovabileceğine inanılırdı, bu yüzden sadece kiliseleri değil, evleri de onunla tütsülerlerdi. Zamanla, ifade mecazi bir anlam kazandı ve şimdi bir kişi bir şeyden çok korktuğunda kullanılır.

Tolstoy mu Dostoyevski mi? Bir Anlaşmazlığın Hikâyesi


Karen Haddad-Wotling

Kaynak: https://oggito.com/

 

İki yazara da eşit derecede hayran olduğunu düşünen okur, sonunda bir tercih belirtmek zorunda kalacaktır: Bana Dostoyevskici mi, Tolstoycu mu olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.

Karen Haddad-Wotling

 

George Steiner, kendinden önce pek çok kez ele alınmış bu soruyu meşhur Tolstoy mu Dostoyevski mi* (1959) adlı kitabında yeniden ele alarak tartışmanın özünü belki de kesin olarak dile getirmiştir:

“Tolstoy ile Dostoyevski arasında seçim yapmak, varoluşçuların angajman diye adlandırdığı durumun habercisidir.”

Rus romanının iki büyük devini kıyaslamak gerçekten de klasik bir izlek, hatta bir eleştiri toposudur ve bundan dolayı, Steiner’in de dediği gibi, iki yazara da eşit derecede hayran olduğunu düşünen okur, sonunda bir tercih belirtmek zorunda kalacaktır:

Bana Dostoyevskici mi, Tolstoycu mu olduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim. İki çağdaş: Tolstoy’dan yedi yaş büyük olan Dostoyevski, ondan otuz sene önce ölmüştür, ama ikisi de en önemli eserlerini aynı dönemde –1840 ile 1880 yılları arasında– vermiştir: Rusya’nın geçirdiği değişimde belirleyici olan ve haklı nedenlerle Rus edebiyatının altın çağı olarak telakki edilen dönemde.

Hiç karşılaşmamış ve görünüşe göre her açıdan birbirinin zıttı olan, her biri aynı Rusya’nın farklı bir yüzünü temsil etmekle kalmayıp sanatla ve hayatla da hepten farklı ilişki kuran iki adam. 

Toplumsal eşitsizlik Bir yanda kont, toprak sahibi, önceleri zevkusefa süren, yan gelip yatan bir adamken ömrünün geri kalanında malından mülkünden kurtulmaya uğraşacak, sonunda barışçı ve şiddete başvurmayan, uzlaşmaz ve sofu bir Hıristiyanlık vaaz eden biri olup çıkacak; öbür yanda yoksul öğrenci, gençliğinde sosyalizme angaje olmasının bedelini ömrü boyunca ödeyecek kürek mahkûmu sürgünden döndükten sonra siyasi gericilik ve Ortodoksluk savunucusu, asık suratlı bir milliyetçi olup çıkacak.

Birisi aynı kadınla kırk küsur yıl yaşamış, ona on üç çocuk vermiş, sonra bugüne kadar kadınlara karşı yazılmış en şedit yergi olan Kreutzer Sonat’ta evliliği, tensel arzuyu, aileyi inkâr etmiş, ölümün eşiğinde ailesini bırakıp gitmiştir. Öbürü fırtınalı aşklar yaşamış, sonra sevgi dolu bir aile babası olmuş, çocukların yaşadığı ıstırap eserinin mihenk taşı haline gelmiştir.

Biri ekinleri, ayı avını, elleriyle çalışmayı, köylüleri över; öbürü modern şehirlerin sislerini, ayyaşları, canileri, fahişeleri. Bununla birlikte yolları uzaktan kesişir, uzaktan boy ölçüşürler.

Dostoyevski, Tolstoy’un gitgide radikalleşen bir çizgide ilerleyişini, özellikle mal mülk ve parayı reddedişini göremeyecek kadar erken ölmüşse de, kendinden yaşça küçük olan yazar hakkındaki yargısında öncelikle bu toplumsal eşitsizlik öne çıkar:

Dostoyevski, Tolstoy’a kendisinden daha fazla ödendiğinden, kendisi sadece yazarak geçimini sağladığı için hor görüldüğünden durmaksızın şikâyet eder.

Gerçekten de Tolstoy, feci şartlar altında eserini üreten Dostoyevski’nin durumuna asla düşmemiştir.

Dostoyevski’nin, alacaklıları gırtlağına çökmüşken, henüz yazmadığı romanlarını sattığı olur, kendisini hiç tatmin etmeyen bir sonuç almak pahasına hep sıkışık bir halde, dar vakitlerde çalışır.

Tolstoy ise ağır ağır yazar, hatta hayatının bazı dönemlerinde, öğretmenliğe veya topraklarının idaresine öncelik vererek edebi faaliyetini durdursa da, okurların ve yayıncıların peşinde koştuğu bir isim olmayı sürdürür.

Bu hınç, Dostoyevski’nin sert eleştirilerinde kendini belli eder şüphesiz; mesela Anna Karenina yayımlandığında (1875), “Derebeylik ailesiyle ilgili hep aynı vakayiname” diye yazar, ona göre Tolstoy, Savaş ve Barış’tan beri yeni bir şey söylememiştir...

Tolstoy’un romanının tam da altüst olmuş haldeki Rus toplumunda –evlilikte, aile içinde, köylüler ile beyler arasında– birlikte yaşamanın zorluğunu konu edindiğini düşünecek olursak, en azından haksız bir eleştiridir bu.

Fakat aynı esnada Dostoyevski Delikanlı’yı yazmaktadır; bu eseri, ilerde Karamazov Kardeşler’in de ortaya koyacağı gibi, toplumun parçalanmasının habercisi olan yeni ailelerin, “tesadüfi ailelerin” varlığını ortaya koyar.

Dostoyevski’ye göre Tolstoy, artık var olmayan bir toplumu tasvir eder; o romancı değil tarihçidir, ancak Anna Karenina’da (hayattayken okuyabildiği son büyük Tolstoy romanında) “yakıcı bir güncellik” olduğunu da teslim eder. Ama bunu yapmasının sebebi, romanda dile getirilen siyasi tercihlere, özellikle Tolstoy’un gitgide artan antimilitarizmine şiddetle karşı çıkmaktır.

Tolstoy da az kötü niyetli değildir. 1881’de, Dostoyevski öldüğünde, Tolstoy belki de ilk defa hayranlığını belirtir:

“O ölünce, ona ihtiyacım olduğunu, bir dost, bir akraba gibi bana ne kadar yakın, benim için ne kadar kıymetli olduğunu anladım.” Onu asla bir rakip olarak görmez: “Kendimi onunla kıyaslamak aklımın ucundan bile geçmedi – asla.” Fakat bir müddet sonra daha katı bir yargıda bulunur: “İyi ile kötü arasındaki içsel çatışmanın en hararetli safhasında ölen bir adamı peygamber ve aziz mertebesine çıkardılar. Evet, heyecan ve ilgi uyandırıyor, ama hayatı sırf kavgadan ibaret olan bir adamın heykelini dikemez, gelecek nesillere örnek gösteremezsiniz.”

Bu tasvip etmeyen tavrı giderek şiddetlenecektir.

Astapovo’daki istasyon şefinin küçücük evinde, Tolstoy’un ölmeden önce istediği kitaplar arasında Montaigne’in Denemeler’iyle birlikte Karamazov Kardeşler bulunsa da, Dostoyevski hakkındaki yargısı keskinliğini korur: “Bu anti-edebiyat, bu tutarsızlık, bu yapmacıklık, en ciddi konuların gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi olmayan bir şekilde ele alınması karşısında duyduğum tiksintiyi bir türlü bastıramıyorum.”

Tolstoy’un Dostoyevski’de takdir ettiği şey onun gençlik eserleridir, Ölüler Evinden Anılar ya da Ezilmiş ve Aşağılanmışlar gibi, toplumsal içeriği son derece çarpıcı olan eserleri. Bununla birlikte, iki yazar arasında entelektüel bir diyalog var mıydı?

İkisinin de romanlarından hiçbiri diğerinin eserine doğrudan cevap şeklinde tasarlanmışa benzemese de, yazdıkları ve yaptıkları, bazen araya yıllar girse bile, aynı sorulara karşılık verir gibidir: edebiyat ve hayat, iman ve siyasi eylem.

1859’da Yasnaya Polyana’daki köylüler için bir okul açan ve eğitim üzerine kafa yoran Tolstoy, gitgide edebiyatı ve genel olarak sanatı, halkın işine yaramadığı gerekçesiyle (sosyalist gerçekçiliğin ne yazık ki o meşhur kuramlarını önceleyerek) reddetme noktasına varır.

Tolstoy İtiraflarım’ın iyi bilinen bir pasajında, kendi edebi faaliyetini de şu şekilde yargılar: “Şunu anladım ki, yapmış olduklarımın ne asil bir tarafı ne de bir balede birbirine sarılmış şekilde dans eden çıplak bacaklı kızların yaptıklarından bir farkı vardı.” Ömrünün sonuna doğru yalnızca halk masalları yazar, fakat son bir “büyük roman” yayımlamaktan da kendini alamaz; didaktik ama yine de romanesk olan Diriliş, kimilerince Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar’ına bir cevaptır.

Dostoyevski ise edebiyatın rolünü hararetle savunur: Ancak kurmaca sayesinde, özellikle de bütün bakış açılarının karşı karşıya gelebildiği romanda, tam da en yakıcı güncellikteki temel meseleler ortaya konabilir; halkın da entelektüeller gibi, olanca karmaşık bütünlüğü içinde edebiyata ihtiyacı vardır. 

Üniforma olarak el arabası Nihayet en zehir zemberek diyalog ideolojik düzeyde olacaktır (Dostoyevski daha uzun yaşasaydı şüphesiz bu daha da şiddetli olurdu).

Resmi dinsel hiyerarşi ve teamülden koparak Hıristiyanlığın kaynağına, İncil’e dönüş ile çilecilik karışımı olarak adlandırılan Tolstoyculuk, son yıllarında Rus milletinin kimliği hatta selameti olarak gördüğü Ortodoks dinini her fırsatta savunan Dostoyevski’nin hiç hoşuna gitmezdi herhalde.

Dostoyevski özellikle sürgünden döndüğünden beri özgürlük adına, devrimci ütopyaya, sosyalist ideale yönelik acımasız eleştiriler dile getirmiştir. Nihilistleri yargıladığı Ecinniler dışlanmasına mal olacak, bu dışlanma Sovyet rejimi devrinde de sürecektir. Tolstoy ise 1905 devrimini destekler, sonradan, pek çok yanlış anlaşılma pahasına yeni rejimin ünlü bir yazarı haline gelir.

Lenin onun eserini “Rus devriminin aynası” olarak nitelendirmemiş midir?

Dostoyevski hayattayken sosyalist Tolstoy’u değil, okurların göklere çıkardığı yazarı, çelişkiler içindeki zengin toprak sahibini tanıyabilirdi ancak.

Fakat Anna Karenina üzerine yazdığı makalesinde, ayrıcalıkları yüzünden acı çekenlere, dönemin moda deyişiyle, “halka gitme”ye başlayanlara seslenen Dostoyevski şu tavsiyede bulunur:

“‘Yeme, içme, hiçbir şey yapmama ve avlanmanın size acı verdiğini hissediyorsanız, bunu gerçekten hissediyor ve sayıca çok kalabalık olan ‘yoksullar’a gerçekten o kadar acıyıp üzülüyorsanız, o halde dilerseniz malınızı mülkünüzü onlara bırakın, ortak çıkar uğruna kendinizi feda edin ve herkesin iyiliği için gidip çalışın.”

Bununla birlikte Karamazov Kardeşler’in yazarı biraz zalimce şunları ekler: “Ama bu konuda da filanca hayalperestleri, ‘Ben derebeyi, kont değilim, mujik gibi çalışmak istiyorum’ dercesine el arabasının kollarına yapışıverenleri taklit etmeyin. El arabası da bir üniformadır.”

Mujik olmayı hayal eden adamın, yirmi beş yıl sonra, el arabasının kollarına yapışıvereceğini, ailesini ve topraklarını terk edeceğini, ama yine de “derebeyi” Tolstoy olmayı sürdüreceğini bilmişçesine.  

*George Steiner, Tolstoy mu Dostoyevski mi, Çevirmen: Sevda Çalışkan Yayınevi, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015

Le Magazin Littéraire

Fransızcadan çeviren: Sosi Dolanoğlu

Yazarlara sorduk: Tolstoy mu Dostoyevski mi?


Süheyla Demir

Kaynak: https://anlatilaninotesi.com.tr/

 

Klasik Rus edebiyatının dönemdaş iki dev ismi Tolstoy ve Dostoyevski, 19. yüzyıldan beri birbirleriyle kıyaslanmaktan kurtulamadı. Biz de ‘Tolstoy mu Dostoyevski mi?' sorusunu, edebiyatın usta kalemleri Ahmet Altan, Ataol Behramoğlu, Gündüz Vassaf, Mario Levi ve Selim İleri'ye yönelttik. 

Rus ve dünya edebiyatını derinden etkileyen 19. yüzyılın iki büyük yazarı Lev Tolstoy ile Fyodor Dostoyevski, yüzyıllardır birbirleriyle kıyaslanageldi. İlginçtir ki iki yazar, çağdaş olmaları ve aynı sosyal çevreyi paylaşmalarına rağmen ne bir kez olsun yüz yüze görüştü ne de birbirlerine tek satır mektup yazdı. Ancak hayatlarında hiç temas noktası oluşturmasalar da birbirlerinin eserlerini her zaman yakından takip ettiler.

Dostoyevski ‘Bir Yazarın Günlüğü' kitabında Tolstoy'un ‘deha' olduğunu ve ‘olağanüstü yüksek sanat' yaptığını vurgulayarak şu ifadelere yer verir: "Anna Karenina'nın yazarı gibi insanlar, toplumun öğretmenleridir, biz ise sadece onların öğrencileriyiz."

Tolstoy ise ‘Ölüler Evinden Anılar' kitabını okuduktan sonra Dostoyevski'yi Puşkin'den bile üstün tutarak, modern Rus edebiyatında Puşkin'in eserleri dahil, böylesine iyi bir kitap hiç okumadığını söyler.

Dostoyevski'nin ölüm haberini aldıktan sonra, Rus düşünür ve edebiyat eleştirmeni Nikolay Strahov'a yolladığı mektupta da şöyle yazar: "Onu bir kez olsun görmedim ve onunla hiç konuşmadım ama şimdi ölünce, birden anladım ki, Dostoyevski bana en yakın, en kıymetli, en gerekli insanmış…"

Her ne kadar aynı çağın yazarı iki isim, birbirlerinin sanatına böyle hakkaniyetli yaklaşmış olsalar da ‘Tolstoy mu Dostoyevski mi?' kıyaslaması, 19. yüzyıldan beri edebiyat çevreleri ve okurların en çok tartıştığı konular arasında yer alıyor.

Biz de sanatta kıyas ve anketin yetersiz, hatta belki de gereksiz olduğu gerçeğini kabul etsek de, yıllardır tartışılagelen bu soruyu edebiyatın usta kalemlerine yönelttik.

Ahmet Altan, Ataol Behramoğlu, Gündüz Vassaf, Mario Levi ve Selim İleri'nin ‘Tolstoy mu Dostoyevski mi?' sorusuna yatını şöyle oldu:


Ahmet Altan: Tolstoy’un anlatımı bana, daha ‘hayatı kucaklayıcı’ gelir.

AHMET ALTAN: Aslında edebiyat, içinde birçok farklı yazara yer veren, çok renkli bir nehir gibi akar. Edebiyatta ‘biri diğerinden daha iyi' gibi bakılmaz. Ama Dostoyevski ve Tolstoy çağdaş olduklarından ve iki ayrı anlayışı temsil ettiklerinden dolayı bu soru hep kaldı.

Ben Tolstoy'u tercih edenlerdenim. Tolstoy'un anlatımı bana, daha ‘hayatı kucaklayıcı' gelir. Tolstoy'un elleri o kadar iridir ki, hayat onun içinden akıyor gibi gözükür bana. Ayrıca Tolstoy'un yazı kuvvetinin de Dostoyevski'den daha fazla olduğunu düşünüyorum. Dostoyevski'nin yazı gücü çok fazla değil, ama ‘deliliğin sınırını geçip deliler dünyasına, aklın kara yanlarına gidip onları anlatan bir haberci' gibi gelir bana. Yani yazardan ziyade, insanlık tarihinde çok az insanın yapabildiği belki de Dostoyevski'den başkasının yapamadığı bir işi yapabilmiş biri olarak gözükür.

Benim için Tolstoy, yazar ve edebiyat olarak daha büyüktür, daha hayatı kapsayıcıdır. Dostoyevski hayatın daha dar bir kesimiyle ilişki kurmuşken, Tolstoy bütün toplumu olaylarıyla birlikte anlatabilen bir bakışa ve güce sahiptir.

Ayrıca edebiyatta bütün bunlar biraz da laftır, birini seversiniz birini sevmezsiniz, ben Tolstoy'u severim.


Ataol Behramoğlu: Tolstoy’un açık, aydınlık, araştırıcı, canlı yaşamla dolu ruhu, bana Dostoyevski’nin huzursuz, asabi, patetik kimliğinden çok daha yakın. 

ATAOL BEHRAMOĞLU: Lev Tolstoy her zaman tercihimdir. Romanlarında gereksiz uzatmalar olmadığı için. Daha az didaktik olduğu için. Hem mülk sahibi çevreleri hem de köylüyü aynı başarıyla betimleyebildiği için. Dostoyevski'de hiç bulunmayan olağanüstü doğa betimleri için. Yer yer bilinç akımına yaklaşan anlatım özellikleri için.

Suç ve Ceza'yı, Karamazof Kardeşleri, Budala'yı bir daha okur muyum, bilmem. Fakat İvan İliç'in Ölümü'nü, Anna Karenina'yı, Savaş ve Barış'ı yine okuyabilirim. 

Tolstoy'un yapıtlarında genişleyen, derinleşen bir şey var. Dostoyevski ise hep kendi çevresinde dönüyor gibi.

Sonuç olarak ikisi de çok büyük yazarlar. Fakat Tolstoy'un açık, aydınlık, araştırıcı, canlı yaşamla dolu ruhu, bana Dostoyevski'nin huzursuz, asabi, patetik kimliğinden çok daha yakın.


Gündüz Vassaf: Dostoyevski psikolojik romancılığın başlangıcı, Tolstoy da efsanenin Homeros’un devamı sayılır. 

GÜNDÜZ VASSAF: Bu, ilk düşündüğümde, ‘Aşklarından hangisini seçersin?' sorusu gibi veyahut da bir gözümü, öbür gözüme tercih etmem gibi. İkisi de hayata farklı dokunuş noktaları, onun için birini öbürüne tercih etmem mümkün değil. Tolstoy'a da aynı soruyu sormuşlar, ‘Ben böyle bir mukayese yapamam' demiş. Ama bu soru, kaç ülkede tartışıldı, hala da tartışılıyor yazarlar arasında. Bu soru hakkında kitaplar var. Ne mutlu ki Rusya'ya, böyle iki yazar anadillerinden onlara seslenmiş. Başka hangi ülke var ki dünyada, iki yazarını böyle tartışabiliyoruz.

Dostoyevski, psikolojik romancılığın başlangıcı, Tolstoy da efsanenin, Homeros'un devamı sayılır. Fakat bunlar bence yapay kategoriler. Ben ikisinde de insanı dolu dolu yaşıyorum.

Tolstoy'da, Dostoyevsky'e göre daha çok tarihi panaroma, Dostoyevsky'de içimdeki çelişkili duygular var. Tolstoy'da  tarihin beni, benim de tarihi yarattığımı, Dostoyevsky'de, ben diye bildiğim benin, beni her zaman şaşırtabileceğini  yaşıyorum. 

İki kitabım var; ‘Cehenneme Övgü' ve ‘Cennetin Dibi'. Bu kitapların adlarından yola çıkarsam, Dostoyevski ile ‘Cehenneme Övgü'yü yaşıyorum. Tolstoy'la da ‘Cennetin Dibi'ni. Tolstoy benim için sonsuz, derin bir okyanus, Dostoyevski gürül gürül akan bir şelale… Tolstoy'la aşkın bütünlüğünü sorguluyorsunuz, Dostoyevski hayatınızın ilk sevişmesi…

Klasik bir soru vardır ya, "Issız adaya gitsen, hangi kitabı götürürsün?" diye. Issız adaya gitsem yanımda mutlaka Tolstoy'u götürürüm. Ama evde tek başımayken gece yarısı kitabım da Dostoyevski olur.

Benim için şaşırtıcı olan bu denli özgür iki insanın,  dinle git gelli cebelleşmelerinde özgürleşememeleri.  Ama belki Rus olmak biraz da bununla ilgili.


Mario Levi: Dostoyevski’yi sevmek daha zordur ama bir sevdiniz mi seversiniz. 

MARİO LEVİ: Benim kesin tercihim Dostoyevski'dir. Çünkü Dostoyevski'de insan karakterlerinin çok daha derinlemesine işlendiğine inanıyorum. Ayrıca şöyle bir ayırım yapıyorum, Nietzsche, ‘Tragedyanın Doğuşu' adlı kitabında iki zihin şekli olduğunu söylemişti; biri ‘Apollonian', öteki de ‘Dionysian' zihin. Apollonian olan bilgeliği, mantığı, aklı öne çıkarır; Dionysian olan ise duyguyu. Tolstoy ile Dostoyevski arasındaki fark bence burada anlam kazanıyor. Ben Tolstoy'u daha çok Apollonian, Dostoyevski'yi de Dionysian olarak görüyorum ve her zaman için tercihim duygular yönünde olmuştur.

Şöyle ilginç bir gözlemim de var: Dostoyevski ve Tolstoy'u Rusçadan okuma talihine sahip olan gerek Ruslar gerekse de Rus edebiyatı uzmanlarıyla görüştüğüm zaman, ilginç olarak onlar Tolstoy'un daha önemli bir yazar olduğunu söylediler. Yani Rusça bilenler açısından durum bu. Haliyle "Acaba Tolstoy Rus edebiyatı üzerinde daha önemli bir etki mi bıraktı?" sorusunu kendime de sormuyor değilim. Tolstoy, Rus edebiyatı içinde Dostoyevski'den daha önemli bir yazar olabilir ama benim tercihim her zaman Dostoyevski'dir.

Dostoyevski'yi sevmek daha zordur ama bir sevdiniz mi seversiniz. Ayrıca çekinerek bu ifadeyi kullanacağım ama ben Tolstoy'u Dostoyevski'den daha sıkıcı buluyorum. Dostoyevski beni alıp götürüyor, Tolstoy'u okurken ise zaman zaman çok sıkıldığımı hatırlatırım.


Selim İleri: Dostoyevski yaradılışıma daha yakın...

SELİM İLERİ: Benim yazarım muhakkak ki Dostoyevski'dir, ama Tolstoy da elbette Rus edebiyatının en büyük yazarlarından birisi. Başta Anna Karanina olmak üzere çok büyük bir zevkle okuduğum bazı kitapları var. Dostoyevski ise yaradılışıma daha yakın. Ondaki büyük merhamet duygusu, yazarlık yaşamımda bana daima kılavuz oldu. İç dünyaları Tolstoy'dan daha derinlemesine incelediği için 20. yüzyıl edebiyatına yol açan bir öncü yazar olduğunu düşünüyorum. Tabii, Tolstoy'un Anna Karanina'sı da başlı başına bir iç dünya çözümlemesi, İvan İliç'in Ölümü de aynı şekilde, ama Dostoyevski benim yaradılışıma her zaman daha yakın geldi. Kendi iç fırtınaları da bana çok etkileyici gelmiştir.

12 Mart 2025 Çarşamba

Domodedovo Havaalanı'ndan (DME) Moskova'nın merkezine nasıl gidilir?

 


Kaynak: https://www.gw2ru.com/

 

Tren, otobüs, taksi veya araç paylaşımı – şehir merkezine ulaşmanın hızlı ve kolay yolları.

 

1. 'Aeroexpress' treni

Bu havalimanından Moskova'nın merkezine gitmenin en hızlı yolu, havalimanının terminalinde bir istasyonu bulunan 'Aeroexpress' trenidir. Yol boyunca trafik olmadığında, 45 dakikada Paveletskaya tren istasyonuna varırsınız ve oradan şehrin herhangi bir yerine gitmenin kolay olduğu metroya (yeşil ve daire hatları) binebilirsiniz. Ekspres tren ayrıca 'Verkhnie Kotly' tren istasyonunda durur ve buradan Moscow Central Circle tren hattına aktarma yapabilirsiniz. 

İlk tren Domodedovo'dan sabah 6:00'da kalkıyor ve son tren gece 12:01'de kalkıyor. Paveletsky tren istasyonundan ilk tren sabah 5:30'da kalkıyor ve son tren gece 11:30'da kalkıyor.

Standart tek yön bilet 650 ruble (yaklaşık 7,50 $) tutarındadır. Biletleri önceden aeroexpress.ru adresinden satın alabilirsiniz . Ancak, web sitesi yalnızca Rus banka/kredi kartlarını kabul eder. Ancak, biletleri her zaman havaalanından veya tren istasyonlarından nakit olarak satın alabilirsiniz. 

 

2. 'Aeroexpress' otobüsü

'Aeroexpress' otobüsleri (1185 numaralı güzergah) Terminal 1'e varır ve buradan ön terminal alanından (havaalanı terminalinin 2 numaralı çıkışının yanında) kalkar. Bu, güzergahta hiç durmayan bir ekspres otobüstür. Ayrıca 'Domodedovskaya' metro istasyonuna (yeşil hat üzerinde güneye) ulaşmak yaklaşık 45 dakika (veya trafiğe bağlı olarak daha az) sürer. Ve şehir merkezine ulaşmak için 30 dakika daha gerekecektir.

'Domodedovskaya' metro istasyonundan otobüsler 10 numaralı çıkıştan her 15 dakikada bir kalkmaktadır. Sefer saatlerini buradan kontrol edebilirsiniz . Biletleri Rus banka/kredi kartıyla çevrimiçi olarak veya havaalanındaki otobüs veya 'Aeroexpress' bilet gişelerinden 400 ruble (~4,5 $) karşılığında nakit olarak satın alabilirsiniz . 

 

3. Banliyö treni

Havaalanından bir 'elektrichka', Rusya'nın banliyö tren kültürünün atmosferini hissetmeniz için eşsiz bir fırsattır. Paveletsky tren istasyonuna seyahat süresi Aeroexpress'ten daha uzundur - toplamda yaklaşık 70 dakikadır, ancak fiyat çok daha düşüktür: 223 ruble (~2,5 $). Ayrıca, tren 'Varshavskaya' ve 'Nagatinskaya' metro istasyonlarına aktarma yapabileceğiniz daha fazla durak yapar. Bu durumda, bilet sadece 153 ruble (~1,7 $) tutarındadır. 

Biletleri rota üzerindeki herhangi bir tren istasyonundan nakit olarak satın alabilirsiniz. Programı buradan www.central-ppk.ru adresinden kontrol edebilirsiniz.

 

4. Banliyö otobüsü

308 numaralı otobüs Moskova'ya gitmenin daha ucuz bir yoludur, ancak trafiğin ne kadar yoğun olacağını veya ne kadar süreceğini asla bilemezsiniz. Ayrıca, 'Domodedovskaya' metro istasyonuna giderken birçok durak yapar ve yalnızca Rus banka/kredi kartlarını kabul eder (nakit ödeme seçeneği mevcut değildir). 

150 ruble (~1.7$) ve bagaj için 89 ruble (~1$) tutar. Otobüs sabah 6'dan gece 12'ye kadar 30 dakikalık aralıklarla ve sabah 12'den sabah 6'ya kadar 40 dakikalık aralıklarla çalışır. Bu arada seyahat süresi yaklaşık 45 dakikadır.

Programı burada (Rusça) bulabilirsiniz. 

 

5. Taksi

Gece geç saatlerde varırsanız taksiye binebilirsiniz. Havaalanından şehir merkezine yolculuk yaklaşık 50$ veya daha fazla tutar, eğer yerinde taksi çağırmaya çalışırsanız. 

Ancak, aşağıdaki uygulamaları kullanarak daha ucuza (yaklaşık 20-30$) taksi rezervasyonu yapabilirsiniz: 

– 'Yandex GO' iOS / Google Play / AppGallery (birçok dil). 

– 'Uber' iOS / Google Play / AppGallery (birçok dil)

– 'City Mobil' iOS / Google Play / AppGallery (İngilizce mevcuttur).

Eğer Rus banka/kredi kartınız yoksa nakit ödemeyi seçebilirsiniz.

Havaalanına vardığınızda, terminaldeki ücretsiz WiFi ile çevrimiçi olabilir ve taksi rezervasyonu yapabilirsiniz. Şoför muhtemelen pasaport kontrolünden geçtikten sonra sizi aramanızı isteyecektir, çünkü havaalanının önünde beklemek sadece ilk 15 dakika için ücretsizdir ve sonrasında oldukça pahalıdır.

 

6. Araba paylaşımı

Domodedovo'da çeşitli araç paylaşım şirketleri mevcuttur. Bir kimliğe, ehliyete, bir Rus banka/kredi kartına ve Rus SIM kartlı bir akıllı telefona ihtiyacınız vardır. Ayrıca araçlarına erişmek için kiralama şirketiyle bir sözleşme imzalamanız gerekir (bunu çevrimiçi olarak da yapabilirsiniz). Önde gelen şirketler şunlardır: 'Delimobil' ; 'Yandex.Drive' ; ve 'BelkaCar' . En yakın arabayı bulmak için uygulamaları önceden indirmelisiniz.

 

7. Araba kiralayın

Domodedovo Havaalanı'nda büyük araç kiralama şirketleri de bir seçenektir: ' Europcar ', ' Rentmotors ' ve ' REX Rent ' hizmetleri. Arabayı çevrimiçi olarak veya kiralama ofisini ziyaret ederek kiralayabilirsiniz. Önceden rezervasyon yaptırmak fiyatı çok fazla etkilemez, ancak daha fazla araba modeli seçeneği sunar.