Moskova

Moskova

16 Mayıs 2018 Çarşamba

Rus edebiyatının devlerini tüketen karanlık zaaflar: Seks, kumar, alkol, uyuşturucu...





Dostoyevski, Tolstoy, Yesenin, Bulgakov... Sadece Rus değil, dünya edebiyatının temel taşları. Kumar, uyuşturucu, zina ve alkolizm... Bunlar, en büyük Rus yazarları bile zaman zaman kendine esir eden karanlık bağımlılıklar...  İşte RBTH'nin derlemesine göre büyük Rus yazarları ve onlara çok şeye malolan zaafları.

1. Fyodor Dostoyevski - Kumar. Psikolojik romanlarıyla dünya çapında üne kavuşan yazarın en büyük zaafı kumara olan tutkusuydu. Karısı Anna anılarında Dostoyevski'nin tüm parasını kumarhanelerde harcadığını, eve bitik vaziyette döndüğünü ve sürekli ağladığını, af dilediğini yazar. Ne var ki Dostoyevski Kumarbaz romanında bu zaafı sanata çevirmeyi bilecektir.

2. Lev Tolstoy - seks. Sadece Rus edebiyatının değil, dünya sanatının da en büyük ahlak timsallerinden olan Lev Tolstoy da ömrü boyunca kadınlara duyduğu şehvet ile mücadele etmek zorunda kaldı. 1853'te günlüğüne "seks düşünmeden bir dakika bile geçiremediğini" yazan Tolstoy sonraki yıllarda zührevi hastalıklar nedeniyle en az iki kere tedavi gördü.

3. Sergey Yesenin - alkol. Yirminci yüzyıl Rus şiirinin altın çocuğu Sergey Yesenin 1925'te intihar edene kadar alkol bağımlılığından ve buna bağlı gelişen derin bir depresyondan mustaripti. Ancak alkol nedeniyle erken yaşta hayatını kaybeden tek yetenek Yesenin değildi. Venedikt Yerofeyev ve Sergey Dovlatov gibi çağdaş Rus edebiyatının ümit vaadeden yazarları da alkol bağımlığına bağlı sağlık sorunları nedeniyle hayatlarını kaybetti.

4. Mihail Bulgakov - uyuşturucu. Yirminci yüzyıl Rus nesrinin en büyüğü Mihail Bulgakov da hayatının bir döneminde morfin bağımlılığının esiri olmuştu. O yıllardaki eşi Tatyana Lappa Bulgakov'un morfine yenik düşmesini önlemeyi başarsa da bu en nihayetinde evliliklerine maloldu. Bulgakov'un uyuşturucu bağımlılığını konu eden Morfin adlı bir anlatısı da var.

MOSKOVA MELANKOLI





MOSKOVA MELANKOLI

MUSTAFA ÖZTÜRK


ıslığımı doldurdum votka şişesine
şarkılarım ağzımda donmasın diye

olanca sesimle yırtılırken
kara bir karton gibi gece

yolun tam ortasından
koşuyorum soluk soluğa

koşuyorum
siluetimden bir tünel bırakarak ardımda

susar ışıklar buzlanan camların ardında
sarılmışım kristal pelerinine gecenin

gece ki
düşler bulvarıdır

şehrin gece klüplerinde
şöhretli fahişelerin jartiyerlerini süsler

piyoner kemerleri
komsomol rozetleri

ateş yutan bir şeytan laterna çalar
ardında papazları kutsarlar onu

BÜTÜN İKTİDAR İBLİSE !
BÜTÜN İKTİDAR İBLİSE !

çırpınırken o martı
göğsünün vadilerinde

sınırlıdır içindeki gökyüzü
sevgi kokusu sonsuzdur

kalbindir konabileceği tek mümkün ada
tundrada kar altında bir volkan ağzı

eksi kırk
- 40



Rusçası:
Çeviri: Radi Fiş

Московская меланхолия



чтоб не замерзли песни на губах
бутылку водки наполняю свистом

я разрываю криком ночь
подобно черному картону

едва переводя дыхание бегу
посереди дороги

бегу оставив позади
туннель моих теней

молчат огни за инеем стекла
я облачен хрустальной буркой

ночь
сновидений гульбище

ночные бары города
украшены подвязками хваленых проституток

ремнями пионерскими
значками комсомольскими

там бес глотающий огонь играет на шарманке
попы его благословляют

ВСЯ ВЛАСТЬ ЛЮЦИФЕРУ!
ВСЯ ВЛАСТЬ ЛЮЦИФЕРУ!

трепещет чайка
в клетке моих ребер

и небо ограничено во мне
не безграничен дух любви

один лишь в мире остров, где сердце угнездится
вулкан, покрытый снегом тундры

минус сорок
- 40

14 Mayıs 2018 Pazartesi

Rusya ulusal amblemindeki semboller




Samih Güven




Ülkelerin ulusal amblemleri tarihsel olarak kendilerini nasıl konumlandırdıklarını anlamak açısından önemli ipuçları veriyor. Bu anlamda Rusya ulusal amblemindeki figür ve sembollere bakıldığında öne çıkanlar, çift başlı kartal, mızrakla bir yılana vuran atlı prens, üç adet taç, asa ve küredir.

Çift başlı kartal Bizans İmparatorluğu ve Selçuklular dahil birçok devletin ve kültürün ve hatta kuruluşun sembol olarak aldığı oldukça eski bir figürdür.

Rusya’da ise çift başlı kartal ve elindeki mızrakla bir yılana vuran atlı prens figürleri 15. yüzyılda birleştirilmiş ve devlet sembolü olarak belirlenmiştir. 

Çift başlı kartal, Rus kültürel gelenekleri açısından Doğu Roma İmparatorluğunun devamlılığını simgeler (Moskova - Üçüncü Roma). Bu simge aynı zamanda batıyı ve doğuyu birlikte gözeten çift yönlü Rus politikası olarak da yorumlanır. Rusya’nın doğu ve batıdan farklı üçüncü bir medeniyet olarak ortaya çıktığı düşünülür. Bazen çift başlı kartal Rusya’nın Avrupa ve Asya’da bulunan topraklarını ve kıtalararası doğasını da simgeler.

Hanedan arma geleneğindeki altın renkli kartal ihtişamın ve zenginliğin sembolüdür. Altın geçmişten günümüze hem renk olarak hem madde olarak en değerli yerlerde, saraylarda, kutsal mekanlarda yerini almıştır. Rus ikonografik geleneğinde ise altın renk, Tanrı'nın varlığını, cennetin ışığını, sonsuzluğu ve zarafeti temsil eder.

Atlı adam ise 14. yüzyıldaki Moskova prenslerinin sembolüdür (St. George) ve bugün Moskova’nın amblemi olarak kullanılmaktadır. Mızraklı binici ve öldürülen yılan figürleri şeytana karşı iyiliğin zaferini sembolize eder. Ayrıca Rusya’nın düşmanlarına karşı elde ettiği zafer anlamına gelir.

Üç taç ilk olarak Boris Godunov’un mühürlerinde ortaya çıkmıştır (16. yüzyıl). Bunlar Kazan, Astrahan ve Sibirya krallıklarını simgelemiştir. Zaman içinde farklı anlamlarda yorumlanmışlardır. Modern zamanlarda ise bu üç taç hükümetin üç şeklini gösterir (federal, bölgesel ve yerel). Ayrıca devletin yürütme, yasama ve yargı erkleri olarak da düşünülebilir.

Kartal pençesindeki asa ve küre ise geleneksel olarak, devlet gücünü ve ulusal birliği temsil eder.


1993 yılında onaylanan amblemin resmi versiyonu dikkate alındığında kırmızı arka plan dikkat çeker. Kırmızı, bazı başka kültürlerde olduğu gibi Rus halkının geleneksel ve simgesel rengidir. Aşkı, cesareti, vatan savunmasında dökülen kanı simgeler. Paskalya'nın ikonik rengi olarak ise fedakar ve kendini kurban eden sevgiyi sembolize etmektedir.

Rusya ekonomisinin genel özellikleri



Samih Güven


Rusya ekonomisi ile ilgili belki de ilk söylenmesi gereken komünizm sonrası geçiş sürecinin özellikleri de gözetilerek ele alınması gereken bir ekonomi olduğu.

Çünkü ekonomik aktörlerin (bireyler, firmalar, kamu) davranışlarının yüzlerce yıl piyasa ekonomisi içinde evrilmiş ülkelerdekine benzemesini beklemek gerçekçi değil.

Bununla birlikte özellikle Merkez Bankası başta olmak üzere birçok kamu kurumu hızla kendini geliştirmiş ve kalitesini artırmış durumda. Ayrıca Rusya’da kurumlar ve yöneticilerinin birbirinden farklı ve özgün görüşler ileri sürebildiklerini de gözlüyoruz.

Rusya ekonomisinin ana özelliklerine bakacak olursak en göze çarpanı enerji sektörü ve bu sektörün baskın olması. Rusya dünyanın en yüksek doğal gaz rezervlerine sahip. En yüksek petrol rezervine sahip sekizinci ülke olmakla birlikte petrol üretiminde ilk sıralarda yer alıyor. Örneğin 2017 yılında Rusya 352 milyar dolar ihracat yapmışken bunun yarıdan fazlası petrol, gaz ve türevlerinden oluşuyor. Petrol fiyatlarının yüksek seyrettiği yıllarda bu oran yüzde 60-65 bandına geliyor.

Diğer taraftan  bütçe gelirlerinin önemli bir bölümünün petrol ve doğal gaz vergilerinden temin edilmesi güzel bir şey ama petrol fiyatlarına aşırı duyarlı olmak ekonomik büyüme açısından dalgalanmalar yaratabiliyor. Bu nedenle ekonomi politikalarının en önemli konularından biri sektörel çeşitliliğin artırılması ve petrol fiyatlarına bağımlılığın azaltılması.

Ekonomide genelde enerji ve bankacılık sektörleri başta olmak üzere kamu şirketlerinin ağırlığı söz konusu. Bizde yaygın olan KOBİ’lerin Rusya’da yeterli olmadığı, ayrıca müteşebbis ruhunun da henüz istenilen düzeyde olmadığı görülüyor. Bu nedenle KOBİ’leri ve girişimciliği teşvik edici politikalar uygulandığını görüyoruz.

Özellikle 2014 sonlarında başlayan ekonomik sorunların (yaptırımlar ve petrol fiyatlarının düşmesi nedenleriyle) çözümüne yönelik olarak gündeme getirilen ekonomik politikaların bir bölümü de ithal ikamesine dayanıyor. Bununla özellikle bazı teknolojik konular ve tarımda dışa bağımlılığın azaltılması hedefleniyor. Tarım sektöründe kayda değer bir başarı sağlandığı, ancak diğer konuların biraz daha zamana ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor.

Genel olarak bakıldığında, Rusya ekonomisinde reform konusu edilen alanlar, ekonomik altyapının modernize edilmesi, sektörel çeşitliliğin artırılması, sermaye çıkışlarının azaltılması, bütçedeki petrol ve doğalgaz etkisinin azaltılması, yatırım ve rekabet ortamının güçlendirilmesi ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin desteklenmesi olarak ifade edilebilir.

Rusya ekonomisinin güçlü yanlarına bakılacak olursa, nitelikli kurumların varlığı, önemli döviz gelirleri, yüksek eğitim seviyesinin sağladığı avantajlar, uzay, savunma ve benzer teknolojilerin yarattığı olumlu dışsallıklar öne çıkıyor.

Aslında 17 milyon kilometre kare ile dünyanın en büyük ülkesi olan Rusya’nın ekonomik büyüklüğü de kayda değer durumda. Rusya ekonomisi 2017 nominal rakamlarıyla 1,5 trilyon dolarlık büyüklüğü ile dünyanın en büyük 12. ekonomisi. Ancak bu sıralama son yıllarda Ruble’nin değer kaybetmesi nedeniyle gerilemiş durumda. Bu nedenle satın alma gücü paritesi ile bakıldığında, Rusya ekonomisi 4 trilyon dolar ile dünyanın en büyük 6. ekonomisi konumunda.

Rusya’nın önemli ihraç kalemleri petrol ve petrol ürünleri, doğalgaz, metaller (çelik ve alüminyum gibi), kereste ve ağaç ürünleri, buğday, kimyasallar ve silahlardan oluşuyor. Rusya’nın en çok ihracat yaptığı ülkeler Hollanda, Çin, Almanya, İtalya, Türkiye ve Beyaz Rusya gibi ülkeler.

En önemli ithal kalemleri, tüketim ürünleri, makinalar, araçlar, elektronik ürünler, eczacılık ürünleri ile sebze ve meyve. En çok ithalat yapılan ülkeler ise Çin, Almanya, ABD, Beyaz Rusya ve İtalya gibi ülkeler.


Özetle Rusya ekonomisi kendine özgü koşulları olan bir ekonomi ve geçiş sürecinin etkileri halen sürmekte. Diğer yandan petrol, doğal gaz, madenler, buğday ve bazı diğer tarım ürünlerinin ihracatı nedeniyle bu ürünlerin fiyatlarına duyarlı durumda. Bazı sektörlerde kamu kesiminin ağırlığı söz konusu. KOBİ’ler ve girişimcilik gelişme sürecini sürdürüyor. Bununla birlikte Rusya ekonomisi her halükarda güçlü bir potansiyeli barındıran oldukça önemli bir ekonomi. En önemlisi de Türkiye ekonomisi ile güçlü bir tamamlayıcılık özelliğine sahip.

Dostoyevski ve Rus entelektüeller



Cenk Başlamış



Rusya'da bu sıralar kafalar karışık. 'Kafalar' derken, Rusya'nın beyinleri, yani aydınları, yani entelektüelleri...

En azından gazeteci Pyotr Romanov böyle düşünüyor. Hatta daha da ileri gidiyor, "Rusya'da entelektüel sınıf sizlere ömür," demeye getiriyor.

Nüfus sayımlarında "Siz entelektüel misiniz?" diye bir soru sorulmadığı için 143 milyonluk Rusya'da kaç gerçek entelektüel kaldığını kestirmek zor.

Yine de genel gidişe, devlete ve temsilcilerine, topluma, bireylerin davranışına, önceliklerine ve medyaya bakınca çok entelektüel bir ortam bulunduğunu söylemek doğrusu zor.

Ama ölçü bu mu? Daha önemlisi 'entelektüel' ne demek?

Latince ve kısmen Rusçadan türemiş bir kavram... İlk anda akla gelen tanımı 'eğitimli insan' ama o da basit kalıyor.

Osmanlıcadaki karşılığı için 'alim' denebilir. Günümüzde 'aydın' kelimesi tam anlamını vermiyor, galiba en yalın karşılığı 'düşünür'.

Rusya'da entelektüellerin atası, ülkeyi Batı tarzı düşünceyle tanıştıran Çar 1. Petro kabul ediliyor.

1917 Devrimi öncesinde devlet de vatandaşlar da entelektüel sınıfa kuşkuyla bakarmış.

Devrim sonrası ise Bolşevikler hakaret de içeren 'zümre' ya da 'tabaka' terimini kullanmış.

Lenin daha da açık konuşmuş ve onlardan "Pislik," diye söz etmiş.

Garip bir tesadüf, antikomünist yazar Aleksandr Soljenitsin 70 yıl sonra Lenin'le aynı cephede buluştu ve Sovyet entelektüellerini 'ideolojik fahişelik'le suçladı. Ona kalırsa Rus entelektüel sınıfı da öldü.

İşte, doğrusu bu sıralarda Rusya'nın pek de umurunda olmadığı bir tartışmayı yeniden gündeme gazeteci Romanov getirdi.

Romanov'un entelektüel tanımı basit: Düşünerek çevresi, yani toplum için yarar sağlamaya çalışan kişi.

İşte, kıyametin koptuğu yer de burası. Onun bakış açısıyla Rusya'da durum içler acısı. Romanov sağa bakıyor, sola bakıyor; her yerde, toplumda, siyasette, medyada ahlaki ve kültürel yozlaşma görüyor. Onun tespiti, artık Rusya'da entelektüel sınıf diye bir kavram olmadığı şeklinde.

Zamanında Dostoyevski'nin, düşünürleri kastederek "Zaten biz topu topu bin kişiyiz," demesi de Romanov'u teselli etmiyor.

Romanov diyor ki: "Bir sürü eski entelektüel akıllarınca uyanıklık yaparak safları terk etti. Gittikleri yerde artık kabarık banka hesabı, lüks yazlık ev ve kişisel imaj her şeyden önemli. Tek önemsemedikleri ise toplumun yararı. Oysa bir zamanlar gerçek Rus entelektüeli sıradan vatandaştan ayıran tam da buydu. Bize şimdi entelektüeller yerine şov dünyasının genç kızlarını ve teyzelerini yutturmaya çalışıyorlar. İyi hoş da, bu hanım kızlar gerçek aydınlar gibi ülkelerini değiştiremez ki..."

Romanov yakınmalarında haksız sayılmaz. Sovyetler'in yıkılmasından sonra Rusya, Türkiye'nin 1980 sonrası yaşadığına benzer bir dönemden geçiyor. Yani hangi yoldan olursa olsun para kazanmanın her şeyden önemli ve mubah sayıldığı bir dönem. Yasal ya da ahlaki yoldan para kazanmayanlara dudak bükenlerin çoğu da aslında içlerindeki kıskançlık duygusunu bastırmak için mücadele verenler.

Garip ama bazılarında bu ruh hali, komşusunun dertlerinden haz almaya kadar gidiyor.

Eskiden Ruslar kültürlerinin özgünlüğü ile övünürdü. Şimdi küresel bir köye dönüşen dünyaya egemen olan popüler kültürde
özgünlüğe yer kalmadı.

Aslında entelektüeller konusuna takarak dertsiz başına dert alan Romanov'un galiba buna itirazı yok. Yaşamda her şey göreli olduğu için popüler kültürü eleştirenler kadar savunucuları da var. Sonuçta kişisel tercih. Onun aklına asıl takılan, "İyi de güzel kardeşim şu koca ülkede tek bir gerçek entelektüel yok mu?" sorusu.

Yanıtı da kendisi veriyor ve "Allah göstermesin, öldüğü zaman topluca yas tutacağımız tek bir entelektüelimiz bile kalmadı," diyor.

Romanov duysa herhalde kızar ama 'Nerede bu entelektüellerimiz?' tartışması aslında biraz da yaşlanan her kuşağın "Bizim zamanımızda..." diye başlayan yakınmalarına benziyor.

Her kuşak bir önceki kuşağı eleştiriyor, kendisinden sonraki kuşağı küçümsüyor, beğenmiyor. Her şeyin kendi zamanı ve koşulları içinde değerlendirilmesi gerektiği çoğunlukla unutuluyor.

Rusya'da entelektüel sınıf tabii ki yok olmadı. Olmadı ama yaşanan bu geçiş döneminde topluma önderlik etme görevini de yeterince yapamadı.

(2009)
Gazeteci Cenk Başlamış'ın "Rusya'nın Sırları" kitabından alınmıştır.

22 Nisan 2018 Pazar

'Usta ve Margarita'ya 'orjinal' çeviri




Yıllarca Rus klasiklerini genelde İngilizce ya da Fransızca çevirileri ile okumak zorunda kalan Türkiye'deki okurlar, bir dev esere daha Rusça orijinalinden yapılan çeviri ile kavuştu. Üstelik bu kez, edebiyat otoritelerinin "tüm zamanların en iyi on romanı" arasında kabul ettikleri Mihail Bulgakov'un "Usta ve Margarita"sı dilimize Rusçadan yeni bir çeviri ile kazandırıldı. Bu zorlu romanı, Kompas-Pusula dergisine, TürkRus.Com'a da yazıları ve çevirileri ile katkıda bulunan Mustafa Kemal Yılmaz, bir kez daha çevirdi. 

İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan kitap satışa sunuldu. Bu büyük eserin yayını vesilesiyle Mustafa Kemal Yılmaz sorularımızı yanıtladı:

- Bu önemli romanı çevirme fikri nereden nasıl çıktı?

YILMAZ: On dokuzuncu yüzyılda yazılmış en büyük Rus romanı hangisi, diye sorsanız, alacağınız cevap sayısı az olmaz. Kimisi "Anna Karenina" diyecektir, kimisi "Savaş ve Barış", kimi okur da tercihini "Suç ve Ceza"dan ya da "Karamazov Kardeşler"den yana kullanacaktır. Hatta "Ölü Canlar" ve hatta "Yevgeni Onegin" diyenler de çıkacaktır. Ama soruyu yirminci yüzyılda yazılmış en büyük Rus romanı hangisi, şeklinde değiştirirseniz ezici bir çoğunluk "Usta ve Margarita" diyecektir. Boşuna değil bu. Hakikaten "Usta ve Margarita" benim de Rusya'ya geldikten sonra Rusça okuduğum ilk kitaptı. İlk satırından son satırına büyük bir edebiyat yapıtı karşımızdaki. Modern Rusya tarihine, kültürüne ve Sovyet geçmişine ilgi duyan bütün çevirmenler de bu yapıtı kendi diline çevirmeyi ister. Olağanüstü keyifli ve son derece heyecanlı bir iş. 

- Daha önce hangi kitapları Rusçadan çevirmiştiniz?

YILMAZ: Hacı Murat (Tolstoy), İlk Aşk (Turgenyev), Leninname (Arkadi Averçenko), Köpek Kalbi (Bulgakov) ve 3 Zuckerbrin için aşk (Viktor Pelevin).

- Dünya edebiyatının şaheserleri arasında sayılan "Usta ve Margarita"yı çevirirken nerelerde zorlandınız?

YILMAZ: En büyük zorluk kitabın hacmi oldu. Çevirmek iki yılımı aldı. Bir de şu var tabii: Usta ve Margarita'da olayların büyük bir bölümü Moskova'da geçiyor. Moskova'da yaşadığım dönemde adı geçen yerlerin bir kısmını görme şansım olmuştu. Ama şimdi Türkiye'de yaşıyorum, çeviriyi de Türkiye'de yaptım. Moskova'da olup bu yerleri bir kere de çevirmen gözüyle gezmek isterdim doğrusu.

- Yeni çeviri projeleri var mı?

YILMAZ: Bizde kıymeti az bilinen yazarlardan Leonid Andreyev'in bir yapıtı üzerinde çalışıyorum şu sıralar. Bir de Rusya'dan ayrıldıktan sonra bir süre İstanbul'da yaşayan Arkadi Averçenko'nun İstanbul'a dair mizahi izlenimlerini bir araya getirdiği bir kitabını çevirmiştim. Şimdilerde o yayına hazırlanıyor.

- Biraz da kendinizden ve ailenizden bahseder misiniz?

YILMAZ: 1980'de Mersin-Mut'da doğdum. 2007'de Gazi Üniversitesi Bilgisayar Eğitimi bölümünü bitirdim. 2008-2010 arası Moskova Devlet Pedagoji Üniversitesi Rus edebiyatı kürsüsünde yüksek lisans eğitimi aldım. 2015'te de aynı kürsünün doktora programından mezun oldum. 2016'dan bu  yana Mut'ta yaşıyorum.9 yıl Moskova'da yaşadım. Yüksek lisans ve doktora eğitimimi bu kentte aldım. Burada evlendim. Kızım burada doğdu. Uçak krizinden sonra pek çok aile gibi biz de ayrılmak zorunda kaldık. Belki bir gün tekrar döneriz, kimbilir.

- Kitabı okuyacak okurlara neler tavsiye edersiniz?

YILMAZ: Özellikle Moskova'da yaşayan TürkRus.Com okurlarına kitabı bir nevi Moskova rehberi niyetine okuyabileceklerini hatırlatmak isterim. Sadovaya üzerindeki 302 numaralı bina, Griboyedov evi, Woland'ın Moskova'ya son kez baktığı taş bina ve diğerleri gerçekten de bugün Moskova'da görülebilecek, ziyaret edilebilecek hakiki mekanlar. Ayrıca Patriarşiye Prudı, Vorobyovıye Gorı, İvan'ın önündeki nehirde yüzdüğü Hram Hrista Spasitelya adeta kitap elde gezilebilecek yerlerden. Moskova'da yaşayan edebiyatseverlere bu fırsatı değerlendirmelerini tavsiye ederim.

Yayınevinin kitaba ve yazarına dair tanıtım yazısı:

Usta ve Margarita

1930'lu yıllarda Moskova'da sıcak bir bahar günü... Günbatımına yakın saatlerde Şeytan, iyi giyimli ve yabancı  görünümlü bir beyefendi kılığında şehre iner ve kendini kara büyü uzmanı Profesör Woland olarak tanıtır. Onun garip maiyetiyle birlikte gelişini, Sovyet başkentini kasıp kavuran bir dizi esrarengiz ve tekinsiz olay izler. Bulgakov 20. yüzyıl Rus edebiyatında çığır açan romanında, biri 1930'ların Moskova'sında, diğeri eski Kudüs'te geçen iki ayrı hikâye arasında baş döndürücü zikzaklar çizerek sürdürür anlatısını. Stalin rejiminin en karanlık günlerinde yazılan Usta ve Margarita, Sovyet yaşam tarzına yönelik keskin bir hiciv, dinsel bir alegori, komik bir fantezi olduğu kadar, dokunaklı bir aşk öyküsüdür de aynı zamanda.
Bulgakov'un yaşamının son günlerine dek üzerinde çalıştığı roman, uzun süre yasaklanmış, yazarın ölümünden yıllar sonra, üstelik sansürlenmiş haliyle 1966'da yayımlanabilmiştir ancak.

MİHAİL AFANASYEVİÇ BULGAKOV (1891-1940):

Mizah yeteneği ve keskin yergileriyle tanınan Rus yazar Kiev'de dünyaya geldi. Kiev Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden 1916'da mezun oldu. Çeşitli öykülerinden sonra 1924'te Gogolvari bir bürokrasi yergisi olan Şeytanname adlı yapıtı yayımlandı. 1925'te kaleme aldığı siyasi bir hiciv niteliğindeki Köpek Kalbi adlı öyküsü ise aynı şansı bulamadı. İç Savaş sırasında bir grup Beyaz Ordu subayının  başından geçenleri anlatan ve 1925'te tefrika olarak yayımlanan Beyaz Muhafız adlı romanı, resmi çevrelerden büyük tepki gördü. Bulgakov bu romanını Turbin Günleri adıyla oyunlaştırdı. 1926'da sahnelenen oyun çok geçmeden  yasaklandı. Ancak Stalin'in bu oyuna olan sevgisi hem eserin yeniden sahnelenmesini hem de Bulgakov'un SSCB'de hayata tutunmasını sağladı. Buna rağmen Sovyet yaşam tarzına yönelik sert eleştirilerinin yetkililerin kabul  edemeyeceği bir noktaya varmasıyla, 1930'a doğru yapıtlarının yayımlanması fiilen yasaklandı. Ölümüne dek edebiyat çevrelerince dışlanmasına karşın, başyapıt niteliğinde ürünler verdi. Moskova Sanat Tiyatrosu'nun perdearkasını acımasızca yeren Bir Ölünün Notları: Teatral Bir Roman (1965) ile Usta ve Margarita (1966-67) bu  başyapıtlar arasındadır.

Kitap İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basıldı. Şu anda satışta.

(TürkRus.Com)

16 Nisan 2018 Pazartesi

Hürrem Sultan'ın kökeniyle ilgili tartışmalar neden anlamsız?





Slav ve Avrupa edebiyatında Roksolana adıyla tanınan, Osmanlı İmparatorluğu'nun onuncu padişahı ve 89. İslam Halifesi I. Süleyman'ın nikâhlı eşi Hürrem Sultan, 460 yıl önce 52 yaşında öldü.

Sonraki birkaç yüzyıl içinde Hürrem Sultan’la ilgili çok sayıda efsane çıktı, Rus, Ukraynalı ve Polonyalı tarihçilerin arasında Roksolana’nın kökeni ile ilgili tartışmalar hala sürüyor. Russia Today (RT), Roksolana’nın kökeni ve Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarına etkisi ile ilgili yaptığı araştırmayı okurlarına sundu.

Hürrem Sultan’ın 15 Nisan 1558’de öldüğü kabul ediliyor. Ölümünün nedeni kimi tarihçiler tarafından zehirlenme, kimileri tarafındansa ciddi bir hastalık olarak gösteriliyor. Doğumuyla ilgili bilinenlerse daha da az.

SULTANIN EN GÖZDE KADINI

Roksolana’dan ilk kez 1517-1520 döneminde bahsediliyor. Doğduğu kabul edilen Doğu Avrupa’dan 14 yaşındayken Tatar akıncılar tarafından kaçırıldığı, Kırım Hanı'nın himayesine girip daha sonra Osmanlı sarayına satıldığı tahmin ediliyor. 15 yaşındayken Osmanlı topraklara gelen Roksolana, İslam’ı kabul etti ve adı Hürrem (Güler yüzlü, neşeli) olarak değişti.

KISKANÇLIK OKLARI

Hürrem Sultan, sarayda özel bir eğitim gördü. Zekâsı ve becerisi ile padişahın dikkatini çekmeyi bildi. Harem kadınları ve saray ileri gelenleri arasında kendine yer edindi, fakat Kanuni’nin o zamanki eşi Mahidevran Sultan’ın kıskançlık oklarını üzerine çekti.

İki kadın arasındaki rekabet kavgayla bitti, Mahidevran Hürrem’in yüzünü tırnakladı. Bu sahne Venedik Elçisi Bernardo Navagero’nun raporlarında yer alıyor. O olayda Kanuni, Hürrem’den yana oldu ve zamanla Hürrem Sultan her bakımdan Mahidevran Sultan'ın önüne geçti. Bu olaydan sonra gözden düşen Mahidevran Sultan, 1533'te Manisa Valiliği'ne atanan oğlu veliaht Şehzade Mustafa'nın yanına gönderildi ve Hürrem Sultan, onun yerini aldı.

İBRAHİM PAŞA'YI HÜRREM Mİ BOĞDURDU?

Sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa, Hürrem Sultan'ın şehzadelerinden birisi yerine Şehzade Mustafa'yı hükümdarlığa aday gösterenlerin arasındaydı. İbrahim Paşa'nın Irakeyn Seferi'nden dönüşte saraya davet edilip 14 Mart 1536 gecesi dairesinde uyurken boğdurulması, Hürrem Sultan için önemli bir engelin ortadan kaldırılmasını sağladı. Çocukluğundan beri Kanuni'nin yakın arkadaşı ve danışmanı olan İbrahim Paşa'nın gözden düşürülüp boğdurulmasında Hürrem Sultan'ın rolü olduğu söylenir.

Kanuni’nin annesinin ölümünden sonra Hürrem sarayın en ileri gelen kadını oldu. 1530’lu yılların ortalarında Hürrem Sultan, sultanların köle kızlarla evlenmesine izin vermeyen geleneklere aykırı bir şekilde Süleyman'ın resmi eşi oldu ve Osmanlı hükümdarlarının en sevdiği eşleri ve cariyelerine verdiği Haseki soyluluk unvanına sahip oldu.

DİPLOMATLARI KABUL EDİP YABANCI HÜKÜMDARLARLA YAZIŞMA İŞLERİNİ YÜRÜTEN HÜRREM SULTAN

Politika da dâhil olmak üzere Hürrem’in nasihatlarına her zaman kulak veren Kanuni Sultan Süleyman’ın zamanının çoğunu seferlerde geçirirken, Hürrem Sultan diplomatları kabul edip yabancı hükümdarlarla yazışma işlerini yürütüyordu.

Kanuni'den sonra veliaht Şehzade Mustafa'nın tahta çıkacağından korkan Hürrem Sultan, Şehzade Mustafa'yı babasının gözünden düşürmek için kızı ve damadı Rüstem Paşa yardımı ile komplo kurdu. 1553’te Rüstem Paşa Şehzade Mustafa'yı gizlice Kanuni’nin yanına çağırdı, Sultan Süleyman’a ise oğlunun kendisini öldürüp yerini almak için geldiğini söyledi. Sonuçta Şehzade Mustafa ve 7 yaşındaki oğlu Mehmet, Kanuni’nin emriyle idam edildi.

HÜRREM SULTAN'IN ÇOCUKLARININ AKIBETİ

Hürrem Sultan’ın çocuklarının tahta giden yolu artık serbestti. Fakat Hürrem’in en büyük oğlu Mehmed Şehzade tahta çıkamadan öldü. Şehzade Cihangir Sultan, Şehzade Mustafa Sultan'ın boğduruluşuna olan üzüntüsünden kalp krizinden öldü. Şehzade Beyazıd Kanuni Sultan Süleyman'a olan isyanından sonra İran'a sığındı ve İran Şah'ı kendisini zindana attırdı, zindanda öldürüldü.

Hürrem Sultan, son Şehzade 2. Selim’in de tahta çıkmasını görmeden, sonuna kadar aydınlanamayan koşullarda 1558’de öldü. Şaraba olan düşkünlüğü nedeniyle ‘Sarhoş’ lakabı takılan Şehzade 2. Selim, 1556’da tahta geçti.

ROKSOLANA RUS KÖKENLİ Mİ?

Bugün edebiyat ve sinema eserlerinde Hürrem Sultan’ın nereli olduğu konusunda birçok hikâye var. Örneğin Kievli tarihçiler, Roksolana’nın Ukraynalı olduğunu savunuyor. Ancak bu bakış açısını kesinlikle güvenilir olarak adlandırmak mümkün değil. RT’ye konuşan Saint Petersburg Devlet Üniversitesi’nden tarih uzmanı Aleksandra Jeveleva, “Hürrem’in kökeni ile ilgili tartışmalar hala sürüyor. Bundan kesin bir sonucun çıkmasını beklemek yanlış olur. Roksolana’nın gençliği hakkındaki hikâyelerin tümü kurgu” ifadelerini kullandı.

Jeveleva, modern bilimsel tartışmalarda doğum yeri ve kökeni hakkında güvenilir kaynak olmadığı için Hürrem’in kâh Rus, kâh Ukraynalı kâh Polonyalı olarak gösterildiğine dikkat çekti. Hürrem’in çağdaşları ise, özellikle de Pietro Bragadin ve Bernardo Navagero, kendisinin Rus olduğunu söylüyordu. Roksolana ismini ilk olarak, Hürrem’in Ortaçağ Avrupası’nda doğu Slav kökenli milletlerin yaşadığı Roksolanya topraklarından geldiğini söyleyerek Flemenk diplomat Ogier Ghislain de Busbecq kullandı.

19. yüzyılda Polonyalı şair Maurycy Goslawski, Hürrem’in Ukrayna'nın güneybatı ve orta batısını kapsayan tarihi bölge Podolya’nın Chemeritsy kasabasında doğduğunu ileri sürdü. Edebiyatçılara dayanarak Polonyalılar Hürrem’e Aleksandra, Ukraynalılar ise Anastasiya Lisovskaya adını koydu, ancak bu tezlerin hiçbirinin bilimsel kanıtı bulunmuyor.

Roksolana’yı Ukraynalı olarak tanıtan çağdaş Ukraynalı milliyetçiler de hataya düşüyor, zira Avrupalı diplomatların Hürrem’den söz ettiği 16.-17. yüzyıllarda Ukrayna halkı henüz var olmamıştı.

HÜRREM’İN TARİHTEKİ ROLÜ

Türkoloji uzmanı Yevgeniy Bahrevskiy, RT’ye verdiği mülakatta, “Hürrem’in Türkiye tarihinde önemli bir rolü olmadı” diye konuştu. Roksolana’nın güçlü hükümdar Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi ve yardımcısı olduğu için sıra dışı kişiliğinden şüphe edilemeyeceğini belirten Bahrevskiy, ancak Hürrem’in bağımsız hareket eden bir devlet büyüğü olarak kabul edilemeyeceğini vurguladı. Rus uzman, “Haremlerde politika daha geç dönemlerde yapılmaya başlandı” diye konuştu.

Diğer yandan Jeveleva, Hürem'in Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinde, padişahların eş ve annelerinin Türkiye'de devlet işlerine etki göstermeye başladıkları zamanlara damga vurduğunu savundu. Uzmana göre Roksolana’nın adıyla bağlantılı olan tek reformsa, Kanuni’nin bir cariye ile evlenmiş olması.

'HÜRREM KENDİ KÖKENİNİ TAMAMEN REDDETTİ'

Bugünkü kurgu eserlerde Kanuni’nin ve varislerinin Hürrem Sultan’ın etkisiyle doğu Slavlara daha iyi davranmaya başladıklarına dair iddialar bulunabiliyor. Fakat uzmanlar bu tür iddialara şüpheyle yaklaşıyor. Jeveleva’ya göre Hürrem kendi kökenini tamamen reddetti.

RT’ye konuşan Rusya Halkların Dostluğu Üniversitesi Stratejik Araştırmalar ve Tahminler Enstitüsü Koordinatörü Dmitriy Yegorçenkov ise, “Hurrem'in bütün varlığı mit ve efsanelerle çevrili” ifadelerini kullandı. Şu anda o zamanlar Hürrem Sultan’ın saraya etkisinin ne derece güçlü olduğunun belirlenmesinin imkânsız olduğunu söyleyen Yegorçenkov, Roksolana ile ilgili hikâyenin, Osmanlı İmparatorluğu’nun şu anda kabul edildiğinden daha demokratik bir yapıya sahip olduğunu kanıtladığını vurguladı.