Moskova

Moskova

17 Mart 2018 Cumartesi

Büyük Katerina hakkında 15 şey



Samih Güven




1-Büyük Katerina (1729-1796) Rusya tarihinin en ilginç imparatorlarından biridir. Alman asıllı olup, Büyük Dük Peter ile evlenmek üzere Rusya’ya gelmiştir. Kocasının ölümü (öldürülmesi) üzerine 33 yaşında ordunun da desteğini alarak tahta geçmiş ve 34 yıl ülkeyi yönetmiştir.

2-Özellikle Büyük Petro döneminden beri süregelen imparatorluğu güçlendirme, idareyi modernleştirme, eğitimi ve sanatı teşvik etme yönündeki geleneği sürdürmüştür. Bu açıdan Rus kültürel hayatının 19. yüzyıldaki zenginliğine büyük katkı sağlamıştır.

3-Onun döneminde Rusya daha fazla istikrara kavuşmuş, toprakları genişlemiş ve dış politikada saygınlık artmıştır.

4-Rusya’ya geldiğinde hızla Rusçasını ilerletmiş, adını ve mezhebini değiştirmiştir. Orijinal adı Sophie Friederike Auguste’dir.

5-Edebiyat, felsefe ve siyaset konularında bilgili ve entelektüel bir kadındır.

6-Tutkulu, enerjik, çalışkan ve kültürlü biridir. En büyük tutkularından biri deli gibi at sürmektedir.

7-Düğün gecesi kocası yatağına gelmemiştir. Peter’in çocukça takıntıları ve bazı yetersizlikleri söz konusu olmuştur. Katerina’nın çok sayıda sevgilisi olduğu gerçeğine kocasıyla yaşadığı bu ilişki ve sonrasındaki yalnızlığı açısından da bakılması gerekir. En önemli sevgilileri Çeşme Savaşı’nı da yöneten general Orlov ve her zaman özel bir yeri olan Potemkin’dir.

8-Büyük Katerina döneminde Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında iki önemli savaş olmuş ve ikisini de Rusya kazanmıştır. Bu savaşlar sonrasında Küçük Kaynarca ve Yaş anlaşmaları imzalanmıştır.

9-Küçük Kaynarca Anlaşması Osmanlı İmparatorluğu’nun imzaladığı en ağır anlaşmalardan biridir. Bu anlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu ilk defa savaş tazminatı ödemiş, Karadeniz Türk gölü olmaktan çıkmış, Ruslar Ortodoksların himayesi hakkını kazanmıştır.

10-Katerina kültürel hayatta Rusya'yı uygarlaştırmaya büyük önem vermiştir. Onun döneminde Rusya tarihinde ilk defa özel basın ve yayına izin verilmiştir.

11-Rusya’nın en önemli kültürel değerlerinden olan Bolşoy Tiyatrosu'nun yapım emrini o vermiştir.

12-Bugün Rusya’nın en önemli müzesi olan ve Katerina’nın torunu Çar I. Nikolay tarafından hayata geçirilen Ermitaj Müzesindeki eserlerin bir bölümünde onun büyük gayreti bulunmaktadır.

13-Katerina Fransız aydınlanmasından etkilenmiş, toplumu ve insanların davranışlarını değiştirebileceğini düşünmüştür.

14-Onun döneminde olumsuz sayılan hususlardan biri köylülerin sorunlarının çözülememesi ve serflerin payındaki artıştır. Başlangıçta farklı düşünmesine rağmen pragmatik davranarak toprak sahipleri ve soylulardan yana tavır almıştır.

15-Bir kadın olarak 34 yıl Rusya’yı yönetmiş, ilişkileri açısından kimseyi umursayamayan deyim yerindeyse “delikanlı” bir tavır göstermiş, Rusya’ya önemli katkılar yapmış ve sonuçta halk tarafından “Büyük” unvanı verilmiştir.

'Moskova şık adam görsün!'





Fuad Seferov, Moskova

Resim:Haydar Özay



Ünlü Azeri yazar Anar Rızayev, yakından tanıdığı şair Nazım Hikmet'le ilgili ilginç bir anekdot paylaştı.

Hikmet'i konu alan "Kerem Gibi"  kitabının da yazarı olan Rızayev, Azeri basınına yaptığı açıklamada,  "Bakü'de sık sık bizim eve misafir olurdu. O da beni Moskova'daki evinde, daça (yazlık ev) ya da oteldeki odasında ağırlardı" dedi.

Hikmet için, "Parlak, uzun boylu ve ince bir insandı, çevresine ışık saçardı" diyen Rızayev  ilginç bir anısını şöyle anlattı:

"Bir gün Moskova Oteli'nde kalıyordum. Telefonla Nazım'ı aradım. Bana, 'Hemen aşağıya in, arabayla seni almaya geliyoruz' dedi. Aşağıya indim ve otelin önünde iki araba gördüm. Birinde Nazım, diğerinde ise tercümanı Ekber Babayev vardı.
Arabaya bindim, yola çıktık ama Nazım aniden aracı durdurdu, indi ve sokakta yürümeye başladı. Şık giyimli Nazım takım elbisesi, kravatı ve göğsünde mendiliyle yürürken Moskovalılar ona bakıyordu. Dayanamayıp, 'Hayırdır ne yapıyorsun' diye sordum. Nazım şakayla karışık, "Nasıl şık giyinilir, Moskova görsün' diye cevap verdi."

Anar, "Kerem Gibi"nin Hollanda'daki tanıtımı sırasında, "Nazım Hikmet'i komünist yapan, Anadolu'da gördüğü manzaralar, haksızlıklar ve adaletsizliklerdi. Anadolu insanının çilesi Nazım'ı komünist olmaya yöneltti" demişti.

İvan Gonçarov’un Muhteşem Romanı Oblomov’dan 10 Alıntı





1 Düşünmek için, kalpsiz mi olmak gerekir sanıyorsunuz. Hayır, düşünmeyi besleyen sevgidir. Düşen insana el uzatın, mahvolan bir insanla alay etmeyin, onun haline ağlayın. Sevin onu! Onda kendinizi görün ve ona kendinizmiş gibi bakın.

İnsan niçin yaşadığını bilmezse günü gününe yaşamakla kalıyor; günün geçmesini, gecenin gelmesini beklemekten başka zevki olmuyor. Bugün nasıl yaşadım, sorusuna cevap vermeden uykuya dalıyor, ertesi gün gene aynı hayat.

3 Yalnız kendimden söz edişim bencilliğimden değil, sadece şundan: Ben uçurumun dibine yuvarlandığım zaman siz bir melek gibi yukarılarda kalacaksınız ve belki bana bir göz atmaya bile lüzum görmeyeceksiniz.

4 Mesela deniz. Tanrı eksik etmesin ama bizden uzak olsun daha iyi. İnsana hüzün vermekten başka şeye yaramaz. Baktıkça ağlayacağınız gelir. Bu uçsuz bucaksız su kitlesi önünde ruh ezilip büzülür. Hiç değişmeden, alabildiğine uzayıp giden bu güzel manzarada yorulan göz, dinlenecek bir yer bulamaz.

5 İki insan arasındaki içten dostluğun kuşkusuz bir bedeli vardır. İki insanın birbirinin eksiğini fark etmeden ve bunlar için birbirlerini suçlamadan, iyi yanları görerek yaşaması için hayli büyük bir hayat tecrübesi, akla yakınlık ve içtenlik gerekir.

Hayat bu, hayat. Kimi ölür, kimi doğar, kimi evlenir. Biz de boyuna yaşlanıyoruz. Değil yıllar, günler bile birbirine benzemiyor. Ne iştir bu. Keşke bugün tıpkı dün gibi dün de tıpkı yarın olsa, ne güzel olurdu. İnsan düşündükçe kötü oluyor.

7 Uzun zaman susarlardı. Fakat susmaları anlamlı ve zekice idi; sanki aralarında başkalarının bilmediği sırlar vardı. Onları bir arada görünce insan yalnız şunu düşünürdü: Bu iki insan bir arada bulunmaktan hoşlanıyorlar, işte o kadar.

8 İlk bakışta zeki adamlar sanırsın, yüzlerinde ciddilik okunur, ama bütün söyledikleri şu biçim şeyler: “Falanca veya filanca, bilmem ne satın aldı, bilmem neresini kiraladı.” Başka birisi: “Aa! olur şey değil; niçin acaba?” Ya da: “Falanca dün akşam kulüpte müthiş para kaybetti. Bir başkası üç yüz bin kazandı.” İllallah bunlardan. Bunlar arasında insanlık nerede? İnsanlığın yüceliği, bütünlüğü nerede kaldı? İnsanlık ufak paralar haline gelmiş.

9 İçimde neler olduğunu hissetmiyor musunuz? Anlamıyor musunuz? Konuşmakta bile güçlük çekiyorum. Tam şuramda… Verin elinizi, tam şuramda bir şey, taş gibi ağır bir şey duruyor, derin bir acı duyuyormuşum gibi. Garip değil mi, acı da, sevinç de insanda aynı etkiyi yapıyor; soluğumuz kesiliyor, insanın ağlayası geliyor. Ağlasam belki rahatlarım; tıpkı büyük acılarda olduğu gibi.

10 Hayır, senin içine çöken kasvet, bezginlik, benim düşündüğüm şeyse, daha çok bir güç belirtisidir. Canlı hareketli bir ruh bazen hayatın sınırlarını aşar, tatmin edilemez olur, bu yüzden umutsuzluğa düşer ve bir an için hayata küser. Bu hal, hayatın sınırlarını arayan ruhun sıkıntısıdır.

12 Mart 2018 Pazartesi

Kars’ın saklı yüzü: “Malakanlar” Onlardan öğreneceğimiz çok şey var..





Malakanların 10 yalın emirleri

Bir yaratıcıya iman et
Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesini reddet
Ruhban sınıfını reddet
İkonları reddet
İnsan canına kıyma
Yalan söyleme 
Domuz eti yeme 
Cimrilik yapma 
Mal biriktirme 
Barışçıl davran


Kars’ın yok olmaya yüz tutan renklerinden. 

150 yıl önce geldikleri Kars’tan ayrılmayı onlar da istememişti.
Bir gün bir emir geldi ve binlercesi ata yurtları Rusya’ya geri döndü.
Arkalarında atlarını, kızlarını ve namlarını bırakarak…

Kars’ta kalan son Malakan ailesi gönüllü sürgünlüklerini anlattı.
Kars şehir merkezinden yola çıkarken ona ulaşamama ihtimalini de hesaplamıştık.
41 kilometrelik yolu yaklaşık 1 saatte alıp Arpaçay’a ulaştığımızda, ona ulaşmanın aslında hiç de düşündüğümüz kadar zor olmadığını gördük. ‘Demirci Maksim’i (Türkseven) ilçede tanımayan yoktu. Dükkânını, yaşadığı evi bulmamız birkaç dakikamızı aldı.

Ankara’dan onun için geldiğimizi duyunca yıllardır görmediği bir yakını gibi buyur etti evine. Sonraki iki saatte aynı misafirperver tavrını sürdürdü.
Tatlı, çay evde ne varsa getirdi… Bizde bos durmak yok Kahvehanede vakit geçirmiyoruz.
İnancımız izin vermiyor buna…”

Hâlini hatırını sorduk. “Allah’a çok şükür, bir sıkıntımız yok.” diyerek başladı söze. Vaktini daha çok evde geçirdiğini anlattı: “Ama evde yatmıyorum. Kendime yapacak iş buluyorum.

Atımız, ineğimiz var, onlara bakıyorum, bahçeyi derleyip toparlıyorum.

Bizde boş durmak yok. Mesela abim Abraham belediyenin kepçe operatörü, gece gündüz köylülerin imdadına koşar.

Amcamın bir oğlu da halk eğitim merkezinde çalışıyor.
Kahvehanede vakit geçirmiyoruz.
İnancımız izin vermiyor buna…”

Maksim’in (32) çalışkanlığı, dürüstlüğü ve ustalığını, adresini sorduğumuz ilçe esnafı Rıdvan Kazak’tan da dinlemiştik.

Maksim gibi diğer ‘Malakan’ akrabalarının da çalışkanlık ve dürüstlükleriyle nam saldıklarını anlatıyordu: “Malakanlar inançları gereği gözü tok, eli mahir insanlar. Çalışmak onlar için ibadet. Yüzyıllardır yanımızdalar, bir zararlarını görmediğimiz gibi çok faydalarına şahit olduk.”

İri kıyım cüsseleri, parlak yüzleri, sarı saç ve mavi gözleriyle Karslılardan çabucak ayrılan Malakanları anlatmasını istiyoruz Maksim’den. Bizi ‘o daha iyi biliyor’ diyerek 68 yaşındaki amcası Lavranti Türkseven’e yönlendiriyor. Türkseven 1944’te Arpaçay’da dünyaya gelmiş. 

Annesi Alman, babası Rus. Eşi Nuriye Hanım, kayınpederi Petro ile kayınvalidesi Bendelina da Arpaçaylı.

Askerliğini Sivas ve Gaziantep’te tamamlamış. Beş kişilik ailesini çiftçilikle geçindirmiş.

Yetiştirdiği yarış atlarından da hayli para kazanmış. Malakanların Kars’a beraberlerinde getirdikleri atların ırkını yüzyıllarca koruduklarını vurguluyor. Önce derin bir nefes, ardından çayından bir yudum alıp başlıyor anlatmaya: “Malakanlar aslen Rus. Ağrılıklı olarak da Beyaz Rus.

Ortodoks Kilisesi ve ruhban sınıfıyla örtüşmeyen inanışları vardı. 1800’lerin başında dönemin Rus Çarı I. Aleksander, Malakanlara karşı sert politikalar uygulamaya koyuluyor.

Önce Kırım ve civarına, ardından Kafkasya ve Kars’a sürülüyorlar. Kilise’yle yaşadıkları sorunun yanında inanışları gereği askerliği kabul etmemeleri de sürgün sebepleri arasında.

Benim dedem, dedemin babası Kars’ta dünyaya geldi.

Dört kuşaktır burada yaşıyoruz. Allah’a çok şükür hiçbir sorunumuz yok.” Dönemin çarı, Rus Ortodoks Kilisesi’-nden ayrılan ‘Malakanizm’ inanışını tehdit olarak algıladığı için Malakanlara karşı sert tedbirler alır.  Önce sakallarını, bıyıklarını kesmeye, ardından askerliğe zorlar onları. İnanışlarına ters olan bu zorlamalara dayanamayan Malakanlar Tiflis, Kırım, Erivan, Bakü bölgelerine göçer.

Çar bununla da yetinmeyip kırılmaları için Malakanları 1876-1877 Osmanlı Rus Savaşı’nın ardından ele geçirilen Kars ve civarına sürer. Ancak beklenenin aksine yöre halkı Çar’ın zulmünden kaçan Malakanlara sahip çıkar. 10 binlerce Malakan 1920’lere kadar yerel halkla sorunsuz bir şekilde yaşar. Kazım Karabekir komutasındaki 15’inci Kolordu 30 Ekim 1920’de Kars’ı Rus işgalinden kurtarır.

1921’de yapılan anlaşmayla Rusların Kars’tan çekilmeyi kabul etmesinin ardından diğer azınlıklar gibi bazı Malakan aileleri Rusya’ya geri dönse de 1962’ye kadar büyük kısmı Kars’ta varlığını sürdürür. 1960’larda artan ekonomik sıkıntılardan dolayı 500 aile Türk vatandaşlığından çıkarak trenle Kars’tan ayrılır. Lavranti Bey’e Malakanların neden Kars’tan ayrıldığını soruyoruz.  Çoğunun ekonomik sıkıntılardan dolayı ayrıldığını söylüyor.

Bir kısmının ise Müslümanlardan kız alamadığı için bu toprakları terk etiğini ifade ediyor: “Biz barışçıl bir millet olduğumuz için Türklerle hiçbir sorun yaşamadık. Aramızda küçük sürtüşmeler oldu ama bundan dolayı gitmedi Malakanlar. Çoğu ekonomik sorunlardan dolayı göç etti. Bir de burada kalanların soyu tükeniyordu. İnancımız gereği biz 7 göbekten akraba olan kişilerle evlenemiyoruz.

Müslümanlar da bize ‘gâvur’ diye kız vermedi. Ama almaya gelince aldılar kızlarımızı.  Mesela yeğenim Maksim hâlâ bekâr. Oğlum Âdem de. Âdem’i bir Türk kızı sevdi. Âdem de onu sevdi. Kız her gün telefonla arıyor. Ama evlenmesine izin vermiyorlar. Diğer oğlum Yakup da bekâr. Burada evlenemeyenler de Avrupa’ya, Rusya’ya gidip oradakilerle evlenme yoluna gidiyor.”

Modern tarımı getirdiler. Kız vermeme sayılmazsa, Karslılar da sevmiş Malakanları.
Bunda inançlarının büyük katkısı var. Rus Ortodoks Kilisesi’nden ayrılan ‘Malakanizm’ inanışı, ‘Eski Ahit’ ile örtüşen 10 emirden oluşuyor. Baba-oğul-kutsal ruh üçlemesine iman etmedikleri gibi kiliselerinde ikon ve suret de bulundurmuyorlar. Domuz eti yemiyor, yalan söylemekten kaçınıyorlar.

Adam öldürmeyi büyük günah olarak gördükleri için askerliği reddediyorlar (Türkiye’dekiler vatandaşlık gereği yapıyor). Cimrilik, mal biriktirme de yok inançlarında. Bundan dolayı Kırım gibi Kars’ta da yöre halkı tarafından kabullenilmişler. Yerel tarihçi Vedat Akçayöz, bölge insanının Malakanları çabuk kabullenmesinde, beraberlerinde Kars’a taşıdıkları fennî tarım ve hayvancılığın büyük rol oynadığını belirtiyor.

Annesi Malakan olan Vedat Bey Türkiye’de Malakanlar üzerine araştırmalar yapan sayılı isimlerden biri. 2009’da Rusya ve Gürcistan’a gitmiş, Türkiye’den oraya göçenleri yerinde inceleyip belgesellerini çekmiş. Vedat Bey, Rus çarının Kafkasya’ya kırılsınlar diye sürdüğü Malakanların Kars’a Rusya’da uyguladıkları tarım ve hayvancılık sistemini getirerek şehre çağ atlattığını iddia ediyor: “Malakanlar tarım ve hayvancılıkta uzmanlaşmış bir millet.

Kars’a sürülünce beraberinde bilgi birikimleri ile tarım aletlerini de getirmişler. O günlerde Karslılar tarlaları öküzlerle sürerken Malakanlar kendilerinin melezleştirdiği atlarla sürmeye başlamış. Aynı şekilde fennî arıcılığı, çiçekçiliği kazandırmışlar bu topraklara. Çok nizami ve modern köyler kurmuşlar. Kalın taşlardan Rus mimarisine özgü inşa edilen evlerin çoğu bugün hâlâ ayakta.

Ayrıca modern peynir üreticiliğini getirmişler. Çoğu Karslıya göre kaşar üretimine de Malakanlar önayak olmuş.”En iyi at, bal ve işçilik onlarda Lavrenti amca ticarette insafı elden bırakmadıklarını, yöre halkının kendilerini bundan dolayı tercih ettiğini söylüyor: “Biz hem ucuz hem de kaliteli iş çıkarıyoruz.

Çok da insaflıyız.
Soygunculuğu sevmiyoruz.
10 liralık işe 20 lira istemeyiz.
Hakkı neyse onu alıyoruz.
Bu Allah’a da hoş gider, kula da hoş gider.

İnancımız, görgümüz de insafı elden bırakmamayı emrediyor…” Gerek Vedat Bey gerekse Maksim, Kars’tan ayrılan Malakanların geri dönmek arzusunda olduğunu söylüyor. Maksim, mart ortasında Acarya’daki akrabalarını görmeye gitmiş.Onlarla 8 gün geçirip anılarını dinlemiş. Konuştuğu Malakanlar Kars’a dönmek istediklerini söylemiş: “1962’den önce Kars’ın Atçılar,  Yalınçayır ve Çalkavur köylerinde yaşayan Malakan aileler vardı.

1962 yılında buradan ayrılıp Almanya, Fransa ve Rusya’ya gittiler. Akrabalarımızdan Almanya, Fransa ve Rusya’ya gidenler de oldu.Ara sıra telefonla konuşuyoruz Geçen hafta Acarya’dakileri ziyarete gittim. Örf ve âdetlerini bozmamışlar Buradaki sistemi oraya da kurmuşlar.Hayvancılık, tarımcılıkla uğraşıyorlar. Bahçelerinde çiçek yetiştiriyorlar. Kars’ı, Malakanları sordular. Eskiden yaşadıkları evleri sordular.

Saatlerce, günlerce konuştuk.

Burada askerliğini bitirip gidenler var aralarında. Türkçeyi unutmamışlar, kendi aralarında Türkçe de konuşuyorlar. İmkân olsa çoğu dönüp gelecek buralara. Orada da rahat değiller.

Buraları özlüyorlar tabii, hem de nasıl. Türkiye izin vermediği için temelli geri gelemiyorlar.

”Maksim’in ardından Lavranti amca girdi söze.Zamanında İsmet İnönü’nün Kars’taki Malakanlara verimli meralar, geniş tarlalar verdiğini hatırlattı.

Burada yaşarken Malakanların bölgenin varlıklı, itibar gören aileleri olduğunu anlattı. Bırakıp gidenlerden çok azının refaha erdiğini vurguladı: “1962’de Kars’tan ayrılmaya karar verenler geride kalanlara şifreli mesaj göndermiş. ‘Rahatımız iyi, burada Bayram gibi yaşıyoruz.’ demişler. Hâlbuki Bayram fakir bir zattı. Hatta ‘Sefil Bayram’ denirdi. Geride kalanlar anlıyor ki gidenlerin rahatı yok. En iyi at, bal ve işçilik onlarda

Lavrenti amca ticarette insafı elden bırakmadıklarını, yöre halkının kendilerini bundan dolayı tercih ettiğini söylüyor: “Biz hem ucuz hem de kaliteli iş çıkarıyoruz. Çok da insaflıyız.

Soygunculuğu sevmiyoruz. 10 liralık işe 20 lira istemeyiz. Hakkı neyse onu alıyoruz. Bu Allah’a da hoş gider, kula da hoş gider. İnancımız, görgümüz de insafı elden bırakmamayı emrediyor…”

Gerek Vedat Bey gerekse Maksim, Kars’tan ayrılan Malakanların geri dönmek arzusunda olduğunu söylüyor. Maksim, mart ortasında Acarya’daki akrabalarını görmeye gitmiş. Onlarla 8 gün geçirip anılarını dinlemiş. Konuştuğu Malakanlar Kars’a dönmek istediklerini söylemiş: “1962’den önce Kars’ın Atçılar, Yalınçayır ve Çalkavur köylerinde yaşayan Malakan aileler vardı.

İnanışları gereği aile birliğine önem veren Malakanlar, göçtükleri Amerika ve Avrupa ülkelerinde rahata erememişler. Yeni nesillerinin öz kültüründen uzaklaşmasını istemeyenlerden Avustralya ile Rusya’ya göçenler olmuş. 1950, 1954 ve 1957’de Amerika’daki Türk elçiliğine gelen bir grup Malakan Türkiye’ye geri dönme izni ister.
Ancak Ankara bu üç girişime de cevap vermez.

Vedat Akçayöz, bugün ağırlıklı olarak Kanada, ABD, Avrupa, Avustralya ve Rusya’da yaşayan Malakanların nüfusunu 3,5 milyon olarak veriyor. Ona göre Türkiye’ye gelen Malakanların sayısı bilinmemekle birlikte son 150 yılda 10-15 bininin bu topraklardan göçtüğünü, Kars’ta sadece 11 Malakan kaldığını söylüyor.

Şivesiyle, giyimi ve başındaki kasketiyle klasik bir Karslıyı andıran Lavrenti amcaya kendini Türk gibi hissedip hissetmediğini soruyoruz? Gülerek cevap veriyor: “Eh biraz öyle oldu. Çocuklarımın ismi Âdem, Yakup, Selma. Eşiminki Nuriye. Soyadımız da ‘Türkseven’. Hepimiz Türk vatandaşıyız.Türkleri çok sevdiğimiz için vermişler bu soyadı bize. Türkleri nasıl sevmem? Dedemin dedesi burada doğdu, ben ve çocuklarım da.

Bir bakıma Arpaçay’ın asıl yerlisi biziz (gülüyor). Allah razı olsun şimdiye kadar bize kimse dokunmadı.” Maksimlerde de durum aynı. Annesi Fena, babası Dimitry, kardeşleri Abraham, Mary ve Vera da Arpaçay’da dünyaya gelmiş. Arpaçay’da son iki aile kalmaları onların huzurunu, mutluluğunu kaçırmamış. arpaçaylılar daha bir değer vermeye başlamışlar.

Önceki hafta kalp krizi geçiren Lavrenti amcanın ziyaretçisi eksik olmamış: “Kız kardeşlerimin biri Almanya’ya diğeri Fransa’ya göçtü. Biri halamın oğlu ile evlendi. Onlarla telefonda görüşüyoruz. Bir keresinde gittim oraya ama dil bilmediğim için rahat edemedim, hemen geri döndüm Arpaçay’a. Akrabamız kalmadı ama Allah’ımıza şükür Arpaçaylılar bizi seviyor. Kalp krizi geçirince 80-100 kişi gelip hâlimi sordu.”

Arpaçay’da kaşar üretimi yapan Rıdvan Kazak da söyledikleriyle Lavrenti Türkseven’i doğruluyor. Malakanların Arpaçay’a, Kars’a çok şey kattığını, onların gidişiyle birlikte bölgenin ticari ve kültürel anlamda zayıfladığını anlatıyor: “Malakanlar güçlü yapıları ve çalışkanlıklarıyla geçmişte bölgenin kalkınmasında önemli roller üstlenmiş.

En iyi peyniri onlar üretmiş, en iyi atı onlar yetiştirmiş. Peynirciliği geliştirmişler; özellikle gravyer ve kaşar peyniri… Bölgeyi çiçek bahçesine çevirmişler. Her ev kendine özgü bir çiçek yetiştirmek için yarışmış âdeta. Eğer buralardan göçmeselerdi, Arpaçay iki misli daha gelişmiş olurdu. Onların gidişiyle tarım ve hayvancılık, özellikle de atçılık, arıcılık geriledi. Pancar ve patates ekimi durma noktasına geldi. Çünkü bizim insanımız tembel.

Kahvelerde vakit öldürüyor. İl dışından Kars’a gelip ekmeğini çıkaranlar varken, Arpaçaylılar devletten yardım bekliyor. Onlardan öğreneceğimiz çok şey var.”

Gidenlerin bir gözü Kars’ta

Temelli olamasa da gezmeye gelenler de oluyormuş. Özellikle Rusya’dan gelip eski evlerini, mezarlarını ziyaret ediyorlarmış. Bir iki gün vakit geçirip hayatta kalan komşularıyla görüşüyorlarmış. Ankara’ya vatandaşlık için başvuranlar da olmuş.

Vedat Bey, Malakanlar için bir müddet yaşadıkları, kalkınmasına önayak oldukları Kars’ın ayrı bir değerinin olduğunu söylüyor: “Buradan gidenlerin çoğu Kars’taki günlerini arıyor. Burada akil adamlardı, varlıklıydılar. Gittikleri yerde zengin olma imkânları olmadı. Buradaki gibi verimli topraklara sahip olamadılar…” Soylarının azalması, sıkı aile bağlarının zayıflaması ve dinî vecibelerini yeterince yerine getirememe hâliyle üzüyor Malakanları.

Türkseven ailesinde 7 göbek içinde evlilikler başlamış mesela. Hoşnut değiller bundan ancak yok olmamaları için mecbur kalmışlar. Lavrenti amca kızı Selma’yı Sivas’a gelin göndermeye hazırlanıyor. Çünkü Arpaçay’da evlenebileceği damat adayı yok. İstanbul, Ankara ve Hatay’daki Malakanlarla bağlantılarının olmayışına üzülüyor. Kiliseleri olmadığı için ibadetlerini evde yaptıklarını söylüyor.

Azınlıkta kalsalar da yemek ve sabah dualarını devam ettirdiklerini söylüyor. Paskalya ve Noel bayramlarının hüzünlü geçtiğine değiniyor. Ankara’daki Alman büyükelçisi yıllar sonra kendilerini ziyaret eden ilk yabancı yetkili olmuş.

Arpaçay’da gördüklerimiz, anlatılanlar bize Rus zulmüne maruz kalan bu iki milletin (Türklerle Malakanların) zor günlerinde birbirlerine sahip çıktığını düşündürttü. Zira ne Türkler ne de Malakanlar birbirlerini düşman olarak görmüş. Onun için hâlâ bir gözleri Ankara’da… Umutla bir gün geri dönmelerine izin verilmesini bekliyorlar. Karslıların duası da bu yönde. Eskiden olduğu gibi köylerinin çiçeklerle bezenmesini istiyorlar.

“Annemin babası ile annesini kaynar suya basmak istemişler” “Ben Ermenileri hiçbir zaman tasdik etmem. Onların öldürüldüğünü tasdik etmem. Türkleri tasdiklerim. Çünkü yaşadıklarım var.  Annemin babası ve annesi Kars’ın Karacaören köyünde yaşıyorlarmış.

Ermeni ayaklanması baş gösterince yıllarca birlikte yaşadıkları Ermeni komşularınca esir edilmişler.

Ermeniler büyükçe bir kazana su doldurup altına ateş yakmışlar. Suyu kaynatıp annemin yaşlı babası ile annesini kaynar suya basmak istemişler. Allah razı olsun, o sırada köye Türk askerleri yetişmiş. Havaya ateş açmışlar.Ermeniler dedem ile nenemi bırakıp kaçmışlar.

Ermeniler büyük dedem ile nenemin Hıristiyan olduğunu bile bile yapmışlar bunu. Türklerle iyi geçindikleri için onları haşlamaya çalışmışlar.

Ermeniler aynı dinde olduğu komşusunu haşlamak isterken, Müslüman Türkler Hıristiyan komşularının yardımına koşmuş. Bu yardımı nasıl unuturuz!” Tolstoy ölümüne kadar Malakanlara para gönderdi Malakanlara sürgün yıllarında en büyük desteği dünyaca ünlü Rus yazar Lev Tolstoy verir. Tolstoy, ‘bozulmamış Ortodoksluğu’ yaşadıklarına inandığı Malakanlara eserlerinin telif ücretlerini gönderir.

Özgürlük ve hak arayışlarını destekler, daha özgür olacakları ülkelere göç etmelerine yardımcı olur. Tolstoy’un ‘Diriliş’ adlı romanının gelirini Malakanlara bağışladığı biliniyor.

Kilise ile aralarına ‘süt’ girdi Rusçada ‘Moloko’ kelimesi süt, ‘Molokan’ da ‘süt içen’ anlamına geliyor. Malakanların Ortodoks Kilisesi’nden ayrılmalarına da süt içmeleri yol açıyor.  Ortodoks Kilisesi o tarihlerde insanların haftada iki gün süt içmesine izin veriyordu.

Ancak Malakanlar bu perhize (oruca) itiraz ederek haftanın her gününde süt içilebileceğini savunuyorlardı. 1682 yılında Ortodoks Kilisesi’nden ayrılıp Molokanizm´i dinsel bir harekete, yaşam tarzına dönüştürdüler. Malakanlara göre peygamberleri Maksim; Tevrat, İncil ve Zebur’un esaslarına göre yeni bir din ortaya koydu. Özünde dinî merasimlerle devlet kilisesi fikrine karşı duran bir İncil Hıristiyanlığı.

Teslisi, azizliği, ikonaları, vaftiz çıkarmayı, vaftizi, istavroz çıkarmayı reddeden Malakanlar, askerliği, silah taşımayı ve kullanmayı günah sayıyor.

10 Mart 2018 Cumartesi

Putin’in Rusya’sı



Soli Özel





MART’ın 18’inde Rusya’da başkanlık seçimlerinin ilk turu yapılacak. Vladimir Putin’in bu seçimi kazanacağından kimsenin şüphesi yok. 1990’ların darmadağın ve zayıf Rusya’sının yerine bugün hoşlanmadığı rejim muarızlarını yurtdışında bertaraf edebilecek, ABD seçimlerine ve muhtemelen Avrupa’daki seçimlere çeşitli şekillerde müdahale edebilecek bir Rusya inşa etti. Avrupa siyasi sisteminde Putin yanlısı aşırı sağ partiler Moskova’dan aldıkları desteğin de etkisiyle güçlerini artırdılar. ABD’nin Trump döneminde hızla bir nefret odağı haline dönüşmesi, ülke yönetiminin başıbozukluğu ve sarsaklığı Rusya’nın önemli stratejik mevziler elde etmesine de yol açtı.

1990’ların devlet başkanı Boris Yeltsin’in yerine geldiğinde Putin’in önündeki en önemli mesele Rusya devletini yeniden inşa etmek ve kapasitesini artırmaktı. 2007’deki Münih konferansında Sovyetler Birliği’nin dağılmasını 20. yüzyılın en büyük felaketi diye niteleyerek Batı dünyasına “Bizi asla bir daha 1990’lardaki gibi itip kakamayacaksınız” diyen Putin, dediğini büyük ölçüde gerçekleştirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla “topraklarının yüzde 23.8’ini, nüfusunun yüzde 48.5’ini, milli gelirinin yüzde 41’ini, askeri varlığının yüzde 44.6’sını” yitirmiş olan Rusya’yı dünya siyasetinde yabana atılamayacak bir güç haline getirdi. Rusya eski Sovyet cumhuriyetlerindeki ağırlığını artırdı, Ukrayna’yı böldü, Kırım’ı ilhak ederek topraklarını genişletti.

Rusya bugün geldiği noktaya yalnızca askeri gücünü kullanarak, Gürcistan’ı işgal ederek, Suriye’deki rejime, Ukrayna’daki ayrılıkçılara destek vererek, kendi yakın çevresinde kuş uçurtmayarak gelmedi. Aynı zamanda diplomasiyi de kendi çıkarları doğrultusunda hem etkili hem de yaygın şekilde kullandı. Bu nedenle de özellikle Ortadoğu’da herkes Moskova ile arasını iyi tutmaya çalıştı. “Yapay zekâyı kim en iyi kullanırsa geleceğin dünyasına o egemen olacaktır” diyen Putin, siber savaşa da ciddi yatırım yaptı ve bu şekilde demokratik ülke seçimlerini etkileyebilecek ağı oluşturabildi. Bu arada Çin’le ilişkilerini de stratejik bir bağ haline getirmek istediğini belli etti.

1 Mart’ta yaptığı konuşmada Putin uluslararası ilişkileri yeniden askeri rekabet üzerinden tanımlamak istediği mesajını da verdi. Konuşmasının yüzde 30’u yeni füzeler, nükleer güç ve ABD’nin savunma sisteminin nasıl delineceği üzerineydi. Rus siyaset bilimci Ekaterina Schulmann’ın dediği gibi, Putin’in bu konuşmadaki asıl hedef kitlesi Batılı ülkeler ve özellikle de ABD idi: “Dünyanın en güçlü ülkeleriyle yapacağı dünyayı bölecek muhayyel müzakerelerde Rusya’nın elini güçlendirmeye çalıştı. Biz yani Rusya onların bizi ciddiye almalarını, bize saygı göstermelerini istiyoruz.”

Putin’in Rusya’yı dünya sahnesine yeniden güçlü ve sözü geçerli, tuttuğunu koparan bir ülke olarak çıkarması, Rusya kamuoyunun da hoşuna gidiyor. Her ne kadar ülke ekonomik açıdan pek matah durumda olmasa, demografisi hızla ve Ruslar açısından tehlikeli şekilde değişse de ülkedeki hava kendisini destekler nitelikte.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi için “Putin sonrasının Rusya’sı” (The arrival of post-Putin Russia) başlıklı bir rapor yazan İvan Krastev ve Gleb Pavlovsky’ye göre, “Putin yalnızca bir başkan değil, Sovyetler sonrası Rusya’sının asıl kurucusu”. Yazarlara göre Putin, Rusya’da yeni bir rejim kurmayı başardı. Bu rejime uygun insan ve seçkin profilini oluşturmayı da başardı.

Her ne kadar Krastev ve Pavlosky, Putin’in kendi kurduğu rejimden daha güçlü olduğunu yazıyorlarsa da, Rusya’nın 3 ana hedefi sürecektir: Bunlardan birincisi AB ile ABD’yi birbirlerinden uzaklaştırırken AB üyelerinin arasını da bozmak; ikincisi “Avrasya’da, Çin’in ekonomik liderliğini kabul ederek başat güvenlik ve diplomatik düzenleyici olmak; üçüncüsü de “Türkiye ile Batı arasındaki krizden yararlanarak, Türkiye’nin ancak lafta NATO üyesi kalmasını sağlamak.”

Ruslara göre 'evin reisi' diye bir şey yok: Kararlar ortak alınmalı





Rus Kamuoyu Araştırma Merkezi'nin (VTsIOM) 8 Mart dünya kadınlar gününe özel gerçekleştirdiği ankete göre, Rusların çoğunluğu aile ilişkilerinde eşitliğin gerekli olduğunu ve kararların birlikte alınması gerektiğine inanıyor.

Ankete katılanların yüzde 16'sı aile içinde sözü geçen tek bir kişinin olmasını ve bunun da erkek olması gerektiğini söylüyor. Katılımcıların yalnızca yüzde 1'i, ailede önemli kararları veren kişinin kadın olduğuna inanıyor.

Öte yandan katılımcıların yaklaşık 3'te 2'si (yüzde 61) aileye maddi desteği erkek ve kadının birlikte sağladığını, yüzde 59'u bütçe yönetimini beraber sürdürdüklerini belirtiyor.

Rusya'da yemek hazırlamak, ütü yapmak ve evin temizliğinden sorumlu olmak halen geleneksel olarak kadınlar tarafından yapılıyor. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalara göre, bu gelenek yerini işleri paylaşmaya bırakıyor.

28 Ocak - 1 Mart tarihleri arasında telefon üzerinden gerçekleştirilen ankete 2 bin kişi katıldı. VTsIOM'a göre anketin yanılma payı maksimum yüzde 2,2.

Putin: Hiç ayıya binmedim





Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ABD'li televizyon kanalı NBC'ye verdiği röportajın tamamı yayınlandı. Rus lider yaklaşık 40 dakika süren röportajda Megyn Kelly'nin birçok sorusuna yanıt verdi.

Putin, geçtiğimiz yıl Ağustos ayında Tuva Cumhuriyeti'ne günübirlik bir ziyaret gerçekleştirmiş ve burada biraz dinlenmişti. Bu esnada çekilen 'tişörtsüz' fotoğrafları hakkında neler düşündüğünü soran muhabire, 'sadece rahatladığını, (dinlendiğini)' söyledi.

Putin ayrıca ayıya binerken fotoğraflarının olduğunu ve bunları da gördüğünü hatırlattı.

"Rahatlıyorum. İş atmosferinde çok fazla fotoğrafım var ama hiç kimse bunlarla ilgilenmiyor. Ayıya bindiğim fotoğraflarımı gördüm, ama ben hiçbir zaman ayıya binmedim. Ancak böyle fotoğraflar var." diyen Putin, ayı üzerindeki fotoğraflarının 'montaj' olduğunu hatırlatmış oldu. 

Geçtiğimiz yıllarda bazı insanlar bu fotoğrafların gerçek olabileceğini düşünmüştü.