Moskova

Moskova

14 Şubat 2016 Pazar

SOVYET PİLOTU 5 YILDA YÜZLERCE TÜRK PİLOTUNU YETİŞTİRDİ



Tarihçi yazar Andrey Gonçarov, Türkiye’ye göreve gönderilen ünlü Sovyet pilotu Sergey Anohin’in Sabiha Gökçen dahil yüzlerce Türk pilotunu yetiştirdiğini yazdı.

Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla 1935 yılında Ankara’da uçuş okulu Türkkuşu kurulmuştu. Okulda planör, paraşüt ve pilot eğitimi veriliyordu. Atatürk, Türk pilotlarının yetiştirilmesi için Sovyetler Birliği’nden uzman isteğinde bulunmuştu. Moskova, Atatürk’ün ricasına yeşil ışık yakarak 11 Nisan 1935 yılı tarihinde Türkiye’ye Anohin’i gönderdi.

Gonçarov’a göre, Sovyet pilotu Anohin’in Türkiye’de görev süresi için 3 ay zaman öngörülüyordu. Fakat Türkiye, Anohin’in çalışmalarını beğenerek daha fazla kalması için ısrar etti. Ankara’da yapılan bir resepsiyonda Atatürk’ün pilot Anohin’le bir araya gelerek uçaklar ve uçuş teknikleri ile ilgili görüş alışverişinde bulunduğu ve pilotu büyük ilgiyle dinlediği ifade edildi.

Yazara göre Anohin, 5 yılda Türkiye’de yüzlerce Türk pilotunu yetiştirdi. Bu öğrencileri arasında dünyanın ilk kadın savaş pilotu ve Atatürk’ün manevi kızı olan Sabiha Gökçen de vardır.

1940 yılında görev süresi biten Anohin ailesine Türkiye’de kalmaları için ev ve iyi çalışma koşulları teklif edilir.

Yazar, pilotun eşi Ratsenskaya’nın da Türkiye’ye göç ettiğini yazıyor. ​

Anılarını Rus televizyonuna paylaşan eşi Ratsenskaya, “Türkler çok güzel halk. Bize karşı çok iyi davranıyorlardı. Bize kalmamız için ev, toprak, çok şey önerdiler. Ama bizim için vatanımız daha önemli idi,” diye Moskova’ya dönme kararı aldıklarını belirtti.

Gonçarov, faaliyetlerinden dolayı Türkiye’nin Anohin’i altın madalya ile ödüllendirdiğini yazıyor.

Daha sonra İkinci Dünya Savaşı’na katılan Anohin, Sovyetler Birliği Kahramanı madalyası ile de ödüllendirilmişti.

8 Şubat 2016 Pazartesi

Çariçe 2. Katerina: "Kardeşim Sultan 1. Abdülhamit ile dostluğumuzu kıskanıyorlar!"

Fuad Safarov, Sputnik News

Rus tarihçi, gazeteci-yazar Mihail Pılyayev, kaleme aldığı 'Eski Moskova' adlı kitabında Rusya Çariçesi 2. Katerina ve Osmanlı Sultanı 1. Abdülhamit arasında bulunan dostluk ilişkisini anlatıyor. Yazar’a göre, 1774 yılında Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu Küçük Kaynarca Antlaşması’nı imzalamasının ardından dönemin Türk elçisi Abdülkerim Efendi Moskova’da üst düzeyde ağırlandı.

1891 yılında yayınlanan kitabında Rus yazar Pılyayev, elçi Abdülkerim Efendi’nin, yeni ilişkiler kurmak ve 1. Abdülhamit’in özel hediyelerini teslim etmek üzere 2. Katerina’nın huzuruna çıktığını aktarıyor.

Pilyayev, elçinin Yakimanka sokağındaki evden sekiz beyaz atlı ve altın kaplamalı arabaya alınarak özel korumalarla Moskova’nın merkez sokaklarında gezdirildiğini belirtti. Daha sonra Büyükelçi Evi’nde elçinin 2. Katerina tarafından coşkuyla karşılandığını anlatan yazar, “Elçinin sunduğu hediyeler çok değerliydi. Şark masal dünyasının tüm muhteşemliğini yansıtıyordu” dedi.

'DOSTLUĞUMUZU KISKANIYORLAR'

Yazara göre, 2. Katerina Sultan 1. Abdülhamit’in altın, pırlantalardan oluşan çeşitli hediyelerinden çok memnun kaldı. Çariçe yabancılara yazdığı mektubunda Sultan’la olan samimi ilişkilerini şöyle değelendiriyordu: “Bir çokları kardeş gibi sevdiğim Abdülhamit ile olan dostluğumuzu kıskanıyor.”

Pılyayev'e göre, Türkiye, barış anlaşmasının imzalanmasına rağmen 'kıskanç Batı’nın kışkırtmasıyla anlaşma şartlarını ihlal etmeye başladı. Buna kızan 2. Katerina, Friedrich Melchior Grimm’e yazdığı mektubunda, “Sözde barış var, ama işin özünde Türkler her gün madde madde ihlalde bulunuyor… Kardeşim Abdülhamit de öyle” diye tepkisini dile getiriyor. 

7 Şubat 2016 Pazar

"Nazım'ın evinde, Vera'nın sofrasında"


Kaynak: http://www.dijitalgazete.com/

Nâzım Hikmet’in Moskova’daki evini ziyaret etmiş konukların yazılarından oluşan kitap raflardaki yerini aldı.

Nâzım Hikmet’in Moskova’daki evini ziyaret etmiş konukların yazılarından oluşan kitap raflardaki yerini aldı.

“Nâzım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında” kitabında; Nâzım Hikmet’in Moskova’daki evini ziyaret etmiş, karısı Vera Tulyakova Hikmet tarafından ağırlanmış bu konukların anı ve gözlemlerini anlatan, birbirlerinden bağımsız kaleme aldıkları anılar yer alıyor.

Konukların el yazılarıyla yazdıkları notları, bugüne kadar görülmemiş fotoğrafları da ilk kez günışığına çıkaran ve Nâzım Hikmet’in etkilerinin izini sürerek, bunların kaybolmadan belgelenmesini amaçlayan “Nâzım’ın Evinde Vera’nın Sofrası’nda”; aynı zamanda tarihe önemli bir kayıt sunan bir belge-kitap olma niteliği taşıyor. 

Svetlana Uturgauri’nin önsözünü yazdığı kitapta; A. Kadir, Adalet Ağaoğlu, Aziz Nesin, Anna Stepanova, Ara Güler, Arif Keskiner,  Ataol Behramoğlu, Can Dündar, Coşkun Aral, Fatma Girik, Genco Erkal, Hakan Aksay, Hülya Arslan, Orhan Kemal, İlki Güneş Fenercioğlu, İrina Fedyunina,  M. Melih Güneş, Mergül Kotil, Nadyejda Litvinova, Naum Kleyman, Nazar Büyüm, Nebil Özgentürk, Necati Şahin, Nedim Gürsel, Ömer Polat, Şanar Yurdatapan, Türkân Şoray, Uğur Büke, Vera Tulyakova Hikmet, Yavuz Tanyeli, Zeliha Berksoy ve Zeynep Oral’ın anıları ve söyleşileri bulunuyor.


Mitos-Boyut Yayınları’ndan çıkan “Nâzım’ın Evinde Vera’nın Sofrasında” kitabına eşlik eden aynı başlıklı sergi ise; kitabın çıkışıyla eşzamanlı olarak, Şişli Belediyesi tarafından tamamlanan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde açıldı. Adı konulmamış bir Nâzım Hikmet Ev-Müzesi’nin, kendiliğinden ortaya çıkan ziyaretçi defterinin yapraklarından oluşan sergi, 28 Şubat 2016 tarihine kadar ziyaret edilebilir. 

Anna Karenina



Anna Karenina - "“Aşkın bulunması gereken boşluğu örtmek için icat edilen” saygıya isyanın romanı"

Hasan Saraç 

“ ‘O adamla burada görüşmeyeceksin ve ne toplumun ne de hizmetçilerin seni ayıplayabileceği bir davranışta bulunmayacaksın… Onu görmeyeceksin. Ve bunun karşılığında, görevlerini yerine getirmeden de, sadık bir eşin tüm ayrıcalıklarına sahip olacaksın. Sana söyleyeceklerimin hepsi bundan ibaret. Şimdi gitme vaktim geldi. Akşam yemeğini evde yemeyeceğim.’ Ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü.”                                                                                                                          Leo Tolstoy, Anna Karenina     
                            
Rus Çarı Büyük Petro’nun terk edilmiş bir bataklıkta sıfırdan yarattığı Saint Petersburg şehri, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Rus aristokrasisinin, sanatçıların, saray soylularının buluşma merkezi olmuştur. Rimski Korsakovların, Aleksandr Borodinlerin, Sergei Rahmaninofların, Boris Çaykosvkilerin notalara hayat verdiği o dönemde Rus Edebiyatı da altın çağını yaşamaktadır.

Nikolay Gogol ve Aleksandr Puşkin ile başlayan güçlü hareket, Dostoyevski ve Turgenyev’le ivme kazanıp Tolstoy ile bir yanardağ patlamasına dönüşür.

Toprak ve güç sahibi bir kontun oğlu olarak dünyaya gelen Tolstoy, gençlik yıllarında yaşadıklarını İtiraflarım adlı eserinde şöyle anlatır:

“Tiksinti, iğrenme, dehşet duygularıyla, yürek parçalayan bir sızıyla hatırlarım o günleri. Savaşta askerleri öldürdüm, sivil hayatta öldürmek kastıyla insanları düellolara davet ettim. İçtim, kumarda kaybettim, vaktimi anlamsız zamparalıklarla geçirdim. Serflerime ihanet ettim, kumar borçları yüzünden topraklarını sattım. Yalan söyledim, insanları kandırdım. Vahşet, öldürme, sahtekârlık, kitapta yazan tüm suçları işledim… İşte bir on yılı böyle geçirdim ben.”

Genelde on dokuzuncu yüzyıl Rus edebiyatını, özelde Anna Karenina romanını daha iyi kavrayabilmek için Rus toplumunun dayandığı toprak sahipliği ve serflik sistemine kısaca bir göz atmakta yarar olacaktır.

On ikinci yüzyılda resmiyet kazanan bu sistem ile birlikte, bir nevi esir statüsünde yaşayan serflerin toprak sahiplerine kulluğu tam yedi asır sürecektir. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde, o zamanki Rus İmparatorluğu’nun topraklarında yaşayan kırk milyon köylünün yarısını oluşturan serfler, toprağın, mülkün bir parçası olarak doğmakta ve derebeylikler arasında ticari bir meta gibi alınıp satılabilmekteydiler.

On yedinci yüzyıl başlarında tacı eline geçiren Romanov Hanedanı da uzun süre bu sistemin koruyucusu olur. 1861 yılında bu uygulamaya son verilse de serflik sisteminde oluşan sosyal yapı, geleneklerini uzun süre devam ettirir. Nitekim, Tolstoy Anna Karenina romanında bu düzende evlilik müessesine ilişkin geleneksel beklentileri, sistemin nasıl işlediğini, ya da neden işlemediğini şu sözlerle anlatır:

“Fransız usulü, yani çocukların geleceğini ebeveynin şekillendirmesi, kabul görmez hatta kınanırdı. İngilizlerin kızları tamamen serbest bırakma usulü de kabul görmezdi ve bunun Rus toplumunda uygulanması mümkün değildi. Aracı kişileri temsilen birinin çöpçatanlık yapması şeklindeki Rus usulü de her nedense utanç verici bulunur, herkes ve bizzat prenses tarafından alaya alınırdı. Ama kızların nasıl evlendirileceğini ve anne babaların onları nasıl evlendireceğini de kimse bilmezdi.”

Tolstoy işte bu ekonomik düzen ve sosyal ortam içinde doğmuş, Çocukluk, İlk Gençlik ve Gençlik (1852 – 1856),Kazaklar (1863), Harp ve Sulh (1869) adlı eserleri bu topraklarda yazılmıştır.

*  *  *

Artık sıra ‘Her şeyi yazdım Anna Karenina’da, geriye hiçbir şey kalmadı’’ dediği tarihi esere gelmiştir. Dostoyevski’nin “bir sanat eseri olarak katıksız bir mükemmellik” olarak kutsadığı, William Faulkner’in o güne dek “yazılmış en iyi eser” diye göklere çıkardığı bu başyapıt için Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabında şöyle yazar:

“Anna Karenina’nın dışarıda kar yağarken gece treninde kitap okumaya çalışmasını düşlerken, buna benzer duyumsal tecrübeler yaşadığımızı hatırlarız. Kendimiz de dışarıda kar yağarken yolculuk yapmışızdır belki, ya da kafamızda başka şeyler varken okumanın zorluğunu yaşamızdır… Bu günlük hayat ortaklığı, romanların evrensel gücünü ve sınırlarını belirler.”

Hakkında yazılanlar doğruysa, Tolstoy bir keresinde trenle seyahat etmek üzere istasyona gittiğinde, bir toprak sahibinin metresi olan genç bir kadının intiharıyla karşılaşmıştır. Yıllar sonra “tek sahici romanım” dediği bu sekiz yüz sayfalık dev eseri yazmak üzere masasının başına geçtiğinde şahit olduğu o kederli sona doğru yapılan yolculuğu zihninde kurgulamaya başlar. Ve “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır” diye başlar yazmaya.

1877 yılında yayınlanan roman başlangıçta birbiriyle uzaktan yakından hiçbir bağı olmayan iki karakter üzerine inşa edilmiştir:

İlki herkesin herkesi tanıdığı, herkesin herkesi ziyaret ettiği St. Petersburg sosyetesinin gözde gelinlerinden, devlet adamı Aleksey Karenin’in karısı, küçük oğulları Seryozha’nın annesi Prenses Anna Karenina’dır. Anna kocasına büyük bir aşkla bağlı olmasa da hayal edebileceği her şeye sahiptir, ya da öyle olduğuna inanmaktadır. Ta ki, romanın ikinci kahramanı genç, karizmatik Kont Vronski ile tanışana kadar.

“Öyle sanıyorum ki… ne kadar kafa varsa o kadar da akıl vardır sözü eğer doğruysa, ne kadar kalp varsa o kadar çeşit de sevgi olmalıdır bu hayatta.”

Eserin paralel öyküsü ise yazarın kendisini temsil eden, doğanın içinde mütevazı bir yaşam sürmeyi tercih eden Konstantin Levin ile Kont Vronski’ye aşık olduğu için Konstantin’in evlenme teklifini reddeden Kiti adlı genç kadının etrafında gelişir.

Bir yanda genç bir rütbeli askerin aşkı uğruna ailesini ve sahip olduklarını terk etmeyi göze alan sosyetik bir kadın olan Anna Karenina. Öte yanda sıradan bir yaşam düşleyen ve kendinden daha üst bir sınıfa mensup bir kadına aşık olan, bu durum karşısında ne yapacağını kestiremeyen genç bir çiftçi kimliğini taşıyan Konstantin Levin.

Yazar böylece üst tabakadan insanların ve işçi sınıfının on dokuzuncu yüzyıldaki konumlarını, kendi içlerindeki ilişkilerini ve birbirleri hakkındaki düşüncelerini, önyargılarını anlatırken, kast sistemi içindeki çekişmeleri de okurları için yorumlamaktadır.

Anna kendinden yaşça büyük, varlıklı, duygularını gizlemeye alışkın, buna karşın karısına aşık bir adamla evlidir. Ebeveynine tapan, mutlu olmayı isteyen, aile yuvasının sevgisini arayan bir de oğulları vardır.  Bir anda, Kiti ile evlenmeye hazırlanırken o genç ve zengin kadını gördükten sonra güzel sevgilisini terk edip Anna’nın peşinde koşan yakışıklı ve maceraperest bir erkek, Kont Vronski çıkar ortaya.

Anna “Bazen neyi arzuladığını, neden korktuğunu bilmiyordu: Olmuş ya da olacak olanlar mıydı onda korku ya da arzu uyandıran, tam olarak ne istiyordu, bilmiyordu.”

Daha önce böylesine güçlü bir duygu yaşamamış olan Anna başlangıçta direnmeye çalışsa da Vronski’nin çekim alanından kurtulamayacak, aşkı uğruna eşini ve çocuğunu terk edecektir. Bir süre sonra o tutkulu aşk yerini kedere bırakır. Sosyete Anna’ya ve kapıldığı maceraya sırtını dönmüştür. Anna artık oğlunu da görememektedir, boşanmak ister ancak bu isteği kocası tarafından geri çevrilir.

İşler ters gitmeye başladığı sırada yasadışı beraberliklerini sürdüren Anna ve Vronski’nin bir kızları olur. Eski bir arkadaşları onları evinde ağırlar. Yine de, beklenen mutluluk gelmeyecektir.  Vronski “kaderimiz neyse, ya da ne olacaksa, onu biz yazdık ve bundan şikâyet etmiyoruz” dese de,  Anna yeni doğan kızına yakınlık duymamakta, ruhunu esir alan korkuların, kuşkuların etkisi altında ezilmektedir. Vronski’nin sevgisinden de şüphe duymaya başlamıştır.

“Ve bilirsiniz, ölümü düşündüğünüzde hayat daha az çekicidir, ama daha huzurludur.”

Asla huzura kavuşamayacağını anlayan Anna, hikâyenin sonunda kendini ölümün soğuk kollarına teslim eder.

Tıpkı bir tren istasyonunda intihar eden o meçhul kadın gibi…

5 Şubat 2016 Cuma

'Gorbaçov'dan Putin'e...'

 
Orhan Alpdündar

Yazının başlığı gazeteci dostum, meslektaşım Cenk Başlamış'ın geçtiğimiz günlerde Yakın Kitapevi'nden çıkan ve oldukça ilgi gören "Rusya'nın Sırları" adlı kitabının üst başlığı. 21 yıl süre ile yaşadığı Rusya'dan, Moskova'dan izlenim ve analizler

Kitapta yer alan yazılar öyle sıradan değil, sıra dışı denebilecek türden. Kimi satırları okurken güldüren, kimi satırlarda düşündüren, sıkılmadan okuyabileceğiniz analizlerde ise "ders çıkarılabilecek" cinsten

Cenk Başlamış, Sovyet Rusya'nın bilinmeyen "sırlarını" irdelemiş, o süreçte Moskova'dan Türkiye'ye 15 binin üzerinde haber geçmiş. 

Mihail Gorbaçov'dan Vladimir Putin'e, Haydar Aliyev'den Ebulfeyz Elçibey'e Eduard Şevardnadze, Mihail Saakaşvili, Levon Ter-Petrosyan, Robert Koçaryan, Şerj Sarkisyan, Aksar Akayev, Nursultan Nazarbayev gibi dünyaca ünlü liderlerle, siyasetçilerle röportajlar yapmış. 

"Türkçe'den Rusça'ya çeviri yapmak çoğu zaman kolay. Çünkü Türkçe'ye özgü sanılan bazı deyimlerin Rusça'da tam karşılığı var. Ama bazı kelimeleri çevirmek olanaksız. Örneğin: Esmer Güzeli. Ne kadar iyi Rusça bilirseniz bilin, "esmer güzeli" nin karşılığını bulamazsınız. Rusça'da böyle bir kavram yok. Tersine Rusça'da esmer, çirkin, cahil, hatta suçlu demektir..."

"Ruslar korkusuz ve sabırlıdır. Pek çok şeyi sineye çekebilirler. Ne terörden korkarlar ne de enflasyondan. Ruslar kızdırılmaya gelmez. Hele votkalarına dokunulmasına çok kızarlar, intikam peşine düşerler. O kadar kızarlar ki, iktidarları bile alaşağı ediverirler..."

"8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün Rusya'daki kadar coşkuyla kutlandığı bir gün yoktur. 8 Mart'ı Rus kadınları için yazıya dökmek zor. Neredeyse 7 Mart'tan değil, 9 Mart'tan, yani 365 gün öncesinden beklemeye başlıyorlar."

"Boris Yeltsin'i anlatmak zor. Hem diktatördü hem demokrat, hem komünistti hem liberal; hem yumuşak kalpliydi hem acımasız. Hem güçlüydü hem zayıf. Sibirya'da doğmuştu. İklim ve taşra karakterini çizmişti. Küçükken babasının pantolon kemerinden çok dayak yemişti. Alev saçan gözleri vardı. İçkiye çok düşkündü."

Yukarıda yer alan tırnak içindeki yazılar Cenk Başlamış'ın yeni çıkan kitabından bazı bölümler. Daha fazlası kitapta… Alın okuyun, kitaplığınızda mutlaka bulunmalı derim.  


Rusların Köpek Sevgisi

Kaynak: http://www.haberler.com/

Ruslar asırlardır köpeklere büyük ilgi duyuyor. Yıllar önce özellikle avcılık için yetiştirilen köpekler; son dönemlerde evi koruma, süs, partide vefalı bir arkadaş ya da yalnızlığın paylaşıldığı bir dost olarak görülüyor. Neredeyse her evin vazgeçilmezi haline gelen köpekler için düzenlenen organizasyonlar da hayli ilgi görüyor.

Rusların dünyaca en çok tanınan köpeği avcı 'Borzoy'. Borzoy cinsi köpek kurt avcısı olarak tanınır. Asırlar önce avcılığın aristokrasi eğlencesi olduğu yıllarda 'Borzoy' köpekleri avcıların vazgeçilmez parçasıydı. 19. yüzyılda Rusya'da yetiştirilen bu cins köpeklerin görünüşü zarif olsa da, saatte 60 kilometre hıza kadar ulaşabiliyor. Orta Asya'dan getirtilen Borzoy'un boyu 70 santimetreye kadar ulaşırken ağırlığı ise yaklaşık 40 kilograma kadar ulaşıyor.

1917 Bolşevik devriminin ardından Borzoy köpekleri neredeyse kayboldu. Ancak 19'uncu yüzyılın sonlarında Rusya'dan Batı Avrupa'ya ve ABD'ye götürülen bir kaç adet sayesinde Borzoy cinsi hayatta kalabildi. Günümüzde Borzoy özellikle hızı ve muhteşem görünüşü sayesinde tanınıyor.

Borzoy sahibi Nana Tributsina şöyle anlatıyor: "Bu köpekler çok aristokrat. Diğer köpeklerden farkı bu. Bir de onlar kuş gibi. Koşmuyor, uçuyor".

Borzoy cinsi Çar zamanında oluşturulduğu gibi Rusya'nın diğer cins köpeği Rus Siyah Terrier de 2. Dünya Savaşı'nın ardından bekçi köpek olarak ortaya çıkartıldı. Stalin köpeği lakabının kullanıldığı bu cins Sovyet çalışma kamplarında güvenlik amaçlı kullanılıyordu. Ancak 1957'den sonra Rus Terrier'in yavruları özellere de satılmaya başladı.

Köpeklerin çok akıllı olduğunu belirte Rus siyah Terrier sahibi İrina Filina, "Yavruları küçüklüklerinden beri kötü eğitirseniz bir canavar haline gelir. Fakat iyi eğitirseniz çok sadık ve itaatkar büyürler" diyor.

Beş adet Rus siyah Terriere sahip olan İrina 20 yıldan beri bu cins köpeklerle uğraşıyor. İrina'nın köpekleri yurtiçi ve yurt dışı gösteri, güzellik yarışmalarında çok sayıda ödül kazandı. Çok yünlü olan bu köpeklerin sürekli taranması gerektiğini anlatan İrina, ayrıca biriken yünlerden sıcaklığı koruyan kazak ördüklerini söylüyor.

Rusya'nın elit köpekleri sadece büyük köpeklerle bitmiyor. Stalin köpeği ve Borzoy köpeğinden çok farklı olan bir de Rus Toy köpeği var. Rus Toy'ların büyüklükleri 30 santimetreye bile ulaşmazken, ağırlıkları da ortalama 2,5 kilogram. Bu tür köpeklere özellikle bayanlar sahip ve yeni ve pahalı dizayn giysilerine kadar harcamalar yapmaya hazır.

Rus Toy İngiltere'nin terrierlerinden çıkartılan bir cins. Rusya'da yine 19'uncu yüzyılda ve aristokrasi topluluğunda çok sevilen köpeklerdi. Ancak Sovyetler Birliği'nin kurulmasıyla birlikte bu tür süs köpeklerine ilgi azaldığı için nesli kaybolmaya başladı. 1950'lerde bazı çevreler köpekleri topluma kazandırmaya çalışsa da bu girişimleri demir perde tarafından engellendi. 1990'lı yıllarda SSCB'nin dağılmasıyla birlikte köpeklere ilgi yeniden arttı.

Rus Toy cinsi köpeğin sahibi Larisa Vasilyeva köpeğin davranışlarının terbiye ve nezaket kurallarına uygun olması gerektiğini savunuyor. Vasilyeva, "Bazı insanlar köpeğe sadece yemek verilmesi ya da gezdirilmesi yeterli olduğunu düşünüyor. Bu yanlış bir kanı. Sizi dinlemeli. Efendi olmalı. Benim köpeğim güzel giysiler giymeyi de çok seviyor" şeklinde konuşuyor.

3 Şubat 2016 Çarşamba

Yeni Eve Taşınma Bayramı (Новоселье)


Kaynak: http://alinkrusca.com/

Rus geleneklerine göre; yeni bir eve sahip olup o eve taşınan biri, bu olayı kutlamak için bir ziyafet düzenler. 

Новоселье / Novoselye (Yeni Yere Taşınma Bayramı), Rus insanı için çok önemli ve eski Pagan inançlarına dayanan bir gelenek. İnançlara göre; evin yeni sahibi, Novoselye ziyafetini düzenlemezse o evde yaşayan hayalet (домовой), yeni sahibini cimrilikten dolayı sevmez, ona sürekli sorunları çıkartırmış.

Evin yeni sahipleri, arkadaş dostlarını çağırıp onlara yemekleri bol olan içkili bir sofra açar. Sofranın ortasına bazı karşılama törenlerinde ikram edilen Rus geleneksel ekmeği olan "karavay"ı koyar. 

Karavayı ikram etmek, ‘Hoş geldiniz!’ demektir.

Yeni eve gelen misafirler, ev sahiplerine yeni evde lazım olabilecek veya evini süsleyebilecek çeşitli hediyeler getirir (çay, tabak, bardak, kaşık takımları; yatak takımları vb.) Asıl hediyelerinin yanında bu bayrama özel ufak hediyelik eşyalar da verilir. Örneğin; bereket için hediyelik nal, evin hayaleti evini sevsin diye Domovik bebeği, olumsuz olaylar evini kirletmesin diye hediyelik süpürge verilebilir.

Bir arkadaşınızın Yeni Eve Taşınma Bayramını şöyle kutlayabilirsiniz:

Поздравляю с Новосельем! – Yeni Eve Taşınma bayramınızı kutluyorum! (Yeni evinizde güle güle oturunuz!)

Мир вашему дому! – Evinize barış ve huzur dilerim. (Barış ve huzur içinde oturunuz!)

Счастья вашему дому! – Evinize mutluluklar dilerim. (Evinizde mutlu mutlu oturunuz!)