Moskova

Moskova

14 Nisan 2018 Cumartesi

Rusya Federasyonu coğrafyası ve idari yapılanması




Rusya Federasyonu dediğimiz kocaman bir coğrafya. Bir ucu Kaliningrad’dan başlayıp, öbür ucu Vladivostok’ta biten dev bir ülke. Böyle bir ülkenin yönetilebilmesi ancak kolay anlaşılamayacak bir idari sistemle mümkün.

Rusya, idarî olarak birçok federal yapıya bölünmüştür.

Rusya ve bölgeleri hakkındaki bilgileri özetlemek gerekirse;


Rusya’da 85 idari bölge var. 85 federal birimden 21'i cumhuriyet, 9'u eyalet (kray), 48'i bölge (oblast), 2'si federal şehir, 1'i özerk bölge (oblast) ve 4'ü özerk okrug'dur.


Bu federal birimler 9 tane federal bölge ile idare edilir. Rusya aynı zamanda ekonomik ve istatistiksel gereksinmeler için 12 ekonomik bölgeye ayrılır.

Bunlar şöyle:

Federal vilayetler (города федерального значения) :
2 Federal Vilayet var. Bunlar Moskova Bölgesi ve St. Petersburg. Moskova, Rusya Federasyonu’nun başkenti, St. Petersburg ise 2. Büyük şehri. Bölgeler, bu iki şehrin merkezlerinin dışında geniş bir bölgeyi kapsarlar.

Cumhuriyetler (республики):
Rusya Federasyonu’nda 21 cumhuriyet vardır. Bu cumhuriyetler kısmi özerkliğe sahiptirler. Her cumhuriyet kendi anayasaları, başkanları ve meclisleri vardır. Uluslararası politikada Federal Hükümete bağlıdırlar.
Rusya Federasyonu içinde yer alan cumhuriyetler şunlardır; Adige, Altay, Başkurdistan, Buryatya, Çeçenya, Çuvaşistan, Dağıstan, Hakasya, İnguşya, Kabardin-Ballcar, Karelya, Komi, Kalmikya, Karaçay-Çerkes, Mari El, Mordovya, Kuzey Osetya-Alaniya, Saha Cumhuriyeti (Yakutistan), Tataristan, Tuva, Udmurtya’dır.

Oblastlar (области):
Rusya Federsayonu’nda 48 oblast vardır. Bir oblast bir nevi idari, coğrafi bölgedir. Kendi idari yönetimleri bulunmaktadır. Ancak cumhuriyetlere göre daha az özerkliğe sahiptirler.
Rusya içindeki oblastlar, yani yöreler ise şunlardır:

Amur, Arhangelsk, Astrahan, Belgorod, Bryansk, Çelyabinsk, Çita, Irkutsk, Ivanovo, Kaliningrad, Kaluga, Kemerovo, Kirov, Kostroma, Kurgan, Kursk, Leningrad, Lipetsk, Magadan, Moskova, Murmansk, Nijni Novgorod, Novgorod, Novosibirsk, Omsk, Orenburg, Oryol, Penza, Pskov, Rostov, Ryazan, Sahalin, Şamara, Saratov, Smolensk, Sverdlovsk, Tambov, Tomsk, Tula, Tver, Tümen, Ulyanovsk, Vladimir, Volgograd, Vologda, Voronej, Yaroslavl’dır.

Kraylar(края) :
Rusya Federasyonu’nda 9 kraylık vardır. Kray bir nevi coğrafi bölgedir. Bunlar oblastlarla aynı yasal statüye sahiptir. Kray, sözcüğünün tarihten gelen Rusya’nın sınır bölgeleri için kullanılan geleneksel bir anlamı vardır.
Bunlar; Altay Krayı, Habarovsk, Kamçatka Krayı, Krasnodar, Krasnoyarsk, Perm, Primorski, Stavropol’dur.

Otonom okruglar (автономные округа):
Rusya Federasyonu’nda 4 otonom bölge (Okrug) vardır. Bunlar özerkliğe sahiptirler. Bu özerklik düzeyinin cumhuriyetle oblastlar arasında bir yerde olduğunu söylemek mümkün. İdari hukuk yapıları oblastlarda olana yakındır.

Otonom oblast (автономная область):
Rusya Federasyonu’nda sadece bir otonom oblast vardır.

Aşağıda en büyük şehirlerin, hangi bölgelerde olduklarının ve nüfuslarının gösterildiği bir liste var:

Şehir
Bölge
Nüfus
1
Moskova
Moskova
10,126,424
2
St. Petersburg
St. Petersburg
4,661,219
3
Novosibirsk
Novosibirsk Oblastı
1,425,508
4
Nijniy Novgorod
Nijniy Novgorod Oblastı
1,311,252
5
Yekaterinburg
Sverdlovsk Oblastı
1,293,537
6
Samara
Samara Oblastı
1,157,880
7
Omsk
Omsk Oblastı
1,134,016
8
Kazan
Tataristan
1,105,289
9
Çelyabinsk
Çelyabinsk Oblastı
1,077,174
10
Rostov-on-Don
Rostov Oblastı
1,068,267
11
Ufa
Başkortostan
1,042,437
12
Volgograd
Volgograd Oblastı
1,011,417
13
Perm
Perm Krayı
1,001,653
14
Krasnoyarsk
Krasnoyarsk Krayı
909,341
15
Saratov
Saratov Oblastı
873,055
16
Voronej
Voronej Oblastı
848,752
17
Tolyatti
Samara Oblastı
702,879
18
Krasnodar
Krasnodar Krayı
646,175
19
Ulyanovsk
Ulyanovsk Oblastı
635,947
20
Izhevsk
Udmurtya

Uyarı: Nüfus bilgileri birkaç yıl öncesinin bilgileri. Örneğin bazı yeni bilgileri, örneğin Kırım’ı içermiyor.

12 Nisan 2018 Perşembe

Moskova'da fiyatlar




Samih Güven




Merak edilen konulardan biri de Moskova’nın pahalı bir yer olup olmadığı. Daha doğrusu pahalı olduğu yönünde bir kanı var ama ne kadar pahalı, bu merak ediliyor zaman zaman. Aslında bu soruya yanıt verecek yanlış kişiyim. Çünkü ekmeğin fiyatını bilmeyenlerdenim. Ev için pek alış veriş yapmadığımdan aldığım üç beş şeyin fiyatına da bakmıyorum. Bunu söyleyince arkadaşlar da çoluk çocuğa karış anlarsın ekmeğin fiyatını diye takılıyorlar.


İşin şakası bir yana, ekmeğin fiyatını bilmesem de Moskova’da neyin ne kadar pahalı olduğuna dair gözlemlerim oldu. Hatta bu gözlemlerle yetinmeyip konuyu araştırdım. Geçenlerde şehirleri fiyatlar açısından karşılaştıran bir siteye göz attım. Yüzde yüz doğru olmasa da önemli ölçüde fikir veriyor.

Moskova ile Türkiye (Ankara) arasındaki en temel fark gayrimenkul fiyatları ve kiralar açısından ortaya çıkıyor. Bu fiyatlarlar Moskova’da üç dört kat daha fazla. Genel olarak, gıda (et hariç) ürünleri ve tekstil Moskova’da daha pahalı. Benzin, internet, telefon ücreti ve elektronik ürünler ise daha ucuz. Aşağıdaki tabloda konunun ayrıntıları yer alıyor.

Fiyat karşılaştırması
Ankara
Moskova
TL
TL
Ruble
İki kişilik yemek (orta sınıf restoran)
70
167
2500
Mc donalds (combo)
15
20
300
Yerli bira (0,5 lt)
12
6
90
Su (0,33 lt)
1,12
2,43
36
Sigara (Malbora)
13
8
120
Süt (1 lt)
2,8
4,2
63
Pirinç (1 kilo)
6,08
4,5
68
Yerel peynir (1 kg)
18,29
35
530
Et (1 kilo biftek)
47,6
32
484
Muz (1 kilo)
6,9
4,2
63
Elma (1kilo)
3,5
5,6
84
Domates (1 kilo)
3,54
10,4
157
Benzin (1 lt)
5,26
2,6
39,5
İnternet (10 mbps)
64,52
28
432
Kot pantolon (levis 501)
151
379
5674
Yaz elbisesi (zara)
96,7
209
3133
Daire kirası (1 odalı-merkez)
975
3962
59304
Daire fiyatı (100 m2-merkez)
383.000
2.171.000
Kaynak:Numbeo.com- Aralık 2017

11 Nisan 2018 Çarşamba

Tarihte Türk-Rus ilişkileri


TANER TİMUR


Taner Timur’un yazısından Osmanlı-Rus ilişkilerinin tarihini özetlediği bölüm:


Tarihteki Türk-Rus ilişkilerinde de ilginç benzerlikler ve “tekerrür”ler var. Konumuz bu; şimdi tarihte panoramik bir gezinti yapalım.

•••

Rus tarihi de Türk tarihi gibi göçlerle başlamıştır. Bir kısım Slav aşiretleri 12. yüzyılda Moskova’ya yerleşmiş ve hedefleri de bu yerleşimden sonra hep “denizlere açılmak” olmuştu. Büyük Petro döneminde Ruslar Baltık kıyılarına ulaşana kadar, bu bölge, yüzyıllar boyunca Germenler, Finliler, İsveçliler ve Slavlar arasında kanlı kavgalara sahne oldu. Baltık kıyıları da Ruslar için sadece ilk hedefi teşkil etti.

Slavlar Moskova-Novgorod-Petersburg hattında ilerlerken, önce Tatarlarla karşılaşmış ve yenilmişlerdi. Cengiz’in torunu Batu Han 1238’de Moskova’yı işgal ve tahrip etmiş; Slav beylikleri de böylece uzun süre Altınordu hanlarının vesayeti altında yaşamıştı. Bu vesayetten ancak III. İvan (1440-1505) zamanında kurtuldular. Arkadan IV. İvan (1530-1584) geldi ve ilk Çar unvanını taşıyan hükümdar oldu. Rus Devleti’nin temelleri de onun zamanında atıldı. Bir yandan köylü üzerindeki baskıyı artırıyor, öte yandan da topraklarını genişleten bir fetih politikası izliyordu. İlk yerel (feodal) Meclisler (Zemski) onun zamanında örgütlendi; Kazan hanlıkları onun zamanında ilhak edildi; Volga nehri ile temas da yine onun zamanında sağlandı.

IV. İvan’ın adı “Grozny İvan” idi; Batılılar bunu dillerine “Korkunç İvan” diye çevirdiler. Gerçekten de katı mutlakiyetçi bir yönetim kurulmuştu; Çar’ın ölümünden kısa bir süre sonra, Birleşik Krallık Kraliçesi Elisabeth’in Rusya’ya gönderdiği elçi, “Çarlık yönetimi Türk yönetimine çok benziyor” diyor, “Rusların Türkleri taklit etmeye çalıştıklarını” iddia ediyordu. Her iki “tiranlıkta da her şey hükümdarın çıkarına uygun şekilde yapılıyordu”. Rusya’nın Batı’ya açılması, Büyük Petro’dan da önce, Boris Godunov döneminde başladı.

•••

Aslında Boris Godunov (1551-1605) toplumsal planda çelişkili bir politika izledi. Bir yandan köylüleri iyice toprağa bağlayarak feodal bağları (serfliği) güçlendiriyor, öbür yandan da İngiltere ile ticareti teşvik ederek bu bağların tasfiyesine zemin hazırlıyordu. Batı’dan öğretmenler getirtiyor, genç Rus öğrencilerini de Batı ülkelerine, okumaya yolluyordu. Henüz Ruslar Osmanlılarla doğrudan ilişkiye geçmemişlerdi; fakat Godunov’un din ve Kırım Hanlığı politikası ilerde bu alanda etkileri kuvvetle hissedilecek uygulamalar oldular.

Boris Godunov ılımlı bir din politikası benimsemiş, ülkesinde Lüterci Protestanların kilise açmalarına izin vermişti. Fakat bu konuda daha da önemli girişimi Rus Patrikhanesi’ni İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin vesayetinden kurtarmak oldu. Böylece bağımsızlığına kavuşan Rus Kilisesi Balkan halklarını etkileme potansiyeline de kavuşmuş oluyordu. Bu potansiyel 19. yüzyılda gerçeğe dönüşecek ve Rus diplomatları, Engels’in deyimiyle, “halklara ‘özgürlük’, krallara da ‘istikrar ve huzur’ vaat ederken” Kilise bu konuda arkalarında önemli bir destek olacaktır.

•••

Godunov Kırım’ın stratejik değerini anlamış ve onları Osmanlılara karşı kışkırtmaya başlamıştı. Oysa 15. yüzyılın ortalarında Osmanlı hâkimiyetine giren Kırım Hanlığı Osmanlılar için çok önemliydi ve yaygın bir anlayışa göre eğer bir sultan arkasında bir veliaht bırakmadan ölürse, tahta Kırım Hanı geçecekti. 18. yüzyılın sonlarına doğru Kırım’ın kaybı da, Osmanlı tarihinde de ölümcül bir kırılma noktası teşkil etti. Gerçekten de 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşını izleyen Küçük Kaynarca Anlaşması ile Ruslar Karadeniz’e iniyor, 1783’te de Kırım’ı ilhak ederek Boğazlar üzerinde baskı kuruyordu.

Doğu Sorunu başlamıştı.

•••

Yükselen Rusya karşısında acze düşen Osmanlı Devleti’nin artık Batılı büyük devletlere (“Düveli Muazzama”ya) dayanmaktan başka çaresi yoktu. Batı Avrupa için de Osmanlılar tehlike olmaktan çıkıyor, asıl tehlike Boğazları ele geçirerek Akdeniz’e sarkma potansiyeli taşıyan Rusya haline geliyordu. Bu tabloda Osmanlı Devleti Batı Avrupa ile Rusya arasında tampon devlet haline geldi ve Osmanlı ordusunu “ıslah ederek” Ruslar üzerine sürmek Düveli Muazzama için bir güvenlik önlemi oldu. İlginçtir ki Ruslar da “Osmanlı Islahat hareketleri”ni kendilerine karşı tezgâhlanan oyunun bir parçası olarak görüyorlardı. Rus diplomatları 1882’de yayınladıkları Rus resmi belgelerinde şu yorumu yaptılar: “1840’dan sonra Babıâlî, Canning’in klavuzluğu ile, İslamizmi Avrupa uygarlığı ile aşılayarak yenileme çabasına girişti. Bu girişim esas olarak bize karşıydı. Latin propagandası ve Polonyalı göçmenler de buna destek oldular.” Böylece 19. yüzyıl, Osmanlılar arasında koyu bir “Moskof düşmanlığı” içinde Türk-Rus savaşlarıyla geçecektir.

•••

Yine de bu uzun yüzyılda Osmanlı-Rus ilişkileri üç “dostluk” parantezi yaşadılar. Bunlardan birincisi Sultan II. Mahmud ile Rus Çarı arasında “Hünkâr İskelesi” anlaşması ile kurulan “dostluk”tu. Kendi valisi karşısında tutunamayan ve İngilizlerden de beklediği yardımı alamayan Sultan Mahmut çaresizlik içinde “yılana sarılmış”, Çar’ın himayesini kabul etmişti. O sırada Osmanlı sultanı için, asi paşanın cezalandırılması ve kırılan onurunun tamiri, her türlü düşünceden önce geliyordu. Öyle ki Fransız Elçisi M. Roussin, Paris’e yolladığı raporda, II. Mahmud’un “Mehmed Ali’nin cezalandırılması için imparatorluğunun yarısını vermeye hazır olduğundan kuşku duymadığını” iddia ediyordu.

Hünkâr İskelesi Antlaşması aslında Osmanlıların ne istedikleri, ne de benimsedikleri bir şeydi. Üstelik Ruslar, antlaşmadan sonra da Osmanlı yöneticilerini kendi halklarının gözünden düşürmek ve zayıflatmak için sistemli bir çaba sarf etmişlerdi. Şöyle ki, Rus imparatoru, bir “dostluk gösterisi” içinde, kışladaki Osmanlı alaylarına madalya vermek istemiş, neden olarak da Osmanlı askerlerinin anlaşma sırasında Rus askerleriyle “kardeşçe ilişkilerini” ileri sürmüştü. Oysa gerçek durumun çok farklı olduğunu elbette kendisi de çok iyi biliyordu. Ayrıca madalya merasimi Ramazan ayına rastlatılarak, askerler büsbütün kışkırtılmak istenmişti. Nitekim Osmanlı yöneticilerinin bütün isteksizliklerine rağmen Rus Elçisi Boutenief, Çar’ın bu isteğini kabul ettirince Osmanlı askerleri de gerçekten ayaklandılar ve bahtsız sultana da bu ayaklanmanın elebaşlarından yirmi kişiyi idam ettirmek görevi (!) düştü. Bu tutumuyla, Sultan, halkın nefretini kazanıyor ve tüm otoritesini kaybediyordu. Kısa bir süre sonra da İngiltere’den ünlü elçi Stratford Canning geliyor; Babıali’de yıllarca sürecek bir İngiliz hegemonyası başlıyordu. Böylece Osmanlı-Rus dostluğunun bu birinci perdesi hazin bir şekilde kapandı.

•••

“Osmanlı-Rus dostluğu”nda ikinci perde 1869 ve 1871 yıllarında Fuad ve Ali paşaların ard arda ölmeleriyle açıldı. Tahtta Abdülaziz vardı; İngiliz-Fransız baskılarından bunalmış olan Sultan, otoriter nazırlarının sultasından da kurtularak “özgürlüğüne kavuştuğunu” söylüyordu. Onun “ıslahat modeli” de Rusya idi. Şahsına özgü naiflik içinde Fransız elçisine Rusların nasıl başarılı “reformlar” yaptıklarını anlatıyordu. Üç yüz yıl önce Ruslar Osmanlıları taklide çalışırken, şimdi taklit sırası Osmanlılara gelmişti. Sultan Aziz, Damadı Mahmud Nedim Paşa ve Büyükelçi İgnatiev’in hazırladıkları tasarıları onaylayacak, ülke kalkınacaktı. Otuz yıl önceki “Reşit Paşa-Canning” ikilisinin yerini, bu kez “Mahmut Nedim-İgnatiev” ikilisi almıştı.

Ne yazık ki kısa süren bu ikinci perde de hazin bir şekilde kapandı. 1875’te ülke borçlarını ödeyemez hale gelmiş, iflasa sürüklenmişti. Söylentilere göre Osmanlıları tek taraflı hareket etmeye ve müzakere masasına oturmamaya kışkırtan da İgnatiev olmuştu. Böylece kriz daha da derinleşiyor ve bu hengâmede Sultan da (intihar ya da cinayet) hayatından oluyordu.

•••

Üçüncü perde Osmanlı İmparatorluğu fiilen tarihe karıştıktan sonra açıldı. Rusya ile Osmanlılar Büyük Savaş’ta karşı karşıya gelmişler, fakat Rusya daha çatışmalar bitmeden bir devrimle savaş alanından çekilmişti. Mağlup cephede yer alan Türkiye’de ise, ulusal güçler ise Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde yeni bir savaşı, bu kez bir varoluş savaşını başlatıyorlardı. III. Enternasyonal’in ikinci kongresinde (Temmuz, 1920) alınan karar, sosyalist bir devrimle ulusal bir devrimi antiemperyalist kavga temelinde birleştirmişti. Bu kez dostluk, Osmanlı-Çarlık ilişkilerinin riya ve aldatmacalarından uzak bir ruh içinde, İkinci Dünya Savaşı’na kadar sürdü.

Nazizm ezildi, savaş bitti; özgür dünya kazandı; fakat o da ne? Sovyet talepleri, Soğuk Savaş, ikili anlaşmalar, NATO derken Canning’in yerini Dulles almış, geleneksel “Moskof düşmanlığı” yeniden hortlamıştı. Menderes’in “Moskova ziyareti” şantajı; İnönü’nün “yeni dünya düzeni” umutları; Demirel’in Sovyet yapımı demir-çelik tesisleri?.. Hiçbiri para etmedi; Sovyetlerle sağlıklı bir ilişki kurulamadı.


8 Nisan 2018 Pazar

Tanrı Dağı'nın son efendileri... Tarihimizin başladığı yer




Serkan OCAK

Kaynak: Hürriyet

Kırgızistan’a adım atar atmaz Tanrı Dağları’na neden bu adın verildiğini anlıyorsunuz. Dört bir yanda yüceliğiyle boy gösteriyor. Uçsuz bucaksız bozkırlar, göğe yükselen zirveler...

Orta Asya’daki bu topraklara tam 3 bin yıldır devam eden bir geleneğin izlerini sürmeye gittim.

Artık sadece üç ülkede kartalla avcılık yaşatılıyor; Kırgızistan, Moğolistan ve Kazakistan. Ben Kırgızistan’da kartalla avcılık yapan son aileleri buldum. Onlar için kartallar kutsal birer emanet. Hayvanların olağanüstü yeteneklerine çok saygı duyuyorlar. Daha yavruyken yuvalarından alıp eğitiyorlar. Evcilleştiriyorlar. Ava gittikleri bu yırtıcılarla adeta bir aile bağı kuruyorlar. Bir zamanlar atalarımızın, Türklerin Batı’ya yayıldığı nokta olan Issık Gölü’nde bu geleneği yaşatan son insanlarla at bindim, ok attım.

Uçağımız İstanbul’dan kalktıktan yaklaşık beş saat sonra Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’teki Manas Havalimanı’na iniyor. Aramızda beş saat fark var. Kahvaltı molası verdiğimiz şehre dönüşte tekrar uğramak üzere, Issık Gölü’nün yolunu tutuyoruz. 

Burası, Peru’yla Bolivya arasında And Dağları’nın 3 bin 800 metrelik yüksekliğinde bulunan Titikaka Gölü’nden sonra, en yüksek irtifaya sahip ikinci göl. Tam 1600 metrede...

Tanrı Dağları, ülkenin yüzde 65’ini kaplıyor. Haliyle ne yöne gitseniz bu görkemli dağlar sizinle birlikte... 

Bize üç gün boyunca eşlik edecek rehberimiz Aleksei Belov’a dağları gösterip “Bunların yüksekliği nedir” diye soruyorum. “Onlar fazla değil, 4-5 bin metre” diyor. En fazla 5 bin 137 metre yükseklikte bir dağa (Ağrı Dağı) sahip bir ülkede yaşayan biri için, çok büyüleyici bir manzara. Kırgızistan’da zirvesi 6-7 bin metreleri bulan çok fazla dağ bulunuyor. 

Bu nedenle de dağ turizmi epey yaygın. Her yıl milyonlarca kişi buraları keşfe gidiyor. Yürüyüş turları da çok popüler. Aleksei, en çok Fransızlar, İspanyollar ve İngilizlerin gittiğini söylüyor.

Kutsal emanetler

Issık Gölü’ne üç saatlik kara yolculuğundan sonra ulaşıyoruz. Kartalla avlanan ilk ailenin yanına varıyoruz. Tüm ülkede 50 kişi kartalla avlanıyor. Göl çevresindeyse yedi-sekiz aile kalmış. Asiyemo ve ailesi, onlardan biri. Evler birbirine benziyor. Kerpiç, iki katlı yapılar. Kuvvetli bir rüzgârda yıkılacak gibi çoğu. 

Evin dışında bir köşede dişi kartal Tunuk, diğer tarafta ise bir kütüğün üzerinde Tumaro bekliyor. ‘Tomogo’ adı verilen deri maske kartalların gözlerini kapıyor.

“Sevebilirsin” diyor sahibi. 

Yıllardır belgesellerde, kendilerinden onlarca kat ağır keçileri, kurtları nasıl avladıklarını izledikten; tilkileri, tavşanları çerez niyetine yediklerini bildikten sonra ne mümkün... 

Ancak biraz vakit geçirdikten sonra bırakın sevmeyi, bu evcilleşmiş hayvanları koluma alıp gezdiriyorum bile. Çünkü insanların yanında, vahşiliklerinden pek eser yok. Ya da bana öyle geliyor çünkü sahibi fazla yaklaşmamam konusunda sık sık uyarıyor.

Akylbek Serkelaev ve karısı Anara’dan oluşan Kut Folk Band, bize mini bir konser veriyor.

Asiyemo, köyde kartalla avlanan yedi-sekiz kişi olduğunu söyledikten sonra anlatmaya başlıyor: “Kartallarla en çok tilki avlıyorum. Yaklaşık iki aylıklarken eğitime başlıyoruz. Üç yaşına kadar da devam ediyor. Eğer iyi bir kuşsa 20 yıla kadar avlanıyor bu kartallar. Yeteneksiz bir kuşsa bir-iki yıl eğitip durumuna bakıyoruz. Olmuyorsa vazgeçiyoruz. Avlanamayan kuşları satmıyoruz, hediye olarak veriyoruz. En büyük oğlum da benim gibi avlanıyor. O şahinle çıkıyor. Küçük oğlum da isterse kartal avcısı olabilir...”

Asiyemo’nun küçük kızı da kartalla avcılığa şimdiden meraklı.

Federasyonları ve festivalleri var 

Günümüzde kartalla avlanma aslında bir ihtiyaç değil. Spor ve eğlence amacıyla yapılıyor. Her yıl sonbaharda düzenlenen bir festivali bile var. Kartalla avlanan insan sayısı az ancak bir federasyonları kurulmuş durumda. Başındaki isim de Almaz Akunov.

Kırgızistan’da iki günü Akunov’la geçiriyoruz. Hem geleneği anlatıyor hem de yerel kıyafetlerini giyip bol bol poz veriyor bize.

Federasyonun adı Salburun. Sadece kartalla değil, bütün yırtıcı kuşlarla ilgileniyorlar.
Akunov, bu geleneğe son 15 yılda merak sarmış. Bunu yaşatmak, gelecek kuşaklara aktarmak için uğraştığını belirtiyor: 

“Bu geleneği devam ettirmek için çok emek sarf ediyoruz. Çünkü çok az aile kaldı. Benim kartalımın adı Şayerda. Av sezonu genelde sonbahar ve kışın. Her kuş ihtiyacına göre besleniyor. Çokça et yiyorlar. Pişmiş değil, çiğ et olması gerekiyor. Özellikle kuş eti ama çakal, kurt, geyik eti de olur...”

Kırgızistan’da kartalla avlananların izini sürmeye devam ediyoruz. Bu kez Nursultan’ın yaşadığı Bakanbayeva Köyü’ndeyiz. 

Üç yıldır bir kartalı var. Adını Sulukie koyup eğitmiş. Nursultan’ın altı kız, beş de erkek kardeşi var. Ailede kartal sahibi olan sadece kendisi. Avcılık dışında, köydeki çiftliklerinde çalışıyor...

Bakanbayeva Köyü’nde yaşayan Nursultan’ın üç yıldır eğittiği, Sulukie adında bir kartalı var. Ailede kartal sahibi olan sadece kendisi.

Nursultan ve kardeşleriyle yüksek tepelere çıkıyoruz. Yılkı atlarının arasından geçerek kendimize uçsuz bucaksız bozkırları görebileceğimiz bir nokta seçiyoruz. Kartalları taşların üzerine koyup bol bol çekim yapıyoruz. Sonra da Türklerin Batı’ya yayıldığı söylenen toprakları uzun uzun seyre dalıyoruz...

Ailenin parçası ‘bürküt’ler

Kırgızlar kartala ‘bürküt’ diyor. Genelde çok çocuklu bu ailelerin bir evladı da işte bu bürkütler. Ateşli silahların bulunmadığı dönemde, ülkede 30-40 yıl yaşayan bu yırtıcılarla avcılık bir zorunlulukmuş aslında. Günümüzde bu tür avlanma tarzını meslek haline getirenlerin sayısı gitgide azalıyor. Bugün bu gelenek sadece spor ve eğlence amaçlı yapılıyor.

Yırtıcı kuşların en büyüğü ve güneşe çıplak gözle doğrudan bakabilen nadir canlı türlerinden biri olan kartal (Falconidae) gündüz yırtıcı kanatlıları arasında sayılıyor.

Bişkek’te parktan alışverişe, müzeden gece hayatına... 

Başkent Bişkek’e vardığımızda sabahın erken saatleriydi. Kentte trafik yok sanmıştım. Ancak yanılmışım. Dönüş mesai çıkışına denk gelince, birkaç kilometrelik yolu kat etmemiz onlarca dakika sürüyor. Geniş caddelerde akşam saatlerinde ilerlemek hayli güç. 

Bence ülkenin bozkırları, doğası kentinden daha güzel. Ancak Kırgızistan’a kadar gitmişken başkente de bir gün ayırmamak olmaz. 

Bişkek’in en geniş caddesinde sağlı sollu devlet kurumları, bakanlıklar var. Kentte gece hayatından lüks restoranlara, AVM’lere ne ararsanız bulabilirsiniz. 

Hediyelik eşyalar için Tsum Center adlı AVM, kentteki en iyi seçenek. Biraz bizdeki Doğubank’a benziyor. Alt katlar hep elektronikçi. En üst katı ise tamamen el yapımı ürünlerle dolu. Neredeyse her mağazada Türkçe bilen birini bulabiliyorsunuz.

Alışverişte zorlanmazsınız. Pazarlıksa olmazsa olmaz... Ülkenin para birimi Som. 1 Som, yaklaşık 0.06 TL.

Aladağ (Ala-Too) Meydanı’nda Kırgızların ulusal kahramanı Manas’ın dev heykelini de görebilirsiniz.

Tarih Müzesi görkemli binasıyla dikkat çekiyor. Aladağ (Ala-Too) Meydanı’ndaki müzeye giderseniz ulusal kahraman Manas’ın dev heykelini de görebiliyorsunuz.

Oak Park ise kent içinde yeşillik arayanlara göre. 

Ülke genelinde metro yok. Ancak elektrikli troleybüsler her yerde. Üstelik bir zamanların İstanbul’unda olduğu gibi anacaddelerin ortasında ilerliyor. Kimi zaman da yolda kalıp trafiği tıkıyor. 

Kırgızistan’da devlet memurları ortalama 200-300 dolar maaş alıyor. Hayat kısmen ucuz.

Keşifler başlıyor

Türkiye’den Kırgızistan’a giden çok fazla turist yok. Gazella Turizm Yönetim Kurulu Başkanı Velit Gazel, ülkede aslında büyük potansiyel olduğunu ancak bunun henüz keşfedilemediğini söylüyor. Gazel’e göre özellikle bu avcıları görmek, onları fotoğraflamak isteyenler için en uygun ülke Kırgızistan. Ulaşımı kolay ve ucuz. Bu nedenle de buraya ilk kez tur yapmayı planladığını anlatıyor: “Uçakta bakıyorsunuz,
Türk dolu ama kimse gezmeye gelmiyor. Hepsi iş için. Buralar bambaşka bir coğrafya. Özellikle kartal avcılığı konusunda. Tüm Orta Asya’da 200-300 aile kalmış; 50’si de bu ülkede. Onları fotoğraflamak bizim için çok önemli bir deneyim.”

Diller benziyor ama...

Kırgızca gramer yapısı olarak Türkçeye benziyor. İkisi de sondan eklemeli dillerden. Bazılarının söyledikleri kısmen anlaşılır geliyor. Ancak Türkçeye nasıl Farsçadan pek çok kelime yerleşmişse Kırgızistan da Çinceden çok fazla kelime almış.

1 Nisan 2018 Pazar

"Yıl 2030... Ruslar 80 yıl yaşıyor"







Demografi sorununun en büyük kanayan yaralardan biri olduğu Rusya'da devlet ortalama yaşam süresini uzatmak için çalışmalara hız verdi.

Sağlık Bakanlığı, 2024 yılına gelindiğinde ortalama yaşam süresinin 76 yıla yükseltilmesinin planlandığını açıkladı.


İzvestiya gazetesinin haberine göre, Rusya Sağlık Bakanı Veronika Skvortsova konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Hedefimiz 2024 yılına gelindiğinde ortalama yaşam süresini 76 yıla çıkarmak, 2030'da ise ortalama yaşam süresinin 80 yıl ve üzerinde olduğu ülkeler grubuna girebilmek" dedi.


Rusya'da ortalama yaşam süresinin bugün 64 ila 80 yıl arasında değiştiğini belirten Bakan, ülkenin 20 bölgesinde ise ortalama yaşam süresinin 70 yılın altında olduğu bilgisini verdi.


Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Federal Meclis'e sesleniş konuşmasında, Rusya'nın ortalama yaşam süresinin 80 yılın üzerinde olduğu ülkeler arasına girmesi gerektiğini söylemişti.


Rusya Sağlık Bakanlığı, 2017 yılının ilk 10 ayında ülkede ortalama yaşam süresinin bugüne kadarki en yüksek seviye olan 72,6 yıla çıktığını, aynı dönemde tüm yaş gruplarında ölüm oranlarının yüzde 4 azaldığını açıklamıştı.

Bir kadın bir erkekte ne arar?


"Düzgün erkek olmak" Rus kadınların gözünde değerini yitiriyor...




Rusya'da zamanla, şartlarla birlikte "kadınların kriterleri" de değişiyor ve ne yazık ki her zaman "doğru istikamette" değil...

Kadınların çoğuna göre erkek önce "akıllı olmalı ve iyi kazanmalı".

Erkeklerin kadınlarda aradığı ilk özellik ise evini çekip çevirebilmesi…

Levada'nın 1993'ten bu yana her yıl düzenli olarak gerçekleştirdiği ankete göre, cinsiyet rolleri hemen hemen hiç değişmezken bir değer olarak "düzgün bir insan olmak" önemini yitirme eğiliminde.

Kadınların yüzde 51'i erkekteki en önemli niteliğin akıl olduğu görüşünde.

Erkeğin iyi kazanması yüzde 42 ile ikinci sırada.

"Efendi, düzgün adam olmak" ise artık yüzde 37 ile üçüncü sırada kalıyor. Anketin ilk kez gerçekleştirildiği 1993 yılında bu oran yüzde 57 idi. Uzmanlar söz konusu gerilemeyi toplumsal ahlak kavramına verilen önemin azalmış olmasına bağlıyor.

Erkekte seksapelitye önem veren kadınların oranı ise sadece yüzde 1.

Dış görüşünüşe önem verenler ise yüzde 5.

Öte yandan Rusyalı erkeklerin yüzde 46'sı kadında evini çekip çevirebilme becerisi arıyor.

Kadın sevdikleri için emek harcamalı diyenlerin oranı yüzde 32, dış görünüş önemli diyenlerin oranı yüzde 31.

Kadın iyi para kazanmalı diyenlerin oranı sadece yüzde 4.