Moskova

Moskova

5 Kasım 2017 Pazar

Rus sinemasına damga vuran 10 film




Dünyada Rusya denince en fazla edebiyata ve müziğe katkısı akla gelir. Ama sinemayı da ıskalamamak gerekir... Birbirinden güzel filmler, sinema tarihine damgasını vurmuştur. Sinema seyircimiz bazılarına aşina, bazılarını belki ilk kez duyuyor. İşte Sergey Eyzenşteyn'den Andrey Zvyagintsev'e, Rus sinemasının evrimine ışık tutan 10 film.

1. Potemkin Zırhlısı (Bronenosets Potyomkin, 1925). Sergey Eyzenşteyn'in 1905 Rus devrimi olaylarını konu edinen epik filmi Rus sinema tarihinin köşe taşlarından.

2. Kuban Kazakları (Kubanskiye Kazaki, 1949). Savaş sonrasının zorlu yıllarında Sovyet halklarına iyimserlik aşılamak için çekilmiş kolhozda geçen bir aşk hikayesi. Her ne kadar filmde bolluk içinde bir Sovyetler Birliği resmetse de filmin oyuncuları yıllar sonra çekimler sırasında açlıktan bayılanlar olduğunu anlatacaktır. Ağır propaganda tonuna rağmen bugün bile izlenen bir Sovyet sineması klasiği. Yönetmen İvan Pıryev.

3. Turnalar Uçuyor (Letyat juravli, 1957). Mihail Kalatozov'dan bugün bile hatrı sayılır izleyici kitlesi bulunan bir aşk filmi. Savaş yıllarında geçen hikaye orijinal sinematografisi ve kült oyuncuları ile dikkat çekiyor.

4. Temmuz Yağmuru (İulskiy dojd, 1967). Zamanının entellektüel açıdan en kuvvetli filmlerinden sayılan Temmuz Yağmuru Fransız yeni dalgasından esintiler taşıyor. Yönetmen Marlen Hutsiyev. Ünlü yönetmen Andrey Tarkovski'nin de filmde oyuncu olarak küçük bir rolü var.

5. Andrey Rublyov (1966). Sadece Rusya'nın değil, dünya sinemasının da zirvesinde yer alan isimlerden Andrey Tarkovski'den sanatçı ve iktidar ilişkisi üzerine bir başyapıt. Film Rus sanatının simge ismi ikon sanatçısı Andrey Rublyov'un hayatını işliyor. 

6. Savaş ve Barış (Voyna i mir, 1966-1967). Ünlü Rus yönetmen Sergey Bondarçuk'un Lev Tolstoy'un aynı adlı romanından uyarladığı bir sinema destanı. Çekim hazırlıkları 6 yıl süren film görkemli savaş sahneleri ile hatırlanıyor.

7. Moskova Göz Yaşlarına İnanmaz (Moskva slezam ne verit, 1980). 1981'de en iyi yabancı film oskarını alan yapım dönemin önde gelen politik aktörlerinden Ronald Reagan'ın tarafınan da defalarca izlenmiş. Vladimir Menşov'un filmi 1970'ler Sovyet şehir yaşamına odaklanıyor.

8. Astenik Sendromu (Asteniçeskiy sindrom, 1990). Kira Muratova'nın ilk yarısını siyah beyaz çektiği film kamerayı kocasının yasını tutan bir kadına çeviriyor. Film 40. Berlin Film Festivali'nde Gümüş Ayı dahil pek çok ödüle layık görüldü.

9. Kardeş (Brat, 1997). Çağdaş Rus tarihinin en çarpıcı on yıllarından 1990'larda geçen bir suç draması. Aleksey Balabanov'un filmi için dönemin sembolü demek hiç de yanlış olmaz. Sadece 31 günde küçük bir bütçeyle çekilen filmin geniş bir hayran kitlesi var.


10. Sevgisiz (Nelyubof, 2017). Rus sinemasının son dönemde en çarpıcı işlerine imza atan ödüllü yönetmen Andrey Zvyagintsev'in son filmi. Sinemaseverler Zvyagintsev'i Vozvraşeniye (Dönüş) ve Leviathan (Leviafan) filmlerinden hatırlayacaktır.

Rusya'nın önemli içecekleri

Samih Güven



Moskova’da restoranlarda kolanın yaygın bir içecek olmadığını fark ettim. Tabi ayran da yok haliyle. Sudan sonra yemekle birlikte en çok tercih edilen içecek mors adında bir içecek. Alkolsüz. Kırmızı renkli ve küçük orman meyvelerinden yapılıyor. Genelde çilek, kızılcık, yaban mersini benzeri meyvelerden hazırlanıyor. Bu içeceğin oldukça faydalı olduğunu düşünüyorum.

Önemli bir çay ve kahve kültürü olduğunu söyleyebilirim. Siyah çay yanında yeşil çay da çok tercih ediliyor. Rusça'daki semaver, çay ve çaynik gibi kelimeler Türkçe okunuş ile aynı.

Kefir de Rusya’da en önemli içeceklerden biri. Bizim ayrana benzemekle birlikte daha yoğun ve tadı ekşimsi. Sağlık için oldukça faydalı olduğu düşünülüyor. Uzun yıllar nasıl hazırlandığı bir sır olarak kalmış. Anlam olarak Türkçe ve Arapçadaki keyif kelimesinden geliyor ve arkasında bir tür aşk hikâyesi var diyebiliriz. İlginç olan ise Rusya’da halk arasında pek bilinen bir hikâye değil. Ben de bir şekilde tesadüfen öğrenmiş oldum. İlk olarak Kuzey Kafkasya’daki bir bölgede yapılıyormuş ve nasıl hazırlandığı kimseye anlatılmıyormuş. 20. yüzyılın başlarında genç bir fabrikatör, İrina Saharova adındaki çalışanını bir grupla birlikte tarifi elde etmek için bölgeye gönderiyor. Yirmi yaşındaki İrina oldukça güzel bir kızmış.

İrina beraberindeki ekiple birlikte Mirze-bey adındaki bir beyin yaşadığı, süt ve peynir üretilen dağlık bir bölgeye geliyor. Mirze-bey onları gayet iyi karşılıyor ve sorularına yanıt veriyor, ancak kefirin sırrını vermiyor tabi. İrina ve beraberindekiler ayrıldıklarında bir grup onları çeviriyor ve İrina’yı alıkoyuyor. İrina bir köye getiriliyor. Orada yaşlı bir kadın tarafından kendisine ikramda bulunuluyor ve beyin kendisini çok beğendiği ve onunla evlenmek istediği söyleniyor. O sırada Mirze-bey de geliyor ve özür dileyerek aşkını ilan ediyor. İrina sessiz kalıyor. Ancak tam bu sırada daha önce İrina’nın yanında bulunanlar askerlerle birlikte köye geliyorlar. Mirze-bey mahkemeye çıkarılıyor.

İrina’dan onu affedip etmeyeceği soruluyor. İrina ise yalnızca kefirin tarifini vermesi koşuluyla affedebileceğini söylüyor. Ertesi gün Mirze-bey tarifle birlikte İrina’ya bir demet dağ çiçeği gönderiyor. Böylece ilk olarak 1908 yılında Moskova’da eczanelerde kefir şişeleri yer almaya başlıyor.

Tabi İrina o zamanlar kefirin sırrını elde edemeseydi güzelliği sayesinde ve Mirze-bey aşık olmasaydı kefirin yaygınlaşması zaman alabilirdi ama mutlaka ortaya çıkardı bir şekilde. İşte kefirin hikâyesinde de tek taraflı diyebileceğimiz bir aşk yatıyor diyebiliriz.

Gelelim votkaya. Votka Rusya ile özdeşleşmiş bir içki. Beluga, Ruskiy standart, belaya berozka, piyat ozer, telnyaska, simirhof, putinka, kubanskaya, moskovskaya, narodnaya, gibi çok sayıda votka markası bulunuyor. Alkolsüz içkilerde kefir ve mors nasıl milli içecek gibiyse votka da alkollü içecekler açısından önemli bir yere sahip. Vodka geleneksel olarak fermente edilmiş tahıllardan veya patatesten yapılıyor.


Votka Slav dillerindeki vada (su) kelimesinden türetilmiş aslında. Vodka’nın ilk olarak 1405 yılında medikal bir sıvı olarak kullanıldığı, Rusça sözlüklerde ise 19. yüzyıldan itibaren yer almaya başladığı söyleniyor.


4 Kasım 2017 Cumartesi

Gorki Park'a doğru...


Samih Güven


Smolenskaya Bulvarında alt geçitte ilerliyorum. Adamın biri öyle güzel keman çalıyor ki, durup dinleyecek oluyorum bir an. Oysa durup dinleyen yok, gelip geçen var sadece. Cüzdanımdan bir banknot çıkarıp adamın çantasına atıyorum. Kaçar gibi uzaklaşıyorum sonra da. Müzik susuyor birden. Müzisyen arkamdan sesleniyor:
“Gaspadin, gaspadin (beyefendi)!”

“Beş bin Ruble bu, yüz Ruble diye mi düşündünüz?”

“Öyle mi olmuş!”

“Geçit yarı loş olduğundan anlamadınız demek ki. Hak etmediğim şeyi almak istemem.”

Orta yaşlı, sakalını özgür bırakmış müzisyenin dediği doğruydu. Yüz Ruble diye düşünmüştüm ama yanlışlık olmuştu demek ki. Adamın şehrin güzelliğine, alt geçitin atmosferine kattıkları yanında önemsizdi konu. “Kısmetinmiş” demek istedim ama Rusçası aklıma gelmedi. “Buna ihtiyacım yok, lütfen kabul edin”, dedim.

Adam kararlı olduğumu anlayınca teşekkür edip geri döndü.

Uzun zaman önce kol saati takmayı bırakmıştım. Alt geçitten çıktığımda duraklayıp, saati kontrol ettim telefonumdan. On biri yirmi geçiyordu. Eve gitmeyecektim. Moskova’da yağmursuz yaz gecelerinin kıymetini biliyordum. Hem oraya yürüyebilirdim.

O sırada arkamdan gelen iki kız selam verdi.

“Kemancıya davranışınız çok hoştu”, dedi biri.

“İşte şehirdeki iyi adam!”, dedi öbürü.

“Kafa buluyorsunuz!”, dedim.

“Yok yok siz ona bakmayın, davranışınız hoşumuza gitti gerçekten”, dedi ilk söze giren.

Kızlar duraklamıştı. Neden gitmemişlerdi ki her zamanki gibi? “Adın ne”, diye sordu biri. Gecenin bir vakti güzel bir kız, adın ne diye soruyorsa samimi şekilde, hafife almamalıydı bunu. “Adım Borges” dedim. Bu da nereden çıktı anlamamıştım ama. O gün Binbir Gece Masalları ve Borges hakkında bir şeyler okumuştum. Bundandı belki. Belki de gerçek üstü bir kapı aralamak istemiştim. Uçak Krizi sonrasındaki havanın etkisiydi belki de. Bilmiyorum.

“Latin misin yani?”, diye sordu kızlardan biri.

“Ne fark eder ki bu saatte?”

“Evet boş verelim” dedi öbür kız.

Binbir gece masallarına benzerliği ne olabilirdi ki bu anın? Burası Moskova’ydı. Güzel bir kadınla ansızın konuşabilirdin de, gülüşebilirdin de. Gerçek üstü yanı yoktu. Ama benim için olabilirdi belki. Kendi gerçekliğimde böyle anların devamını getirememiş, pişmanlık duymuştum sonra da. Bir hafta önce “Nerelisin” diyen kızlara “Türküm” dediğimde “İtalyan değilmiş gidelim”, demişlerdi. Şimdi Borges’le mutlu olmalıydık hepimiz!

“Hava çok güzel, Gorki Park’a yürüyelim mi?”, dedim. Birbirlerine baktılar. “Neden olmasın”, dedi ilk söze giren.

Dışişleri Bakanlığının önünden Gorki Park’a doğru yürümeye başladık. Kızlardan biri kafede, diğeri de bir firmanın muhasebe bölümünde çalışıyormuş. Adları Anna ve Yulya imiş. Rusçam idare ediyordu. Kendi İngilizcelerini beğenmezken aynı seviyede olan Rusçama övgüler yağdırmaları motive ediciydi. Neşeme diyecek yoktu. Yaz ne güzeldi Moskova’da!

“Gorki Parka yürümek çok güzel”, dedim.

“Neden ki, sıradan bir şey değil mi?” diye sordu Anna.

Çünkü, yaz ne kadar özlenen, ne kadar kısa ve ne kadar güzelse Moskova’da, saatin on ikisinde nehir kenarında, dalga dalga kabaran o coşku selinin içinde, gelip geçenlerin arasında olmak da öyle güzel diye düşündüm. Ama bunları olduğu gibi ifade etmek için Rusçama güvenemedim.

“Hava çok güzel, ilginç bir gece olacağını hissediyorum” dedim sadece.

“Hadi ya, başka?” dedi Yulya.

“Hem Gorki Park’ı çok seviyorum.”

“Evet, belli oluyor.”

Çünkü orada esintili bir yaz gecesi şimdi. Gençlik fışkırıyor, heyecan da. Kimse kimseye bağırmıyor, düşmanca niyetler beslemiyor. Huzurla yürüyor, oturuyor, sohbet ediyor herkes. Genci de yaşlısı da. Soluk aldığımız her anın, kısa yaz akşamlarının ne denli kıymetli olduğunu, kadınlar olmadan dünyanın hiçbir işe yaramayacağını anlatıyor Gorki Park. Sessizlik anında bunlar geçmişti aklımdan.

Kızların Gorki Park’a gitme fikrinden benim kadar heyecan duymadığını hissediyordum ama. Bunu, yol boyunca mekanlara dikkatle bakmalarından, bu ayakkabılarla da yürümek zor oluyor demelerinden anlıyordum. Ama, Smolenskaya Bulvarında, iki kadının yanında, sırlarla dolu bir yabancı olarak yürümek keyif vericiydi.

“Borges”, deyip duraklıyor Anna. “Şurada bir karaoke bar var, bir baksak mı, bir şeyler atıştırır, sonra enerjimiz olursa yürürüz”, diye devam ediyor.

“Şeyy… Öyle istiyorsanız neden olmasın.”

Stalin tipi bir binanın girişinden iki basamak aşağı iniyoruz. Müzik aletlerinin başında siyah tişörtlü bir adam duruyor. Kapı girişinde dikilen uzun boylu, ince yapılı bir garson da göze çarpıyor. Küçük bir mekan. Tuhaf olan ise sadece bir müşteri var. Yalnız bir kız. Nargile tüttürüyor.

Gurup halinde gelip, arkadaş arasında karaoke şarkı söylemek eğlenceli olabilir belki. Ya da diğer insanların arasında sosyalleşmek. Ama yalnız başına bir kızın şarkı isteyip, sonra da mikrofonu alarak kendi kendine söylemesi ilginç geliyor.

Geniş bir masaya oturuyoruz. Salata sipariş ediyor kızlar, biraz da şarap içmek istediklerini söylüyorlar. “Kaniyeşna (elbette)”, diyorum keyifle.

Garson sipariş ettiğimiz Fransız şarabını hızlıca getirip kadehleri dolduruyor. “Şerefe”, deyip gülüşüyoruz.

Oralı değilmiş gibi davranan yalnız kızın merak yüklü bakışlarını hissediyorum bir yandan.

Sohbet iyi gidiyor. Yalnız kız birkaç şarkı söylüyor bu arada. Bizimkiler de ondan geri kalmıyor. Sırayla şarkı isteyip, mikrofonu ellerine alıyorlar. Hızlıca barın orta yerine atılıp söylemeye başlıyorlar. Bir tür stres atma, içini dökme, biraz da keyif alıp eğlenme gibi bir faaliyet sanırım. Bizimkiler sahneye atılıp söylemeye çalışırken, yalnız kız yerinden söylemeyi tercih ediyor. Bir ara bizim kızları küçümsediği kanısına kapılmıyorum değil.

“Borges, neden İspanyolca şarkı söylemiyorsun?” diyor, Anna.

“İspanyolca mı?”

“Evet, sizin oralardan söyle bir şey. DJ hangi şarkı olsa buluyor internetten.”

“Şey… Ben hiç böyle bir şey yapmadım ki daha önce.”

“Hadi kırma bizi.”

Yalnız kızın bakışları da bizim masada.

“Şarkı söylemeden bırakmayız seni” diye ısrar ediyor kızlar.

“Tamam ama, İngilizce bir şarkı olsun ki, sizler de takip edebilin”, diyorum.

“Tamam, ne söyleyeceksin?”

“Imagine…”
            
Hayatımda ilk defa dört müşterisi olan küçük, ilginç bir mekanda, karaoke şarkı söylüyorum.

Imagine all the people…

Ekranda John Lenon’ın fotoğrafı duruyor. Yazıları müzik eşliğinde okumaya çalışıyorum. Hoşuma gidiyor mu, evet.

Yulya ve Anna: Naif, eğlenmek isteyen iki genç insan. Onların arasında  iyi hissediyorum. Fakat şu yalnız kız da gecenin parçası olmuş durumda çoktan.

Şarkı bittiğinde bizimkilerin sipariş ettiği yeni bir şarkı giriyor devreye. İkisi de sahneye atılıyor. Ağır bir şarkı. Dans ediyoruz sırayla. Yalnız kızın bizi izlerken eğlendiğini hissediyorum nedense. Bıyık altından gülüyor gibi. Niye?, bilmiyorum. Anna’nın şarap kadehiyle dans etmeye çalışan haline mi, benimle dans etmek için girdikleri yarışa mı, hiçbir şeyi umursamayan hallerine mi, benim tutuk, acemi hallerime mi emin değilim.

Yeniden masaya oturduğumuzda bizim kızlar şerefe diyor. Sertçe vuruyorlar kadehleri.

“Borges, biz gitmek zorundayız, yarın iş var”, diyor Anna.

“Şimdi mi?”

“Evet, hadi hep birlikte çıkalım.”

“Yok, ben birazcık daha oturayım, sonra da Gorki Park’a yürüyeceğim.”

“Bu saatte ne Gorki Park’ı artık?”, diyor Yulya.

“Saatte bir şey yok ki, orada sabaha kadar yürüyen, eğlenen insanlar oluyor hafta sonu, biliyorum bunu.”

“O zaman biz gidelim, kusura bakma”, diyor Anna. İkisi de yanaklarımdan öpüp ayrılıyor. Elime de bir kağıt sıkıştırıyorlar. Perşembe günü akşam saat yedide Anna’nın doğum günü partisi varmış, bekliyorlarmış. Altında da adres yazıyor.

Hüzünleniyorum nedense. Hesabı istiyorum bu arada. Yalnız kız da istiyor hesabı. Bakışlarımız karşılaştığında gülümsüyor.

“Borges mi adın?”

“Evet.”

“İspanyol’a değil de İtalyan’a benziyorsun.”

“Öyle mi?”

“Nedir bu Gorki Park olayı bu arada? İstemeden kulak misafiri oldum da. İlla böyle gece vakti yürümen mi gerekiyor?”

“Şey…”

Aynı anda geliyor hesabımız. Para üstünü alıp bahşiş bırakıyoruz. Aynı anda da çıkışa yöneliyoruz. İkimiz de böyle olmasını istiyoruz galiba.

“Pardon isminiz neydi acaba?”

“Anna.”

“Sizin de mi?”

“Rusya’da çok kullanılan bir isimdir.”

Caddedeyiz yeniden. Geceye tatlı bir esinti hâkim olmuş. On şeritli cadde aydınlık olabildiğince. Geniş kaldırımlar da öyle. Ama ortalık sessizleşmiş artık.

“Neden yalnızdın orada?”, diye soruyorum.                        

“Sizi bekliyordum.”

“Nasıl yani?”

“Sizi derken gelecek müşterileri, sıkılmıştım iyice.”

“Anlamadım.”

“Aslında arkadaşlarım da gelecekti ama son anda önemli bir işleri çıktı. Ben de tek başıma eğleneyim istedim. Siz gelince de daha fazla kalmış oldum. Neden Gorki Park’ta ısrarcı oldun o kadar? Başka yerler bilmiyor musun yoksa?”

“Yok, olur mu, Moskova’yı gözü kapalı bilirim.”

“Nasıl oluyormuş bu?”

“Şey… Anlatacağım.”

“Ne zaman? Vaktim az.”

“Kırım Köprüsünden Gorki Park’a bakarken.”

“Seninle oraya kadar geleceğimi mi düşünüyorsun?”

“Zaten yakın. Oraya kadar yürüyelim. Hem gelmesen de ben yürüyeceğim.”

“Sadece köprüye kadar.”

“Bu arada benim adım Borges değil, Kemal.”

“Bak şimdi! Neden yaptın ki böyle bir şey?”

“Uçak Krizinden sonra birkaç kez yaptım. İlk zamanlar çok zordu her şey. Ama bugün farklı nedenler de vardı galiba.”

“Korkuyor muydun yani?”

“Olumsuz bir şey yaşamak istemiyordum”, diyelim.

“Kızmadım o kadar da, sıkma canını.”

Kırım Köprüsünün üzerindeyiz artık. Saat iki buçuk. Gece ışıklarıyla parıldıyor Moskova Nehri. Gorki Park’ta hala insanlar var. Nehir kenarındaki merdivenlere oturmuş sevgililer sarmaş dolaş. Bisiklete binenler, kaydırak kullananlar…

“Evet Kemal, Moskova’yı gözü kapalı bilirim diyordun, anlat artık! Hem nedir bu Gorki Park ısrarı?”

“Olmadan yürüdüm buralarda, şimdi neden yürümeyeyim?”

“Bir şey anlamadım   .”

“Anlamın peşinde gidiyoruz, ama kendisi olamıyoruz”, dedim.

“Gecenin bir vakti kafa mı buluyorsun benimle.”

Neden vazgeçmiştim bilmiyorum. Ama beklediği cevabı alamamıştı Anna. Köprüden Gorki Park’ı seyrettik bir süre.

“Gitmek zorundayım”, dedi. “Hoşçakal.”

“Da sividanya Anna (Hoşçakal).”

Kırım Köprüsünden aşağıya doğru iniyorum merdivenlerden. Bir banka oturuyorum önce. Teskin edici bir esinti geliyor Moskova Nehri’nden.

Ankara’da ara vermek zorunda kaldığım Moskova’daki yaşantıma geri dönmüştüm artık.  Uzun ilaç seanslarında yaptığım gibi gözlerimi kapayıp yürümeye başladım. Ne Uçak Krizi ne de başka bir şey geliyordu aklıma. Bedenim esintiye karışıp, gezindi parkın içinde.


3 Kasım 2017 Cuma

Rusya'yı omuzunda taşıyan kadınların hak etmediği tablo: Daha da geriledi...



Rusya'da kadınların toplumsal alanda uğradığı ayrımcılık farklı araştırmalarda ortaya konmaya devam ediyor. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yapılan "Global Genger Gap Index" adlı araştırmada Rusya, 49'unculuktan 71'inciliğe kadar geriledi. Araştırmaya göre dünyada kadın-erkek eşitliği tablosu 2017 yılında ilk defa olumsuz yönde değişti.


Rusya, ekonomi ve eğitim alanındaki cinsiyet eşitsizliğinin etkisiyle, farklı ülkelerdeki kadın-erkek eşitliği düzeyinin kıyaslandığı genel tabloda 49'unculuktan 71'inci sıraya düştü.


Rusya, kadınlar ile erkeklerin siyasi alandaki eşitliğinin ölçüldüğü sıralamada  144 ülke içinde 122'inci sırada gösterildi.


Resmi rakamlara göre, 146,5 milyonluk Rusya Federasyonu nüfusunun 78,6 milyonunu kadınlar oluşturuyor.



Ülkede her dört kadından üçü çalışıyor. Her iki çalışandan biri de kadın. Devlet kurumlarındaki kadın yönetici oranı ise yüzde 25,3, diplomat oranı yüzde 16.

İhtişam ve Estetiğin Kızıl Kenti: Moskova

Uğur Ugan


Yıllarca hakkında birçok şey duyduğum ve iki kez gitmenin eşiğinden döndüğüm Moskova’ya iner inmez beni kentin merkezine taşıyan taksi ilerledikçe içimden şehirle ilgili iki kelime geçti; ihtişam ve estetik. Büyük bulvarlar, büyük caddelere, devasa binalar, gösterişli meydanlara açılıyor gözünüzün önünden geçen panoramik görüntü kentin dizaynını ilk fırsatta ele veriyor. Eski rejimden kalma düzen ve disiplin anlayışının kentin atmosferine bıraktığı iz sezilirken bir yandan da her şeyin büyütülmüş oranda sunumu Ruslara özgü karakteristik bir özellik olabileceği aklınızdan geçiyor. Mimari açıdan her şeyin görkemli oluşu Moskova’nın temel atmosferini oluşturduğunu anlıyorsunuz.

Soğuk savaş dönemindeki yarıştan hızını alarak büyük ve ihtişamlı görünmenin Moskova’nın giyindiği bir zırh olarak algılamamız mümkün. Bu ihtişama eşlik eden müthiş estetik ise her yapıyı her binayı küçük bir sanat eserine çeviriyor ve bir nevi açık hava müzesinde geziyormuş gibi oluyorsunuz.

Moskova’da ilk önce göze çarpan yapıların başında Stalin’in 7 kız kardeş binası dikkat çekiyor. Sovyet lider Josef Stalin'in emriyle yapılan ve 'yedi kız kardeş' olarak bilinen gökdelenler kentin çeşitli yerlerini süslüyor. 1947 ile 1953 yılları arasında yapılan bu binalar Sovyet döneminin ihtişamını vurgulamak için en dikkat çekici unsurlardan. Bir iddiaya göre Stalin’in bu binaları yapmasındaki neden; sevdiği bir tarz olan gotik mimariyi 'selamlamak' ve Amerika'yı yakalayıp Sovyetler Birliği'nin kaynaklarının tükenmediğini ve kendi ayakları üzerinde sapasağlam durabildiğini tüm dünyaya göstermekti.

Moskova sokaklarında gezerken dikkatinizi çeken şeylerden biri de eski rejime ait olan sembollerin yerli yerinde duruyor olması. Binaların üzerindeki orak çekiç sembolleri, metro duraklarında Sovyet armaları ve meydanlardaki Lenin heykelleri kentte halen ayakta. Lenin’i bir kurucu figür olarak yad edilmesine karşın Stalin’e dair bir anıt göze çarpmıyor. Özellikle Kızıl Meydan’da Lenin mozelesinin ihtişamı göz alırken Stalin’in Kremlin Duvarı’nın önünde yattığını görüyorsunuz.

Dünyada kent meydanları ideolojinin, iktidarların sunum alanı gibidir. Bunun en görkemli örneklerinden biri Kızıl Meydan. Kremlin, Lenin Mozelesi, Aziz Vasil Katedrali ile çevrili olan meydan kendinden sonraki doğu bloku ülkelerine örnek teşkil edecek büyüklükte ve ihtişamda. Işıkları ve estetiğiyle bir masalın içine çekiyormuş gibi duran bu meydanın gece hali gündüzden daha güzel görünüyor.


Moskova’nın en güzel yanlarından biri de parklarının kente yoğun bir şekilde başka bir hava vermesi. Kentin ortasında baştanbaşa uzanan Park Gorkova (Gorki Park) Moskova'yı bir yeşil zincirine çekiyor ve insanı yürümeye ve bisiklete binmeye teşvik ediyor. Bu park yaz aylarında birçok etkinliğin ve aktivitenin olduğu da bir park. O sebepten Moskovalıların sosyal hayatında önemli bir yer tutuyor. Bir diğer dikkat çekici park ise Park VDNK. Rusya Fuar Merkezi olarak da geçen park  kalıcı fuar ve eğlence merkezi olarak da hizmet veriyor.

Bu parkın hemen çıkışında ise sizi göğe doğru uzanan şık heykeliyle Uzay Müzesi selamlıyor. Uzaya atılan ilk uydu Sputnik'in bir kopyasının yanı sıra, ilk kez uzaya gönderilen köpeklerin dondurulmuş halleri ve uzaya çıkan ilk insan Yuri Gagarin eğitimlerinde kullandığı orijinal kıyafet ve ekipmanlar bulunuyor.

Moskova'nın bir diğer görülmeye değer en büyük müzesi ise Puşkin Müzesi. Louvre ile kıyaslamak doğru olmaz belki ama en az Paris'teki Louvre kadar etkili bir müze. Bottiçelli, Rembrand, Van Deyk, Rubens, Pussen, Murill gibi ressamların eserlerinin yer aldığı müzede Michelangelo'nun heykellerini görmek paha biçilemez.

Moskova sokaklarında yürürken en çok dikkatinizi çeken şeyler diğer Avrupa kentlerine nazaran Moskova'nın kozmopolit bir kent olmayışı, bir başkent elitliğinin gözle görülüyor oluşu ve kadınların şıklık yarışı. Ruslarla ilgili oluşturulan genel algının aksine çok şık, elit ve kibar bir Moskovalı profili göze çarpıyor. Bir çoğunun İngilizce bilmemesi bir handikap olarak dursa da yardımseverlikleri ve sıcakkanlılıkları ilgiye değer.

Muhteşem metro ağından söz etmeden geçmeyelim. Her bir durağı sanat eseri gibi duran Moskova metrosu tüm kente yayılan geniş metro ağıyla harika bir ulaşım hizmeti sunuyor. Şehirde otomobil gürültüsüne neredeyse hiç rastlamamanıza rağmen Moskova hakkında söylenebilecek en olumsuz şey korkunç bir trafiğin oluşu. Araç trafiği günün hemen her saati hissediliyor.

Moskova'yla ilgili son görülecek yer önerisi ise içinde Türkçe'nin en büyük şairlerinden birini barındıran Novodeviçi Mezarlığı. Her ne kadar vasiyet olarak Anadolu'da bir köy mezarlığına gömülmeyi dileyen Nazım Hikmet Moskova'nın en önemli mezarlıklarından olan Novodoviçi'de Gogol, Çehov ve Mayakovski ile birlikte yatıyor.

Sonuç itibariyle Moskova diğer Avrupa kentlerine benzemeyen çok daha büyük oranda ihtişamı kendinde barındıran bunu her caddesine her sokağına sonuna kadar hissettiren estetik ve görkemin kızıl renklerle kucaklaştığı -diğer dünyaya- açılan masalsı bir kapı gibi. 


1 Kasım 2017 Çarşamba

Rus ordusunda görev yapan kadın askerler



Kadınlar da tarih boyunca insanlığın geleceğini etkileyen savaşlarda ve çatışmalarda büyük rol oynamıştır. Günümüzde birçok ülkenin ordusunda kadın asker var. Rus ordusunda da tabii ki… Hem de pek çok ülkenin ordusunda olduğundan daha fazla ve daha etkin görevlerde.

İlk kez 31 Ekim 1897 tarihinde Rus Çarı II. Nikolay tarafından imzalanan kararnameyle kadınlar Rusya Deniz Kuvvetleri’ne alınmaya başlanmıştı. O kararname kadınların ülkenin ordusundaki rolünün artmasına olanak sağlamış oldu.

II. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği ordusunda 1 milyondan fazla kadın erkeklerle birlikte, omuz omuza vatan savunmasında cephede savaştı.


Cesaretleri ve güzellikleriyle öne çıkan Rus kadın askerler, orduda etkin görevler üstleniyorlar. Bugün itibariyle Rusya Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde 326 bin kadın görev yapıyor. Bunların yüzde 72'si sağlıkla ilgili birimlerde, yüzde 8'i muhabere taburunda, yüzde 4'ü de mali işlerle ilgili birimlerde görev yapıyor. 

Rusya hakkında 15 şey


Samih Güven



1.Moskova’yı doğudaki Vladivostok şehrine bağlayan Trans-Sibirya demiryolu hattı 9289 km uzunluğu ile dünyanın en uzun hattı. 1891-1916 arasında II. Nikolay tarafından yaptırılmış.

2.Rusya dünyada bilime ve diğer alanlara katkı yapmış önemli bir ülke. 30 civarında Nobel ödülü almış Rus bulunuyor.

3.Zengin bir tarihi ve kültürel geçmişe sahip olan Rusya’nın Dünya Mirası listesinde 28 doğal ve kültürel alanı bulunuyor (İtalya:53, Türkiye:17).

4.Avrupa’nın en yoğun metrosu olan Moskova metrosu günde ortalama 7 milyon yolcu taşıyor. Toplam uzunluğu 339 kilometre ve dünyanın 5. en büyük metrosu.

5.Rusya yaklaşık 17 milyon kilometrekare yüzölçümü ile dünyanın en büyük ülkesi. Ülkenin %45’i ise ormanlık alanlardan oluşuyor.

6. Baykal gölü dünyanın en büyük tatlı su rezervine sahip. Toplam tatlı su rezervlerinin yaklaşık %22’sini oluşturuyor.

7.Rusya milyoner sayısı bakımından dünyada 5. sırada bulunuyor (ABD:1).

8.Rusya uzaya ilk defa insanlı hava aracı gönderen ülke. Yuri Gagarin ise uzaya ilk çıkan insan (1961).

9.Rusya dünyanın en yüksek doğal gaz rezervlerine sahip bulunuyor.

10.Rusya dünyanın en fazla elmas üreten ülkesi.

11.Rusya’da 11 farklı zaman dilimi bulunuyor.

12.Rusya 14 farklı ülke ile sınır komşusu durumunda.

13.Rusya satınalma gücü paritesi açısından bakıldığında 4 trilyon dolar ile dünyanın en büyük 6. ekonomisi.

14.Rusya’da 81 federal birim bulunuyor.  Bunlardan 46’sı oblast, 21’i cumhuriyet, 9’u kray, 4’ü otonom okrug, biri otonom oblast, ikisi de federal şehir şeklinde.


15.Volga Nehri 3692 km uzunluğu ile Avrupa’nın en uzun nehri.