Moskova

Moskova

18 Ağustos 2015 Salı

Edebiyatçı vicdanı, mühendis titizliği


Andrey Platonov
Edebiyatçı vicdanı, mühendis titizliği

Günay Çetao Kızılırmak / Kitap Zamanı

Platonov’un özel bir anti-Stalinistliği yoktu ama Stalin kesinlikle anti-Platonovcuydu. Yazarın şüphe ve eleştirilerini büyük bir tehdit olarak algılayarak edebiyat camiasından kovulmasına vesile oluşu bunu gösteriyor.

Andrey Platonov’u yanında rahat olabileceğim az sayıda insandan biri olarak görürüm. Elbet, bir eser üzerinde çalışması için çevirmenin böyle hissetmesi şart değil, hatta biraz mesafe daha objektif olmayı sağlayabilir. Örneğin Tolstoy’u çevirirken büyük bir filozofu çevirdiğimi bilirim. Platonov ise arkadaştır, talihi hiç yaver gitmeyen, oradan oraya sürüklenip sonunda yeni bir keşif ve hikâyeyle çıkıp gelen bir derviş. Onu okurken, çevirirken büyük bir yazar karşısında olmanın mahcubiyetini duymazsınız. En hayati meselelerden söz açtığında bile sıradanlığın inceliğini daima koruduğunu düşünürüm. İnsana ilişkin keşifleri onu ulaşılmaz yükseklere çıkarmamış, daha da içimizden biri kılmıştır.

Andrey Platonov, Sovyet edebiyatına bir işçi-yazar olarak ve ilkin şiirle girmişti. Şiiri sonraları bıraktıysa da bana kalırsa imgeler dolayımında düşünmeyi ve yazmayı hep sürdürmüştür. Devrim ve iç savaştan sonra Voronej Demiryolları Teknik Okulu’nu bitiren yazarın hayatını daima trenler ve tren yolları keser. Bunun yanı sıra toprak ıslah işleri ve tarımsal elektrifikasyon alanlarında çalışır. Devrim ile teknolojik gelişimin kesiştiği noktada insanın hak ettiği yazgıya kavuşabileceğine duyduğu inançla Platonov ilk yıllarında mutlu bir geleceğin hemen kıyısında durur. Moskova Çestnova’nın basit bir görevi yerine getirerek bile olsa bu ortak mutluluğa hizmet etmeyi neredeyse fiziksel bir arzu şeklinde duyması gibi o da fayda sağlayabileceği tüm alanlarda canla başla çalışır.

Platonov ve Stalin

Platonov, Gorki’ye yazdığı bir mektupta belirttiği üzere her şeyden ziyade “Sovyet edebiyatı denilen kolektif işin bir parçası olmayı” istiyordu. Şimdilerde Platonov’u anti-Stalinist, komünizm karşıtı bir yazar olarak göstermek, 30’lu-40’lı yıllarda onu karşıdevrimci ilan edenlerinkine benzer bir muamele gibi geliyor bana. Platonov’un özel bir anti-Stalinistliği yoktu ama Stalin kesinlikle anti-Platonovcuydu. Yazarın sistemin işleyişine yönelik şüphe ve eleştirilerini büyük bir tehdit olarak algılayarak edebiyat camiasından kovulmasına vesile oluşu bunu gösteriyor.

Başlarda Platonov yazdıklarını yayımlatma şansı bulmuştur. İşçi kökenli yetenekli genç yazar için edebiyat dünyasının kapıları ardına kadar açık gibidir. Gelgelelim yayıncılık faaliyetlerinin devletin tekeli ve sıkı kontrolü altında olduğu bir ortamda ihlal edilmemesi gereken kalın çizgiler vardır. Kabaca söylemek gerekirse, SSCB’nin varlığını, gelişim tarzını, endüstrileşme ve kolektivizasyon süreçlerini sorgulamayan, devrimin kazanımlarını, proletarya iktidarını yücelten, kitlelere kafa karışıklığı değil, ortak ideallere inanç aşılayacak türde eserler verilmelidir. Küçük bir örnek verecek olursak: Platonov’un “Dönüş” hikâyesi, ne denli masum görünse de, onu sahici kılan bir yönüyle bu çizgilerin dışına çıkmıştı. 

Eleştirmenler, bir cepheden dönüş hikâyesi olan bu öyküde, evli barklı kahramanın trende tanıştığı genç bir kızla yaşadığı aşk serüvenini ve sonrasında gelişen olayları Sovyet aile ahlâkına bir tokat olarak değerlendirmişlerdi.

Andrey Platonov’un mühendislik yaptığı yıllarda da bunu andıran bir duruma düştüğünü okumuştum. İşlerin nasıl yürütülmesi gerektiğine dair net fikirleri olan, hataları ve kayıpları öngörebilen mühendis Platonov’un durumu biraz “Yepifan Savakları”nda Petro’nun baraj projesini hayata geçirmeye çalışan İngiliz mühendis Perry’nin durumunu hatırlatıyor. Hesaplar baştan yanlış, bireysel çabalarla işleri yoluna koymak yahut zarardan erken dönmeyi denemekse imkânsızdır. Hiç de yumuşak başlı biri olmayan Platonov doğrucu tavrı yüzünden çevresince pek sevilmez. Yazar işte bu mühendis dürüstlüğünü edebiyata da taşımıştır. Yaşamın, düşüncenin ve edebiyatın durmaksızın devindiğini bilir, devinen ve devamlı geliştirilmeye ihtiyaç duyan kusurlu dünyayı yazar.

Kahramanlarından biri Aleksandr Dvanov ülkeyi karış karış gezerek komünizmi ararken Çevengur adında kapalı bir komünizm odağına rastlar ve orada yaşamaya karar verir. Burada mülksüzler iktidara gelmiş, ortalıktaki burjuva izlerini temizlemekle işe başlamış ve esasen tüm davayı buna indirgemiştir. Burjuvaların bir sala konulup nehir aşağı ölüme gönderilmesi ve benzeri uygulamaların gerçekte de vuku bulduğunu okumuştum. Köle gibi çalışıp aç kalmanın tarihinden gelen Çevengurluların komünizm ütopyası çalışmamak üzerine kuruludur. Oysa ne açlık, ne açgözlülük ve diğer insani hırslar, ne zulüm, ne de ölüm komünizmle birlikte bitmiştir.

Platonov’un Çevengur’da SSCB’yi ve komünizmi mahkûm ettiği düşüncesi elbette ağır basar. Bu roman gibi birçok başka eser de benzeri gerekçelerle yayımlanmaz. İşin kötüsü, Platonov’un telif bedelleri dışında bir geliri yoktur. Çoğunlukla elinden alınmak üzere olan evlerde, kıt kanaat aile geçindirir. Mektuplarına bakılırsa bir dönemden itibaren sırf aç kalmamak adına çalınmadık kapı bırakmamıştır.

Dar siyasi çerçeveden değerlendirilmemeli

Platonov’un sürekli dar bir siyasi çerçeveden ele alınmasına da gönlüm razı değil. O başka bir ülkede başka bir zamanda yaşamış olabilirdi. Ancak şunun gibi bir şey yazardı yine: “Tamam, ölseydi her şey,’ diye düşünüyordu Yakov Titıç, ‘ama bari ölü beden sağlam kalsaydı, tutacak, anacak bir şey olurdu elde; oysa öyle mi ya, rüzgârlar esiyor, su akıyor ve her şey boşa gidiyor, toza dönüp el oluyor. Eziyet ama bu hayat değil ki. Ölen de boş yere ölüp gitti, bir zaman yaşayanlardan kimseyi bulamazsın artık, hepsi de kayıp.”
İnsanın günbegün ağırlaşan kaybına yanardı. Bir başkasının acısını iyileştirmeden iyi olamayacağımızı yazardı. Büyük bir acının peşinden belini doğrultup sıfırdan yaşamanın kurallarını mühendis titizliği ve edebiyatçı vicdanıyla bizler için sıralardı. En düşkün olduğumuz bir sırada biz bunları okur ve gülümserdik. Büyük ve ilahi bir gerçeği bizimle paylaştı diye değil, hayata tekrar ısınmamızı sağlayan bir dost olduğu için. Bu yüzden de gerçekte bir dâhi bile olsa bizi korkutmadığı için.


Platonovların “çilekeşimiz” diye andıkları sevgili oğulları Platon sistem tarafından yok edildikten sonra bir de kızları olmuş. Platonov bu sırada verem kliniğine taşındığı ve bir süre sonra öldüğü için kızını pek az görmüş ama belli ki bu çocuk onlara yeniden yaşama sarılma gücü vermiş. Hiçbir zaman pes etmemenin çocuğuymuş sanki. Hiçbir zaman pes etmediği için bugün bir kısmı hâlâ Türkçeye çevrilmemiş sayısız muhteşem eserine sahibiz sevgili Platonov’umuzun.


7 Ağustos 2015 Cuma

Kalinka - Калинка



Bu da Rusya’nın sembollerinden olan, en güzel, en sevilen şarkılardan biri. Adeta ülkenin ‘kartvizit’i olarak kabul edilen Kalinka Şarkısı.


Rusça
КАЛИНКА
Türkçe Tercümesi
EKŞİ YEMİŞ
Калинка, калинка, калинка моя!
[Kalínka, kalínka, kalínka mayá]
Ekşi yemiş, ekşi yemiş, ekşi yemişim benim
В саду ягода малинка, малинка моя!
[F sadú yágada malínka malínka mayá]
Bahçedeki ahududu, ahududum benim
Хэй! калинка, калинка, калинка моя!
[Hey! Kalínka, kalínka, kalínka mayá]
Hey! Ekşi yemiş, ekşi yemiş, ekşi yemişim benim
В саду ягода малинка, малинка моя!
[F sadú yágada malínka malínka mayá]
Bahçedeki ahududu, ahududum benim

Meraklısına bilgiler 

Rus halk müziğinin en ünlü şarkısı olarak bilinen ‘Kalinka Malinka’, 1860 yılında Rus bestekar, edebiyatçı ve halk bilimcisi İvan Petroviç Larionov tarafından yazıldı.

‘Kalinka’ ya da 'kalina', Rusya coğrafyasında sıkça rastlanan ve meyveleri ekşimsi yemiş olan bir ağacın adı, ahududu ise Rusya’da çok sevilen bir yemiş. Ruslar hem ‘kalina’dan, hem de ahududan reçel hazırlar, kış mevsiminde çaya koyup içerler.

‘Kalinka’ Şarkısı’nın en önemli özellikleri arasında, hızlı tempoyla yavaş temponun karışımı ve sözlerinin yabancı dillere şiirsel çevrilmesinin neredeyse imkansız olması.


Benim Kalbim – Моё сердце


Sizlerle bir uçak yolculuğu sırasında başlayan aşk hikayesini ve insanın aşka kapıldığı zaman duyduklarını anlatan bir Rusça şarkı paylaşıyoruz. 

Şarkıyı «Сплин» (Splin) rock grubu söylüyor.

Söz: A. Vasilyev
Müzik: A. Vasilyev

Rusça
МОЁ СЕРДЦЕ 
Türkçe Tercümesi 
BENİM KALBİM
Мы не зна́ли друг дру́га до э́того ле́та,
[Mı ni ználi druk drúga da étava léta]
Bu yaza kadar birbirimizi tanımıyorduk 
Болта́лись по све́ту, земле́ и воде́.
[Baltális’ pa svétu, zimlyé i vadé] 
Dünyada, yerde ve havalarda aylak aylak dolaşıyorduk 
И соверше́нно случа́йно мы взя́ли биле́ты
[İ savirşénna sluçáyna mı vzyáli bilétı]
Derken bir rastlantı ile biletleri aldık
На сосе́дние кре́сла на большо́й высоте́
[Na sasédniyi krésla na balşóy vısaté] 
Yükseklerdeki komşu koltuklara 
И моё се́рдце останови́лось, моё се́рдце за́мерло
[İ mayó sértse astanavílas’, mayó sértse zámirla]
Ve benim kalbim durdu, benim kalbim duraksadı
Моё се́рдце останови́лось, моё се́рдце за́мерло
[Mayo sertse astanavilas’, moyo sertse zamirla] 
Benim kalbim durdu, benim kalbim duraksadı
И ро́вно ты́сячу лет мы просыпа́емся вме́сте
[İ róvna tı́syaçu let mı prasıpáimsya vmésti] 
Tam bin yıl boyunca beraber uyanıyoruz  
Да́же е́сли усну́ли в ра́зных места́х
[Dájı ésli usnúli v ráznıh mistáh]  
Farklı yerlede uyuduysak bile 
Мы идём ста́вить ко́фе под Э́лвиса Пре́сли,
[Mı idyóm stávit’ kófe pad Élvisa Présli] 
Elvis Prestley eşliğinde kahve yapmaya gidiyoruz  
Ко́фе сбежа́ло под Propéller Héads, ах!
[Kófe sbijála pat Prapéllir Hedz, ah] 
Kahve Propeller Heads eşliğinde ise taştı, tüh!  
И моё се́рдце останови́лось, моё се́рдце за́мерло
[İ mayó sértse astanavílas’, mayó sértse zámirla] 
Ve benim kalbim durdu, benim kalbim duraksadı  
Моё се́рдце останови́лось, моё се́рдце за́мерло
[Mayó sértse astanavílas’, mayó sértse zámirla] 
Benim kalbim durdu, benim kalbim duraksadı  
И, мо́жет быть, ты не ста́ла звездо́й в Голливу́де
[İ mójit bıt’, tı ni stála zvizdóy v Galivúdi] 
Belki Holliwood’da yıldız olmadın
Не выхо́дишь на по́диум в ни́жнем белье́
[Ni vıhódiş na pódium v níjnim bilyé] 
Podyumda da iç çamaşır ile dolaşmıyorsun
У тебя́ не беру́т авто́графы лю́ди
[U tibyá ni birút aftógrafı lyúdi] 
İnsanlar senden imza almıyor, 
Поёшь ты чуть ти́ше, чем Монсерра́т Кабалье́
[Payóş tı çut’ tíşı çem Mansırát Kabalyé] 
Monserrat Kabalye’den biraz kısık sesle şarkı söylüyorsun  
Так и я́, сла́ва бо́гу, не Ри́кки не Ма́ртин,
[Tak i ya sláva bógu ni Ríki ni Mártin]  
Ben de, çok şükür, Ricky Martin değilim 
Не выдвига́лся на О́скар, францу́зам не забива́л
[Ni vıdvigálsya na Óskar, frantsúzam ni zabivál] 
Oscar Ödülüne aday gösterilmedim, Fransızlara gol atmadım  
Мои́м и́менем не на́зван го́род на ка́рте,
[Maím íminim ne názvan górat na kárti] 
Haritadaki şehir adımı taşımıyor  
Но задёрнуты што́ры и разло́жен дива́н
[No zadyórnutı ştórı i razlójın diván] 
Fakat perdeler çekildi ve divan açıldı 
И моё се́рдце останови́лось, моё се́рдце за́мерло
[İ mayó sértse astanavílas’, mayó sértse zámirla] 
Ve benim kalbim durdu, benim kalbim duraksadı

Я наяву́ ви́жу то, что мно́гим да́же не сни́лось,
[Ya nayivú víju to şto mnógim dájı ni snílas’] 
Ben gerçekte çoğu insanların rüyasında bile görmediklerini görüyorum 
Не явля́лось под ка́йфом, не стуча́лось в стекло́
[Ni yavlyálas’ pat káyfam, ni stuçálas’ f stikló]  
Keyif içindeyken görünmedi, pencereye vurmadı 
Моё се́рдце останови́лось, отдыша́лось немно́го
[Mayó sértse astanavílas’, atdışálas’ nimnóga]  
Benim kalbim durdu, biraz nefes aldı
И сно́ва пошло́[İ snóva paşló] 
Ve yineden atmaya başladı 
И моё сердце asta la vista, моё сердце замерло.
[İ mayo sertse asta la vista mayo sertse zamirla]  
Ve benim kalbim, asta la vista, benim kalbim duraksadı 

Meraklısına bilgiler

Splin, Sankt Petersburg’dan gelen ve Rusya’da 2000li yıllarda çok popüler olan bir Rus rock grubudur.

1994 yılında kurulan grubun adı, Rus şairi Saşa Çornıy’ın bir şiirinden gelir. Puşkin dahil olmak üzere birkaç Rus şairin eserlerinde kullanılan ‘splin’, ‘depresyon’ anlamına gelen ve Rusça’ya İngilizce’den gelen bir kelimedir.

Grubun en ünlü şarkıları arasında ‘Орбит без сахара’ (‘Şekersiz Orbit’) ve ‘Моё сердце’ (‘Benim kalbim’) gibi şarkılar var.

Grubun dağılacağı sık sık söylenmesine rağmen resmi olarak dağılmadığı bilinmekte.

‘Моё сердце’ (‘Benim Kalbim’) şarkısında Elvis Presley, Ricky Martin gibi pop, Monserrat Kabalye gibi opera sanatçıların ve bir rock grubunun (Propéller Héads) isimleri geçmekte.


4 Ağustos 2015 Salı

Rus şiirinin serüveni


Ataol Behramoğlu

Kaynak: Dünya Şiir Antolojisi (2. Cilt) / Pozitif Yayınları

Rus dilinin sözlü yaratıcılık ürünlerinin yazıya geçirilmesine ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısında başlanmış, bu gecikme nedeniyle Slav oymaklarının Hıristiyanlık öncesi sözlü yaratıcılık ürünlerinden hemen hemen hiçbir şey günümüze ulaşamamıştır.

Yazılı Rus edebiyatının başlangıcı ise XI. yüzyıla uzanmaktadır. XII. yüzyıl ürünü "igor Alayı Destanı" önemli bir şiirsel belgedir.

Rus şairleri XVIII. yüzyıla kadar hece ölçüsüyle yazmışlar, XVIII. yüzyılda V. K. Trediakovski (1703-1768) ve M. V. Lomonosov (1711-1765) Rus diline özgü koşuku örnekleyerek bu şiirin yönünü belirlemişlerdir.

Klasik şiirin önemli ustası Gavrila Derjavin (1743-1816), toplumsal içerikli şiirleriyle Aleksandr Radişçev (1749-1802), fabl ustası İvan Krilov (1769-1844), romantizmin ilk temsilcisi Vasili Jukovski (17831852) Puşkin öncesi Rus şiirinin belli başlı temsilcileridir.
Aleksandr Puşkin (1799-1837) yalın ve sağlam şiir dili ve konu zenginliğiyle modern Rus şiirinin büyük kurucusudur.

Mihail Lermontov (1814-1841) devrimci romantik şiirleriyle, Fyodor Tyutçev (1803-1873) yapıtının felsefi derinliğiyle, Afanasi Fet (1820-1892) lirizm ustalığı ve Nikolay Nekrasov toplumcu, halkçı şiiriyle (1821-1878) xıx. yüzyılın en önemli şairleridirler.
xx. yüzyıl Rus şiiri simgecilik akımıyla önemli bir atılım yapmış, Valeri Bryusov, Aleksandr Blok vb. modern şairler bu akım içinde yer almışlardır.

Akmeist akım içinde Nikolay Gumilyov, Anna Ahmatova seçkin ürünler vermiş, fütürist akım içinde de Velimir Hlebnikov, Vladimir Mayakovski gibi büyük çağdaş şairler yetişmiştir.

1920'li ve 30'lu yılların başkaca önemli şairleri arasında Sergey Yesenin, Boris Pasternak, Marina Tsvetayeva, Osip Mandelştam biçim arayışları, içerik derinliği, dilsel başarıları ve tema çeşitliliğinde çağdaş Rus şiirinin ulaştığı yüksek düzeyin seçkin temsilcileridir.

30'lu ve 40'lı yıllarda savaş, devrim temaları, felsefi konular, halk şiiri ve yaratıcılığına ilgi gözlemlenmiş, Mihail İsakovski, Aleksandr Tvardovski, Nikolay Zabolotski, Leonid Martinov gibi önemli çağdaş ustalar bu yıllarda belli başlı ürünlerini vermişlerdir.

50'li ve 60'lı yıllarda Rus şiiri Boris Slutski, Yevgeni Vinokurov, Yevgeni Yevtuşenko, Anndrey Voznesenski, Bella Ahmadulina ile modern arayışları, insanın güncel ve felsefi sorunlarını bağdaştıran ürünler vermiştir.


Günümüz Rus şiirinde klasiğe, ulusal ve halksal geleneğe dönüş de etkili bir akım olarak kendini duyurmakta, bu eğilimler Slavcı, dar anlamda ulusalcı özellikler de taşımaktadır.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Moskova'da Malatya Muhabbeti


Suat TAŞPINAR, Moskova
Kaynak: http://www.malatyahaber.com/ 

Oğlum evin önündeki parkta arkadaşlarıyla oynuyor. Türlü yaramazlıkla ortalığı velveleye veren minik bir çete. Kankaları, kendinden iki yaş küçük İlya ve Saşa. 

Onlar daha bu sonbaharda okula başlayacaklar. Bizimki üçe geçti. O yüzden "ağır abi" pozlarında. Keratalar ağzına bakıyor. O da bu ayrıcalığı tepe tepe kullanıyor. "İlya git topu getir!" diyor. Zavallı çocuk "Az ye de kendine bir işçi tut" lafının Rusçasını bilmiyor. Emri ikiletmeden yerine getiriyor.

O ara ben köşedeki bankta hem bilgisayardan haberlere göz atıyorum, hem de kulağım onların sohbetine "davetsiz misafir". 

Daldan dala zıplarken bizimki hararetle anlatmaya başlıyor. "Biliyor musunuz dünyanın en güzel kayısısı nerede yetişiyor?". 

Çocuklardan önce benim kulaklarım dikiliyor. "İspanya'da" diyor Fedor, "Biz geçen yıl tatilde yemiştik, süperdi!"

Bizimkisi gülüyor. "Hadi canım. Malatya'da!" diyor.

İlya, "Neee?" diyor, "Malezya'da mı?"

Maxim Emre Suatoviç basıyor kahkahayı. "Ne Malezyası?? Malatya dedim Malatya!"

"O neresi?" diye soruyor çocuklar.

"Babamın doğduğu yer. Dedemle babaannem orada yaşıyor. Türkiye'de."

Çocuklar çaktırmadan kafayı çevirip beni süzüyor.

Oğlum bana dönüp bağırıyor şaşkınlıkla: "Baba bu çocuklar Malatya'yı bilmiyormuş!" 

Allah'ın Moskova'sında mahallenin çocuklarının Malatya'yı bilmemesinin değil bilmesinin sürpriz olacağını söylemiyorum ona. İstifimi bozmuyorum!

Ama birkaç yıl önce, tüm çocukların birbirine benzemeye çalıştığı, farklı olmanın kusurmuş gibi algılandığı çağında benimle sokakta Türkçe konuşmamaya çalışan oğlumun, artık "Ben sizin bilmediğiniz bir dili de biliyorum, sizden farklıyım ve üstünüm" cakası satarak Türkçesini kullanması hoşuma gitmiyor değil.

Vaktiyle Malatya, dünyada "Papa'yı vuran adamın memleketi" diye bilinirdi. Son zamanlarda -en azından Rus medyasında- "NATO'nun füze kalkanının radarlarının yerleştirildiği memleket" diye sık sık adı anılıyor. Ama bunlar gelip geçici. Aslolan hala dünyanın neresine giderseniz gidin, kayısı denince akla hep Malatya'nın geliyor olması. 

Tabii ki bu kadar büyük bir nimetten Malatya maddi ve manevi, yeterince faydalanıyor mu, emin değilim. O ayrı bir mevzu.

Ama dünyada pek çok ülke, pek çok şehir "marka" olabilmek için uyduruk simgeler, zorlama ürünler ile imajını cilalamaya uğraşırken, sıfırdan değer yaratmak için çırpınırken, Çin seddinden Adriyatik'e "kayısı diyarı Malatya"dan olmanın gururuyla şişinerek dolaşmak hiç fena duygu değil!


Oğlumun daha bu yaşta bunu fark etmiş olması iyiye işaret. Ne de olsa Kernek'in suyunu içti kerata. "Allah'ın hakkı üç oğlum, Malatya'dan sadece iki president (cumhurbaşkanı) çıktı. Senin şansın var" diye gaz veriyorum, gözlerinin içi gülüyor. "Şimdiki çocuklar harika" diye boşuna söylemiyorlar!

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Troçki'nin Büyükada'daki evi


Evlerin, sokakların, parkların, parklardaki ağaçların da insanlar gibi kaderleri var.

Bazen mutlu, bazen hüzünlü hikayeler bunlar.

Hani şu bir zamanlar Troçki’nin İstanbul’da Büyükada’da geçici olarak kaldığı evin hikayesi gibi.

Bugünlerde ilana çıkılmış. Satılacakmış.

Büyükada’da, harabeye dönen, Bolşevik Devrimi’nin önderlerinden Lev Troçki’nin kaldığı ev 2.5 milyon dolara satışa çıkarılmış.

Evi, arsasıyla birlikte satılığa çıkaran Hanifi ailesi, alacak kişilerden burada Troçki adını yaşatmalarını istiyormuş.

Troçki’nin kıyısından denize girdiği evin harabe görüntüsü, turistleri de üzüyor. Turistler, Troçki’nin sürgünde Belçika’da kaldığı evin devlet tarafından müze haline getirildiğini ve büyük ilgi gördüğünü söylüyor.

Üç katlı evin bahçesiyle birlikte toplam kullanım alanı 3 bin 550 metrekare. Kıyıda Troçki’nin yaptırdığı doğal ıstakoz havuzu da hâlâ duruyor.

Burada manzara seyredip balık tutmuştu.

Peki, Ekim Devrimini yöneten 3 kişiden biri olan Lev Davidoviç Troçki’nin Büyükada’da ne işi vardı?

Bu da ayrı bir hikaye. Aslında tüm devrimlerin bir özeti gibi.

1917-1924 arası Kızıl Ordu komutanlığı yapan Troçki, Lenin’in ölümünden sonra Stalin’le girdiği iktidar mücadelesini kaybeder ve ilk olarak 1929 da İstanbul’a sürgüne yollanır. Troçki, en güvenilir yer olarak gözlerden ırak Prinkipo’yu (Büyükada) mesken tutar ve tam 4,5 yıl Büyükada’da kalır.

Troçki, Büyükada’daki bu evde, ikinci eşi Natalia, torunu Sieva ve koruma görevini de üstlenen üç erkek sekreteriyle birlikte yaşadı.

Troçki’nin en büyük zevkleri, balkondan manzarayı seyretmek ve Haralambos isimli Rum balıkçıyla balığa çıkmaktı.

Büyükada’da kiralanan Arap İzzet Paşa köşkü hem karadan hem denizden korunaklı bir yerdedir.

Troçki teorik olarak en verimli yıllarını İstanbul’da geçirir. İhanete Uğrayan Devrim, Hayatım, Sürekli Devrim, Sanat ve Edebiyat gibi başyapıtlarını İstanbul’da yazar. Ayrıca Rusya’daki taraftarlarıyla bağlantısını asla koparmaz. Stalin’in ajanlarına rağmen pes etmez ve mücadelesini sürdürür.

Bu faaliyetlerinden rahatsız olan Sovyet ve Türk hükümetleri onu yeniden sürgüne zorlar.
1933 yılında ayrıldığı Büyükada’dan sonra kısa sürelerle İsveç ve Fransa’da ikamet eder. Ancak Stalin peşindedir. Bu mücadele adamı orada da boş durmaz ve küresel bazda örgütlenme çalışmalarını sürdürür. Ta ki 1940 yılında bir ajan tarafından baltayla öldürülünceye kadar.

Troçki’nin Büyükada’da yaşamının 4.5 yılını (1929-1933) geçirdiği bu ev harap halde yeni geleceğini ararken bugün Meksika’daki evi dünyanın dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan bir müzeye dönüşmüştür.

2010 yılında İrlanda’dan kalkıp gelen fotoğraf sanatçısı James Hughes, merak edip köşke girmiş ve köşkün içini fotoğraflayarak belgelemişti. Bu fotoğraflardan oluşan sergi “Troçki’nin Hayaletleri” başlığıyla Moda’da küçük bir galeride sergilendi fakat çok da fazla ses getirmedi. Ancak fotoğraflarda büyük olasılıkla Troçki’ye ait kütüphane ve kitapların varlığı seçilebiliyordu.

İlhan Nebioğlu ise başka şeyler anlatıyor:

“Bu Troçki'nin esas oturduğu ev değildir, burada geçici kalmıştır.

Troçki'nin Rusya’dan gelip de Marsilya'ya kaçtığı ev Arap İzzet Paşa Köşkü, Çankaya Caddesi 52, Kaymakamlık Binasından iki bahçe sonra deniz kenarında bir tarihi Köşktü.
Bir İtalyan mimar tarafından yapılan bu nadir bulunabilecek "Palladio", maalesef 1974-1975 yılında Karadenizli bir müteahhit tarafından satın alınıp yerle bir edildi.

O yılın Şubat ayında Babamla adaya gidip Çelik Gülersoy’u da yanımıza alıp durdurmaya çalıştık, gözyaşlarımla tavandaki resimlerin sökülüp çöpe atıldığını, Mısır mermerinden yapılmış muhteşem şöminelerin işçiler tarafından parçalandığını dün gibi hatırlıyorum, çok ağlamıştım.

Ardından o zamanın Bel. Bşk.ını arayarak o hain Müteahhide binanın aynısını tekrar yaptırma cezası çıkarttırdık,( neye yarar?) ve bugün binada "Troçki burada yaşamıştır" yazısı bulunmaktadır !!! Yalan! İki katli Palladiodan dört katli apartman ortaya çıktı.

Türklerin tarihi mimari aşkı!

Güzelim o yemyeşil ağaçların, havuzların, heykellerin olduğu denize kadar uzanan o bahçeye de apartmanlar dikildi, galiba bugün orada yirmi otuz adet daire bulunmakta.....1950'lerden yıkımına kadar yirmi yıla yakın o Köşkte kiracı olarak kalmıştık. Bu müddet zarfında zaman zaman Avrupa’dan, Rusya’dan yazarlar, araştırmacılar gelir hayranlıkla resimler çekerlerdi......Türkler ise bugün ancak uyanıp olmayanı keşfettiler, yerinde ne Troçki var, ne de Köşkü...geçici kalmıştır.” 


Lubok: popüler Rus gravür sanatı


Lubok (лубо́к) , popüler bir Rus gravür sanatıdır.

Malum gravür, Fransızca “Gravure” sözcüğünden gelmekte. Kazıma resim sanatı demek.

Ağaç, metal ve muşamba gibi çeşitli materyal üzerine kazınarak ya da taş üzerine yağlı kalem ile işlenerek ve baskı ile elde edilen resim ya da yazıya “gravür” adı verilmekte.

Rusya’da lubok baskıları hem evlerde hem de hanlarda dekorasyon olarak çok sık kullanıldı. Sözlü ve yazılı folklorik grafikler ve hikâyelerle betimlendi ( lubok literature- лубочная литература ).

Bu baskıların bir kısmı modern çizgi romanın öncülü olarak kabul edilir.


İşte buna 1760’lı yıllardan bir örnek: Fareler kedi gömüyor.