Moskova

Moskova

23 Ocak 2012 Pazartesi

İgor Balıktan Döndü




M.Hakkı Yazıcı

Kaynak: turkrus.com



İgor, iş arkadaşım, yeni yıl arifesinde mutlu bir şekilde yanıma geldi; elimi her zaman olduğu gibi, bütün samimiyetiyle sıkıca kavradı, tokalaştı.

Yüzünde yılbaşı arifesi neşesi vardı. Önündeki uzun tatilini her yıl severek yaptığı gibi, arkadaşlarıyla birlikte gidecekleri buz tutmuş nehir kenarında balık tutarak geçirecekti.

Merak edip sordum; balıklar büyük mü, diye. Sol eliyle sağ kolunun bileğinden biraz ilerisine kadar işaret edip, balıkların büyüklüğünü anlattı. 

İşyerinden çıkarken ben de ona Türkçe “Rasgele İgor,” dedim.

Rusya ve kış denince karsız, buzsuz bir panorama hayal edilemez. İlk göze çarpan manzaralardan biri de şu: Buz tutmuş nehirlerin, göletlerin üzerinde kendilerine uygun bir yer seçip, yerleşip, burguyla buzda açtıkları delikten oltayı sarkıtıp balık tutan öbek öbek insanlar…

Igor’un yalancısıyım; buz kalınlığı 5 cm.’e ulaştığında üzerinde yürüyerek gezilebilirmiş; 10 cm.’e ulaştığında arabayla, 40 cm.’e ulaştığında kamyonla, 1 metreye ulaştığındaysa tankla geçilebilirmiş.

Bu, bir Rus geleneği…Pek çok Rus için geleneksel "sosyalleşme" yöntemlerinden biri… 

Aslında çoğu kez maksat, balıktan ziyade, sıkıcı kış günlerinde bir bahaneyle evden çıkmak, soğukta bir şişe votkayı ahbaplarla beraber açık havada yudumlayıp hasbıhal etmek.





Örneğin, Moskova’da, Leningradski Şose'de Moskova’yı Himki’ye bağlayan büyük köprünün ayaklarında donmuş nehrin üzerinde her zaman çok sayıda balıkçı görmek olası. Şehir dışına doğru, örneğin Dimitrovskoye Şose'den otuz kırk kilometre dışarıdaki göl bölgelerinde de balıkçılar bir hayli faal.

Igor, işin ustası; daha uzaklara gitti. Moskova’dan yaklaşık ikiyüz kilometre uzakta Mojaisk’e gitti.

On günlük uzun yeni yıl tatili boyunca İgor’un balık tutma serüvenini merak edip durdum.

Tatil bitiminde, ilk iş gününde işe gittiğimde, her sabah yaptığımız gibi, bir gönül göndermesi olarak, o bana kendi dilimde dili döndüğü kadar “Günaydın,” dedi, ben de ona onun dilinde “Dobre utra,” dedim.

Mutlu ve rahatlamış görünüyordu.

Sabah çayımı alıp yanına seyirttim. Tatilinin nasıl geçtiğini, çok balık tutup, tutmadığını sordum. “Niçivo!..” deyip, pek bir şey tutamadıklarını anlatıp, kahkahalarını koyuverdi. Topu topu iki kilo kadar “podleşçik” tutabilmişti. Tuttukları balıkların yerine cep telefonunun kamerasıyla kaydettiği arkadaşlarıyla tükettikleri votkaların boş şişelerinin resimlerini, arkadaşlarıyla sarmaş dolaş çektirdikleri fotoğrafları gösterdi.

O kasıklarını tutarak gülerken, mutlu, neşeli yüzüne baktım. Aslında balığa değil, dostlarıyla muhabbete gitmişti.

***

Yazının Azerbaycan diline çevirisi:

 "İqor balıqdan qayıtdı..." ( Çeviri: Zəka Vilayətoğlu

11 Ocak 2012 Çarşamba

Benim Ded Maroz’um senin Noel Baba’nı döver!


















Kaynak:http://www.turkrus.com/


İgor, “Sen, bu yazma çizme işinde benden daha beceriklisin; bana yardım et,” dedi.
“Hayrola?” diye sordum.
Maksim, İgor’un sevgili oğlu, babasına ev ödevi vermişti: Ded Maroz’a hitaben güzel bir hediyeyi garantileyecek, ikna edici güzel bir mektup yazmasına yardımcı olmasını istiyordu.
“Hediye işini hallederim de, bu mektup işi zor,” diye hayıflanıyor İgor.
“Tamam,” dedim, “Takma kafana. Birlikte bir şeyler yazmaya çalışırız.”

***
Yeni bir yılın arifesindeyiz…
Yılbaşı yaklaşıyor ya, yeni yıl kutlamalarının sembolü Noel Baba ya da Rusya’daki karşılığı “Ded Maroz” her köşe başında kendisini göstermeye başladı.
Malum, Noel Baba, sadece sevincin ve kutlamanın değil, hediyenin de sembolü…
Bir de gazetelere bazı haberler yansıyınca çocukları tatlı bir heyecan sardı.
İrlanda'nın başkenti Dublin'de bir evin eski şömine bacasının gizli bölmesinde biri kız diğeri erkek, iki çocuk tarafından Noel Baba'ya hitaben kaleme alınmış 100 yıllık mektup bulunmuştu.
Bir başka habere göre ise notebook arzusuna kavuşmak için Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’e ve Ded Maroz’a mektup yazan Bryansk şehrinden orta okul öğrencisi Vika Petrova’yanın isteğini Medvedev olumlu cevap vermişti.

***

Yoksulu, zengini, orta hallisi; herkes, kendisine, kesesine uygun bir yılbaşı kutlamasının peşinde. Maksat, acısıyla, tatlısıyla her şeyi unutup birkaç saatliğine mutlu olabilmek. Ya sonra!?.. Sonra hayat kaldığı yerden devam edecek…

Moskova, o ünlü karlı, beyaz görüntüsüne büründü bile. Hayatı zorlaştırsa da durmaksızın yağan kar insanları mutlu ediyor.

Yılbaşı heyecanı herkesi sardı. Sevdikleriyle nasıl bir yılbaşı geçirileceğinin planları çoktan yapıldı; hediyeler alındı..

Rusya'da yılbaşı olur da, Ded Maroz’suz olur mu?

***

Igor, Ded Maroz’un gün geçtikçe Noel Baba’laştırılmasına çok içerliyor. Yeni nesilin de, tabii ki oğlu Maksim’in de bu yabancı etki altında kalmasından rahatsız.

Ded Maroz ya da Ayaz Dede, Rusların,Slavların kendi Noel Babalarına verdikleri isim.

Ancak Rusya’da her şey de olduğu gibi Batılılarınkinden farklı. Her ne kadar globalleşmeye ayak uydurmak çabasıyla, görüntüsü her geçen yıl Batılı Noel Babaya benzetilmeye, giysisinin renkleri maviden, kırmızıya dönüştürülmeye çalışılsa da Ded Maroz farklı. Hem kültürü, hem de görüntüsüyle.

Moskova Ded Maroz Okulu Müdürü Aleksandr Frolov, “Rus Ayaz Dede, batıdaki Noel Baba’dan çok farklı. Bizim Ayaz Dedeler daha insancıl, daha sıcakkanlı ve daha neşelidir,” diyor.

***

“Biliyor musun?” diyor İgor,
Halinden araya yine bir fıkra sıkıştıracağını anlıyorum. Ama tutmak ne mümkün;
“Bir yılbaşı gecesi Ded Maroz’la Santa Klaus (Noel Baba) Sibirya’da küçük bir köyde, bir evin önünde karşılaşmışlar,” diye başlıyor.
























“Pek beklemedikleri bir anda karşılaşmış olduklarından her ikisi de şaşkınmış. Bir sure birbirlerini süzüyorlar. Noel Baba, sessizliği bozup, ‘Hello!’ diye söze başlıyor. İngilizce konuşan koca göbekli meslekdaşını garipseyen tavırlarla süzmeye devam eden Ded Maroz, başıyla selamlıyor.
Noel Baba, ‘nasıl gidiyor işler?’ diye sorarak muhabbetini sürdürüyor. Ded Maroz, ‘Eh işte idare ediyoruz,’ diye cevap veriyor.
Hafifçe kafayı bulmuş olduğu her halinden belli olan Noel Baba, şen şakrak konuşmasını surdürüyor. ‘Yahu üstad, yabancılar için bu ülkede iş yapmak çok zormuş;.bürokrasi, katı kurallar, eski alışkanlıklar, yolsuzluk, trafik sorunu, her şey insanı yıldırıyor.’
İgor, lafın bu sırasında yüzüme bakıp bana laf dokundurduğunu ima eden bir şekilde göz kırpıyor.
‘Bilmem ki,’ diyor Ded Maroz. ‘Ben bu ülkede doğdum, büyüdüm. Başkasını bilmiyorum. Belki de haklısın…’ diye kısa kesiyor.
Kol kırılır, yen içinde kalır. Bir yabancının yanında kendi ülkesini kötüleyecek değil ya…
Neyse biraz hoşbeşten sonra sıra işe geliyor. Ded Maroz,’Evin bacasını gösterip sen önden buyur,’diyor, ‘Ne de olsa misafir sayılırsın.’
Aslında Ded Maroz, kibarlıktan ziyade kurnazlık peşindeymiş. Noel Baba’nın koca göbeği ve bu sarhoş haliyle bacadan içeri girebilse bile çıkarken sıkışacağını anlamış.
Nitekim de öyle olmuş Noel Baba bacanın içinde şıkışıp kalmış.
Ded Maroz, “Hay allah, dostum biraz sabret ben bir koşu itfaiyeye haber vereyim, gelip seni kurtarsınlar,’diyor cep telefonundan yakındaki kasabanın itfaiyesini arayıp, durumu anlatıyor. Sonrasında o köydeki işini bitirip, görevini tamamlamak üzere diğer köylere doğru yola çıkar.”
İgor, tepkimi ölçmek için bana bakıyor.
“Eee?..”diyorum.
İgor,”Bu kadar,” diyor. “Anekdot bu kadar.”

***






Rus çocukları, bu yılbaşında da, hayallerini süsleyen Ded Maroz’un ona eşlik eden torunu Sneguroçka’yla (Kar Prensesi) birlikte üç atın çektiği geleneksel kızaklı arabası Rus troykasıyla gelip onlara hediyelerini vermesini bekleyecekler. Ve tabii ki umdukları hediyeleri alanlar çok mutlu olacaklar.

Ded Maroz, bu hediyelerin yanısıra dünyanın barışı, sevgiyi, mutluluğu hak eden bütün çocuklarına mutlu, huzurlu bir yeni yıl armağan etmek istiyor.

Herkese, ırk, din, dil, milliyet, cinsiyet ayrımı yapmaksızın, kardeşçe yaşanan, mutlu, sağlıklı, refah içinde yeni bir yıl dileğiyle!...

Sovyetler gitti, ‘Sovyetler’ kaldı…












Hakan Aksay
http://www.rusya.ru/


SSCB'nin dağılmasından 20 yıl sonra "Sovyet" kelimesi bazen hakaret olarak kullanılır oldu. Siyasi muhalefetin bir bölümü ise "Sovyet" kavramına sahip çıkıyor.

Zaman ne kadar hızlı geçiyor! Geçenlerde Sovyetler Birliği, dağılmasının 20. yıldönümünde hatırlandı.

Dünyanın en büyük iki devletinden biri, kısa sürede neredeyse kendiliğinden yok olup gitmişti.

Ama tarih, iz bırakmadan geçip gitmiyor. 20 yıl önce nelerin, nasıl olduğu üzerine farklı yorumlar ve tartışmalar sürüp gitse de, neredeyse tartışmasız bazı şeyler kaldı geride.

En başta da insanlar... 20 yıl önce de var olan, bugün de yaşayan ve epeyce bir süre daha 15 ülkenin nüfusu içinde yer alacak olan insanlar… Bu insanların karakterleri, alışkanlıkları, üslupları…
Kim bunlar?

Eski Sovyetler…Yani Sovyetler Birliği yurttaşları…

Geçmişin üzerine sünger çekmek isteyenler istediği kadar reddetsin, “Sovyet insanı” diye bir şey vardı… Ve belki de önemli ölçüde hâlâ var…

Ama konu hassas!.. Bazı kelimeler gibi “Sovyet” de ağız-dil yakıyor…

- Ben mi Sovyetmişim? Asıl sensin Sovyet olan!

On yıllar boyunca bir halkı ve bir insan tipini tanımlamak için kullanılan “Sovyet” kelimesi kimilerince bir hakarete dönüştü.

Ülkenin ve zamanın değiştiğini anlamayan, eski alışkanlıklarından vazgeçemeyen, geçmişe özlem duyan insanlar, bu kelimeyle aşağılanıyor artık.

Ya “Sovyet” diyerek hakaret ediyorlar, ya da “sovok”... İkinci kelime, faraş anlamına geliyor. Ama ilkine çok benzemesi ve aşağılayıcı vurguyu artırması nedeniyle daha sık kullanılıyor.

Bazı teorisyenler “Sovyet” diye bir halkın hiçbir zaman bulunmadığını, bunun uydurma bir kavram olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. SSCB'nin Rus, Özbek, Azeri ve diğer halklardan oluştuğunu, Sovyet halkından ve Sovyet insanından söz etmenin yanlış olacağını anlatıyorlar.

Ortada (yetim) kalan bu kelimeye yalnızca bazı siyasi muhalifler sahip çıkıyor.

Onlar zaten şu ya da bu şekilde Sovyetler Birliği'ni yeniden kurmayı hedefledikleri için, Sovyet halkının varlığını sürdürdüğünü kendilerine dayanak yapmaya çalışıyorlar.

Bir de zaman zaman, kendini eski alışkanlıklarının etkisi altında gören ve insanların değişmesinin uzun zaman alacağını hisseden kişiler, hâlâ Sovyet olduklarını acı bir gülümsemeyle itiraf ediyorlar.

Kimdir “homo sovieticus”, yani“Sovyet insanı”?

70 küsur yıl içinde ister Rus, ister Ukraynalı, isterse de Tacik olsun, herkes ortak özelliklerin (tarih, ideoloji, kültür, politika, hukuk, dil vb.) etkisi altında biçimlendi. Komünist Partisi'ne bağlılık yeminleriyle büyütüldü. Ortak psikoloji ve alışkanlıklar edindi. Bu gerçeği kimse inkâr etmiyor.

Sovyet kavramını övgüyle kullananlar, bunun yurtseverlik, yardımseverlik, fedakârlık gibi anlamlara geldiğini söylüyor.

Karşıtları ise, aynı kelimeyi koşulsuz itaatkârlık, korkaklık, tembellik, eşitlik ilkesine körü körüne bağlılık ve bundan kaynaklanan kıskançlık, çekememezlik olarak yorumluyor.

Nasreddin Hoca'nın dediği gibi, her iki tarafa da “Sen de haklısın” demek geliyor bazen insanın içinden. Koskoca bir tarih yaşandı; geçmiş iyi-kötü bir yığın şey bıraktı ortada. İyileri kabul edip kötüleri yok saymak, ya da tersini yapmak, kendini aldatmak olur.

Gerçek olan bir şey var ki, o da Sovyet insanının, alışkanlıkların daha uzun süre ortadan kaybolmayacağıdır. İşte Sovyet cumhuriyetlerindeki insanlar - onlar istedikleri kadar kendilerini “yeni” ilan etseler de - hâlâ eski, bildiğimiz insanlar.

Evet, yeni elbiseler giydiler, ara sıra yabancı kelimeler kullanır oldular, yeni partiler kurdular, sokaklara ve meydanlara yeni adlar yakıştırdılar. Ama konuşmaları, şakaları, küfürleri, içki içişleri, bakışları, yürüyüşleri değişmedi. Kimse aydan gelmedi.

İktidarların ve liberal yenilikçilerin hoşuna gitse de gitmese de, bütün eski Sovyet ülkelerinde daha uzun süre yaşayacak Sovyet psikolojisi.

Çünkü toplumlar, insanlar, yasalarla bir anda yenilenemiyor. Karakterler, tabelalar kadar kolay değiştirilemiyor.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Ruslar Yeni Yıldan Umutlu











Ruslar,yapılan anket sonuçlarına göre yeni yıldan umutlu.

Rusların yüzde 16’sına yakını yeni yıldan sadece daha iyiye giden değişiklikler beklerken, %9’u yeni yılın fiyat artışı ve hayat standartlarının kötüleşmesi dışında hiçbir şey getirmeyeceği savundu. Katılımcıların %5’i 2012’de dünyanın sonunun geleceğini düşünüyor.

Bir internet portalında yapılan bu ankete Rusya genelinde 158 merkezde 18 yaşından büyük olmak üzere 1000 kişi katıldı. Anket Rusların yeni yıldan beklentilerini ortaya koydu.

Halkın çoğunluğu 2012’nin güzel şeyler getireceğine inanırken ankete cevap verenlerin 9%’u yeni yılla birlikte hayat şartlarının zorlaşacağından endişe duyuyor.Sonuçlara göre %8, 2012’nin ilk başta refah seviyesinde olmak üzere her anlamda istikrar getireceğini düşünüyor. Katılımcıların %7’si maaşlarında zam beklerken, %6 yeni yıldan özel bir şey beklemedikleri şeklinde yanıt verdi. Yine %6’sı 2012’nin kendilerine aile refahı ve manevi huzur, mutluluk getireceğine inanıyor. %5 ise şans ve kariyerlerinde yükselmeyi umuyor.

Ancak ankete katılanların %5’i 2012’de dünyanın sonunun olacağı görüşünde. Bazıları 21 Aralık 2012’de biten Maya Takvimi’ne inanırken diğerleri 3.Dünya Savaşı, küresel ısınıma, ya da bir göktaşı çarpması sonucu dünyanın sonunun geleceği görüşünde birleşiyor.

Kaynak: http://www.gazetem.ru/

Moskova dünyanın en büyük 10 şehri arasına girecek












Moskova 2012 yılında genişlemesi sayesinde dünyanın en büyük 10 şehri arasına girecek.

İtar Tass ajansı tarafından yapılan açıklamaya göre, 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren Moskova Bölgesi’ne ait olan alanların resmen Moskova şehrine dahil olması ile beraber Moskova’nın yüzölçümü 2.4 kat artacak. Moskova Bölgesi’ndeki belirlenen bölgelerin Moskova’ya geçmesi ile beraber burada yaşayanlar da Moskovalı olacaklar. Ayrıca, Moskova’ya ait olacak yeni yerlerde gelişim planı kapsamında bu alanlar yeni bir yüze kavuşacaklar.

Resmi prosedürlerin sona ermesi ve resmen yeni yerlerin Moskova’ya dahil olması ile beraber Moskova yüzölçümü olarak dünyada Sidney, Kinshasa, Buenos Aires, Karaçi ve Aleksandriya şehirlerinden sonra altıncı sıraya yerleşirken, nufüs olarak yeni alanlarda sadece 250 bin kişi yaşadığı için hiçbir değişiklik olmayacak ve Şangay, Mumbai, Sao Paulo, İstanbul, Karaçi ve Delhi’den sonra yedinci sırada yer alacak.

Kaynak: www.gazetem.ru/

19 Aralık 2011 Pazartesi

St.Petersburg: Artık başka bir dünyaya ait olan şehir












Nazlı Eray
Akşam


30'dan fazla kitabıyla üretken bir yazar Nazlı Eray. Hayalci, fantastik ve kesinlikle etkileyici. 'Çilekli bir kup dondurmanın içinde okurlara katı gerçekler de anlatıyorum' diyen Nazlı Eray, AKŞAM PAZAR okurları için St. Petersburg'u yazdı.

Çok değişik bir kente giriyorum ve orada geçireceğim sekiz saat boyunca, beynimin içinde unutulmaz anılarım oluşacak, beynim sanki bir kamerayla kentin görüntülerini çekecek ve ben soğuk kış gecelerinde, evimde bu kenti düşüneceğim. Herhalde kolay unutamayacağım orayı.

Bunları düşünerek St. Petersburg'dan içeri daldım. Hiç yanılmamışım düşüncelerimde; şehir, içine girer girmez yakama yapıştı ve beni bir daha bırakmadı. Oysa az görmüştüm orayı, topu topu yedi-sekiz saat. Gördüğüm en tuhaf, en etkileyici, belki ürkütücü ve hüzünlü kentlerden biriydi St. Petersburg. İlkbahardan yaza geçerken bir gün Alexander Nevsky Caddesi'ne ayak basmıştım, akşamları beyaz geceler devam ediyor, saat gece 11.30'da bile gökyüzünde parlak bir aydınlık oluyordu. Başlı başına bu ışık, bu gelmeyen gece, sarhoş etmeye yetmişti beni, günün bütün saatleri karmakarışıktı beynimin içinde; Alexander Nevsky Caddesi'nde yürürken bir sabah mıydı yoksa bir akşamüstü mü, bilmiyordum.?Daha önce görmediğim genişlikte upuzun caddeler, durmuş oturmuş büyük binalar; fakat tuhaf bir eskimişlik, bir tarihin içine sıkışmışlık; Çarlık devrinden kalma pırıltılı saraylar ve oyuncak gibi rengarenk, akıl almaz güzellikte, soğan biçimli kubbeli kiliseler; onların hemen kenarına komünizmin kente hakim olduğu zamanlarda yapılmış, uzayıp giden sosyal konutlar; ürkütücü bir biteviyelik ve bütün bunların üstüne çökmüş olan zaman.
O dünyaların ikisini de eskitip sarartmış olan zaman. Hüzün ve artık olmayan bir şeylerin izleri...

FİLM PLATOSU GİBİ

İşte bu muhteşem kent, adeta bir Orson Welles filminin dev platosunu andıran St. Petersburg bana tüm bunları bir anda çağrıştırdı.

Hermitage'ın olduğu uçsuz bucaksız meydandayım. Hafif bir rüzgar yerdeki kuru yapraklarla oynuyor. Bu olağanüstü zengin müzeye girip, kaybedecek zamanımın olmadığını anlıyorum. Belki eşsiz mücevherlerin sergilendiği bölümü daha sonra gezebilirim. Kapıda uzun kuyruk...

Uzaklaşıyorum meydandan. Yavaş yavaş akmakta olan Neva Nehri'ni görüyorum o an. Nehrin üstündeki köprünün demirlerine dayanıp birçok şey düşünmeye başlıyorum. Bu kentin insanları... Ünlü yazar Puşkin. Güzel karısına göz koydu diye düello ettiği Dantes. Puşkin çirkin, maymun gibi. Karısı Nathalie. O bir rüya. Beyazlar içinde bir resmi yatağımın yanında durur. Kara Nehir kenarında yapılan düello da Puşkin ağır yaralanır, 36 saat yaşar. Evine taşırlar onu. Orada, üst kattaki odasında kan kaybından ölür. Puşkin'in dadısı Arina. Ona çocukluğundan beri bakan yaşlı, şişman Rus kadın Arina. ?Lenin Caddesi'nde yürüyorum şimdi. Devrim'den sonra Lenin, karısı Krupskaya ile o zamanlar Çar II. Nikola'nın kışlık sarayı olan Hermitage'a yerleşmişti. Krupskaya'nın çocuğu olmuyordu. Zehirli guatrı vardı.

Moskova'da Lenin'in mumyasını görmüştüm. Bir yıl önce. Mumya yeraltındaydı, tepeden bir spotla aydınlatılmıştı. Lenin siyah takım elbisesinin içinde orada yatıyordu. Bordo bir kadife örtünün üstünde. Gözleri kapalıydı, kravatı özenle bağlanmıştı. Ufalmıştı boyu. 'Bu bir bebek!' diye bağırmıştım onu görünce. 'Gerçek olamaz!'

Ama yanına yaklaşınca mumyanın gerçek olduğunu anladım. Sanki yeni tıraş olmuştu yüzü. İncecik çıkan sakalını yaklaşınca görmüştüm.

Yürüyorum St. Petersburg'da. Hotel Europa. Kül tablalarının bile altınla kaplanmış olduğu lüks, pahalı bir otel. Ama onda da bir eskilik, bir başka dünyaya ait olma havası var.

Birden buluyorum kafamdaki sorunun yanıtını.

St. Petersburg.

Artık başka bir dünyaya ait olan bir kent burası. Zengin geçmişiyle, içinde yaşanan dramlarla, şu anki ürkütücülüğü ve başıboşluğuyla başka bir dünyanın şehri burası.

GOGOL GECELERİ

Bunu bulunca rahatlıyorum. Burada geceler Gogol'un geceleri... Benim için St. Petersburg'da geceler ünlü yazar Gogol'a ait olmalı. Onun o bürokrasiyi kamçılayan, yer yer fantastik olan öyküleriyle, geceler Gogol'un. Paltosu çalınan bir zavallı memurun hortlayan ruhu gece yarısı St. Petersburg sokaklarında dolaşır ve çalınan paltosunu arar...

Az ileride Aurora Gemisi. 1918 ihtilalini yapan gemi. Şehrin el değiştirmesi...

Bir cafe'de piruşki yerken bir Rus ile konuşuyorum.

'Lenin nasıldı?'

'Belki de eşcinseldi' diyor.

Şaşkınım.

'Öyle mi?'

'Bu bir argüman' diyor. Kahvesini içiyor.

Artık hiçbir ideolojiye ait olmayan, sanki yalnız kalmış, binalarının boyaları eskimiş ve solmuş, gücüyle bana adeta bir tokat atan şehir, St. Petersburg. ?Beni gittikçe içine çekiyor.

'Pekiyi Stalin bu kentte yaşadı mı?' diye soruyorum. 'Hayır, o Moskova'yı severdi' diyor Rus. Kahvesinden bir yudum daha alıyor.

'Şu Lenin hakkındaki az önceki söylediğiniz... İnanmadım' diyorum. 'Hiç duymadım. Dünyada duyulmadı.'

'Kim bilir...' diyor Rus. 'Konuşulur bu.'

St. Petersburg'da her şeye hazırdım, gene de şaşırdım biraz. Bu, devrimcileri tedirgin eder, diye düşündüm. Gene de yazmalıyım bunu, St. Petersburg'un gözümde bir parçası olan Lenin hakkında bir 'yoldaş'ın fısıltısı bu.

St. Petersburg. İnanılmaz bir kent.

Şimdi mavi beyaz bir sarayın önündeyim. Katerin Sarayı olmalı bu. Nefis bir düğün pastası gibi önümde uzanıyor. Öyle büyük, öyle görkemli ki. Uçuk mavi, beyaz ve altın rengi kubbeler... Bir rüya sarayı.

İçindeki bir odaya girip, o gece orada uyumak istiyorum. Çar'ın yatağında deliksiz bir uykuya dalayım, sabah o görkemin içinde uyanayım, aklıma hiç devrim filan gelmesin. Yiyip içeyim aynı Çar'ın yaptığı gibi...

Fakat Nikolai Gogol'un gecesi peşimi bırakmıyor. Şehir birden ürkütücü bir hal alıyor, sokaklarda yalnızlık var şimdi. Gogol, St. Petersburg'da yaşamış ve en ünlü eserini burada vermişti. Kafamda, 'Bir Delinin Hatıra Defteri', 'Müfettiş', 'Palto'... Tekrar Alexander Nevsky Caddesi'nde yürüyorum. Gogol'un gecesinin içinde.

Şehir başlı başına bir içki gibi, günün her rengi ve saatiyle başımı döndürüyor.

Petergof - Yazlık Saray.?Ulaşıyorum oraya. Gördüğüm ihtişam şaşırtıyor beni. Yemyeşil bir ormanın içinde altın renkli heykeller, onlarca altın adam, havaya fışkıran fıskiyeler, kat kat şelale olup akan sular, köprülerin üstünde kameralara poz veren yeni evlenmiş gelin ve damatlar. Bembeyaz gelinlikli Rus kızları... Altın heykeller gözlerimi kamaştırıyor, sular, fıskiyeler ıslatıyorlar beni, yakınlarına gidiyorum, altından adalelerine dokunuyorum.

Yeniden Alexander Nevsky Caddesi'ndeyim.

Şehir eski ve köhne. Yıllardır boyanmamış yapılar çevremde. Bir kapıdan içeriye girsem, bu kentin gecesini burada yaşasam, daracık bir sosyal konutun küf kokan bir odasında. Bir işçi gibi uyansam sabah. Şapkamda çekiç-orak amblemi olsa. Dünyanın yükünü sırtımda taşısam. Akşam köşe başındaki yoldaşların gittiği kahveye gitsem. Cebimde birkaç ruble olsa. İçimde inancım.

Çelişkiler kenti St. Petersburg. Seni nasıl unutabilirim? Rüyalarda görülen, kötü, zedelenmiş bir çocukluğun rengi var sende.

Çariçe'nin hekimi ve danışmanı Rasputin. Yusupof Sarayı'nda bir yemekte zehirli şarapla zehirleniyor. Ölmüyor. Yürüyor yollarda. Bir iki kurşun sıkıyorlar. Gene ölmüyor. Neva Nehri'nin içinde çırpınıyor.

Tüylerim diken diken.

Neva Nehri yanı başımdan akıyor. Senden korkuyorum ama aşık oldum sana St. Petersburg. Ayrılamıyorum köprünün üstünden.

18 Aralık 2011 Pazar

Rusya 8 yılda 2,3 milyon küçüldü












Rusya Federal Devlet İstatistik Kurumu (Rosstat) Sovyet sonrası dönemde yapılan ikinci nüfusa sayımı ile ilgili sonuçları yayınlamaya devam ediyor. Buna göre 2002’de 145,2 milyon olan Rusya nüfusu, 2010’da 142,9 milyona geriledi.

Düşük doğum oranı, yaşam sürelerinin giderek kısalması ve diğer etkenler nedeni ile özellikle kırsa kesimde köy ve kasabalar hayalet şehirlere dönüşüyor. 2002’den bu yana tamamı ile terk edilen kasaba sayısı 8 bin 500’ü geçti. Tüm Rusya’da bulunan 134 bin kasabadan, 19 bin 400’ünde sürekli yaşayan kimse kalmadı.

Kadınlar erkeklerden 10,7 milyon daha fazla

Yeni verilere göre kadın nüfusun erkek nüfusa oranında da olumsuz gelişme var. Buna göre 2002’de kadınlar 10 milyon erkeklerden daha fazla iken, şimdi fark 10,7 milyona çıktı. 76 milyon 700 bin bayanın yaşadığı ülkede erkek nüfusu ise 66 milyon 205 bin.

Kent ve kırsal alanda yaşayan nüfusta da önemli göstergeler var. Buna göre 2002’de 106 milyon 427 bin kişi kentlerde yaşarken, şimdi bu rakam 105 milyon 318 bine geriledi. Kırsal kesimde ise 2002’de 38 milyon 737 bin olan nüfus, 37 milyon 587 bine düştü.

Rusya nüfusu 2002’ye göre daha yaşlı hale geldi. 10 yıl önce 37,7 olan ortalama yaş oranı 39’a çıktı.

Nüfus sayımı ile ilgili bir başka ilginç sonuç ise 100’den fazla etnik toplumun yaşadığı ülkede kimliklerle ilgili. Nüfusun yüzde 80,9’u kendisini Rus olarak tanımlıyor. Ruslardan sonra yüzde 3,9’la en kalabalık nüfus Tatarlara ait. Kendini Ukraynalı olarak tanımlayanların oranı ise 2002’de yüzde 2 iken, şimdi yüzde 1,4’e gerilemiş durumda.

Rusya’nın 63 bölgesinde nüfus geriye giderken 20 bölgede nüfus artışı yaşandı. En büyük nüfus artışının yaşandığı kentlerden biri de Moskova. 2002’de 10 milyon 382 bin olan başkentin nüfusu 11 milyon 514 bine yükseldi. Ülkenin ikinci büyük kenti St. Petersburg ise 2002’de 4 milyon 661 bin iken, şimdi 4 milyon 848 bine çıktı.

Faruk Akkan, Moskova, Cihan