Moskova

Moskova

17 Haziran 2011 Cuma

İşte gerçek denizkızı











Rus bilim kadını Natalia Avseenko, eksi 1.5 santigrat derecedeki suya çıplak giriyor ve su altında 10 dakikadan fazla beyaz balinalarla birlikte yüzüyor

Posta

Rusya'nın kuzey batısındaki Murmansk Oblast bölgesinde balinalar üzerinde araştırma yapan Rus bilim ekibinin kadın üyesi 38 yaşındaki Natalia Avseenko, beyaz balinaları yakından gözlemek için eksi 1.5 santigrat derecedeki suya çıplak giriyor. Uzmanlar, beyaz balinaların dalgıç giysisi benzeri yapay malzemelerle dokunulmasından hoşlanmadığını söylüyor.

Yoga tekniği sayesinde 10 dakikadan fazla bir süre su altında kalmayı başaran Avseenko, bilim dünyasını hayrete düşürüyor. Normal koşullarda bir insanın sıfırın altındaki deniz suyunda ortalama 5 dakika hayatta kalabildiği belirtiliyor.

BEYAZ BALİNALAR

Beyaz balina, ak balina, beluga balinası ya da yalnızca beluga (Delphinapterus leucas),yaşam alanı arktik ve arktik altı denizler olan bu (nadiren karadenizde rastlanır) memeli için kullanılan "beluga" adı, Rusça'da "beyaz" anlamına gelen (belukha) sözcüğünden türemiştir. Hayvanın Latince olan bilimsel adı ise "beyaz (leucas), yüzgeçsiz (-apterus) yunus (delphin-)" anlamını taşıyor. Bu deniz memelisinin Türkiye'nin gündeminde yer alışı, Ukrayna'nın Sivastopol şehrindeki bir araştırma enstitüsünden kaçtığı belirtilen ve 25 Ocak 1992'de Gerze limanına gelip, bölge halkı tarafından Aydın olarak adlandırılan bir beyaz balina ile olmuştur.

10 Haziran 2011 Cuma

Vizesiz Moskova Rehberi














Ürün Dirier
Aktüel


Moskova’ya ayak bastığınızda ilk sınavı trafikte veriyorsunuz. Üstelik hayli zorlu bir sınav bu. Hava limanından merkeze gitmek için boşuna taksi aramayın, bulamazsınız. Önünüze çıkan herhangi bir araca elinizle işaret ettiğinizde hemen duracaktır. Sizi istediğiniz yerepazarlıkla götürecek, hazırlıklı olun. Moskova’da en kısa mesafe beş dolar, hava alanından merkez ise 50 dolar, daha fazlasına razı olmayın…

Trafik genellikle çok yoğun, hem de yollar gidiş dönüş sekizer şerit olmasına rağmen. Saatlerce aynı noktada beklediğiniz için siz sinir krizi geçirirken şoförünüz ise son derece sakin görünecektir, çünkü halk SSCB döneminden kalma bir disiplin ile her türlü kuyrukta beklemeye alışkın. Ancak trafikte arıza çıkaranlar da var. Azeriler, Ermeniler ve Çeçenler beklemeyi pek sevmiyor… Burada kornaya basmak da büyük bir küfür olarak kabul ediliyor. Trafiğe alkollü çıkmak ise neredeyse imkansız.Trafikte alkol limiti 0. Rusların ekmek mayasından yapılma Kvas isimli yerel bir içecekleri var, yüzde bir alkol içeriyor, ama trafiğe çıkarken Kvas bile içmemeniz gerekiyor. Bu şehirde gençlerin en çok rağbet gösterdiği mesleklerden biri trafik polisliği, çünkü çok kazandırıyor. Halk ise polislerden ama özellikle trafik polislerinden nefret ediyor. Amaçları trafiği düzene sokmaktan çok küçük bir hata yakalayıp rüşveti cebe indirmek.

Evler çok pahalı

Şehre gelmeden otelinizi ayarlayın. Zira en ucuz otel odasının günlüğü 150 dolar. Burada aslında hemen her şey çok pahalı. İstanbul’da bin liralık bir ev, burada 1500 dolar… Dünyadaki en pahalı emlak piyasalarından birine sahip Moskova. Evlerde ya tek ya da iki odalı. Çoğu da Stalin döneminden kalma, “herkese bir ev” mantığıyla yapılmış 50 - 60 metrekarelik evler. Hemen her ailede böyle bir evin tapusu var. Gençler evlendiklerinde ayrı kiraya çıkacak paraları olmadığı için yine aileleriyle aynı evde yaşamaya devam ediyorlar. Evden ayrılmayı tercih edenler de babuşka denen, yaşlı Rus kadınların evinde kiralık bir oda tutuyor. Bir de komünalka denen, devlet tarafından verilen ve birkaç ailenin bir arada yaşadığı üç odalı daireler bulunuyor.

Meşrubat niyetine bira içiyorlar

Rus halkı içmeyi seviyor. Hatta sabah elinde birayla metroya binen iş kadınları görmek çok doğal. Metrolarda yaşlılar genellikle gençleri eleştirip duruyor. Komünist rejime alışkın yaşlıların yaşam tarzları gençlerinkinden oldukça farklı. Gençler kazandığı parayı gece kulüplerinde eğlenerek harcıyor. Yaşlılar ise sanata ve eğitime, kitap okumaya düşkün. Ama onlar da dansa meraklı. Bahar aylarında devlet radyosu parklara müzik yayını yapıyor, yaşlı emekliler de birbirlerine sarılarak dans ediyorlar.

Rus erkeğini çekmek zor.

Rus kadını çok verici ve fedakâr. Rus erkeği ise çok fazla içiyor ve sadakatsiz. Ancak hoş tarafları da var, örneğin bir kadınla buluşacağı zaman mutlaka elinde çiçeğiyle gidiyor. Rusya’da bu bir ön şart. Ayrıca asla kadının elini cebine attırmıyor, centilmen… Ancak evlenince evin yükü kadının omuzlarında. Hatta sıklıkla erkek evde yatıyor, sadece kadın çalışıyor. Rusya’da kadın her alanda çalışıyor. Tramvay ve metro şoförleri, inşaat işçileri, boyacılar hep kadın. Her türlü ağır sanayi işini de kadınlar yapıyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra erkek nüfusunun azalması yüzünden tüm hayat yükü kadınların sırtına binmiş. Gençler, çok küçük yaşlarda evleniyorlar, ancak bu evlilikler birkaç yıl sonra genelde erkeğin başka bir kadının peşine düşüp evi terk etmesiyle sonuçlanıyor. Rusya bu sebeple genç, yalnız annelerle dolu.

Dikkat! Dayak yiyebilirsiniz!

Moskova’da her caddede bir gece kulübü bulunuyor, zira genç Ruslar eğlenceye çok düşkün. Yanlarında eşleri ya da sevgilileri bile olsa başkalarıyla dans edebiliyorlar. Yabancılarla tanışıp konuşmak onlar için gayet normal. Ama bu, Türk erkeğinin Moskova kulüplerine akıp cüretkar teklifler yapabileceği, Rus kadınlarına iltifatlar yağdırabileceği anlamına gelmiyor. Bu şekilde davranıp Rus erkeklerden dayak yiyen Türk sayısı oldukça fazla. Rus erkeği içince çok kıskanç olabiliyor, kadınlarına nasıl bakıldığını biliyor ve bunu hazmedemiyorlar. Burada kızlar da bir erkek için kıyasıya dövüşebiliyor.

Bir de oligarklar var.

SSCB dağıldıktan sonra 90’ların başındaki özelleştirmeler sırasında kurnaz davranarak zengin olmuş sonradan görmelere oligark deniyor. Onlar daha çok Batılı şarkıcı ve dansçıları getirttikleri özel partilerde eğleniyorlar. Eğlence anlayışları da Arap şeyhleriyle Amerikalı rap yıldızı arasında bir yerlerde. Hummer cipler, lüks spor otomobiller ve limuzinlerle gezip 2 bin metrekarelik evler yaptırıyorlar. Erkeklerin evlense bile birçok sevgilileri oluyor. Oligarklar, Lubyanka-Okothny Ryad/ Teatralnaya üçgenindeki kulüplerde eğleniyorlar. Ruslar’ın bir eğlencesi de kumar oynamak. Ancak iki yıl önce bütün kumarhaneler kapatılmış. Şu an illegal olarak internet kafelerde kumar oynatılıyor. Bir başka keyifleri ise saunalar. Bir de herkesin dinlenme evi yani bir dacha’sı var şehir dışında. Bu evlerde mangal yapıp ailecek yiyip içiyorlar hafta sonlarında. Moskova’da her 100 metrede bir eczaneye rastlayabilirsiniz. Eczanelerde genellikle kuyruk oluyor. Çünkü Ruslar vitamin haplarıyla yaşıyor. Nedeni de havanın soğuk, sebze meyvenin az ve pahalı olması.

Krebe doyacaksınız

Rusların vazgeçilmez yiyeceği krep. Hatta gece kulüpten çıktıktan sonra biz nasıl işkembe çorbası içiyorsak onlar da krep yiyorlar. Moskova’da her köşe başında bir krepçi, bir McDonald’s, bir Burger King var. Restoranlar da var ama çok pahalı;akşam yemeği 2 bin - 3 bin ruble. İçki de içerseniz hesap 50 bin rubleyi bulabilir. Rusların, çeşitli soslarla hazırlanmış balıkları meşhur. Bahşiş şart değil, ama genelde hesabın yüzde 10-15’i kadar vermek gerekiyor. Size bir de güzel bir et lokantası önerelim: El Gaucho!.

BUNLARI BİLİN

* Rusya’da sokağa çıkarken pasaportunuzu yanınıza almayı unutmayın, aksi takdirde başınıza büyük dert açarsınız; polis sizi derhâl merkeze götürür.
* Derdinizi İngilizce anlatmaya çalışarak kendinizi boşuna yormayın, kimse bu dili bilmiyor. Zaten şehirdeki Azeriler, Özbekler, Tacikler, Ahıska Türkleri, Gürcüler ve Ermenilerin bir bölümü gayet iyi Türkçe konuşuyor.
* Sarı taksi sayısı yok denecek kadar az ve çok pahalı.* Kapkaça karşı çantanıza, cüzdanınıza dikkatedin.
* Bir Rus’a asla “kazyol” (keçi) demeyin, büyükhakaret. Söylenmeyecek diğer iki sözcük de “manyak” ve “durak”. Manyak bildiğiniz anlamda. Durak da deli demek. Eğer bu sözleri bir tartışma sırasında söylerseniz dayak yersiniz.

MOSKOVA’NIN EN POPÜLER KULÜPLERİ

1.RAY
2.BARKAD
3.KANSEPT
4.B1 VE B2
5.CESHTIR
6.OSCAR
7.PAPARAZZI
8.PAPA JOHNS
9.CARDAK
10.FANKI MAMA

(Standart gece kulüplerinde bira 80 ruble ile 300 ruble arası değişiyor. Viski açtırmak 10 bin ruble)

MOSKOVA’DA YAŞAYAN TÜRKLER ANLATIYOR

*Restoranlarda sipariş almaya çok geç gelirler. Çorbadan önce salata getirirler. Rus mutfağı çok fakir. Ancak salatada iyiler. Belli başlı yemekleri: “Sup Si” ve “Sup Bors” adlı çorbalar, “Grechka” (arpa pilavı), “Salat Olivye” (salata) ve “Rassolnik” (turşulu sulu yemek). (Kubeysi Tarhan)

* Alkol burada yaşamın bir parçası, sarhoşa kimse kötü muamele yapmaz. Kadına dayak burada çok sık görülen bir şey. İstatistiklere göre Rusya’da her üç dakikada bir kadın dayaktan ölüyor. (Fahir Atalaya)

* Bir Rus’un masası tam dolu olur. Türkiye’de “her şey dahil” otellerde tabaklarını gerekli gereksiz doldurmalarının nedeni bu alışkanlıktır. (Emir Kızanlık)

* Moskova’da her şey evrak ve kuyruklarla hallediliyor. Apartmanlar öyle bakımsız ki, içleri izmarit ve Baltika (Rus birası) şişeleriyle dolu. Ruslar birbirlerine çok güvenmiyorlar. Her daireniniki giriş kapısı var. Her katta ayrı bir çelik kapı daha var. Evlerin hepsi eşyalı olarak kiralanıyor. Burada erkek kadına nezaket göstermez, iki cins birbirine son derece eşit görünüyorlar. O kadar eşit ki sokakta kadınla erkeğin kıyasıya tekme tokat dövüştüğünü bile görebilirsiniz. (Çiğdem Ergün Özdemir)

* Rus erkekleri kadına ilgi göstermez. Sakindir ama yeri gelince kadına el kaldırmaktan da hiç çekinmezler. Erkeğin kadınla buluşmaya giderken çiçek götürmesi adettendir. (Mehmet Lalek, Türk Rus Kültür Merkezi Direktörü)

* Buradaki araç trafiği İstanbul’da olsa kitlesel katliamlar yaşanırdı ama burada saatlerce aynı noktada bekleyebiliyorlar. Öyle ki, her yıl yüzlerce kadın Moskova trafiğinde doğum yapıyor. (Barış Mutlu, TRT Moskova Temsilcisi)

* Rusya’da misafir kabul etmek, misafirliğe gitmek çok önemli. Bir yere misafirliğe gidildiğinde eli boş gidilmemeli. Pasta, şampanya, çikolata, şarap götürülebilir. Özel günlere önem verirler,arkadaşın doğum gününü kutlamamak çok ayıp karşılanır. (Yusuf Nuraydın, Pronto Tur rehberi)

* Rus kadınları çok albenili giyinir ama sokakta, metroda uluorta kimseye boncuk dağıttıklarını görmedim. Anneler çocuklarını bağrına basmaz, aralarındaki ilişki resmidir. (Fatma Yılmaz Tiryaki)

* Ruslar çok muhafazakârdır. 28 Şubat’ta eşcinsel evliliği yasal hale gelince büyük protesto gösterileri oldu. En pahalı sokakları Arbat ve Krasnaprisnenskya. En çok izlenen programları bizdeki BBG tarzı reality şovlar. Seks ve şiddet sansürsüz olarak yayınlanıyor. Rusya’da bir çocuğun vekaleti asla babaya verilmez. (Ali Yasin Demirer)

* Rusya’da ortalama bir markette içki reyonunda, sadece bira çeşidi bile en az 120’dir. Bir Rus kızını yeni tanışmışken eve çağırmak büyük hakarettir. Doğan her çocuk iki yaşına gelene kadar devlet kontrolündedir. Belli tarihlerde doktora götürmeniz gerekir, götürmezseniz polis gelir eve. (Berat İzdar)

2 Haziran 2011 Perşembe

Batıl inançlarımız ve inançları...











Kaynak: http://www.turkrus.com/

TürkRus.Com yazarlarından İsmail Boy bu kez "batıl inançlar" konusunu kaleme aldı: "Ruslarla ortak noktalarımızdan biri, onların da bizim gibi duygusal bir millet olmalarıdır. İnsanlarının duygusal olduğu ülkelerde, ister istemez bazı batıl inançları da olabiliyor. Örneğin öğrencilik yıllarımda babaannem, sınava girmeden önce mutlaka sınıfa sağ ayağımla girmemi isterdi, böylece güya sınavda hep bildiğim konulardan sorulacağına inanırdı, etkisi olmadı desem yalan olur.."

Çevremize biraz dikkatlice baktığınızda benzeri davranışları siz de fark edeceksiniz. Sizden istenilen bir bıçak veya makası elden ele vermek yerine masanın üzerine bırakıp oradan alınmasını bekleyerek doğabilecek muhtemel kavgaların da önlenmesini sağladığını düşünenler mi ararsınız, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inananlar mı istersiniz, daha neler neler… Bazı insanlar saçma bulsa da, bu tip inançların ortaya çıkardığı bir sürü davranış modelleri saymak mümkündür.

İşte bu ve benzeri inançlar Rus toplumunda da yoğun olarak yaşanıri Bugün, Rusya’nın çeşitli yerlerinde şimdiye kadar karşılaştığım bazı inançlarını sizlerle paylaşmak istiyorum;

-Bir dostunuza vereceğiniz cüzdan, vazo, fincan gibi hediyeleri içi boş olarak vermeniz uğursuzluktur, mutlaka içine bir madeni para koyup öyle vermek gerekir.

-Rusya’da çiçek vermek gibi yaygın bir gelenek olduğu herkesçe malumdur, ancak çiçek vermenin de bir ritüeli vardır, vereceğiniz çiçek sayısı mutlaka tek olmalıdır, çünkü çift sayılı çiçekler sadece cenazelere gider.

-Eğer uzun süredir görmediğiniz bir tanıdığınızı gördüğünüzde onu hemen anımsayamazsanız, kim olduğunu ancak karşınızdaki kendisini size tanıttıktan sonra hatırlarsanız o kişi yakın bir gelecekte zengin olacak demektir.

-Sokakta yürürken biri önünüzden boş kovalar taşıyarak geçerse para kaybedeceksiniz, ama kovalar özellikle su ile dolu ise kısa sürede zengin olacaksınız demektir.

-Caddede önünüzden siyah bir kedi geçmesi uğursuzluktur ve bu uğursuzluktan kurtulmak için sol omzunuza üç defa tükürmeniz gerekir.

-Kazara sokakta bir Rus’un ayağına basarsanız o da hemen dönüp sizin ayağınıza basacaktır. Sakın size kızdığını sanmayın, sadece ileride kavga etmekten kaçındığı için size karşılık vermeğe çalışıyordur.

-Yeni bir eve sizden önce kedinin girmemesine dikkat edin çünkü girerse o evde bereket ve mutluluk olmayacak demektir.

-Evden çıktıktan sonra unuttuğunuz bir şey yüzünden tekrar eve girmek uğursuzluktur, ama girmek zorunda kalındı ise de eve girer girmez aynaya bakıp dil çıkartmak gerekir.

-Eğer evin içinde ıslık çalınırsa para kaybedileceğine inanılır.

-Bir süreliğine bulunduğunuz şehirden ayrılmak zorunda kaldığınızda, evden çıkmadan önce siz ve yanınızdakiler çömelerek birkaç saniye oturup etrafındaki eşyalara bakarak vedalaşılır. Bu, eve tekrar geri dönebilmenin bir nevi garantisi sayılır, aksi halde eve geri dönmeme ihtimali olabilir.

-Kapı eşiğinde iki kişi asla tokalaşmaz, taraflardan biri mutlaka içeri veya dışarı adım atar, yoksa araları bozulur.

-Kadınların el çantalarını yere bırakmaları istenmez çünkü çantayı yere bırakmak parasız kalmak demektir.

-Genç kızlar köşeye bakan masalarda oturursa evlenmeleri 7 sene gecikir.

-Fincana dökülen çayın veya kadehe konulan votkanın üzerinde bir köpük tabakası oluşursa uğurdur, hemen o köpük alınıp saçlara sürülür, saçım kadar bol param olsun demektir.

-Cam bardak, porselen tabak gibi mutfak eşyalarının düşerek kırılması çok yakında mutlu bir haber alınacağının müjdesidir.

-Bıçak, çatal gibi sivri uçlu bir hediye verildiğinde, hediyeyi veren ile gelecekte kavga etmemek için bu hediye karşılığında küçük bir miktar para verilmesi gerekir.

-Gökyüzünde ayın büyümeye başladığı dönemlerde saçınızı kestirirseniz yerine daha hızlı, daha gür saçlar çıkar.

-Üzerinizde bir sökük veya yırtığı dikmek demek, hayatının kısalacağı demektir.

Bu örnekler, benim burada yaşarken gördüklerim. Eminim ki daha bunun gibi yüzlerce inanış vardır, hepsini araştırıp yazmak ciddi bir sosyoloji ya da antropoloji tezi konusu olabilir….

Moskovalılar tüketim "çılgını"











Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Moskova ile taşra arasında ekonomik açıdan uçurum olduğu biliniyordu ama Moskovalıların Batılı başkentlerde yaşayanlardan daha çok para harcadığı ilk kez ortaya çıktı. Cushman-Wakefield’in araştırması, bir benzerlik kurulacaksa Moskova’nın Vladivostok ya da Novosibirsk gibi Rus kentlerinden çok Berlin ya da Londra’ya benzediğini gösteriyor. Burada söz konusu olan benzerlik vatandaşların aylık harcamalarıyla ilgili. Ortalama bir Moskovalı tüketim ürünleri için yılda 10.667 dolar harcıyor. Oysa taşrada yaşayan ortalama bir Rus vatandaşının yıllık harcama kapasitesi bunu tam yarısı.

Bu açıdan bakıldığında Moskovalılar tüketim malları için yılda 7500 dolar harcayan İngilizlerle 7200 dolar harcayan Almanların önünde. Bu durum elbette Moskovalıların İngilizlerden ya da yabancılardan çok kazandığı anlamına geliyor, fark Moskovalıların gelirlerinin neredeyse yüzde 80’ini harcamasından kaynaklanıyor. Oysa Batı Avrupa’da bu oran yüzde 40 dolayında. Rusya’da ortalama gelir taşra için 694 dolar, Moskova için ise 880 dolar (25 bin ruble).

Rusça argo rehberi: Urod!

Kaynak: http://www.moskovalife.com/

İngilizce yayımlanan Moscow Times gazetesini düzenli okuyanlar için Michele A. Berdy adı tanıdık gelecektir. 20 yılı aşkın bir süredir Moskova’da yaşayan ABD'li Berdy köşesinde her hafta Rusçanın incelikleriyle ilgili yazılar yazıyor. İlginç bulduğumuz bu haftaki yazısı özetlemek istedik:

“Geçen sabah arabamın yanına gittiğimde üzerinde bir not gördüm: урод- Urod ( Türkçeye hilkat garibesi, geri zekalı, acaip şey olarak çevrilebilir) Hiç tanımadığım birinin neden böyle bir not bıraktığını kısa sürede anladım. Bu hakaretin nedeni arabamı park etme şeklimi beğenmemesiydi. Ama ben de herkes gibi park etmiştim, ne başka bir arabaya engelliyor ne de yolu kapatıyordum. Bu olayı anlattığım bir arkadaşım “Neden urod” diye sorunca Rus argosu üzerine bir şeyler karalamaya karar verdim. Aslında “urod” gerçekten de ilginç bir kelime. Kökeni “rodit” fiilinden, yani doğurmaktan geliyor. Asıl anlamı fiziksel ya da zihinsel engelli demek. Belki “v semye ni byez uroda” deyimini duymuş olabilirsiniz, yani “her ailede bir kara koyun çıkar”. Konuyla ilgili bir diğer deyim: “Moralnıy urod” yani “ahlaksız insan”.

“Urod”un anlamlarından biri de “çirkin insan”. Nereden kaynaklandığı bilinmez ama Rusçada çok ilginç bir deyim var: K urodam otnositsya supermodeli-lyudi kotorıh byez slyoz nivozmojna smotrit”, yani “ mankenler o kadar acınacak yaratıklardır ki, onlara göz yaşlarına boğulmadan bakamazsınız!”

“Urod”un diğer anlamları arasında “gayri meşru çocuk” ve “hayvan” da var. Ayrıca çok iğrenç bulunan bir kişi için “vırodok” deniliyor. Tabii, bu ağır bir haraket olduğu için kişinin yüzüne söylememenizde fayda var!

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Aşkınızı devlete teslim eder misiniz?






Çınar Oksay
Radikal





İstanbul’a dönüşte böyle hissetmezdim. Belki hasretini iyi bildiğimden, uçağın tekeri piste değdiğinde kalbim hafifçe sızlar, içimden gülümserim hep. Bu kez öyle olmadı.
Trafiksiz bir saatte, bayıldığım püfür püfür sahil yolunu değil, daha kısa olan otobanı seçtim. Evde birikmiş gazete yığınını elime aldığımda yüzümdeki ekşimeyi neredeyse kendim görecektim. Hiçbirine bakmak gelmedi içimden.

Hermitage Müzesi’nde Matisse, Monet, Gauguin… Dostoyevski’nin izinde Petersburg kanalları… Mariinsky Tiyatrosu, geniş sokakları, yeşil alanları, hayatı aşk gibi yaşayan insanlarıyla Moskova… Bir haftalık Rusya seyahatinden sonra Türkiye gündemi hiç çekilmiyordu.

Birbirine “yalan makinesi”, “korkak” diyen politikacılar… Seks kasetlerine, pornoya takılı kafalar… Of ki ne of!

Yokluğumda çıta iyice yükselmiş. İki kitap yasaklanmak üzere. Muzır Kurulu küllerinden doğmuş! Başbakan YGS skandalını yazan gazeteciye “Gelecekte bedelini çok ağır ödeyecek” diyebilmiş. Köşelerde çağdışı internet filtrelemesi atışması taze fikirler doğurmuş!

Üslup, düzey hak getire. Bu ucuz gündemde insanı bu ülkede yaşadığı için mutlu eden, umut veren bir şey yok. İçim sıkışıyor. Dönmeye hazır değilmişim. O gece ‘Anna Karenina’yı seyredip öyle uyudum.

Ertesi gün ofisteyim. Miting konuşmaları tahammülfersa. Televizyonun sesini kısıyorum. Sorun sadece siyaset değil bu sefer. Masada tanıtım için gönderilen müzik albümleri gözüme çarpıyor. Zevksiz kapak fotoğrafları, albüm isimleriyle zerre kadar heyecan vermiyor. Camdan dışarı bakıyorum. Güneşli-Halkalı hattındaki tuhaf yapılara… Hiç mi düşünmedik bu caddeleri, kentleri kurarken? Kendimizi bu çorak hayata nasıl layık gördük?

Üç yüz yıl önce inşa edilen St. Petersburg, geniş ve milimetrik hesaplarla çizilmiş caddeleri, muhteşem binaları, zengin kültürüyle geçmişten bugüne parıldıyor. Ama dünyanın en güzel kenti İstanbul’a bizi bağlayan şeylerde payımız çok az. Burası hayata mührünü vurmayan insanların ülkesi.

Fark ne?

Rusya bir demokrasi mucizesi değil. Hem de hiç. Moskovalı rehber Anna’ya soruyorum: “Dostoyevski’nin, Tolstoy’un, Çaykovski’nin ülkesinde nasıl hâlâ tam demokrasi olmaz?”

“Böylesi daha dramatik” diyor tebessüm ederek, “Belki bu sayede çıkardık o adamları, bu kadar çelişkiyi.”

Sözlerinin arkasında, kentinde 300 müze, Bolşoy Balesi, müthiş eğitimli nüfus ve hayata sımsıkı sarılan güçlü insanların olmasının verdiği rahatlık ve geleceğe güven seziliyor.

Bir eşiği aşmışlar. Devletin kısıtlayabilecekleri, ölümcül alanlar değil artık.

Ruslar hayatla aşık kavgasına tutuşmuş insanlar. Anna Karenina gibi bir güne dört ruh mevsimini sıkıştıran kadınlar, cesur, matrak erkekler yeni bir ülke kuruyorlar.

Çok zor zamanlarında bile tarihin en büyük halk devrimini yapmış, uzaya ilk insanı göndermiş bir toplum. Düşseler de kalkmayı biliyorlar.

Tolstoy ‘Savaş ve Barış’ta Rus usulü hayatı anlatır. Savaş ve barış sadece ülkeler arasında değil, insanlar arasında, hatta insanın kendi içinde vardır.

Hayat mutluluğu, barışı, huzuru bulmak için verilen savaştır. Her birey bu yolculuğu kendi yapmalıdır. Romanın unutulmaz karakteri Pierre Bezukhov gibi.

Rus asilzadesi Bezukhov, zengin, steril yaşamında anlam bulamaz. Napolyon Moskova’ya girerken savaşa katılmaya karar verir. En şık kıyafetleriyle muharebe alanına gider. Esir alınır. Aylarca sefaleti, yoksulluğu tadar. Gencecik bir çocuk gözünün önünde kurşuna dizilir, kucağında can verir. Ama bir gün esaretten kurtulur. Açtır. Karşılaştığı köylü ona patates uzatır. O patates hayatında yediği en lezzetli şeydir. Sadece yaşıyor olmak bile ne kadar büyülüdür!

Üzülerek, acı çekerek, yanlışlar yaparak savaşını verir ve huzuru bulur insan. Ya da bulamaz, fark etmez. Mesela Tolstoy’un Anna Kareninası aşkı tutamadığı için kendini bir trenin altına atar. Yaşamak ona manasız gelir, ölümü seçer.

Hayat bir arayıştır. Biz kimiz? Ne olmak istiyoruz? Bu en insani yolculuktur. Sonu Anna’nınki gibi bitse… Onun gelmiş geçmiş en büyük roman karakterlerinden olmasının bir sırrı yok mudur?

Özgürlük içinde, bir roman karakteri gibi yaşamak lazım hayatı. Kimseyi buna zorlayamam. Ama bu hakkın elimden alınmasına müsaade etmem. Ahlakımın, özgürlüklerimin, yaşamımın sınırlarını kendim çizerim.

Ülkeme dönüp uçağın tekeri yere değdiğinde içimde burukluk hissetmemeliyim.

İşim olan ve evrensel ölçülerde yapabileceğim gazeteciliği medeni ülkelerdeki gibi tehdit hissetmeden, hakkını vererek icra edebilmeliyim.

Başka ülkelerdeki arkadaşlarımın okuduğu kitapları okuyabilmeli, özgür internete, televizyona, basına ulaşabilmeliyim.

Benim ülkemin insanları da iyi müzik dinleyebilmeli, çalabilmeli, güzel sokaklarda yürümeli, evlerde büyümeli, kentlerde yaşayabilmeli.

Kendilerini hayatın her aşamasında değerli hissetmeli. Özgür, başı dik, onurlu...

Burası benim ülkem. Ve burada benim gibi düşünen milyonlarca insan var, bunu biliyorum.

Bizler hayatlarımıza sahip çıkacağız.

İyi pazarlar

Troya Hazineleri'nin 150 yıllık yolculuğu













1991'e kadar nerede olduğu bilinmeyen Troya Hazineleri, Moskova Aleksandr Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi'nde sergileniyor. Tatil planları yapmaya başladıysanız önerim, son yılların gözde destinasyonu Rusya'ya kadar uzanıp rüya hazineyi mutlaka görmeniz.

NEDİM ATİLLA
nedim.atilla@aksam.com.tr


Fatih Sultan Mehmet'in çocukluğundan beri iki büyük düşü vardır: Biri İstanbul'u fethetmek, diğeri gözleri görmeyen İzmirli ozan Homeros'un 'İlyada Destanı'nda anlattığı Troya'yı bulmak... Fatih, çocukluğunda Homeros'un destanlarını antik Yunanca'dan okumuştur. Düşünü gerçekleştirmek için Çanakkale'nin yolunu tutar; bir antik kent bulur ancak bu antik kent, Büyük İskender'in kurduğu Aleksandria Troas'tır.
Burada başka bir çocuktan söz etmeliyiz. O çocuk bir Alman'dır ve 9 yaşından beri düşlerinde Troya vardır. Kafasına koymuştur; ne yapıp edip Troya'yı bulacaktır. O da Şehzade Mehmet gibi düşünü gerçekleştirmenin tutkusuna kapılır. Fatih gibi o da Troya'yı bulmak için yollara düşer ve Çanakkale'ye gelir. Yaptığı araştırmalar sonuç verir ve onun düşü gerçek olur. Üstelik 'İlyada'nın ünlü Troya Kralı Priamos'a ait olduğunu sandığı, ancak gerçekte bin yıl daha eski olan görkemli 'hazine'yi de bulur. Yine de tüm bu olayları bir 'düş' doğrultusunda algılar... Rüya gibidir her şey...
Bu buluntu, daha sonra birçok arkeolog, bilim insanı, ressam, heykeltıraş, şair ve yazara nice 'düşler' kurdurur. Troya, yakın tarihe kadar da sanat dünyasında bir 'düşler ülkesi' olarak yerini korumuştur...
Prens Yuri Dolgoruky tarafından 1147 yılında kurulan Moskova, kimi altın kaplamalı, kimi rengarenk olan soğan kubbeli kiliseleri ve 'Stalin Gotiği' binalarıyla siluetini ilk bakışta ele veren 'farklı' bir şehir...

HOMEROS'UN PEŞİNDE
İlk hedefimiz kuşkusuz Kızıl Meydan'a gitmek; ama yıllardır hayallerimizi süsleyen ve 1991'e kadar nerede olduğu bilinmezken, aniden Moskova'da ortaya çıkan Troya Hazineleri'ni görmek için de sabırsızlanıyoruz. Geniş bir fotoğraf koleksiyonunu, 2001 yılında Stuttgart'ta, merhum Manfred (Osman) Korfmann tarafından Archaologisches Landesmuseum'da düzenlenen 'Troya, Düşler ve Gerçek' sergisinde gördüğümüz malzemenin orijinallerini dünya gözüyle görmek için, yanıp tutuşuyoruz. Yolumuz bir gün Moskova'ya düşerse, Aleksandr Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi'ne gidip 'Troya Hazineleri'ni görmek ilk işimiz, deyip durmuşuz yıllarca...
2005'te aniden yitirdiğimiz Prof. Korfmann'ın başucu kitabı, İzmirli hemşerimiz ozan Homeros'un 'İlyada Destanı'ydı. Korfmann, İÖ 1180'lerde Akalar ile Troyalılar arasındaki savaşları beş yüzyıl sonra anlatan ozanın ünlü destanını, savaşın 'kulisi' olarak benimsemişti. Korfmann'a göre 'İlyada', Troya ile ilgili gerçeklerle söylencelerin örtüştüğü bir çevrenin belgeseli gibiydi. Bu inançtan hareketle Korfmann, 17 yıl Troya'da yaptığı kazılarla Homeros'un doğruları söylediğini de çeşitli buluntularla saptamıştı. Ama hiçbir zaman, Troya Savaşı'nı kanıtlamayı bir arkeolog olarak kendine iş edinmedi. Asistanı Dr. Rüstem Aslan, gazeteci büyüğümüz Özgen Acar'a, Korfmann-Homeros ve Troya arasındaki bağlantıyı şöyle anlatmıştı: 'Çalışırken İlyada'nın etkisinde kaldığı olurdu. Homeros'un yapıtını, Helenistik ve Roma sanatına, tragedyadan felsefeye yansımalarıyla antik dünyayı yönlendiren, büyük ölçüde değiştiren bir kitap olarak kabul etmişti. Homeros'un bakış açısıyla Troya'yı algılamaya çalışmıştı.' Biz de öyle yaptık; Homeros'un peşinden gittik ve Moskova'da bulduk Troya'nın güzelliklerini... 'Bakmaya kıyamadığımız, seyrine doyamadığımız' parçalar, Troya'yı yeniden keşfeden Alman arkeolog (ve büyük hırsız) Heinrich Schliemann'ın bulduğu olağanüstü güzellikteki hazinenin zenginlikleriydi...

DÜNYA GÖZÜYLE GÖRMEYE DEĞER
Gerçekten de dünya gözüyle görmeye değermiş; anlatılır gibi değil! Bizim paramızla sadece 10 TL'ye aldığımız serginin kitabı bile, son derece özenle hazırlanmış. 3 gün önce St. Petersburg'daki Hermitaj Müzesi'ni müthiş bir kalabalık ve uğultu eşliğinde dört dönerek, kentte sayılı gün kalan her turist gibi az ama öz şeyleri seçip tadını çıkarmaya çalışmışız. Açıkçası Puşkin Müzesi'nde de benzer bir durumla karşılaşmaktan korkuyoruz. Ama o da ne? Ortalık son derece sakin ve sessiz... Müzenin büyük bir bölümü dünyaca ünlü ressamlara ayrılmış; ama o galerilerde de, bizim merakla gezdiğimiz arkeoloji bölümünde de küçük küçük gruplar var sadece...
Fotoğraflara lütfen dikkatlice bakın... 'Troya Hazineleri'nin çok da haklı olarak dünyanın en mükemmel arkeolojik buluntuları arasında olduğuna sizler de kanaat getireceksiniz. Nasıl bulunduklarına gelince... 150 yıl önce 1861 yılında bir elinde Homeros'un 'İlyada'sı, bölgeyi karış karış inceleyen Schliemann, kazıya Hisarlık Tepesi'nden başlamadan önce Osmanlı Devleti'ne başvurur. Belirlenen koşullara göre, kazılardan çıkarılacak eserlerin değerleri saptanacak ve bir bölümü de kendisine verilecektir. 1871'in Eylül ayında, işçilerle birlikte tepenin Kuzey'e bakan sırtlarında 11 metre derinliğinde büyük bir çukur kazarak işe başlarlar. 200'e yakın Türk ve Yunan kazıcıyla birlikte yaz ortalarına doğru da ilk kalıntılara ulaşırlar. Kazıların başında Yorgo adında uzman bir Rum usta vardır... Ulaşılan kalıntılar elbette önemlidir; fakat daha derinlere, daha değerli bilgilere ulaşmak vardır Schlimann'ın (ve eşi Sofya'nın) hedefinde... Asıl amaç Troya şehrine ve hazinelerine ulaşmaktır. Priam Sarayı olarak saptanan 8 metre yüksekliğindeki sarp duvarlara ulaştıklarında, Schliemann'ın gözü duvarların dibinde gün ışığıyla parlayan bir noktaya takılır. Hazineye ulaştığını anlayan Schliemann, eşi Sofya'yı uyarır: 'Sakın sesini çıkarma, kimse ne yaptığımızı anlamamalı. Eve koş, büyük kırmızı şalı buraya getir. Etrafa da bir bak, kimse olmasın. Bilhassa yetkili olarak gönderilen Türk'e hiçbir şey sezdirmemeliyiz!'
Anlaşılan Troya düşerken kral ailesinden biri hazineyi kaçırmak istemiş, kale kapısından çıkmadan ya öldürülmüş ya da olası yangından sağ çıkamamıştır. Sıra bulunan hazinenin eve nakledilmesine gelir. Schliemann hazineyi parça parça çıkarır; Sofya da şala sararak bir bir eve taşır. Osmanlı yetkililerinin ruhu bile duymaz... Sırada hazinenin gizlice yurtdışına kaçırılması vardır. Bu arada Schliemann, eşinin boynuna nefis gerdanlığı takıp fotoğraf çekmeyi de ihmal etmez. Her şey tereyağından kıl çeker gibi kolay olur...

SEBZE KÜFELERİYLE KAÇIRDILAR
Hazinenin kaçırılmasını sevgili ağabeyimiz Ergun Hiçyılmaz şöyle anlatır: 'Birkaç gün sonra Çanakkale gümrüğüne taze sebzelerle dolu küfeler gelecekti. Madam Schliemann'ın Atina'daki adresine gönderilmek üzere gelen sebzeler, memurları şüphelendirmemiş ve bu nedenle inceden inceye arama lüzumu da görülmemişti. Küfelerin üzeri çeşitli sebzelerle kapatılmış ve hazine bir Yunan gemisine yüklenmişti. Büyük bir ihmal sonucunda tarihin en değerli hazineleri Çanakkale'den yurtdışına çıkarılıyordu. Kalıntılara biz, hazineye ise onlar sahip olmuşlardı. Hazine bir müddet Atina'daki evde saklanacaktı. Ancak bu hazineyi bulma gururunu herkesle paylaşmak isteyen Schliemann, dünyanın en büyük gazetelerine birer mektup yazıyor ve 'Priamos'un Hazineleri'ni bulduğunu resmen ilan ediyordu.'
Schliemann, hazineyi önce Yunanistan'da bırakmak istemişti; fakat siyasi tartışmaların yarattığı gerginlik üzerine rotayı Berlin'e çevirmiş... Nakledilen hazinenin ne kadarının Berlin Müzesi'ne götürüldüğü bilinmiyor. Schliemann'ın hazinenin ne kadarını kendisine ayırdığı ise, hiçbir zaman tespit edilemedi. Troya uygarlığının taşlarına sahip olmuştuk, ama hazineyi kaptırmıştık. Bundan daha büyük bir tarihi eser kaçakçılığını da tarih yazmadı.

SAVAŞ GANİMETLERİ
II. Dünya Savaşı sonrası, SSCB askerleri Berlin'den çıkarken savaş ganimetleri topluyorlardı. Pergamon Müzesi'nden Zeus Sunağı'nı götürmeyi bile düşündüler ama olanaksızdı... Yükte hafif pahada ağır olan Troya Hazineleri'ni gözlerine kestirdiler ve 1945 yılında hazineyi Moskova'ya götürdüler. Önce St. Petersburg'daki Hermitaj'a getirildiği ve 1991'e kadar burada kaldığı; sergilenmeye karar verilince Moskova'ya götürüldüğü de iddia ediliyor. 1991'de Anadolu Ajansı'nın haberleri arasında, sıradan bir haber gibi ulaşmıştı haber... 1945'ten beri kayıp olan hazineler, Moskova'da ortaya çıkmıştı. Gazeteciler için sıradan bir haberdi bu; ama hikayenin aslını bilenler için de acılar tazelenmişti...