Kaynak:
https://turkrus.com/
Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk’ün ricasıyla eğitim
için Ankara’ya gelen bir Rus pilot: Mihail Romanov… Ankara Palas’daki
Cumhuriyet balosunda tanışıp aşık olduğu, evlenip Moskova’ya götürdüğü bir Türk
kızı: Fatma Baysal… Masal gibi başlayan, Rus pilotun genç yaşta ölümüyle Stalin
baskısı yıllarında Sovyet başkentinde yalnız kalan ve Türkiye’ye dönemeyen
Fatma Romanova… 2005’de Suat Taşpınar’ın Radikal gazetesinde anlattığı Fatma
Romanova’nın eşi Mihail Romanov’a dair değerli bilgileri, fotoğrafları gazeteci
Fuad Safarov arşivlerden çıkardı, medyagunlugu.com’a
yazdı. İki yazıyı “tarihten bir yaprak” olarak sizinle paylaşıyoruz:
Atatürk'ün takdirini kazanan Sovyet pilot
Fuad
Safarov, Moskova
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ricası üzerine Moskova'dan gönderilen iki ünlü Sovyet pilotundan biri olan Mihail Romanov'un (1912-1944) trajik şekilde son bulan ilginç bir öyküsü var.
1930'lı yılların başlarında Atatürk, Türk pilotlarının eğitimi için Sovyetler'den yardım talebinde bulundu. Bunun üzerine Moskova'dan onay alan dönemin Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçisi Lev Karahan, Türkiye'ye en iyi pilot eğitmenlerinin gönderilmesini organize etti ve bu iş birliği kapsamında Romanov'la (manşet fotoğrafında sağdan ikinci) Sergey Anohin Türkiye'ye gönderildi.
Konuyla ilgili olarak Rusya'nın İstanbul Başkonsolosluğu resmi sosyal medya sayfasında şu bilgiler veriliyor:
"Nisan 1935’te Mustafa Kemal Atatürk’ün ricası ile Türkiye’ye planör ve paraşüt sporunun uçuş öğretmenleri geldi. Sovyet tarafı Türkiye’ye 5 planör, U-2 uçağı ve ekipman hediye etti. Sovyet pilotları S. M. Anohin ve M. F. Romanov 3 ay içerisinde 200 planörcü yetiştirdi. İlk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen de SSCB’de staj gördü. 1934 yılının Nisan-Mayıs aylarında SSCB’de bulunan Türk pilotları, birkaç uçak takımının içerisinde 1 Mayıs törenindeki gösterilere katıldılar. Türk paraşütçü Fatma, pilot Romanov ile evlendi. Daha sonra o, kocasıyla birlikte SSCB’ye gitti ve Moskova Radyosu’nun Türkçe Bölümü’nde görev yaptı."
Türk Hava Kuvvetleri emekli subayı, Türk havacılığı tarihi
araştırmacısı Mustafa Kılıç da, Türk Hava Kurumu Başkanı Fuat Bulca’nın yönetimindeki
25 Mayıs 1935 tarihli Genel Merkez Kurulu raporundan bir bölümü şöyle
paylaşıyor:
"… Türkkuşu’nun kurulmasında ödenemez yardımları
dokunan Sovyet Büyükelçisi Karahan’ın kılavuzluğu ile komşu ülkeden Bay Sergei
Anohin ve Bay Misha Romanov öğretmen olarak çağrılmış. Bu kıymetli unsurlar
memleketimize gelirken Sovyet hükümetinin çok nezaketli bir hatır hoşluğu
olarak Türkkuşu’na armağan etmiş olduğu 5 (beş) planörü de birlikte
getirmiştir. (Bir başka kaynağa göre planörlere ilaveten 3 (üç) adet eğitim
uçağı da gönderilmişti.)"
Kılıç, Atatürk’ün 3 Mayıs 1935 Türkkuşu açılış konuşmasının
bir bölümünde, "… Bu ödevimizi başarmada, bizlerden değerli yardımlarını
esirgemeyen, dostumuz Rus Sovyet Cumhuriyetine ve onun Sayın Büyükelçisi Bay
Karahan’a önünüzde açıkça teşekkür etmekten kıvanç duyarım” dediğini aktarıyor.
Atatürk aynı etkinlikte her iki Sovyet pilotunu takdir ederek şükranlarını
sunuyor.
1938 yılında Türk eşi Fatma ile Sovyetler'e dönen Romanov,
havacılık görevine devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Romanov ve ekip
arkadaşlarına, Nazilerin bulunduğu bölgelerdeki orman alanlarında savaşan
Sovyet gerillalarına malzeme taşıma görevi veriliyor. Bu, Sovyet gizli servisi
NKVD'nin gizli misyonlarından biriydi.
Rus tarihi kaynaklara göre, savaşın ilk günlerinde bu
misyon için görevlendirilen planör uçaklar kapasite bakımından yetersiz
kalıyordu. Planörler gerillalara ulaşıyor ama dönemiyor, bu nedenle yerinde
yakılıyordu. Bunun üzerine dönemin Sovyet lideri Josef Stalin, Havacılık Endüstrisi
Halk Komiseri A. Şahurin'e, "Planörün geri dönebilmesi için bir tür motor
koymak mümkün mü" diye sordu.
***
Fatma
Romanova sahiden var mıydı?
Suat
Taşpınar’ın yazısı
12/06/2005
Radikal gazetesi
"Öldü" dedi ahizenin ucundaki kadın sesi, "6
Nisan'da kaybettik." İnce bir sızı yokladı göğsümü, telefona sıkıca
sarıldım. Hayatımın kadınını kaybettiğimi anladım. Son yedi yıldır öyle ya da
böyle, onsuz yapamadığım kadın... Bir an yüzünü görürüm diye penceresinin
dibinde pervane olduğum kadın... Aşkın değilse de iflah olmaz bir tutkunun
ateşlediği mektuplarımı muhtemelen hiç açmadan yakan kadın... Telefonda
umutsuzca uzatmaya çalıştığım konuşmaları hep ahizeyi suratıma kapatarak
bitiren huysuz ve tatsız kadın…
Fatma Baysal öldü. Fatma Romanova öldü. Ve ben artık
sırrımı ifşa ediyorum.
Her şey 1935'te Ankara'da başlar.
Değil benim, babamın bile henüz doğmadığı bir tarihte!
Atatürk'ün emriyle, Türk Kuşu pilotlarını eğitmek için Rus pilotlar davet
edilir.
Pilotlardan biri Ankara'daki baloların birinde, göz
kamaştıran bir Türk kızıyla tanışır. Kızın adı Fatma Baysal'dır. Daha 20'sinde
bile değildir. Aşk kapıyı çalar.
Birlikte Moskova'ya gider, evlenirler. Adı Fatma Romanova
olur.
Stalin zulmünün tırmandığı yıllardır. Ama aşk her zorluğa
yama vurur. Bir kızları olur.
Derken 2. Dünya Savaşı başlar. Kocası cephededir. Kızıyla,
yabancı ve yalancı bir dünyada yapayalnız kalır Fatma hanım.
Ve acı haber gelir: Almanya'ya taarruz sırasında uçağı
düşürülen kocasının cepheden cenazesi bile gelmez.
Türkiye'ye dönmek ister. Ama 'demir perde' inmiştir artık.
Dönemez. Ailesiyle tüm bağları kopmuştur.
Moskova Radyosu'nun Türkçe yayın bölümünde çalışmaya
başlar. Spikerlik yapar. Yaşadıkları onu zor bir insan yapmıştır. Bu yüzden
ismi unutulur, 'Nazlı' diye çağrılır. Güzelliğiyle hâlâ göz kamaştırır. Ama bir
daha evlenmez.
Yıllar yılları kovalar. Radyodan emekli olur ve 80'lerin
sonunda, son nefesini verdiği güne dek inzivaya çekilir. Tek varlığı kızı, bir
Rus Yahudisi ile evlenip Amerika'ya göçer.
Fatma Romanova, Moskova'da beş katlı Hruşçev apartmanının
ikinci katındaki iki odalı dairesinde tek başına yaşar. Yaşı 90'a dayanmıştır
artık. Yüzünde yılların çok ağır izleri vardır.
Bir zamanlar erkeklerin peşinde pervane olduğu o güzel
kadın, aynalara küstüğü gün, insanlara da küser. Dostu zaten yoktur.
Tanıdıklarına da kapıyı açmaz olur. Kızının yolladığı parayla bakıcılığını
yapan komşusundan başka kimse yoktur hayatında.
Türkiye yüreğinde bir kor da olsa, aklından geçmez. Çünkü
hâlâ sokakta Stalin zulmünün sürdüğü, demir perdenin sıkı sıkıya kapalı olduğu
vehmiyle yaşamaktadır.
Türkiye ile hiçbir bağı yoktur. Ölümü bekleyen, hem
sağlığını hem dengesini günbegün yitiren bir ihtiyarın dramıdır gerisi.
Belki Ankara Palas'ta o ilk dansı yaptığı, yüreğini
kanatlandıran o geceye lanet ederek ölür yalnız odasında. Belki kocasının silik
fotoğrafına son bir buse kondurup, aşkını kendisiyle beraber götürür son
nefesinde. Kim bilir?
Ben Fatma Romanova'nın öyküsünü ilk duyduğumda sene
1998'di.
Genç bir gazetecinin zapt edilmez heyecanıyla uykusuz
günler geçirdim.
Onunla röportaj yaptığımı, 'Hayatı Romanova' diye kitabını
yazdığımı, ve hatta hayatının filme çekildiğini düşledim.
İlk telefon ettiğim günü, berbat bir hattın ucunda
"Alo! Alo! Kimsiniz?" diye haykıran tiz ve kontrolsüz sesini
hatırlıyorum.
Telefonu kapatmasın diye ter döktüğümü, 70 yıl öncenin
Ankara Palası'ndan yankılanıp gelen duru Türkçesiyle sık sık, "Lütfen beni
rahatsız etmeyiniz, rica ederim" deyişini hatırlıyorum.
Sonrasında fasılalarla devam eden kısa telefon
görüşmelerimizi, ikna edebilmek için yazdığım mektupları, yolladığım bir kutu
lokumu, kimi yaz akşamları belki perdeyi aralar da dışarı bakar diye, arabamın
içinde penceresini dikizleyişimi hatırlıyorum.
Gerisi bana ait bir hikâye.
Sadece zamanla 'acar gazeteci' reflekslerimi
dizginlediğimi, derin ıstıraplar yaşayıp hayatının son demine gelmiş yalnız bir
kadının dünyasına onun izni olmadan girmemem gerektiğine kendimi ikna ettiğimi
söyleyebilirim.
Yani gazetecilikten önce insan olduğumu, aşılmaması gereken
sınırlarda zor da olsa durmak gerektiğini anladığımı...
Sonrası sadece beklenen haberi 'atlamamak' için birkaç ay
arayla çevrilen telefonlardan ve "Alo! Alo!" diye yırtılan sesi duyup
ahizeyi indirmekten ibaret birkaç yıl...
Cuma günü telefonu açan genç kadın, "Öldü" dedi, "6 Nisan'da. Bu evde artık ben yaşıyorum."
--
Meraklı
okura not: Fatma Romanova'nın Sovyet arşivlerinden çok kısa bir
ses kaydının dinlemek için linki tıklayın.
1973 kaydı bir "radyo tiyatrosu"nda 08.47'inci dakikada
"Züleyha" adlı kahraman olarak sesini duyabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder