M. Hakkı Yazıcı
Moskova'da bahar hep biraz gecikir. Ama yine de
güneşli ılık günler sabırla beklenir.
Bazı yıllar biraz erken, bazı yıllar biraz geç; ama heyecanla güzel, güneşli günlerin geleceğinden emin takvim yaprakları koparılır.
Çocukken evimize alınan Saatli Maarif Takviminin yapraklarını koparıp, dikkatlice okuyan babaannemden alırdım haberleri. Üçüncü cemre toprağa düştü mü, tamam. Bahar geldi demekti. Ama Rusya’da böyle değil durum.
Takvimin bazen hükmü
olmuyor.
İgor’a “Bahar bazı
şehirlere takvimle, bazılarına çiçeklerle geliyor,” diyorum. “Mesela,
İstanbul'a erguvanlarla, Moskova’ya leylaklarla ...” diye devam ediyorum.
İgor, uzman bir
tarihçi edasıyla:“Moskova’nın simge çiçeğidir leylak; 1945’te cepheden zaferle
dönen askerler, leylaklarla karşılanmış, o günden beri leylak “zafer çiçeği”
olarak da anılagelir,” diye tamamlıyor.
***
Benim hiç şaşmayan bir takvimim
vardır. Moskova Belediyesi’nin parklardaki fıskiyeleri, “fantan”ları açmaya karar
verdiği gün bana göre baharın başladığı tarihtir. -Ki genellikle Nisan ayının
sonundadır.
Güneş, bulutlarla yaka paça kavga etse
de artık yüzünü daha çok gösterir; bulutların kenarından olsa da ışıklarını
gönderip ısıtır ruhumuzu. Ve umut çiçekleri baş verir dallarda…
Fıskiyelerin Ekim ayında
kapatılmasıysa artık sonbaharın fiilen sona ermesi, soğuk havaların gelmesi ve
kışın kapıda olması demektir.
Bu, sıcak ve güneşli havalara kavuşma
ve veda anlamında bir hafta önce ya da sonra da olsa pek şaşmayan bir durum.
İşte böyle, her yıl neredeyse emir-komuta zinciri içinde bir bahar gelir, bir
bahar gider.
***
Gazetedeki haberi okuyunca İgor'la
birlikte “Oh be, nihayet!” diye haykırdık.
Moskova’da fıskiye sezonu açılıyordu.
Dediğim gibi, Moskova'lılar için bunun
anlamı büyük, zira fıskiyelerin açılması bir bakıma baharın fiilen de gelmesi
demek.
Yaklaşık 500 fıskiye tüm Moskova’nın farklı köşelerinde aynı anda hizmete
açılacaktı. Fıskiyeler Moskovalılara ve misafirlerine ekim ayına kadar sıcak
günlerde serinleme olanağı sunacaktı.
Bahar ayları kıştan yorgun düşmüş
Ruslar için zaten kısa olan yaz mevsimini güzel değerlendirmek için hayallerin
kurulduğu bir zamandır aynı zamanda.
Yaz aylarında yemyeşil olan parklara
gidilecek, daçada çiçekler ekilecek, domates, salatalık yetiştirilecek, bahçede
ağaçların arasında kurulan hamakta bol bol uyunacak; nehirlerde, göletlerde
yüzülecek, falan da filan.
Moskovalılar baharı başka bir coşkuyla
karşılar.
Son kar tepecikleri
taşınır, sokaklar, caddeler, parklar temizlenir. Her yer boyanır. Fundalık
topraklar getirilir, çiçekler ekilir. Tomurcuklar patlar, güzellikler arz-ı
endam etmeye, Nehir gemileri (reçniye tramvayçiki) Moskova Nehri’nde salınmaya
başlar. Moskova'nın parkları, meydanları el ele gezen aşıklarla dolar.
Rusya başkenti, parkların
kapladığı alan bakımınından dünyada 11 metropol arasında ilk sırada yer alıyor.
Moskova nüfusunun yüzde 90'ının yürüyüş mesafesinde bir parka erişimi
var.
***
“Bahar, güzeldir; ancak
yüreğinizde de bahar varsa daha da güzeldir,” diyorum.
İgor:
“Güneş, parkları,
meydanları dolduran, açılıp saçılan genç, güzel kızların üzerine ışıklarını
keyifle salar,” diye devam ediyor.
O sırada Yuliya, elindeki evrağı
imzalatmak için odaya girip çıktı.
Gözünün ucuyla arkasından bakarken Serkan da lafa karışıyor:
“Evet, abi yaa! Güzel
kızlar mı güneşi görünce açılıp saçılırlar, yoksa güneş mi onların
güzelliklerini görünce coşup ışıklarını gönderir anlamıyorum…Belki de ikisi
birden…Ama kesin olan şu ki, aralarında büyük bir aşk var,” diyor.
Orhan Veli’nin bir
şiiri geliyor aklıma:
“İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa…”
***
İgor’la bahara güzel
bir giriş yapmak üzere haftasonunda Gorki Parka gidip sezonu açmaya karar
verdik.
“Geçen sene şu virus
belası yüzünden baharı da, yazı da doya doya yaşayamadık, bari sene acısını
çıkaralım,” diyorum.
Öyle ya, bahar, umut demek değil mi zaten?
Ertesi sabah İgor oğlu
Maksim’le birlikte buluşmak için
sözleştiğimiz yere geldiler.
Çocuğu kış boyunca görmemiştim. Kocaman olmuştu yumurcak.
Babası gece yatmadan önce
beraber parka gideceğimizi söyleyince, sevinçten havalara uçmuş. Akşamdan
hazırlığını yapmış.
İgor:
“Bizim oğlan heyecandan
gece doğru dürüst uyuyamamış; garip rüyalar görmüş,” dedi.
Sabah uyanır uyanmaz babasına
gece gördüğü bir rüyayı anlatmış.
İgor, gülerek
anlatıyor:
“Maksim, bir kırkayakla
arkadaş olmuş meğer. Parkta yürüyüşe çıkmaya karar vermişler.
Oğlan acele ediyormuş:
“Hadi, çabuk ol, ben
hazırım. Geç olmadan çıkalım.”
Kırkayak, tamam
anlamında kafasını sallamış.
Oğlan, birazdan yine:
“Daha hazır olmadın mı?
Hava birazdan kararacak!” diye üstelemiş.
Kırkayak:
“Tamam, tamam, telaş
ettirme ayakkabılarımı giyiyorum. Aceleyle kırk ayağımı bir pabuca
sokturacaksın,” demiş.
***
Maksim’e, “Zaten kısacık olan yazın
kırkayakla arkadaşlık etmek akıllıca bir iş mi?” diye soruyorum. “O ayakkabılarını
giyinceye kadar akşam olur.”
Kahkaha atıyor.
Maksim, yeşil çimenleri görünce kışa
nispet edercesine ayakkabılarını çıkarıp koşturmaya başladı.
“Baba, biliyor musun, benim kırkayak arkadaşımın annesi babasına oğlanın ayakkabıları eskimiş yenilerini alalım deyince adamcağız yıkılmış,” deyip gülüyor koşarken.
Kerata, Ataol Behramoğlu’nun şiiri
gibi coşmuş, sevinçle koşturuyor:
“Bu sabah mutluluğa aç pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi, bahar geldi güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini
Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi
Şöyle yanı başıma çimenlere uzan
Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın
Baharın, gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyleyelim bir ağızdan.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder