Cenk
Başlamış
Kaynak:
http://www.medyagunlugu.com/
...Bir
şafak, diğerini kovalıyor
Oyalansın
diye geceye yarım saat veriyor
Aleksandr
Puşkin
Moskova mavisini keşfedenlerin mutlaka St. Petersburg
beyazı ile de tanışması gerekiyor. St. Petersburg da biraz hırçın ve öfkeli,
çünkü 206 yıl süren başkent unvanını 1918 yılında, yani devrimden hemen sonra
en büyük rakibi Moskova'ya kaptırmış. Ama bazıları için hala başkent;
kimilerine göre 'kuzey başkenti', kimilerine göre 'kültür başkenti'; kanallarla
süslendiği için de kimilerine göre ise 'kuzeyin Venedik'i. Kentin bir adı daha
var: Açık hava müzesi.
St. Petersburg'un en önemli özelliği, Rusya'nın
"Batı'ya açılan penceresi" olarak kabul edilmesi; bu nedenle, en
modern, en Batılı Rus kenti olduğunu kimse yadsımıyor, Moskova bile... 1703
yılında bugünkü adıyla kurulan St. Petersburg 1914'te Petrograd, 1924'te
Leningrad adını almış, 1991 yılındaki halk oylamasıyla ilk ismine dönmüş.
Sanılanın tersine, adı Büyük Petro'dan değil, Aziz Peter'den geliyor. Uzun süre
imparatorluk ailesini ağırlayan kent, 860 yaşındaki Moskova'nın tersine, sadece
300 yıllık tarihi birikimiyle Rusya'nın en önemli kültür, bilim ve sanayi
merkezine dönüşmüş. 2. Dünya Savaşı sırasında 900 gün süren ablukaya teslim
olmamış.
Bütün bunlar, St. Petersburg'un gururunu okşayan, ona
Moskova'dan üstün olduğu duygusu veren özellikleri. Ama kentin Moskova'yı asıl
kıskandıran güzelliği, 'beyaz'ı. Bu öyle bir 'beyaz'ki, ışıkta değil,
karanlıkta ortaya çıkıyor, geceleri aydınlatıyor. Ama St. Petersburg, bu
güzelliğini göstermekte o kadar da cömert değil; topu topu iki ay kendisini
teslim ediyor. Kentte yaz 12 Haziran'da başlıyor, 22 Ağustos'ta son buluyor.
İşte, yazın başlangıcından temmuz ortasına kadar, tam olarak 50 gün, St.
Petersburg'da biraz sarı, biraz gümüş mavisi, biraz mor, çokça beyaz, biraz
romantik, biraz mistik, çokça heyecan verici bir doğa harikası yaşanıyor: Beyaz
geceler (beliye noçi). İşte bu, Puşkin'in de şiirinde söz ettiği, sürekli yer
değiştiren şafakların, sadece varlığını sürdürebilsin diye karanlığa yarım saat
olsun veren beyaz geceler. Uzun günlerde kimi zaman 19 saat gökyüzünü terk
etmeyen güneş gece karanlığını yokediyor ve kenti sarımsı bir beyaza boyuyor.
Bu beyaz o kadar güçlü ki, en parlak yıldızları saklıyor, kentte geceleri sokak
ışıklarını yaktırmıyor, alışık olmayanların uykusunu çalıyor, kendisini hayran
hayran seyredenlere dilerlerse gazete okuyabilecekleri ya da kenti dolaşmaya
devam edebilecekleri ikinci bir gündüz hediye ediyor. St. Petersburg'un deltasına
kurulduğu Neva nehrindeki bütün köprüler de, sanki uyumadıklarını, bu çarpıcı
görüntünün tadını çıkardıklarını kanıtlamak için gece yarısından hemen sonra
kapaklarını kaldırıyor. Üç saat süren bu saygı duruşuna, kapakların arasından
süzülen gemiler eşlik ediyor. Belki de doğanın, St. Petersburg konuklarına 24
saati dolu dolu yaşatmak istemesinin sırrı, kentin güzelliklerini göstermek
için sabırsızlanmasında. Haksız da sayılmaz, çünkü adına layık bir açık hava
müzesi görünümündeki kentin tadını çıkarmak turistler için hiç de kolay değil.
Dünyanın en önemli, en saygın ve en büyük müzelerinden
Hermitaj'da sergilenen 2,7 milyon eserin her birinin önünde sadece 60 saniye
geçirmek isteyenlerin bile yaşamlarından 11 yılı ayırmaları gerekiyor. (Tabii,
böyle bir zorunluluk yok!) Leonardo da Vinci'den Michelangelo'ya, Rembrandt'tan
Cezanne'a, Van Gogh'tan Matisse'e ünlü sanatçıların tablolarıyla eski Mısır'a
ait eserlerin de sergilendiği müze, yüzyıllarca Rus çarlarını ağırlayan Kışlık
Saray içinde yer alıyor. 1762 yılında tamamlanan barok stili saray 1057 odası,
1786 kapısı ve 1945 penceresi ile belki de St. Petersburg'un en güzel yapısı.
Büyük Petro'nun bronz anıtından Kirov balesine ev sahipliği yapan Mariinskiy
tiyatrosuna, Kazan katedralinden Mavi köprüye, değişik saraylardan Aleksandr
Puşkin, Anna Ahmatova ve Fyodor Dostoyevski'nin müze evlerine, hatta dış
bölgelerine, St. Petersburg'da görülmesi gereken çok yer var. Kent, Puşkin gibi
Dostoyevski'nin yaşamında da iz bırakmış: Ünlü yazar Moskova'da 16 yıl yaşamasının
karşılığında 28 yıl geçirerek St. Petersburg'a kendisini bağışlatmış ve
kitaplarının çoğunda kentten söz etmiş. Suç ve Ceza'yı yeniden yaşamak için
Sennaya meydanına gitmek yeterli. Bazıları, St. Petersburg'u "Dünyanın en
güzel kenti," diye tanımlıyor. Bu, tabii, tartışmaya açık bir
değerlendirme ama güzel olup olmadığını sorgulamak, St. Petersburg'a
haksızlık...
2003
Gazeteci Cenk Başlamış'ın "Rusya'nın Sırları"
kitabından alınmıştır.
İlk bölümü okumak için: http://www.medyagunlugu.com/Haber-4812-mavi-gozler-beyaz-geceler.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder