Adnan
Genç
Kaynak:
http://www.medyagunlugu.com/
Büyük şairi anarken, yaşam öyküsünden ve vasiyetinden söz
eden şiirlerini ve özlem dolu bi'kaç dizeden oluşan kimi şiirlerine yer
vereceğiz. Ama, bu kez her zaman yapılageldiği gibi aşkları, sürgünleri,
özlemleri ve umutlarından söz etmek yerine bi'miktar hapisçiliğin önemli bir
boyutundan söz etmek istiyorum. İlginizi çekecektir...
Dille ilgisi kadar, ilginç ve herkesçe pek bilinmeyen bir
yanı ile biz de usta şairi anmak istiyoruz. Ozan, Bursa Cezaevi'nde yatarken
bir vesile ile 1942 yılında dokumacılığa başlıyor. Yedi yıl boyu hemen her
gündüz tezgâhların başında, geceleri ise şiiriyle başbaşa, yüreğinden geleni
'dokuyor'.
Dokumacılıktan para kazanmak...
Yazımızın bu bölümden sonrasını, Memet Fuat'ın Adam
Yayınların'dan çıkan ve şairin yaşamını her yönüyle konu edinen kitabından
alıntılayarak sürdüreceğiz.
Bundan 60 yıl kadar önce Nâzım Hikmet, Ertuğrul
adında genç bir adam ve Raşit Kemali isimli edebiyat heveslisi bir başka genç
(şairle birlikte 3.5 yıl hapislik yapmış olan yazar Orhan Kemal), cezasını çekip
çıkan bir hükümlünün dokuma tezgâhlarını devir alırlar. Kitaptan sürdürelim:
Sürekli bir gelir kaynağı bulmak için düşünüp duran Nâzım Hikmet bu öneriye
(dokumacılığa) dört elle sarıldı. Hemen Cezaevi Müdürü ve Savcı ile görüşüldü.
Gerekli izinler alındı. İki tezgâhını satan yargılıyla konuşup anlaşıldı. İş
iplik bulmaya kalmış. İplik, Dokuma Kooperatifi'nden karneyle alınıyordu.
Tezgâh başına iki paket. Kooperatif'ten ipliği ile gelen işlerden yalnızca
dokuma ücreti alınıyordu. Bu yolla iki ay kadar kısa bir sürede borçlar ödendi.
Üçüncü bir tezgâh da bulundu. Borçlar ödendiğine göre, bundan sonra işlenecek
her paket iplikten gelen para doğrudan kazanç olacaktı. Hesapları Nâzım
tutuyor, kârı da şöyle bölüştürüyordu: Bir pay Raşit Kemali (yazar Orhan Kemal)
için, bir pay Ertuğrul'a, iki pay yazar Kemal Tahir'e, iki pay (karısı)
Piraye'ye ve bir pay da kendisine. Bütün yatırımı şair yaptığı halde,
dışardakiler için ikişer pay ayırıyordu. Kemal Tahir'in de hakkı vardı.
Kemal Tahir'e yazdığı mektuplardan: "Sana bugün para
yolladım. Alıp almadığını bildir. Biz burada beş kişi dokuma tezgâhı kurduk. Bu
beş ortaktan biri de sensin. Bundan böyle payını muntazaman yollayacağım. Yani
artık tezgâh sahibi oldun, dokumacılığını tebrik ederim." (5 Mayıs 1942)
"Sana bir şey söyleyeceğim, bu meseleyi iki gün içinde
tahkik edip bana derhal bildir: İki metre eninde, iki buçuk metre boyunda ve
ortadan dikişli bir yorgan çarşafı Malatya'da kaç para eder? Ve orada bizden bu
boyda ve ende toptan yorgan çarşafı almak isteyen tüccar var mı? Ve toptan ve
parasını malı alır almaz vermek şartıyla, kaç paradan alır ve ne kadar ister?
Malımız çözgü 20 numara, atkı 12 numara ipliktendir. Ve beher çarşaf en aşağı
660 gram çeker? Bir mesele daha: Bana oradan, karaborsadan iplik bulmak kabil
midir ve paketi, muhtelif numaraların kaç parayadır?"
Elbükümü pahalı oluyor...
Elbükümü pahalı oluyor...
"İplik meselesine gelince, sen orada İktisat
Müdürlüğü'ne filan resmen müracat ederek normal fiyattan ayda hiç olmazsa iki
paket iplik alabilirsen, bir paket 20 ve bir paket 12 numara mesela ve onları
bana yollarsan çok iyi olur. Karaborsa fiyatı burada da orası gibi. Elbükümü
sizin orada buradan pahalı. Mendillere gelince, buradan ucuza satılıyor orada.
Yani senin anlayacağın, buradan oraya mal gönderip iş yapmak olmayacak. Fakat
yukarıda da söylediğim gibi, resmen ucuza hiç olmazsa iki paket iplik temin
edebilirsen ayda, ben burada onları işler sana mal yollarım, sen de orada
satırsın, o vaikit iş var."
"Biz burada harıl harıl sergiye hazırlanıyoruz.
İstanbul'da açılacak olan Yerli Mallar Sergisi'ne bizim tezgâhlar da mal
gönderecek. Mucidi şahsen özüm olan ve adını, beraber çalıştığımız ustanın
köyüne izafeten, Kaymakçıköy Kumaşı dediğim bir çeşit ve emsali piyasada mevcut
olmayan yarı ipek, yarı iplik ince bir gömleklik de bu vesileyle dünya yüzü
görecek. Burada daha dokunurken kapış kapış aldılar. Ve ipek memleketi
Bursa'nın ipekçi ustaları hayrette kaldılar. Şakayı bırak ama, hakikaten
harcıâlem bir ipekli icat ettim. Halis ipeği halis pamukla karıştırıp, ter
çekmesi bakımından da faydalı, demokrat bir ipekli çıkartdım. Şu prensip daima
doğrudur: Yapılanı iyice bildikten sonra, ona yeni bir şey katmalı, bunun
içinde bilgi, zevk ve kafa el elele çalışmalı. Yeni icadımdan yeni bir şiir
yazmış kadar memnunum. İbrahim Balaban da köylü ressam dokumacılar isimli bir
tabloyla sergiye iştirak ediyor. Sergi hazırlığı bittikten sonra benim
Kaynakçıköy İpeklisi'nden kızıma da iki buçuk metre yollayacağım, sıcakta
gömlek yapıp püfür püfür giyer. (... ) Dışarı çıkarsam, dehşetli projelerim
var. Hepinize rahat rahat hikaye, şiir yazmak imkanını maddi imkanını
hazırlayabileceğim. Dokumacılığı katiyen bırakmayacağım. Demokrat lüks eşya
yapacağım."
"Sergiden zarar ettik. Ama zararı çıkarmaya
çalışıyoruz."
"Orada otuz liraya bulunan ipliğin numarası kaçtır?
Bana bunu bildir de ona göre siparis vereyim. (... )"
"Sen bana şunu öğren: Bir metre yirmi santim eninde ve
bir doksan boyunda, bir kişilik yatak çarşafının tanesini orada kaça satmak
mümkün.
Dikkat et, tanesini, çiftini değil. Sonra tarağı da sana
yolladığım yorgan çarşafının tarak sıklığındadır." (29 Aralık 1943)
"Sana buradan haberler vereyim: Bizim tezgâhlar üç
adetti. 249 lira açıkla yani bana borç bırakarak bu ayın başında iflas ettiler.
Şimdi bu borcu ödemek ve yeniden faaliyete geçmek için çareler ararken bir
taraftan da çoluk çocuğun geçimi için terüme filan araştırıyorum. Bizi
karaborsa mahvetti. Kooperatif'ten üç tezgâh için ancak bir paket iplik
alıyorduk, karaborsaya çalışıyorduk, bütün sermaye zaten 160 kâattı. Bir ters
işe bir o kadar da içeri girdik. Haydi hayırlısı. Sildik, tüh bismillah,
yeniden başlamalı."
"Bugünlerde, daha doğrusu şu iki aydır, fena halde
meteliksiz kaldım. Şurdan burdan tercüme parası filan alacağım var, ama henüz
alamadım.
Tezgâhlardan yine hayır yok, ama olacak. Hasılı işin bu
para tarafı düzelemedi. Burada biz kazandan bir öğün yamek alıp yiyoruz Emin
Beyle beraber. Ve yemek hakikan güzel, yağlı pişiyor. Bir öğünü de marulla
filan idare ediyorum. Fakat sıhhatim gayet iyi. Bu perhiz böbreklerime yaradı.
Zaten yaş ilerledikçe yemeyi içmeyi kısmak lazım."
Apre denen fenni muamele...
"Sana bundan önceki mektuplarımdan birinde de
söylediğim gibi ceketlik yünlü kumaş göndereceğim. Biraz uzadı. Sebebine
gelince çıkardığımız yünlüleri bir kere de fabrikada apre denilen fenni
muameleden geçirtmek icabettiğindendir. Birkaç güne kadar kumaş gelecek ve
hemen sana yollayacağım. Terzi parasını, astarını, telasını, düğmelerini,
kordonatısını göndereceğim, artık sana orada bir prova verip diktirtmek
kalır."
"Allah belasını versin, tezgâh işleri yine bozuldu ve
Manon tercümesinden pek hayırlı bir netice çıkacağını ummuyorum."
"Senin çamaşırlıkları dokuyorum. Yakında
yollayacağım." (7 Kasım 1945)
"Burada ben bir perde işi yaptım, yani tül perde
dokudum, elime biraz para geçti, sana elli lira yolladım, bunun çok az
olduğunu, arada borçlandığını, yemeksiz kaldığını biliyorum, mamafih ilk ağızda
biraz yardımı dokunur."
"Biz burada dokumacılıkta bir kriz geçirmekteyiz,
işler birden bire durdu. Lakin bunu da alt edip yine tezgâhları tıkırdatacağız
elbette." (20 Haziran 1947)
"Mektubun içinde sana yolladığım yünlü kadın kumaşı
öneği çift endir, yani 138 santimdir eni, İstanbul'da bunları perakende on bir
liraya metrosunu satıyorlar, benim tezgâhın mamulüdür, fakat parasızlık ve
imkansızlık yüzünden geç kaldığım için, İstanbul'da sattıramadım, maliyeti
sekiz liradır, sekiz buçuğa toptan müşteri bulursan metroda elli kuruş da bize
kalır, sekiz buçuktan yukarı bulursan daha âlâ, yani sen şu örneği çarşıya
göstertmeye gayret et, çeşitli renkleri vardır."
"Bugünlerde telgraf çekecek param da yok, lakin
yakında bu züğürtlükten kurtulacağım, bezleri sattık, henüz parasını
alamadık."
"Mamafih, dur bakalım, bir dokuma siparişi almak
mümkün olacak galiba." (6 Ekim 1948)
"Sekiz dokuz aydır mekik attığım yok. Tezgâhlar öyle
kapalı durur." (Kasım 1948)
"Bizim burası yakında iş yurdu olacak. Beni de
çalıştırırlar da nafakayı çıkarırız umudundayım." (13 Haziran 1949)
Şiirimizin büyük ustası Nâzim Hikmet, hapislik yıllarında
dokumacılığın ustası olduğu kadar, hasretlerin de ustası olmuş...
Sevgilisine, oğluna, doğup büyüdüğü kente... Ülkesine
hasret yaşamıştır:
iki şey var ancak ölümle unutulur
anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
ve koparmış ipini eski kayıklar gibi yüzer
kışın sabaha karşı rüzgârda tahta cumbalar
ve bir saç mangalın küllerinde
uyanır uykudan büyük İstanbulum
iki şey var ancak ölümle unutulur
Ve hasretin yorgunluguyla, gecelerin leylak ve hanımeli
koktuğu bir haziran günü, 3 Haziran 1963'te, sabahleyin, ülkesinden,
Memet'inden, İstanbul'dan, sevdiklerinden uzakta yaşama gözlerini yumar.
Nâzim Hikmet, 'Vasiyet' şiirinde şöyle der:
"Anadolu'da bir köy
mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani."
Adnan
Genç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder