M.
Hakkı Yazıcı
Kaynak: turkrus.com
Kaynak: turkrus.com
Nazım Hikmet, ölümünün 50. Yılında, Moskova’da RTİB ile Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği çeşitli etkinliklerle anıldı.
02 Haziran Pazar günü akşamı Zülfü Livaneli, Zuhal Olcay,
Edip Akbayram, Güvenç Üstündağ, Orçun Orçunsel, Çelli İstanbul Grubu’nun
katıldığı bir konser vardı. Pazartesi sabahı da mezarı başında bir anma töreni…
Sabah anma törenine giderken zaman zaman yaptığım gibi
yaşama veda ettiği evinin önünden geçtim; “Bakıyorum Moskova’nın
pencerelerinden birinden/ Seni düşünüyorum memleketim/ Memleketim, Türkiye’m
seni düşünüyorum,/ Zaten bir dakka çıktığın yok aklımdan,/ Hasretin dayanılır
gibi değil,” dediği evinin pencerelerinde kimseler yoktu.
Novodeviçi Mezarlığı anmaya gelen çok sayıda insanla
doluydu. Nazım, burada yatıyordu.
Nazım, Anadolu’da bir köy mezarlığına
gömülmeyi çok istemişti. Uyarına gelirse, tepesinde bir çınar da olursa taş maş
da istemiyordu hani…
Ama olmamıştı.
Ona Anadolu’da bir mezarı bile çok
görmüşlerdi, ancak o arkasında şiirlerini bırakmıştı. Bir mezar taşından daha
kalıcı olan şiirlerini...
Nazım, 50 yıl önce yaşama veda etmişti, ancak ”elveda”
dememişti. –Ki şiirleri ve düşünceleriyle aramızdaydı.
Güneşli bir Moskova sabahında Nazım’ın sevgili İstanbul’una
selamı vardı.
Kuşkusuz bu selamı, mezarı başında onu anan çok sayıda
insanın arasında olan, İstanbul’dan ziyaretine gelen Zülfü Livaneli, Zuhal
Olcay, Tarık Akan, Edip Akbayram, Nebil Özgentürk, Hakan Aksay, Vecdi Sayar,
Rutkay Aziz, Zeynep Oral, Coşkun Aral, Taner Barlas, Moris Gabbay, Arif
Keskiner, Nedim Saban, Hıfzı Topuz, Ayşe Yaltırım, Selçuk Yöntem, Güvenç
Üstündağ, Orçun Orçunsel,Çelli İstanbul Grubu üyeleri gibi pek çok sanatçı ve
kültür adamı iletecektir.
Nazım’ın en güzel memleket ve İstanbul şiirleri gurbetteyken, memleketi, yıldızlardan da, gençliğinden de daha uzaktayken yazdıkları... Gurbetlik zor zanaattır, Prag'da ruhunu mefistoya sunup, yalvarır:
“Hasretlik cana yetti/ pes!/ Beni istanbuluma
götürsün bir saatlik...”
***
Aslında anma törenine üst kat komşumuz Vladimir
İvanoviç’le birlikte gidecektik, ancak ah onun romatizma ağrıları…
Nazım’ın ölmeden önce yaşadığı ev, bizim mahallede,
oturduğumuz eve onbeş dakikalık yürüme mesafesinde, 2. Pesçanaya Sokak’ta, ,
Sık sık Vladimir İvanoviç ve karısı Olga teyzeyi de alıp oraya gidip, Nazım’ın
apartmanının avlusunda oturup, onu tanıyan bir babuşka ya da deduşkayı
yakalayıp anılarını anlattırmayı hayal ediyorum.
Mahallede bir de Nazım Hikmet Çocuk Kütüphanesi var. Bazen
bu kütüphaneye gidip, RTİB’in derleyip, Rusça’ya çevirtip bastırdığı kitaptan
Rus çocuklarıyla birlikte Nazım’ın şiirlerini okuyoruz.
Haliyle Nazım’ın şiirleri burada da çok okunuyor. Ve de
dokunuyor. Hele hele memleket hasretimin içime iyice çöktüğü günlerde onun
gurbet ve vatan hasretiyle ilgili şiirleri beni fena halde etkiliyor.
“Memleketim,
memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanım da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktinda yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…”
ne kasketim kaldı senin ora işi
ne yollarını taşımış ayakkabım,
son mintanım da sırtımda paralandı çoktan,
şile bezindendi.
Sen şimdi yalnız saçımın akında,
enfarktinda yüreğimin,
alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim…”
“Nazım gibi memleketini bu kadar çok seven birisinin vatan
hasreti içinde ölmesi ne hazin,” diyor Olga teyze.
Vladimir İvanoviç, bana “Seni niye çok seviyorum biliyor
musun?” diyor.
Merak eder gözlerle bakıyorum. O, devam ediyor:
“Biliyorum ki sen de vatanını Nazım gibi çok seviyorsun.
Ben de kendi vatanımı çok seviyorum. Bu çelişki gibi görülebilir. Fakat
kendi vatanlarını seven farklı ülkelerin insanları aynı duygulara sahiptir,
birbirlerini anlarlar ve çok severler. Vatanını sevmeyen adamdan hayır gelmez,”
diyor.
Başımı sallayarak hak veriyorum.
Vladimir İvanoviç, şiirleri Nazım gibi vurgulayarak okumaya
çalışıyor:
“Yaşamak
şakaya gelmez,
büyük
bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani,
yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı
ciddiye alacaksın,
yani o
derecede, öylesine ki,
mesela,
kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut
kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani,
öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde
bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.”
Şiirin bu noktasında duruyor Vladimir İvanoviç, “Bak,”
diyor,” Bu şiiri çok seviyorum. Bu yaşımda bile yaşama sevinciyle doluyor içim.
Ben de zeytin ağacı dikebilirim, ama Moskova’da yetişmez. Onun yerine sedir
ağacı dikeyim, mesela…”
Ona Türkiye’de Akdeniz kıyılarındaki sedir ağaçlarını
anlatıyorum. Lübnan’da olduğundan daha çok ve güzel sedir ağaçlarının var
olduğundan söz ediyorum.
Etrafımızı çocuklar sarmış, şiirlere devam ediyoruz:
“Yaşamak
bir ağaç gibi, tek ve hür
Ve bir
orman gibi kardeşçesine…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder