Hakan Aksay, Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması’nın 90. yılında, Rusya’da yapılan Üst Düzey İş birliği Konferansı’nı (ÜDİK) değerlendirdi. Yazısında, Ankara-Moskova arasında süren “güven sorunu” nun aşıldığına dikkat çeken Aksay, iki ülke arasındaki ortaklığın henüz “stratejik” değil “pragmatik” düzeyde olduğunu belirtti. Aksay, “Türk-Rus ilişkilerinde genel tabloya bakılınca, iki ülkenin daha önce hiç olmadığı kadar birbirine yakın olduğu, ticaretten enerjiye, turizmden kültürel-insani ilişkilere kadar pek çok alanda devasa adımların atıldığı söylenebilir.” dedi.
Bundan tam 90 yıl önce, 16 Mart 1921’de yapılan Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması ile hem yeni Türkiye uluslararası alanda ilk kez tanınıyor, hem de Türkiye ile (Sovyet) Rusya arasındaki ilişkiler açısından sağlam diplomatik temeller atılmış oluyordu.
Lenin önderliğindeki Sovyet Rusya 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra içerde ve dışarıda güçlenmeye çalışıyor, Mustafa Kemal’in liderliğindeki Türkiye ise Kurtuluş Savaşı’nı başarıya ulaştırmasında önemli rol oynayan Sovyet yardımlarının (yaklaşık 10 milyon altın ruble ve askeri yardım) yanı sıra Doğu sınırlarını güvence altına alıyordu.
Bu Anlaşma’nın açtığı ikili ilişkiler tarihinde birçok gelişme yaşandı. İki ülke arasındaki ilişkiler, 30’lu yılların sonunda ve İkinci Dünya Savaşı sırasında gerginleşti. Türkiye’nin fiilen Hitler Almanyası’nı desteklemesi, buna karşılık Stalin’in de Boğazlar ve Doğu bölgelerine yönelik talepler ileri sürmesi ile büyüyen anlaşmazlık, giderek iki komşu devletin Soğuk Savaş’ın farklı cephelerinde yer alması sonucunu doğurdu. 60’lı yıllarda nispeten yumuşayan ilişkiler, özellikle 80’lerin ortalarından itibaren hızla gelişen ticaret sayesinde pragmatik boyutta da olsa, Türkiye ve Rusya’yı birbirine yaklaştırdı.
Ancak işadamlarının inisiyatifleri, çoğu kez siyasi-diplomatik engellere takılıyor, iki devlet yönetimi Kürt-Çeçen, Kafkasya ve Orta Asya gibi anlaşmazlık konularını birbirine karşı kullanmaktan vazgeçmiyordu. 90’lı yıllarda bu gerginlikler adım adım azaldı. Rusya’da Putin’in başa gelmesinin ve enerji-ekonomi bazlı dış politikayı hayata geçirmeye başlamasının ardından siyasi diyalog ortamı ısındı. Putin’in Aralık 2004’teki Türkiye ziyareti sonrasında ise diplomatik-siyasi ilişkilerde hızlı bir gelişme süreci yaşanmaya başlandı.
Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması’nın imzalanmasından tam 90 yıl sonra, bugün Rusya’yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan’ın Moskova ve Kazan’daki temasları, Mayıs 2010’da Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev’in Türkiye ziyareti sırasında kurulan Üst Düzey İşbirliği Konseyi’nin (ÜDİK) ikinci toplantısında son derece geniş bir işbirliği perspektifinin ele alınması, bu gelişme sürecinin son örnekleri.
‘GÜVEN’ VE STRATEJİK YAKLAŞIM
Ankara-Moskova hattında geçmişte yaşanan birçok krizi, bir başka yaklaşımla iki kelimeyle özetleyebiliriz: Güven sorunu. Türkiye ile Rusya yönetimleri, ne savaşlarla dolu geçmiş yüzyıllarda birbirine güvenebildi, ne de Soğuk Savaş yıllarında. Bu “güven tesisi” son 6-7 yılın gündemi oldu. İlişkiler artık “önce rekabet”, “ne de olsa farklı kamplardayız” gibi yaklaşımlarla değil, “önce işbirliği” ve“onlarla beraber biz neler kazanabiliriz” anlayışıyla dizayn edilmeye başlanıyor. Burada Türkiye’nin “ABD’nin öncelikleri” ve “Batı ittifakı” kriterlerinden çok, ulusal çıkarlarını öne alma çabası da önemli rol oynuyor.
Ne var ki, son dönemde birbirine iltifatlar yağdıran iki ülke yönetimi (burada Moskova’nın Ankara’ya birkaç yıldır ısrarla “stratejik ortaklık” kavramını önerdiğinin altını çizelim), yine de birbiri açısından en başta stratejik değil, pragmatik değer taşıyor. Ne gariptir ki, Rusya’nın Türkiye’nin önde gelen ticari partneri haline gelmesi, Türkiye’nin de Rusya için beşinci ticaret ortağı olması da bu durumu değiştirmiyor.
Ankara genelde “pazarlık yapmak”, “indirim almak”, “liderlerin elektriğinin tutması”, “beden dilinin gösterdiği dostluk” gibi yüzeysel ölçütlerle yaklaştığı Moskova’ya yönelik uzun vadeli bir strateji hazırlamıyor. Bir dönemler uzun uzun araştırdığı Avrupa Birliği gibi “dersini çalışmıyor”. Ancak bağımsız dış politika uygulama isteği ve dünyada büyük güç olma amacına bağlı olarak Rusya ile özel ilişkilere sahip olmanın önemli olduğunu hissediyor.
Rusya’nın dış politikasında ve ekonomik ilişkilerinde de Türkiye, Batılı ülkeler ve eski Sovyet cumhuriyetleri kadar stratejik değer taşımıyor. Ancak enerji başta olmak üzere birçok konuda Türkiye’yle ilişkilerin ciddi bir mevzi olarak algılanması, Moskova’yı son yıllarda olumlu ya da olumsuz karşılık bulan bir dizi önemli projeyi “öneren taraf” ve Ankara ile bağlarda “daha aktif unsur” haline getirdi.
Bu arada Orta Doğu, Kafkasya, Karadeniz, Afganistan gibi konularda iki başkentin izlediği politikalar birbirine yakın. Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi üyeliği, AKPM Başkanlığı gibi konularda Moskova Ankara’ya destek verdi.
GELİŞEN İŞBİRLİĞİ
Türk-Rus ilişkilerinde genel tabloya bakılınca, iki ülkenin daha önce hiç olmadığı kadar birbirine yakın olduğu, ticaretten enerjiye, turizmden kültürel-insani ilişkilere kadar pek çok alanda devasa adımların atıldığı söylenebilir.
İkili ticaret hacminde 2008’de 38 milyar dolarlık rekor seviye yakalanmıştı. Kriz sonrası düşen, 2010’da 26.1 milyar dolar olarak gerçekleşen ticari hacim, bu yıl 2008 rekoruna yaklaşarak, birkaç yıl içinde de iki ülke yönetiminin hedef olarak koyduğu 100 milyar dolara ulaşabilir.
Türkiye’nin Rusya’da 33.7 milyar dolarlık inşaat yaptığı biliniyor (Türk müteahhitlerin tüm dünyada gerçekleştirdiği inşaat işlerinin yüzde 18'i).
İki ülkede de toplam 7'şer milyar dolara ulaşan Rus ve Türk yatırımlarının arttırılması da somut bir hedef haline geldi. Özellikle büyük Rus şirketlerinin Türkiye’ye gösterdiği ilgiyi anlamak için son günlerdeki gazete haberlerine şöyle bir göz atmak bile yeterli:
“Doğan Grubu’nun Boyabat hidroelektrik santraline RusHydro talip”,“Sberbank, Türkiye’de banka satın alacak”,“Rus Magnitorsk şirketi, 2 milyar dolarlık İskenderun MMK-Atakaş’ın tek sahibi olmak için başvurdu”,“Rusya 3. köprü inşaatına da talip oldu”…
Gazın üçte ikisini, petrolün üçte birini aldığı Rusya ile bir de nükleer santral alanında işbirliğine giden Türkiye, Kremlin açısından Almanya’dan sonra gelen “ikinci önemli enerji müşterisi” durumunda.
Turizmde de Rusya, Türkiye açısından Almanya’dan sonra ikinci. 2010’da Türkiye’ye 3 milyon 100 bin turist gönderen Rusya, karşılıklı olarak vizelerin kaldırılmasından (bu konuda yılan hikayesine dönen bürokratik engellerin 1-2 ay içinde temizleneceği ortaya çıktı) ve Ortadoğu ile Kuzey Afrika’dayaşanan gelişmelerden sonra, ülkemize yılda en az 4 milyon turist gönderebilir.
PROJELER VE ‘KOZLAR’
Türk-Rus işbirliğinin belkemiğini, 1984’ten bu yana enerji alışverişi ve ortak projeleri oluşturuyor.Erdoğan’ın Rusya ziyaretinin ana gündem maddesi de bu.
Bu sektördeki işbirliği gelişerek yeni boyutlar aldığından dolayı sorunları da artıyor. Rusya, Güney Akım Doğalgaz Hattı’na başlamak için gereken Türkiye’nin izninin gecikmesinden rahatsız. 20 milyar dolarlık yatırımla inşa edeceği Mersin-Akkuyu nükleer santrali konusunda da gecikildiği kanısında.
İşbirliği kararı alınan 4 milyar dolarlık Samsun-Ceyhan Projesi’yle ilgili olarak da taraflar (zamanlamadan ortaklık oranlarına, transit geçiş ücretlerinden petrol miktarı garantisine kadar bir dizi konuda) birbirini eleştiriyor.
Kendisinin “Rusya’nın en iyi ve disiplinli müşterilerinden biri olduğunu” vurgulayan Türkiye, 2014 sonuna kadar doğalgazda “al ya da öde” şartının askıya alınmasını talep ederek bir süredir Rusya’yı“jeste zorluyor”. Bu arada gelecek yıl sözleşmesi sona erecek Batı Hattı’ndan vazgeçebileceğini ima ediyor.
Büyük işbirliği projeleri, giderek birbirlerine karşı kullanılan kozlar haline geliyor.
Şimdilik bu çelişki ve pazarlıklar, büyük ölçüde kapalı kapılar ardında kaldığı için ortalığı alevlendirecek ve skandal çıkaracak bir gelişme yok.
Ama Türk-Rus ilişkilerinde güven ve stratejik yaklaşım konularının farklı bir düzlemde ele alınması ve projelerin karşılıklı çıkarlara bağlı olarak, bütünsel bir işbirliği yaklaşımıyla ele alınması gerektiği ortada.
T24
acaba@hakanaksay.com
Kaynak: http://www.rusya.ru/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder