Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Vera Tulyakova Hikmet tarafından yazılan “Bahtiyar Ol
Nazım” adlı kitap kafamı kurcalayıp duruyordu ne
zamandır. Novodeviçiy’deki törende kitabın önsözünü de yazan
Vera’nın kızı Anna Stepanova’nın yaptığı duygusal konuşma sonrasında zamanın
geldiğini anlamıştım.
1955 yılının Aralık ayında ilk kez karşılaştığı Vera'ya
büyük bir tutkuyla aşık olan Nazım’ın en yakınındaki kişiydi O. Ve Nazım
açılmıştı ona. Çünkü en suskun erkekler bile aşık oldukları kadınlara sessiz
kalamaz. Nazım’sa her şeyi dolu dolu yaşayan bir insandı. Vera’ya bütün
hayatını, her şeyini anlatmıştı. Zaten Onu bir an olsun yanından ayırmak
istemiyordu. Bir tek hapishane günlerinden söz etmeyi sevmiyordu pek.
İşte Vera’nın gözünden aşklarını, karşılaştıkları
engelleri, Vera'nın Nazım’a giderken yaşadığı zorlukları, tereddütleri,
Nazım’ın ısrarla, tutkuyla Vera için verdiği mücadeleyi bu kadar yakından,
ayrıntılarıyla öğrenmek büyük bir ayrıcalık.
Kitap, Nazım’la bir söyleşi, bir iç dökme gibi, şiirsel,
güzel bir dille yazılmış ve bazı anları hepimiz için ölümsüzleştiriyor. Bu
yüzden en başta Nazım’a özel bir armağan. Ama sadece Nazım’a armağan olmakla
kalmıyor, o yılları, bu güzel ve sıra dışı aşkın ayrıntılarını öğrenmemizi
sağlaması açısından bizim için de eşsiz bir değer taşıyor.
Vera Nazım’la kavuşma öykülerindeki ayrıntıları vermekle
kalmıyor, Nazım'ın hayatıyla ilgili bir çok ilginç noktayı da öğrenmemizi
sağlıyor.
Yeniden Nazım ve Vera aşkına dönecek olursak, gerçekten de
bir adamın bir kadına duyduğu sınırsız, tutkulu bir aşk bu. Nazım’ın Onu bir an
olsun bile yanından ayırmak istemediğini, onu delicesine kıskandığını, Onun
için kendini sürekli paraladığını, Vera'nın ise genç, evli ve çocuklu bir kadın
olarak böylesine büyük bir aşk karşısında duyarsız kalamadığını, zorlansa da
Nazım’a gittiğini ve sonrasında ona aşık olduğunu anlıyoruz.
Vera aslına bakılırsa öylesine şanslı bir kadın ki, bu
dünyada bir erkeğin bir kadına yazacağı en güzel şiirler belki de Onun için
yazıldı. Bu durum aslında bazı tartışmalara da sebep olmuş o dönemde. Bazıları
Ona bu kadar çok şiir yazmasını ve yalnızca Vera'ya odaklanmasını eleştirmiş.
Hatta Vera bu durumdan utanmaya da başlamış ve bir gün demiş ki Nazım’a “artık
benim için şiir yazmasan olmaz mı?” Tabi Nazım buna çok üzülmüş ve kızmış.
Şunları söylemiş:
“Sonra, daha sonra ben bu dünyadan göçüp gittiğimde, her
aşk sözcüğümden mutluluk duyacaksın, her yerde onları arayacaksın, en güç
anlarında ayakta kalma gücünü onlardan alacaksın, anla bunu Vera, bırak içimde
yaşayan her şeyi dışa vurayım, dile getireyim, kısıtlama bunu, kimseye kulak
asma, bunlara gereksinimimiz var, benim şimdi, senin ise ileride…”
Vera kitabında Nazım'ın bunu söylemekle ne kadar haklı
olduğunu teslim ediyor hüzünle.
Vera’yı etkileyen şey O olmadığı zaman sürekli özlemesiydi
Nazım’ı. Ona öylesine bir ilgi ile yaklaşıyor, öylesine bir enerji ve dikkatle
davranıyordu ki Vera onca zorluğa rağmen kayıtsız kalamıyordu buna. Vera Ona
tam olarak ne zaman aşık olduğunu düşünüyor bir an ve şunları yazıyor:
“Belki de 1957'nin güzünde aşık oldum sana, o puslu
sonbahar gününde, anımsıyor musun, yağmurdan sonraki haliyle Gorki Park’ı…”
Kitapta dile getirilen başka önemli noktalar ise, Nazım'ın
memleketine olan o büyük sevgisi, Sovyetler döneminde, özellikle yazarlar ve
sanatçılar üzerinde olan baskılar, Nazım'ın ne denli güçlü bir şekilde bu
baskılara direndiği, hatta bir yetkilinin sanki “bütün muhaliflerin lideri
gibi” demesi mesela.
Nazım’ın, Neruda, Aragon, Pasternak, Erenburg gibi o
dönemin önemli şair ve yazarları ile olan dostlukları, sohbetleri, tiyatro
tutkusu, hatta bazı dönemlerde örneğin o gün oynanan on sekiz oyundan beşinin
Nazım’a ait olması gibi birçok bilgi ve ayrıntıyı da öğreniyoruz.
Bir gün bir telefon gelir Nazım’a. Onunla görüşmek
istediğini söyleyen bir kadınla buluşurlar. Kadın yoksulca giyimli, solgun
yüzlü, Moskova'daki bir dikim fabrikasında çalışan işçilerin
temsilcisiymiş. Çalışanların çoğu kadınmış. Nazım'ın evlenmek üzere olduğunu
duymuşlar ve şunu demeye gelmiş kadın: Sizin gibi bir şahıs tek bir kadına ait
olamaz, herkese aitsiniz siz.
Bu ve başka birçok olaydan şunu anlıyoruz ki, Nazım o
dönemde aslında hemen herkes tarafından bilinen, oyunları Moskova
tiyatrolarında sıkça oynanan, herkes tarafından çok sevilen önemli bir şair.
Bol bol seyahat ediyor, belki de uzun seyahatlere maksatlı olarak çıkması
isteniliyor.
Nazım’ın ilginç anlarından birisi de Kahire'deki Asya
Afrika Yazarlar Birliği toplantısında. Nazım'ın başkan seçildiği seçimlerde,
Çin delegesi kürsüye gelerek Nazım'ın Sovyet pasaportu taşıdığını ve oy
kullanamayacağını söyler. Nazımsa sakin şekilde kürsüye gelir ve şöyle der:
Halkının dilinde yazan bir şair elbette ülkesini temsil edebilir. Bunun üzerine
bir alkış tufanı kopar.
Ve o sabahı anlatıyor Vera. Nazım’ın yedi buçuk sularında
gazeteleri almak için kapıya yöneldiğini, ancak bir süre gelmediğini
hissedince, kalkıp kontrol ettiğini, Onu kapının önünde kapıya yaslanmış, bir
eli yerde gördüğünü ve o anda ölmüş olduğunu anladığını söylüyor. O sabah
geldiklerinde Onun kimliğini istiyorlar. Vera cüzdanına baktığında 1957 yılında
değiştirdiklerini kendi fotoğrafını görüyor ve fotoğrafın arkasına yazmış
olduğu o son şiiri.
Sanırım Vera Tulyakova Hikmet’e bir teşekkür borçluyuz ve
bu güzel çeviriyi yapan Hülya Arslan'a. Çünkü bu kitap Türkolog çevirmeni ve
yakın dostu Ekber Babayev dışında Nazım'ın son yıllarında en yakınındaki
kişinin, sırdaşının ve büyük aşkının bize o ölümsüz ve eşsiz anları aktarması
açısından büyük bir hazine.
Umarım, bu kitap yeniden basılmaya başlanır ve bütün Nazım
severler tarafından okunur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder