SEZİN
AYDEMİR
Kaynak:
http://t24.com.tr/k24/
Nâzım
Hikmet, Kemal Tahir'e Bursa'dan yazdığı bir mektupta şöyle der: Sana bir şey
söyleyeyim mi Kemal, ben tercüme yapmayı sevmiyorum, adeta ağrıma gidiyor bu iş…
Nâzım Hikmet’in çeviri faaliyetlerinin başlangıcı 1930’ların
ilk yıllarına denk düşer. “Ben” imzasıyla Yeni Gün gazetesinde çeviri
öyküler yayımlar. 1934’ten sonra “Orhan Selim” takma adıyla çevirdiği
öyküler Tangazetesinde yayımlanır. Bunlar geçimini temin için yaptığı
işlerdir.
1938’de 28 yıla mahkûm olduğunda, hapishaneden çeviri
yapmaya devam eder. Yine geçim temini içindir ama bu kez neredeyse tümüyle hane
halkının; Piraye Hanım ve onun ilk kocasından olan çocuklarının geçiminin
sağlanmasına yöneliktir. Çevirilerden gelen paranın hemen hemen hepsini
karısına gönderir, bazen küçük bir miktarını da kendi gibi cezaevinde yatmakta
olan Kemal Tahir için alıkoyar.
Nâzım Hikmet çeviri yapmayı gerçekte sevmemektedir. Kemal
Tahir’e Bursa’dan yazdığı bir mektupta şöyle der: “Sana bir şey söyleyeyim mi
Kemal, ben tercüme yapmayı sevmiyorum, adeta ağrıma gidiyor bu iş.” Diğer
mektuplarında da yaptığı çeviriden şikâyet eder, memnun değildir. Bu esnada
Tolstoy’un “Harb ve Sulh” çevirisine çalışmaktadır. Piraye Hanım’a ise hiç dert
yanmaz çeviri işinden, hatta sezdirmez bile. Çankırı’da Tosca’yı çevirdiği
esnada sadece bir mektubunda çeviriyi tekmil tamamlaması hâlinde ellerine
geçecek paranın miktarını belirttikten sonra, bu işi tamamlayabilmesinin, ancak
kendisinin yanında olmasıyla mümkün olacağından söz eder. Âdeta yalvararak
“gel” der. “[…] opera işini, bu belayı ancak senin havandan, gözlerinin
ışığından kuvvet ve cesaret alarak bitirebilirim. Tecrübesini yaptım. Eğer sen
burada olmasaydın, birinci perdede bile cesaretim kırılacak yüzüstü bırakacaktım.
Ne kadar çabuk gelirsen bu belayı da o kadar çabuk, el birliği ile atlatır ve
kışlık hayatımızı o kadar çabuk tanzim ederiz, biricik karıcığım.” Bu mektup,
1940 yılı, eylül ayı içinde yazılmış olmalı. Piraye Hanım’a ev tutulup
Çankırı’da ikamet ettiği mayıs-haziran aylarında Nâzım Hikmet bir yandan Tosca’nın
ilk perdesine çalışmaktadır. Eylül ayında tekrar geleceği sözüyle ayrılır
Piraye Hanım, ama anlaşılıyor ki bu ziyaret gerçekleşmez. Nâzım Hikmet de kendi
talebi ile aralık başında Bursa Cezaevi’ne nakledilir.
Nâzım Hikmet Tosca’yı Çankırı Cezaevi’nde 1940 yılında
başlar çevirmeye, aynı yıl içinde bitirir. Opera sanatçısı ve dostu Semiha
Berksoy, Nâzım’ı Tosca çevirisinden haberdar eder ve Nâzım’ın dayısı,
o sıralarda Nafia Vekili (Bayındırlık Bakanı) olan Ali Fuat Cebesoy aracılığı
ile, Maarif Vekâleti’nden bu iş alınır. Tosca’ya çevirmen olarak dönemin
şartları gereğince, besteci ve orkestra şefi Ferid Alnar’ın adı yazılacaktır.
Semiha Berksoy Nâzım Hikmet’e yazdığı bir mektupta sürecin gelişimini anlatır:
Berksoy, önce Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım vasıtasıyla Cebesoy’la
konuşup, tercümeden söz eder ve gıyabında Ferid Alnar’ı bu işle ilgili takdim
eder. Paşa, Alnar’ı çağırtır, ondan Nâzım Hikmet’e yardım için gerekli taahhüdü
alır. Alnar, gerekirse iki üç haftada bir Çankırı’ya gitmeye hazır olduğunu da
bildirir. Hemen ardından Berksoy’a mektup yazar; mektupta, Cebesoy’la
görüşmesini özetleyip, Paşa’nın Maarif Vekili ile görüşüp, -Nâzım’la
çalışacağını bilmek şartıyla- tercümeyi kendisine havale edeceklerini, parayı
Nâzım’la paylaşacaklarını bildirir. Berksoy’a da dedikodulara mahal vermemek
için bu konuda ketum olmasını tembihler. Ferid Alnar, durumu anlatan bir mektup
da Nâzım Hikmet’e yazar, Nâzım da Piraye Hanım’a: 12 Mart 1940 tarihli
mektubunda Ferid Alnar’ı şöyle hatırlatır: “[…] tanıdın değil mi, şu Yalova
operetini beraber yaptığımız Ferid, işte onunla görüşmüşler…” [1
O sıralarda henüz Ankara Devlet Opera ve Balesi
kurulmamıştır; Konservatuvar adıyla Maarif Vekâleti’ne bağlıdır, vekil de Hasan
Âli Yücel’dir. Gerekli izinler alınır, Nâzım Hikmet’le çalışması kaydıyla
çeviri işi Ferid Alnar’a verilir. Nâzım Hikmet, 1940 yılında, Çankırı’da hemen
çeviriye başlar.
Puccini’nin bestelediği bu opera eseri, ilk kez 1900
yılında Roma’da sahnelenir. Konusu özetle şöyledir: “Meşhur şantöz” Tosca,
tutkulu, çok kıskanç ve gözü kara bir kadındır. Ressam Mario’ya çılgınca
âşıktır. Mario cumhuriyetçi ve devrimci bir adamdır. Opera, Mario’nun
hapishaneden kaçan eski dostu Angelotti’yi saklamasıyla başlar. Kaçağın
peşindeki polis müdürü Scarpia, Mario’dan şüphelenir, onu yakalatır.
Angelotti’nin yerini söyletmek için ağır işkencelerden geçirir. Başarılı
olamaz. Mario kurşuna dizilecektir. Bunu fırsat bilen polis müdürü, uzun
süredir elde etmek için uğraştığı Tosca’ya karşı bu durumu koz olarak kullanır:
Kendisiyle birlikte olması karşılığında Mario’nun hayatını bağışlayacak ve
ikisine yurt dışına çıkmaları için bir izin belgesi hazırlayacaktır. Plan,
Mario’nun kurşuna diziliyormuş gibi yapılmasından ibarettir. Tosca kabul eder
gibi görünür, tam bu sırada masanın üzerinde olan bıçağı alır, Scarpia’nın
göğsüne saplar, izin belgesini kaptığı gibi, Mario’nun kurşuna dizileceği
kaleye gider. Scarpia’nın planını anlatır, gerçekte kurşuna dizmeyeceklerdir,
Scarpia ile anlaşmaları böyledir; ilk ateşten sonra kendisini yere atmasını ve
uzun süre kalkmamasını tembih eder. Bu planın uygulayıcısı müdürün yardımcısı
olan kişi olacaktır. Ancak gerçekten kurşuna dizilir Mario. Ölür. Tosca müdür
yardımcısının elinden kurtularak kalenin burcuna gider ve oradan kendini
boşluğa bırakır.
Eser üç perdedir. Ferid Alnar Çankırı’ya giderek teslim
eder, tercümesine başlanır. Ferid Alnar tercüme sürecinde, Ankara’dan
Çankırı’ya arada gider gelir. Bir kez de Berksoy’la beraber giderler. Semiha
Hanım münferiden de Nâzım Hikmet’i birkaç kez Çankırı’da ziyaret eder. İlk
perde haziran sonunda, ikinci perde ekim başında biter. Üçüncü perdenin
tercümesi esnasında Piraye Hanım’a yazdığı bir mektupta, son perdenin 10-15 gün
sürebileceğini, bugünlerde eline 200-250 lira geçebileceğini müjdeler. Ancak
tercümeden beklenen paralar gecikir. Nâzım Hikmet, Tosca tercümesini
Çankırı’da, ekim ayı sonunda bitirir. Eline ilk para, Bursa Cezaevi’ne
nakledildiği sırada geçer. Bu arada gerek Semiha Berksoy’a gerekse karısına
yazdığı mektuplarda, tercüme parasının bir an evvel ödenmesi için paşa dayıyla
görüşmelerini tembihler. Bu konuda Ferid Alnar’a da yazar. Piraye Hanım’a
Çankırı’dan yazdığı son mektubunda ise, “Semiha geldi. Benimle görüştü. Carmenoperasının
tercümesi varmış. Tosca’yı çok beğenmişler, Carmen’i de bana tercüme
ettirmek istiyorlarmış. Yalnız Semiha ile Ferid’in arası açıkmış” demektedir.
Bu sıralarda Berksoy yazdığı bir mektupta, “Carmen tercümesini ancak Tosca’yı
oynayıp muvaffak olduktan sonra teklif edebileceğim” demektedir. Görüldüğü
gibi, Semiha Berksoy Nâzım’a tercüme temininde büyük çaba sarf etmektedir. Aynı
çabayı, çeviri parasının alınmasında da gösterir.
Ankara’da Nâzım’ın “iade-i muhakemesi” konuşulmaktadır,
hatta yargılanmanın yenilenmesi hâlinde hemen tahliye edileceğine dair büyük
umutlar beslenmektedir. Berksoy bu konuda da elinden gelen yardımı yapar; Nâzım
Hikmet’e gelişmeleri anlatan mektuplar yazar. Celile Hanım’ın talebi üzerine
“yardım etmesi ve gerekli yerlerle temaslarda bulunması ricasıyla” Ankara’da
Yahya Kemal’le de görüşür. Bu arada ilginç bir olay yaşanır, Semiha Berksoy’un
bu son Çankırı ziyareti sonrasında, Ankara’ya döndüğünde emniyetten çağrılır,
Nâzım Hikmet’i neden ziyaret ettiği hususunda dönemin Ankara valisi tarafından
“hesap sorulur.” Berksoy’un ifadesiyle ağzından biteviye “Onu seviyorum” sözü
çıkar. Berksoy, kendisini ihbar edenin Alnar olduğunu söylemektedir. Kendisine
bu bilgiyi aktaran, dönemin Ankara emniyet müdürüdür. Yine kendisine dayanarak
belirtelim: “Ferid Alnar, Nâzım’la birlikte Tosca operasını
çeviriyor, daha doğrusu kendi çevirmiş gibi Nâzım’ın çevirmesinde aracılık
ediyor, Nâzım’la kendisi de görüşüyor, mektuplaşıyor, sonra da tutup
Semiha’yı ihbar ediyor.” Alnar, o sıralarda Semiha Berksoy’a kur yapmaktadır
ama beklediği karşılığı alamaz. Ancak yine Berksoy’un ifadesine göre,
düşmanlığını ‘40’lı yılların sonuna kadar sürdürür, opera kariyerine elinden
geldiğince engel olur.
Bu arada belirtelim, Semiha Berksoy’la Nâzım Hikmet
arasında 1930’ların başında bir gönül ilişkisi yaşanır ve çevrelerindeki herkesin
malûmu olan bu ilişki Nâzım’ın Piraye ile evlenmesinden sonra bir süre daha
devam eder. Ta ki, Berksoy sanatını seçip, Berlin’den aldığı teklifle 1936
yılında Almanya’ya gidene ve böylece kendini bu gelgitli ilişkiden bir tür
“koparmayı” başarana kadar. Çok genç yaşlarına ilişkin yaşadığı duyguları şöyle
ifade etmektedir Berksoy: “[…] Onun eserlerinin emsalsiz şiiriyetine ve yine
tanrının bir sanatı olan emsalsiz güzelliğine hayran ve tamamen platonik ilahi
bir aşkla bağlanmıştım”[2]
Nâzım Hikmet’in Bursa’ya naklinden hemen sonra Berksoy
gelir, bir gün kalıp döner. Ona her hafta yazacağına dair söz verir. Falih
Rıfkı Atay’ın kendisine tercüme vereceğini de muştular. Ardından Piraye Hanım
Bursa’ya gelir, kaplıcalarda oda tutulur, bir hafta kadar kalır. Nâzım
siyatikleri için kaplıcalara gider, Piraye ile tuttukları odada kalırlar.
Berksoy bu durumu Nâzım’ın paşa dayısı Cebesoy’a yazdığı ve kendisi
aracılığıyla gönderdiği mektuptan öğrenir. Pek kıskanır. Kısacık bir mektup
yazar: “[…] Madem ki işleriniz yoluna girdi, ve sıhhatiniz de iyi, size her
hafta yazarım diye verdiğim sözü geri alıyorum.” Nâzım Hikmet bu mektuba
karşılık, “Mektubum kısa oldu, çünkü küstüm kızım” diye biten, üzüldüğünü
bildiren, yazmasını isteyen “Eğer ben burada biraz rahat nefes alıyorsam, bunda
senin güzel yüreğinin, güzel ellerinin payı o kadar büyük ki… […] Toskalığın
lüzumu yok. Radyoda Toska’yı söylerken verseler de, biz de, ben de burada
seni dinleyebilsem” sözleriyle cevap verir. Semiha Berksoy kıyamaz Nâzım’ına,
mektuplarını sürdürür, hatta Cebesoy’dan aldığı bilgilerin emniyetiyle, Tosca’nın
ilk temsilinde kendisinin de seyirciler arasında olabileceğini âdeta müjdeler.
Her ne kadar Nâzım oyunu izleyemese de, Semiha, oyundan fotoğraflar gönderir.
Berksoy oyunda Tosca’yı seslendirir. Ancak eserin
tamamı değil, sadece ikinci perdesi oynanır o yıl, Berksoy bundan da Alnar’ın
sorumlu olduğunu belirtir. Tosca 1941 yılı nisan ayında gösterime
girer. Nâzım Hikmet hapishane radyosundan dinler ve şöyle yazar kendisine: “Toska operasını,
radyomuzun başında, ve saatinde dinlemek iznini Müdürümüzden almıştım. Binaen
aleyh harikulade sesinin dalgalarıyla avunabildim, müteselli oldum.”
Bu sıralarda tercüme parası da peyderpey gelmeye başlar.
Önce teyzesi aracılığıyla 70 lira, sonra nisan ortalarında Semiha Berksoy
eliyle 122.50 lira. Nâzım Hikmet, sadece 22.50 lirayı kendine alıkoyup,
neredeyse tamamını karısına gönderir. 100 lirayı gönderdiğini belirttiği
mektubunda “Bana tercüme gelecek. Mahsuben para alır, sana derhal yollarım […]
Bu yolladığım 100 lirayı derhal sıhhatin ve gıdan için sarfet. Merak etme seni
parasız bırakmam” demektedir. Piraye Hanım’ın neredeyse hemen her mektubunda ya
kendisinin ya aile efradının sağlık sorunlarından ya da parasızlıktan
şikâyetine karşılık yazılmış bir mektuptur bu da…[3]
Berksoy, 1941 yılı sonunda Bursa’ya tekrar gider. Selvinaz
Otel’de bir oda tutar. Nâzım da bu otelin kaplıcalarına gidip gelmektedir.
Nâzım ve Semiha otelde buluşur, konuşur, dertleşir, birlikte olurlar. Memet
Fuat, Nâzım’ın, Semiha Berksoy’un kendisine hapishanede gösterdiği ilgiye,
“ancak saygı duyulabileceğini” söyleyerek savunduğunu, üstelik “nasıl
başardıysa, buna karısını da inandırmıştı” söylemektedir: “Başka kadınların
Nâzım’a ilgi göstermelerine hiç katlanamayan Piraye, (…) Semiha Berksoy’un
cezaevlerine gelip gitmesine aldırmazdı.” Piraye’nin bu “aldırışsızlığında”
Berksoy’un Nâzım Hikmet’e çeviri işi, para temini ve yargılanmanın yenilenmesi
için koşuşturmasının da payı olsa gerek.
Öte yandan, Nâzım Hikmet’in 16.2.1942 tarihli mektubunda
yazdığı “Biliyor musun? Geçen sene bu vakitler Bursa’daydın” satırları 1941
yılı şubat ayından sonra Piraye Hanım’ın bir yıl boyunca ziyarete gitmediğini
düşündürtmektedir.
Berksoy, Ankara’da önüne çıkarılan engeller neticesinde
1942 senesinde harp içindeki Almanya’ya gider, orada dokuz ay kalır. Dönüşünde
Ercümend Siyavuşgil ile evlenir.
1943 senesinde Nâzım Hikmet, Zeki Baştımar’la birlikte
Tolstoy’un Harb ve Sulh tercümelerine başlar. Bu çeviri de Maarif
Vekâleti’ne yapılmaktadır. Bu çeviriye başlamadan önce, 1942 yılı sonlarında Semiha
Berksoy’dan mektup aldığını yazar karısına: “[…] Tercüme işi halledilmişe
benziyor. Kendisi buraya gelip anlatacakmış.” 1944 senesinde Semiha Berksoy bir
opera tercümesi teklifi ile gelir: Cavelleria Rusticana. Şöyle yazar: “[…]
iki gün önce Semiha geldi. Bir opera oynayacaklarmış. Cavalleria Rusticana’yı.
Halkevi’nde. O işi de aldım. Biraz para da ordan geçer elimize. Velhasıl bu iki
iş bugünlerde olursa seni daha emniyetle düşüneceğim. Parasız kalıyorsun diye
üzüntüden kurtulacağım.” Ancak daha sonraki mektuplarında bu tercümeden veya bu
işten gelen/gelecek olan paradan hiç söz edilmez. Sözünü ettiği diğer iş, Harb
ve Sulh tercümesinin ilk cildinden alacağı paradır.
Berksoy, 1946 senesinde kızı Zeliha’yı dünyaya getirir.
Haberi alan Nâzım Hikmet, “Anneciğim ve Semiha’cığım” hitabıyla başlayan
mektubunda, Semiha’nın anne olmasına çok sevindiğini yazar. Bebeğin ismi
konusunda Nâzım’a danışılmıştır. “[…] Ben Zeliha -Züleyha değil- adını pek
severim. Kızına isterse o adı koysun. Sonra Ankara’da Devlet Operası’nda
çalışmağa başlayacağı da beni ayrıca bahtiyar etti. Pırlanta ne kadar toz
toprak içine atılsa da, günün birinde pırlantalığını belli eder ve hakkını
ister. Semiha da bizim Türk kadın sesinin pırlantasıdır. Haydi hayırlısı. Dünya
onun, yolu açık olsun.” Aynı mektupta Berksoy’un eşi Ercümend Bey’e de “kendi
durumuna” ilişkin gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür vardır.
Her ne kadar Nâzım Hikmet, “Semiha bizim Türk kadın sesinin
pırlantasıdır” dese de, Berksoy’un yoluna taş koymaya devam edilir. 1948
senesinde Ankara Operası’ndan bir heyet tarafından sesi “kontrol” edilir. Bir
tür imtihana tâbi tutulur aslında. Heyette Ferid Alnar da vardır.
Berksoy, Carmen ve Rusticana’dan Santuçya’yı söyler
heyettekilere. Sonrasında heyette bulunan rejisör Mordo[4],
Semiha Berksoy’u kutlayıp, sahnelemek istediği Cavallaria Rusticana’daki
Santuçya rolünü kendisine verdiğini söyler. Ancak Alnar’ın olumsuz raporu
sonucunda, kendisine sesinin korist olarak değerlendirilebileceği bir yazıyla
bildirilir. Semiha Hanım, çılgına döner, büyük bir hakaret olarak düşünür, kızı
Zeliha’yı kaptığı gibi Viyana’ya gider. Başlangıçta zor günler geçirir,
sonrasında önemli temsillerde rol alır. Başarıları Türkiye’den duyulur,
“korodan çıkarıldığı ve Devlet Operası’na solist olarak atandığı” bir yazıyla
kendisine bildirilir. 1950 yılında yurda döner.
Tosca, Ferit Alnar adıyla İstanbul Devlet Operası ve Balesi
yayını olarak 1971 yılında, Cavalleria Rusticana ise Aydın Gün adıyla
İstanbul Şehir Operası yayını olarak 1966 yılında kitapçık olarak yayımlanır.[5] (Rusticana tek perdelik bir eserdir. 1949-50
sezonunda sahnelenir, Ankara temsillerinde başrollerde Leyla Gencer ve Aydın
Gün vardır.)
Rusticana 1950 senesi kasım ayında Beyoğlu’nda Atlas
Pasajı’nda bulunan Küçük Sahne’de gösterilir. Santuzza’yı Semiha Berksoy oynar.
Küçük salon alkıştan yıkılır. Nâzım Hikmet de seyirciler arasındadır.
Oyunun İstanbul’da sahnelenmesinden iki ay önce, eylül
ayında Celile Hanım Semiha’ya yazdığı mektupta, “Cümlemiz iyiyiz. Ağabeyin
[Nâzım Hikmet kastediliyor. S. A] vereceğin konserden sonra sana makale
yazacak” haberini vermektedir. Bu arada belirtelim, 1940’ların başından
itibaren Semiha Hanım ile Nâzım Hikmet’in annesi Celile Hanım arasında, çok
yakın bir dostluk ve âdeta bir ana-kız ilişkisi kurulmuştur.
Nâzım Hikmet’in Bursa’daki son yılında anlaştığı ve
tahliyesinden sonra beraber oturmaya başladığı, oğlu Mehmet Nâzım’ın anası
Münevver Hanım’la Berksoy arasında karşılıklı saygı ve özene dayanan bir ilişki
olduğunu anlıyoruz. Münevver Andaç’ın, Semiha Hanım’a yazdığı son derece nazik
notta, kendilerini ziyaret edememelerinden ötürü mahcubiyet ve özür; ayrıca
kısa zamanda bu ziyareti gerçekleştirecekleri bilgisi vardır. Zeliha Berksoy’un
ifadesine göre, tarihsiz bu not, Nâzım Hikmet’in yurt dışına gidişinden bir gün
önce gönderilmiştir.
Nâzım Hikmet, 1951’de yurt dışına gitmek zorunda kalır,
Semiha Berksoy’un memlekette sürdürdüğü opera mücadelesi devam eder. 1951
senesine opera jürisi tarafından birinci sınıf opera sanatçısı olarak
değerlendirilmesine karşılık 32 senelik opera yaşamında sadece 26 kez sahneye
çıkartılır. 1963 senesinde bir jübileyle emekli olur. Sonrasında sürdürdüğü
resim çalışmalarına ağırlık verir. Ama “Do sesini verdim, ölümü yendim” diyecek
kadar sesini ve tekniğini de çalıştırarak.
Ressamlığında, kanımca, çok sayıdaki eserinin içinde en
güzellerinden ikisi, La Tosca’nın Temsili’ndeki Semiha Berksoy (1975),
bir diğeri de Nâzım Hikmet’i resmettiği Aşk Yüzünden Ölüm’dür (1998).
Tosca operasında Nâzım Hikmet’in çevirdiği dizeleri; “Ben
yaşardım aşkla ve sanatla” şarkısını bütün bir ömrüne “tercüme eden” Semiha
Berksoy 2004 yılının ağustos ayında vefat eder.
“Tosca’nın
yakarışı”:
Ben
Yaşardım, aşk ve sanatla,
Bembeyazdır ömrümün geçtiği yol.
Tek bir dert yok ki
Merhametinle şifa bulmasın.
Her gün temiz bir kalble
Gelip Mihrap önünde
Sana imanla yalvaran,
Sana çiçek getiren ben,
Ben değil miydim, söyle!
Ve şimdi bu müşkül an
Gelince böyle, Yarap!
Neden beni yalnız bıraktın sen?
Elmaslarımla ben Meryem’i süslerdim,
Bir sonsuz aşkla
Sesim semâlara yükselirdi.
Bembeyazdır ömrümün geçtiği yol.
Tek bir dert yok ki
Merhametinle şifa bulmasın.
Her gün temiz bir kalble
Gelip Mihrap önünde
Sana imanla yalvaran,
Sana çiçek getiren ben,
Ben değil miydim, söyle!
Ve şimdi bu müşkül an
Gelince böyle, Yarap!
Neden beni yalnız bıraktın sen?
Elmaslarımla ben Meryem’i süslerdim,
Bir sonsuz aşkla
Sesim semâlara yükselirdi.
Kaynaklar:
Nâzım Hikmet, Piraye’ye Mektuplar, (Der. Memet Fuat)
YKY, 2017.
Memet Fuat, Nâzım Hikmet, Adam Yay., 2000
Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e Mapushaneden Mektuplar, İthaki Yay., 2015
Semiha Berksoy, Nâzım Hikmet Ve “Tosca”sı Mektuplaşmalar, Kırmızı Kedi Yay., 2017.
Füsun Özbilgen, Sana Tütün ve Tespih Yolluyorum, (Semiha Berksoy’un Anıları), Broy, 1985
Memet Fuat, Nâzım Hikmet, Adam Yay., 2000
Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e Mapushaneden Mektuplar, İthaki Yay., 2015
Semiha Berksoy, Nâzım Hikmet Ve “Tosca”sı Mektuplaşmalar, Kırmızı Kedi Yay., 2017.
Füsun Özbilgen, Sana Tütün ve Tespih Yolluyorum, (Semiha Berksoy’un Anıları), Broy, 1985
1)Yalova Türküsü ilk yerli
müzikli komedi (operet) olarak kabul edilir. Berksoy müzikalin ilk
gösterimlerinde koroda yer alır, daha sonra başrol Sevim’i oynar. 15 İkinci
Kânun 1932 yılında yayınlanan Darülbedayi Dergisi’nde İ. Galip adıyla
yayımlanan bir yazıda Yalova Türküsü’nün bestecisi Ferid Alnar’dan övgüyle söz
edildikten sonra, “şarkı güftelerinin de Türkçeyi esasen musiki gibi söyleten
orijinal bir genç şairimizin tanzim etmesi bizim için ne kıymetli bir hatıra ve
ne muhakkak bir muvafakkiyet amilidir” denmektedir. Sözü geçen “genç şair”
Nâzım Hikmet’tir. Aynı sayıda yer alan müzikli komedinin ilanında besteleyen
Hasan Ferid, nakleden (P. Praksi’den) İ. Galip (İsmail Galip Arcan) olarak yer
alır. Bu sayıda operette yer alan güftelere de genişçe yer verilir. www.ibb.gov.tr
[2] Kendi
el yazısı ile aldığı bu notlar Melih Güneş arşivindedir.
[3]Ne
yazık ki, Tosca tercümesinin tekniği ve safahatı hakkında bilgimiz yok. Oysa
Harb ve Sulh hakkında Kemal Tahir’e, Malatya Cezaevi’ne yazdıklarından yola
çıkarak hem çeviri meselesine ilişkin, hem de elindeki çeviriye dair birçok şey
öğrenebiliyoruz. Ama Tosca’yı çevirirken Çankırı’da Kemal Tahir’le bir arada
bulunmaktadırlar, muhtemelen aralarında müzakere etmişlerdir. Ancak Piraye
Hanım’a, değindiğim gibi, işin sadece para pul kısmından söz eder
mektuplarında. Çeviriye ilişkin Alnar’la da yazışmışlar, ancak bunlara da vâkıf
değiliz. Anlaşılan Ferid Alnar ile çevirilerin son kontrolünü yapmak için bir
araya gelirler ve son hâline karar verirler.
[4] Mordo,
Ankara Devlet Operası’nı kuran Ebert’in yerine ve Ebert’ten gizli sürdürülen
bir sürecin sonunda 1945 yılında getirilmiştir. Tam da Carmen’i sergileyeceği
sırada sözleşmesi feshedilir. Ebert Naziler’den kaçan sanatçılardandır.
[5] Cavalleria
Rusticana’yı Nâzım Hikmet’in tercüme edip etmediğine ilişkin elimizde kesin bir
bilgi yok. Metinde de belirttiğimiz gibi, Piraye Hanım’a yazdığı sonraki
mektuplarda bu konuda hiçbir şey bulunmamaktadır. Tek perdelik kısa oyunun
çevirisini hemen yapıp göndermiş, bu nedenle bahsi geçmemiş olabilir. Ancak
Aydın Gün’ün tercüme ettiği de çok kuşkuludur. Rusticana’nın temsili 1950
yılıdır, Aydın Gün’ün sanatını ve bilgisini geliştirmek için Viyana’ya
gönderildiği tarih 1956’dır. Dolayısıyla A. Gün’ün bu tarihten önce tercüme
yapabilecek derecede herhangi bir dil bilgisine sahip olmadığını düşünmek
mümkün. Kendisi hakkında yazılmış makalelerde de çevirmenlik vasfına dair bir
şey yer almamaktadır. Öte yandan Ankara Devlet Opera ve Balesi Yayını,
1976-1977 No:3 oyun broşüründe Rusticana’nın çevirmeni olarak Ulvi Cemal Erkin
ve Fuat Türkay yazılıdır. Ayrıca yine İDOB’un 1882-83 broşüründe de tercüme
eden aynı iki isim olarak görünmektedir. Yine Ulvi Cemal Erkin’in
ulvicemalerkin.com isimli resmî web sitesinde, kendisinin opera çevirileri
arasında ve ilk sırada yer alır. Bu tercümenin Nâzım Hikmet ya da U. C.
Erkin-Fuat Türkay tarafından yapılmış olması daha muhtemel görünmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder