Ahmet
Yıldız
GERCEKEDEBİYAT.COM
Bir yazar için en büyük işkence yazamamasıdır. Adı
üzerinde, bir "yazar"ın yazamaması mümkün mü diye sorabilirsiniz.
Evet, yazar olmak çok zor bir iştir. Yeteneğini fark ettiğinde yazarlık yoluna
çekinerek koyulursun; sonra doğanın bir kanunu gibi yazarlığın meşakkatli
evrenindesin artık.
"Yazamama"nın en büyük nedeni yayınlanamamaktır.
Bütün büyük yazarlar yayınevlerinin siparişlerinin itkisiyle verimli
olmuşlardır. Deyim yerindeyse aynı zamanda "iterek kakarak" şaheser
yarattırılan bir meslektir yazarlık. Önünde tüm kapılar kapanmış bir yazarın
içinde bulunduğu durum kadar kötü bir şey olamaz.
Ankaralılar'ın kurban bayramını da fırsat bilerek tatil
beldelerine akın etmesiyle sokaklar bomboş kaldı. Sinemalarda yaz sezonuna
uygun en pespaye filmler gösterimde. Büyülü Fener'de daha önce de reklamını
gördüğüm 1971'in Leningrad'ında yazarların durumunu, edebiyat ortamını anlatan
filmine daldım dışarısının sıcağından da kurtulmak için. Dönem Brejnevli,
balistik füzeli yıllardır. Ama daha önemlisi "kültürel savaşlar"ın
sürdüğü yıllar da. Avrupa "sol" edebiyat çevreleri
"demokrasi" üzerinden CIA tarafından yapılandırılmış; bir çekim
merkezi olarak duruyor. SSCB ise anlaşılan buna daha çok baskıyla, lakaytça
karşılık vermiş. SSCB'nin ilk yıllarında yaşanan facialardan ders
çıkarılmamış. Filmde bu açıkça görülüyor.
Filmde Sovyet yönetiminde yazar ve sanatçıların içinde
bulundukları çıkmaz, bunaltıcı baskı ortamı anlatılıyor. Çürümüşlük her
yerdedir. Kahramanlar gerçek kişiler. Kahramanlar diyorum çünkü yazar Sergey
Dovlatov'dan başka dönemin ünlü şairi Joseph Brodsky de filmde.
Brodsky edebiyat gecelerinde şiir okuyor. Şiirlerinde tanrı da var ve bu hoş
karşılanmıyor. Şiirleri ABD'de edebiyat dergilerinde yayınlanmış birisi olarak
ünlü. Sergey'in ise arkadaşları arasında kendisini ünlü Amerikalı soyut
dışavurumcu ressam Jackson Pollock'tan daha iyi gören ressam Alexander
Nezhdanoff da var. (–"Pollock'dan daha iyi bir ressamım ama burada bir
hiçim!") Finlandiya'dan kaçak kot pantolon vs getirip satıyor. En sonu
yakalanıyor ve şüpheli bir trafik kazasında feci biçimde ölüyor.
Sergey Sergey Dovlatov'ya, çalıştığı işçi dergisinden,
"İşçi şair Kuznetsov"la röportaj yapması işi verilir. Ancak Kuznetsov
da yayınlanmamaktan, "işçi şair" diye kullanılıp sonra terk
edilmekten şikayetçidir. Yazarlar Birliği Başkanı'nın kokteylinde yeteneklere
ilgi gösterildiği ama bul ilginin kendilerinin istediği yoldan çıkma
potansiyeli taşıyıp etkili olacak kişileri güzel kızlar ve parayla etkisiz
duruma getirme "evcilleştirme" işlemi merkezi olduğu anlaşılıyor. Tam
bir gericilik yuvası.
Sokak kitap satıcılarından kim Nabakov romanı soruyor diye izleyen hafiye sahneleri pek hoş kaçmamış açıkçası; filme de konusuna da yakışmamış.
Sokak kitap satıcılarından kim Nabakov romanı soruyor diye izleyen hafiye sahneleri pek hoş kaçmamış açıkçası; filme de konusuna da yakışmamış.
EDEBİYATTA
ÖZGÜRLÜK
Bilinir, Türkiye edebiyat tarihi yazar ve şairlerin özgürce
yazma mücadeleleri tarihidir. Bedeli on yıllar süren hapislikle, işkenceyle,
gizlice katledilmeyle, yayın yasaklarıyla örülmüş bir tarihtir. Aynısı SSCB'de
de yaşanmaktadır. Orada iş daha usturuplu yapılmakta devlete bağlı yazar örgütü
yayıncılık dünyasını denetlemektedir. Yayınlanmayan yazar ve şairi kim ne
yapsın?
Bizde yayınlayabilme, yani kitabını bastırma özgürlüğü
vardır. Yayınlarsın ama sonra cezana katlanırsın. Eskiden savcılar sonradan harekete
geçerdi. Şimdi de görmezden gelinerek yok edilirsin. Hatta yayınevleri
muhaliflere açık yayınevleridir. Yayınevlerimiz bu anlamda yüz akımızdı(r).
Son yirmi yılda ise yayınevlerimiz nerdeyse Sovyet Yazarlar
Birliği'nin sıkı örgütlülüğü içindedir. Kendi ideolojisine uygun (çokkültürlük
müptelası "Türkiyeli" yazarların) kitapları dışında kitap
yayınlamamakta mahirleşmiş, bir zamanlar devlet baskısı yayınevi/edebiyat
bürokrasisi baskısına dönüşmüştür. Aynen filmdeki gibi ya onların
düşüncelerine uyar uslu çocuk olursun, ortalama işler yaparsın ya da yok olup
gidersin; aykırı seslere paydos! (Filmden diyaloglar: "Yetenek nadiren
başarıya ulaşır! Başarmak için yetenekli ve özgürlüğüne düşkün değil, ortalama,
etliye sütlüye bulaşmayan ortalama bir yetenek olman yeterlidir!")
Ermeni asıllı annesi Nora Sergeevny Dovlatova'yla (Babası
Yahudi asıllı Donata Isaakovich Metchik adlı bir tiyatro yönetmeni) bir
kolektif evde yaşayan genç yazar Sergey Donatoviç Dovlatov, kitabını
yayınlatamamanın sancılarını yaşamaktadır. Ayrıca yazmaya başladığı gerçek
romanına değil de çalıştığı fabrika gazetesinde nefret ettiği, küçümsediği ufak
tefek gereksiz yazılara çalışmak zorunda kalması büyük bir işkenceye
dönüşmüştür. Dergi yazı işlerinde kendisine yapılan öneriler: – "Yeteneklisiniz
ama basit konuları yazıyorsunuz…"dur. – "Pozitif şeyler yaz!"
–"Yeni toplumsal inşa politikalarında aktif ol!" "Elektrik
üretimini öven bir şiir olmalı!" - "Petrol işleriyle ilgili bir şiire
ihtiyacımız var" filmde geçen diyaloglardan bazıları.
Yazar olabilmesinin (kitabını yayınlatabilmenin) tek yolu
–yönetmenin yatak odasından geçme hikâyesi gibi– Rusya Yazarlar Birliği'nin ve
edebiyat dergilerinin yayın yönetmenlerinin bürosundan geçmektedir.
(Ne ilginçtir ki sinemanın yan salonunda da Türkiye'de de
yazar olmanın tüm yolları kapalı bir gencin kendi parasıyla kitap bastırmaya
çalışmasını anlatan Nuri Bilge Ceylan'ın filmi oynuyordu!)
Eşinden ayrılmış ortada bir kız çocuk vardır. Bütün kapılar
kapanır ve sonunda özgürlüğü seçer: dergideki işinden atılır, Yazarlar Birliği
Başkanı'nın önerisine onu kovarak yanıt verir: "Para için yazmıyorum
yazmak benim işim."
Bu altı gün aynı zamanda Ekim Devrimi'ni de kutlama
hazırlıklarının yapıldığı günlerdir. Yabancı ülke yazar ve şairleri de akın
akın bu "özgür" ülkeye gelmektedir! Buranın yazarları da yaraya tuz
basıp bunlara mihmandarlık yapmaktadır. (Aziz Nesinlerin Ataolların gezileri
aklıma geldi birden!)
Yazarlar Birliği Başkanı Dovlatov'u gündelik hayatımızı değil de antik dönem hikayeleri yazmaya ikna etmeye çalışıyor
Yazarlar Birliği Başkanı Dovlatov'u gündelik hayatımızı değil de antik dönem hikayeleri yazmaya ikna etmeye çalışıyor
Sergey Donatoviç Dovlatov, Dovlatov 3 Eylül 1941 tarihinde
ailesinin II. Dünya Savaşı sırasında Leningrad'dan tahliye edilerek
yerleştirildiği Başkurdistan'ın kenti Ufa'da doğdu. Savaştan sonra annesiyle
birlikte Leningrad'a taşındı. Üniversiteye başlamadan önce bir süre metal
işçisi olarak çalıştı. 1959 yılında Leningrad Üniversitesi filoloji
fakültesinde Fince Bölümü'nde okumaya başladı ve iki buçuk yıl sonra başarısız
olduğu gerekçesiyle üniversiteden atıldı. Leningrad’ta Yevgeni Rein, Anatoly
Naiman, Joseph Brodsky gibi şairlerle ve yazar Sergei Wolf ressam olan
Alexander Nezhdanoff ile arkadaşlık ediyordu. Bölümden atıldıktan sonraki
üç yıl orduda, gözaltı kamplarında gardiyan olarak görev yaptığı Komi
Cumhuriyeti'nde yaşadı. Brodski, anılarında Dovlatov’un askerden döndükten
sonraki ruhsal durumunu "çok sayıda hikâyeleri ve delice bakan gözleriyle,
Kırım'dan dönen Tolstoy'a benziyordu" ifadeleriyle anlatmıştır.
Askerliğini tamamladıktan sonra Leningrad Devlet
Üniversitesi'nde gazetecilik okudu. Vladimir R. Maramzin, Igor M.
Jefimov, Boris B. Bakhtin ve Vladimir A. Gubin tarafından
kurulan edebiyat grubu "Gorozane" (kasaba halkı), davet edildi. Bir
süre tanınmış Rus yazar Vera Panova'nın yardımcısı olarak çalıştı.
1972-1975 yıllarında Estonya'ya gitti. Bir geminin kazan
dairesinde ateşçi olarak iki ay boyunca çalıştıktan sonra Morjak
Estonii, Vecherniy Tallin ve Sovetskaja Estonija gazetelerinde
çalıştı. Tekrar Leningrad'a döndü. 1975 yılında bir gençlik dergisi olan Koster'de
çalıştı, öyküler yazmaya devam etti, ancak yayıncılar ve dergiler öykülerini
basmayı reddettiler. Yalnızca bir öyküsü
"Intervju" (Görüşme), Junost (Gençlik) dergisinde 1974
yılında yayımlandı. Gazetecilik pratiğinden yola çıkarak yazdığı hikâyelerini
derlediği kitabı "Kompromiss" (Uzlaşma) KGB tarafından
yasaklandı ve yok edildi. Hikâyelerinden bazıları batıdaki Rusça dergilerde
yayımlandı. Bu yüzden önce Sovyet Gazeteciler Birliği'nden kovuldu, bir süre
sonra da sınır dışı edildi.
1979'da annesi, eşi ve kızıyla birlikte önce Viyana'ya kısa
bir süre sonra da ABD'ye göç etti. Kendisi gibi sürgün yazarların da yer aldığı
Rus göçmenlere hitap eden Novyi Amerikanec (Yeni Amerikalı)
dergisinde baş editör oldu. Önceleri göçmenler arasında tanınırken birbiri
ardına kitapları çıkmaya başladı ve 1980'lerin ortalarında bir yazar
olarak geniş bir çevrede tanındı. Partizan Rewiev ve The New
Yorker'de, Özgür Avrupa Radyosu'nda yazarlık yaptı.
Sergey Davlatov 24 Ağustos 1990'da New York'ta kalp
krizinden öldü. Ölümünden sonra, 2003 yılında Yallin'de yaşadığı eve ve 2007
yılında St Petersbug'da Rubinštejnove Sokağı'na anısına plaketler konuldu. 2014
Haziranında Queens'de bir caddeye adı verildi.
Davlatov resmen iki kez evlenmişti. İlk eşi Asya
Pekurovskaya ile olan evliliği sekiz yıl (1960-1968) sürdü. İkinci eşi Helena
Dovlatova idi.
ESERLERİ
Dovlatov yarı-otobiyografik eserler vermiştir. Karakterleri
tanınmış edebi kişilikler, iş aile ve arkadaşlarından oluşmaktadır.
Hikâyelerinde ironik bir mizah duygusuyla Sovyet gündelik hayatını anlatır. ABD
ve Avrupa'da 12 kitabı basılmıştır. Ölümünden ve Sovyetler Birliği'nin
dağılmasından sonra, kitapları Rusya'da ancak basılabildi.
JOSİF
ALEKSANDROVİCH BRODSKY
Joseph Brodsky yurt dışına çıkmak istemiyor. "Çıkarsak
bir daha bizi almazlar" diyordu Sergey'le konuşmalarında.
"Ülkemi seviyorum, insanın yurdu gibisi yoktur" diyor. Ama
sınır dışı edilmekten kurtulamıyor. Bir şair sezgisiyle bu diyalogda söylediği
gibi yaşamı kısa sürede yaban ellerinde son buluyor. (Joseph Brodsky
d. 24 Mayıs 1940, Leningrad (günümüz Sankt-Peterburg -
ö. 28 Ocak 1996, New York)
1940 yılında doğan Brodsky yazmaya 18 yaşında başlamıştır.
1960'ların başlarında Sovyet karşıtı Leningradlı nostaljik yazarlar bir
altkültür oluşturmuşlardı. Brodsky de bu düşünsel gruplara katılmıştır. Daha
sonra Brodsky hakkında Sovyetler Birliği karşıtı olduğuna ilişkin Leningrad
gazetelerinde suçlayıcı yazılar yazılmıştır. Sonrasında 1963 yılında aynı
şuçlamayla hakkında mahkeme açılmıştır.
1964 yılı Mart ayında mahkeme kesinleşmiş anti-Sovyet
bulunduğu için 5 yıllığına sürgüne gönderilmiştir ancak Kasım 1965 yılına kadar
burada kalmıştır. 1972 yılında sınır dışı edilip ABD'ye yerleşmiş ve 1977
yılında Amerikan vatandaşı olmuştur. 1987 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü
kazanmıştır. 1996 yılında 55 yaşında ölmüştür.
Mahkemede
yaşadığı sorgu ünlüdür:
Yargıç: "Şair olduğunuzu kim belirledi? Kim seni bir
şair olarak değerlendirdi? Bir kurumda şiir okudun mu? Şiir yazmayı öğrettiğin
bir üniversite kursu hazırladın mı?" Brodsky: "Şiirin bir eğitimden
geldiğini sanmıyorum." Hakim: "Peki o zaman, nereden geliyor?"
Brodsky: "Bunun Tanrı'dan geldiğini düşünüyorum."
SONUÇ
Dovlatov ve Joseph Brodsky'nin acılı hayatı da
göstermektedir ki ortalıkta bir şeyler ters gitmiştir. Rusya dediğimiz
topraklar edebiyatın anavatanı sayılır. SSCB yönetimi edebiyatın önünü açsa,
Lenin dönemindeki kısa süredeki özgürlük havası hariç baskı ve zorbalığa
başvurmasaydı belki de sosyalizmi kurmayı başarmış, zaferini ilan etmiş ve
bugün yaşıyor olacaktı. Yüz yılın başında Rusya'ya "edebiyatıyla ve
uluslar arası alanda rüşvet verme politikasındaki ustalıklarıyla ayakta duran
ülke" denirdi. SSCB'yi edebiyata ve sanata verilecek sınırsız özgürlükle
ayakta tutabilirler insanlığı bir adım öne taşıyabilirlerdi.
Emperyalist kamp ise "hür dünya"ydı. Oysa Mc
Cartyciliğin ne olduğunu zavallı Rus meslektaşlarımız bilmiyorlardı.
Emperyalist ajanların eline düşmüşler kapitalizmin alçaklıklarını tanıdıkça da
yaşamaya doyamadan genç yaşlarında dayanamayarak yaban ellerde ölmüşlerdir.
EUROİMAGES
Filme umutla gitmiştim ama "Euroimages" adını
daha ilk dakikalarda jenerikte görünce midem bulandı. Euroimages batı emperyal
kültürü dışındakileri küçültmeen filmlere yatırım yapmaz çünkü. Gerçekten de
filmde çok acımasız SSCB eleştirisi var. Sanki tam bir "servis"
filmi. Hele "Golda Meir" metaforu,(Leningradlı sanatçıların hemen
hemen tümü de Yahudi kökenliydi.)
Diğer bir rezalet de filmde Türk düşmanlığı. Tam bir
ırkçılık!
Alexander Nezhdanoff 'un, bir ara atölyesinde konuk olan
Sergey Dovlatov'la şöyle bir konuşması geçiyor:
Alexander Nezhdanoff : "Keşkül yer misin?"
Sergey Dovlatov: "Hayır, ben Osmanlı yemekleri yemem!"
Alexander Nezhdanoff : "Ama senin baban
Yahudi…"
Sergey Dovlatov: "Olsun böyle durumlarda annemin
kimliği baskın geliyor!"
Filmin senaristlerine değil ama okurlarıma söylemek isterim
ki Sergey Dovlatov gibi bir yazar bunları söylememiştir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder