Mustafa
Yılmaz
Kaynak:
http://www.5harfliler.com/
Rusça konuşulan topraklarda üretilen sanatın her çeşidinin
bizde alıcısı çok: Edebiyat, müzik, sinema, bale. Bunlara kıyasla bazı öksüz
dallar da var. Resim ve canlandırma gibi.
Rus sinemasının bizde gördüğü ilginin pek azı düştü çizgi
filmlerin payına. Neden acaba? (*) Halbuki gösterme, resmetme, hatta hikâye anlatma
becerisi bakımından Rus canlandırması, Rus sinemasının üstünde gelmiştir bana
(**) Biraz da bu yüzden, sanatseverlerin ilgisinden bu kadar kolay kaçmasına
şaşırmadan edemiyorum.
Şaşırmadan edemediğim bir başka şey de Rus canlandırmasında
kadın sanatçıların ağırlığı (***) Françeska Yarbusova gibi ressamlar, Ludmila
Petruşevskaya, Vera Tulyakova-Hikmet gibi senaristler, Klara Rumyanova gibi
seslendirmeciler Sovyet zamanı imza attıkları harika işlerden dolayı kulağımda
yer etmiş isimlerden bazıları.
Kadın canlandırmacıları son zamanlarda gitgide daha sık
olmak üzere yönetmen koltuğunda da görmek mümkün. Meydana getirdikleri ise
hayranlık uyandırıcı. Yelizaveta Skvortsova’nın çektiği Oyfn Veg Şteyt A
Boym’dan şurada, Yulya Aronova’nın Marina Tsvetayeva’dan uyarladığı Annem
ve Müzik’ten şurada, her ne kadar Sovyetlerin küçük isimleri açık açık yazmama
âdeti nedeniyle o sırada dikkatimden kaçmış olsa da N(atalya) Dabija’nın Korney
Çukovski’den uyarladığı Vanya ve Timsah’tan şurada ve son olarak
büyük usta Aleksandr Petrov’un stüdyosundan kadın öğrenci kolektifinin
çektiği Bir Kere Daha’dan şurada söz etmiştim.
Her iyi sanat eseri gibi insana biraz kendini değersiz
hissettiren, yanlış işlere harcadığı zamanı sorgulatan, ama bunlardan daha
önemlisi ilham veren, hepsi birbirinden muhteşem bu çalışmalara dört ekleme
yapmak istiyorum bu yazıda. Sıralama yapım yılına göre:
İrina
Kodyukova (d. 1954). Solovey (Bülbül, 2006, İngilizce alt yazılı)
İçinde muhteşem bir hayvancığın olmadığı tek bir Rus çizgi
filmi yoktur herhalde. “Bülbül” de bunlardan biri. “Her masal bir mücevher”
düşüncesiyle hazırlanmış Mücevher Dağı serisinden. Serinin her bölümü
bir halk masalına ayrılmış. Kısa bir tanıtımın ardından asıl film başlıyor.
Kodyukova’nın filmi bizdeki “Bülbülü altın kafese koymuşlar…” sözüyle akraba
eski bir Tatar masalından uyarlanmış. Müziğe, mezarlık servilerine ve Rusların
deyimiyle “ağlayan”, bizim deyimimizle “salkım” söğütlere dikkat.
Nina
Bisyarina (d. 1981). Poyezdka k moryu (Denize yolculuk, 2008,
neredeyse sözsüz)
Bisyarina, çalışmasını Rus tren yolculuklarına aşina
olanların iyi bildiği ayrıntılarla süslemiş: demir yolu bardakları,
“babuşkalar,” “kupe” komşuları, taşkınca gençler ve tren yolculuğunun
vazgeçilmezi kızarmış tavuk yemeği. Muhtemelen otobiyografik ayrıntılar içeren,
basit, Rusya’ya has bir yolculuk ve hayal gücü öyküsü.
Yekaterina
Sokolova (d. 1968). Sizıy galuboçek (Boz güvercin ya da Cancağızım,
2010, neredeyse sözsüz)
Bu kez zaman ve mutluluk üzerine, bir ömrü kateden bir tren
yolculuğu. Yaratıcılarının anne babalarına ithaf ettiği sözsüz bir yapıt. Filme
adını veren şarkının kırık melodilerine, dönemleri işaretleyen küçük
ayrıntılara ve hayvancıklara yine dikkat.
İrina
Margolina (d. 1953). Çaykovski – Elegiya (Çaykovski – Bir Ağıt, 2011, Rusça)
Klasik müzik bestecilerine adanmış, Belarus yapımı “Eski
Piyanonun Masalları” serisinden. Müzik müzik müzik. Ve fotoğrafik anılara eşlik
eden mektup parçaları. Bir alt yazı paylaşabilmek çok iyi olurdu ama ne yazık
ki yok. Yine de izleyici kendini müziğe ve imgelere rahatlıkla emanet edip bu
muhteşem sentezin tadını çıkarabilir.
(*) Muhtemel sebeplerden biri bizde Rus egzotiğine olan
ilginin genelde Batı kanalıyla doyurulması. Paris’te, Berlin’de bilinen
İstanbul’da da bilinmiş, bilinmeyen bilinmemiş. Bağlantılı bir diğer neden dil
engeli. Üç asırda tekrar eden göçmen kuşaklarına, bir döneme damgasını vurmuş
kuvvetli siyasal-entelektüel ilgiye ve son yıllardaki yakın temasa rağmen Rusça
Türkiye’de hala egzotik dil sınıfında. En azından kültür-sanat alanında.
Karadeniz’in kuzeyinde de durum pek farklı değil anlaşılan. Bir ay önce Orhan
Pamuk’un Tolstoy ödülü almak için Yasnaya Polyana’ya gittiğinde Ruslarla
İngilizce anlaşması (ya da anlaşmak zorunda kalması) geliyor aklıma.
Dünyayı batıdan doğuya kesen görünmez medeniyet enlemlerinin Türkiye ile
Rusya’yı birbirine bağlamakta zorladığını kabul etmek gerek belki de.
(**) Ayna’nın izinden giden Masalların Masalı‘nı
daha üstün saymak abartılı bir yorum olabilir. Yine de meraklısına iki filmi
arka arkaya izlemeyi ve dimağda bıraktıkları tadı kıyaslamayı öneririm.
(***) Şaşırmama şaşıranlar çıkabilir ama Louis CK’in ırkçılık
bağlamındaki şakasını cinsiyetçiliğe uyarlarsak, 80-90’lı yıllarda yetişmiş
biri olarak elimden gelenin en iyisi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder