NATALIA
KOLESNIKOVA
Kaynak:
https://tr.sputniknews.com/
Çevirmen Sabri Gürses, Rus şair ve yazar Aleksandr
Puşkin’in ‘Rus edebiyatının ilk romanı’ olarak adlandırılan manzum romanı
Yevgeni Onegin’in Türkçe çevirisinin yayımlanmasının ardından Sputnik’e
konuştu.
Çevirmen Sabri Gürses, "Bugüne kadar Turgenyev, Dostoyevski,
Tolstoy, Gonçarov dahil Rusça'dan 30'a yakın eser çevirdim. Fakat ilk göz ağrım
Yevgeni Onegin. Onu defalarca çevirdim. Çünkü benim için Rus edebiyatı Puşkin
demektir. Hangi yazarı çevirsem ondan bir iz buldum, onun sesini tekrar gördüm.
Bilerek ya da bilmeyerek onun izinden gitmek zorunda kaldım" diyor.
Nihal Yalaza Taluy, Leyla Soykut, Hasan Ali Ediz, Mehmet
Özgül, Ergin Altay, Ataol Behramoğlu, Mazlum Beyhan, Ayşe Hacıhasanoğlu, Sabri
Gürses, Koray Karasulu, Günay Çetao… Bunlarla sınırlı olmasa da bu isimler,
cumhuriyetin ilk dönemlerinden günümüze Rus edebiyatını Türk okuruyla
buluşturan çevirmenler.
Rus edebiyatının Türkçe'ye çevrilmeye başlanması, Osmanlı
Devleti'nin son dönemlerine denk düşüyor. 1800'lerin sonunda ilk olarak Puşkin,
Turgenyev, Lermontov'un bazı küçük öykülerinin ve şiirlerinin Türkçe'ye
çevrildiği ve önce İstanbul'da yayımlanan gazetelerde, ardından kitap olarak
yayımlandığı biliniyor. Cumhuriyet dönemine kadar çoğunluğu Ahmet Mithat
Efendi'nin davetiyle 1890'da Rusya'nın Kazan şehrinden İstanbul'a gelen ve
"Madam Gülnar" olarak bilinen doğubilimci Olga Lebedeva tarafından
yapılmış olan Tolstoy ve Puşkin çevirileri Türkçe'de yayımlanmış.
Cumhuriyetle birlikte 1928'deki harf devriminin ardından
Türkçe'ye çevrilen yabancı edebiyat eserlerinin sayısı artarken özellikle Hasan
Ali Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı döneminde faaliyet gösteren Tercüme Bürosu
öncülüğünde 1940'larda yapılan klasik çevirileri, dünya edebiyatının Türkçe'ye
aktarılmasında bir dönüm noktası oldu.
Bu dönemde ortaöğretimini Rusya'da tamamladıktan sonra
Türkiye'ye gelen Nihal Yalaza Taluy'un yanı sıra eğitim için gönderildiği
Sovyetler Birliği'nde Rusça öğrenen Hasan Ali Ediz yoğun olarak Rus
klasiklerini çevirdi. Aynı dönemde yine eğitim için Sovyetler Birliği'nde
bulunmuş olan dünyaca ünlü Türk şair Nazım Hikmet, Zeki Baştımar ile Tolstoy'un
Savaş ve Barış romanını birlikte çevirse de bu çeviride o dönemde cezaevinde
bulunan Nazım Hikmet'in ismi yer almadı. Daha sonra Baştımar'ın birçok Rus
klasik çevirisi yayımlandı.
Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde
1936'da kurulan Rus Dili Kürsüsü'nün ilk mezunlarını vermeye başlamasıyla
buradan mezun olan Ataol Behramoğlu, Ergin Altay, Mehmet Özgül gibi isimler
‘ikinci kuşak' Rusça çevirmenleri olarak Rusça edebiyat eserlerini çevirmeyi
sürdürdü. Ardından Mazlum Beyhan ve Ayşe Hacıhasanoğlu Rusça'dan Türkçe'ye
edebiyat çeviri yapan isimler arasında yer alırken ‘son kuşak' Rusça
çevirmenleri olarak adlandırılabilecek Sabri Gürses, Koray Karasulu ve Günay
Çetao isimleri öne çıkıyor.
‘PUŞKİN
BENİM İÇİN İLK LİMANLARDAN BİRİ OLDU'
Gürses, Rusça'yı 1995 yılında, 23 yaşındayken, İstanbul
Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünde öğrenmeye başlamış:
"Rusça öğrenmeye başlarken Rusça'nın büyüklüğü
hakkında bir fikrim yoktu. Dili öğrendikten sonra geçmişte yaşadığı büyüklüğünü
sürdürdüğü gibi gelecekte de büyüklüğünü sürdüreceğini gördüm. Rusça'nın bu
kadar bitmek bilmez bir zenginliği olduğunu açıkçası bilmiyordum. İnsan yeni
bir dile girdiği zaman yeni bir okyanusa giriyor; açıldıkça açılıyor, sonu
gelmiyor gerçekten. İlla limanlar bulmak zorunda oluyorsunuz, bu limanlar da
sanırım yazarlar oluyor. Bu açıdan şanslı oldum; Puşkin benim için ilk
limanlardan biri oldu.
Puşkin'in Türkçe'de birçok çevirisi olmasına rağmen Yevgeni
Onegin'in çevrilmemiş olduğunu gördüm. Rusça'yı öğrenirken benim aklımda bu
eseri tanımalı, öğrenmeli, bu eseri Türkçe'ye katmalıyım düşüncesi doğdu."
Yevgeni Onegin, 2003 yılında Türkçe olarak Ahmet Necdet ve
Kanşaubiy Miziev'in çevirisiyle Everest Yayınları ve Azer Yaran'ın çevirisiyle
Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı, ancak Gürses yine de Yevgeni
Onegin'i çevirmekten vazgeçmemiş.
‘HANGİ
RUS YAZARI ÇEVİRSEM PUŞKİN'DEN BİR İZ BULDUM'
Rusça'dan Türkçe'ye çeviriye 1999 yılında başlayan Gürses,
"Bugüne kadar 30'a yakın eser çevirdim. Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy,
Gonçarov dahil pek çok yazardan çevirim var. Fakat ilk göz ağrım Yevgeni
Onegin. Onu defalarca çevirdim. Çünkü benim için Rus edebiyatı Puşkin demektir.
Hangi yazarı çevirsem ondan bir iz buldum, onun sesini tekrar gördüm. Bilerek
ya da bilmeyerek onun izinden gitmek zorunda kaldım" diyor.
Sabri Gürses, kendi Yevgeni Onegin çevirisini şöyle
anlatıyor:
"Yevgeni Onegin'i 2015 yılında çevirmeye başladım ve
Nabokov'un yaptığı gibi ‘serbest çeviri' yolunu izledim. Serbest çeviri; yani
kafiyeleri bir kenara ayırıp asıl olarak anlamı, şiirin özünü vermeye çalıştım,
bunun için de Puşkin'in karakterini olabildiğince vermeye çalıştım. Fakat
kanımca kafiyesi olmayan ama yine de kendi iç ahengi olan şiirsel bir çeviri
oldu. Onun için çeviriyi, Rus kültürüne yabancı olan okurların yakınlaşabilmesi
için dönemle ilgili resimler, tablolar, notlara yer verdim. Dolayısıyla Rus
kültürüyle ilgili ne öğrendiysem aktarmaya çalıştım."
‘RUS
EDEBİYATIYLA AVRUPA EDEBİYATININ BİRBİRİNİ ETKİLEDİĞİNİ GÖRÜYORUZ'
Gürses'in edebiyatla ilişkisi çeviriyle sınırlı değil.
Çeviriye başlamadan önce yayımladığı şiirleri ve ‘Sevişme', ‘Boşvermişler Bir
Bilimkurgu Roman Üçlemesi' gibi romanları bulunuyor. "Her koşulda ciddi
bir edebiyat yapmak için insanın doğru dürüst Rus edebiyatı bilmesi gerekiyor.
Suç ve Ceza'yı bilmesi gerekiyor, Raskolnikov'u tanımış olması gerekiyor,
Ecinniler'i okumuş olması gerekiyor" diyen Gürses, Rus edebiyatının dünya
edebiyatı ile ilişkisini şöyle anlatıyor:
"Aslında Rus edebiyatının, modern Avrupa edebiyatını
yarattığını görüyoruz. Küçük küçük etkileşimler olduğunu zaten biliyorduk ancak
arşiv ve tarih çalışmasına girince daha büyük bir etkisi olduğunu görüyoruz.
Örneğin Virginia Woolf'un Dostoyevski ile bağı benim yakın zamana kadar
dikkatimi çekmemişti. İlk dönemde İngilizce'ye yapılan Rus edebiyatı
çevirilerinin İngiliz edebiyatını nasıl etkilediğini görünce şaşırtıcı şeyler
ortaya çıkıyor. Cidden form olarak etkilemiş. Ama tabii karşılıklı bir etki bu.
Örneğin Tolstoy'un hayatına bakınca, gidip evini görünce Charles Dickens, Emily
Brontë gibi yazarları okuduğunu görüyor insan. Aslında oradaki edebi biçimin
Rusça'ya taşındığını, sonra da bunun bu eserlerin İngilizce'ye, Fransızca'ya
çevrilince Avrupa'ya geri döndüğünü görüyoruz."
Sosyalist bir aileden geldiğini ve çocukluğundan itibaren
Rus ve Sovyet edebiyatı ile iç içe büyüdüğünü söyleyen Gürses, "Benim
yazma ile ilişki kurduğum dönem Sovyetlerin çöküş dönemine denk geliyor. Ben
tam Sovyetler çöktükten sonra Rus edebiyatına ve diline giriyorum. Ama üzerimde
aileden gelme Sovyetlere yönelik bir ilgi var; orada daha eşitlikçi, daha adil,
halkın yararına yönelik bir kültür olduğuna dair. Rus klasiklerini algılarken
de biz öyle algıladık" ifadelerini kullanıyor.
‘YAYINEVLERİ,
YENİ RUS YAZARLARIN İNGİLİZCE'YE ÇEVRİLMESİNİ BEKLİYORLAR'
Rusça'dan Türkçe'ye yapılan çevirilerde Puşkin, Gogol,
Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev gibi Rus klasikleri ağırlığı oluştururken
Gorki, Blok, Şolohov, Ostrovski'nin eserlerinin de aralarında bulunduğu
Sovyetler Birliği dönemi edebiyatı da büyük ölçüde Türkçe'ye çevrilmiş durumda.
Ancak son dönem Rus edebiyatı ise Türkiye'de sınırlı ölçüde tanınıyor.
Gürses, 2000'lerin başında kendisi ve birkaç çevirmen
arkadaşıyla ‘Sadece klasikler çevrilmesin, çağdaş Rus edebiyatını da tanıtalım'
çabası içinde olduklarını ancak bunda tam başarıya ulaşamadıklarını anlatıyor:
"Örneğin 2000'lerde Viktor Pelevin çevrilmiş ama İngilizce'den çevrilmiş.
Tamam, tanıtmış oluyorsunuz ama aktarmış olmuyorsunuz. Biz yeni kuşak
insanlarız, bunu yapabiliriz diye düşündük, Kayhan Yükseler'le, Koray Karasulu,
Günay Çetao ile bir site kurduk. Herkeste bu istek vardı. Ama yayınevine
gidince anlatmak zor oluyor. Onun İngilizce'ye çevrilmiş olup oradan referans
alıp gelmesini bekliyorlar. Sonra zaman içinde şunu fark ettim; çağdaş Rus
yazarları da aslında İngilizce'den, küresel onay alabilecekleri bir dilden onay
alarak harekete geçmeyi öncelikli buluyorlar."
‘EDEBİYAT
PİYASASINDA DA STANDARTLAŞMA EĞİLİMİ YÜKSEK'
Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası edebiyat alanında
da Batı'nın kültürel hegemonyasının baskın çıktığını ifade eden Gürses,
"Kitapçılara bakınca da onu görüyorsunuz. Örneğin Rusya'da bir kitapçıya
gittiğinizde Türkiye'dekiyle çok fazla ortak kitap olduğunu görüyoruz. Amerikan
piyasasından gelen, eşzamanlı çevrilmiş kitaplar raflarda. Genelde piyasada bir
standartlaşma eğilimi yüksek. O yüzden Rus yazarlar kendi kültürleri içinde de
mücadele ediyorlar o raflara girmek, öne çıkmak, kendilerini tanıtmak için.
Burada da öyle; yerli yazarlar kendilerini vitrinde göstermek için uğraşıyorlar.
İki taraf da o anlamda sorunlarla baş etmeye çalışıyor. Çok satan belli başlı
isimler öne çıkıyor. Biz de bunun dışındakileri tanımakta zorluk çekiyoruz.
Evet, çağdaş Rus edebiyatını çevirelim diye uğraştık ama sınırlı bir etkisi
oldu. Fakat arada beklenmedik şeyler geliyor; ben şu yazarlar iyi diye
bakıyorum, onları öneriyorum; sonra Alisa Ganiyeva diye beklemediğim bir isim
çıkıyor. Beklemediğim kadar iyi bir edebiyatçı, teması, anlattığı şeyler ortak.
Bunu bulmak, yakalamak gerekiyor. Evet, iki tarafta da eksiklikler var ama
rastlantıları örtüştürebilirsek iyi eserler yakalanabiliyor. İsimden çok
eğilimler, konular, temalar önemli" diyor.
‘YENİ
BİR ŞEY KATABİLECEKSEM DAHA ÖNCE ÇEVRİLMİŞ ESERİ ÇEVİRİYORUM'
Gürses, daha önce Türkçe'ye çevrilmiş Dostoyevski,
Turgenyev, Tolstoy gibi isimlerin klasik eserlerinin bazılarını yeniden
Türkçe'ye çevirmiş. Daha önce çevrilmiş bir eseri Türkçe'ye çevirirken
"Yeniden çevirirsem bunda benim katabileceğim yeni bir şey var mı?"
anlayışıyla hareket ettiğini şöyle anlatıyor:
"Benim ilk yeniden çeviri yaptığım kitap Beyaz Geceler
oldu. Ben Beyaz Geceler'i Nihal Yalaza Taluy'un çevirisinden okumuştum.
Klasiklerin yeniden çevrilmesi için yayınevlerinden öneriler geliyordu fakat ben
yenileri çevirmek; Andrey Belıy, Mihail Bahtin, Yuri Lotman gibi yazarlara
öncelik vermek istiyordum. Klasik çevirilerini reddederken bir gün şunu fark
ettim; Beyaz Geceler'in Taluy çevirisini okuduğumda ‘Bu, Dostoyevski değil,
burada başka bir şey var, bunu bir de ben yapsam nasıl bir şey çıkar acaba'
diye düşündüm. O arada çeviribilim yüksek lisansı yapıyordum, onun etkisi de
olabilir. O dönem doğum günüm yaklaşıyordu, kendime doğum günü hediyesi vermiş
olurum diye düşündüm. Beyaz Geceler'i çevirdim ve daha önce okuduğumdan başka
bir eser olduğunu gördüm. Eser romantikleştirilmiş, cümleler kısaltılmış, kolay
okunur hale getirilmiş, temposu düşürülmüş. Ve gördüm ki bu yazar, o yazar
değil. Ondan sonra yeniden çeviri teklifi geldiğinde ‘bunda benim katabileceğim
yeni bir şey var mı' diye baktım. Yeniden bir şey katmayacaksa zaten yapmaması
gerekir çevirmenin. Fakat içimden ‘onu ben de yapayım' dediğim şeyler
oluyor."
‘ÇEVİRİDE
İNTİHALİ DURDURAMIYORUZ'
Türkiye'de çeviride intihal konusu da son dönemde edebiyat
çevrelerinde sıkça tartışılan bir konu. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı'nın
okullar için ‘100 Temel Eser' listesi yayımlamasının ardından aralarında Rus
klasiklerinin de yer aldığı klasik eserlerin çok ucuz fiyatlara satılan bazen
çevirmen isminin yer almadığı, bazen de bir çevirmenin çevirisinin başka bir
çevirmen ismiyle yayımlandığı biliniyor.
Çeviride intihal konusunu sıkça gündeme getiren isimler
arasında yer alan Sabri Gürses, "Tek tek çevirilerin intihalinden öte
kitlesel bir intihalle karşı karşıyayız uzun zamandır. Bir gün eski çevirilerin
yeniden basımına bakarken okullara 100 temel eseri dayattılar, onun ardından
piyasa patladı. Sonra bir gazete kampanya yaptı, o kampanyada kitabı aldım, birebir
aynısı. Ondan sonra ağı incelemeye başladım, dehşet bir ağ. Aleni olarak
piyasada piyasa aktörlerinin kimin nasıl yaptığını bildiği bir durumla karşı
karşıyayız. Bunu durdurmanın yollarını bulamamışlar, ya da işler fazla
çetrefil. Takma isimle basılmış bir intihal gazete tarafından dağıtıldığında
bunu basanlar da biliyor. Gazete kampanyası sırasından çeviribilim sitesinde
düzenli olarak bu intihalleri dile getirdik, daha sonra çevirmenler birliği
olarak bu intihalleri ortaya koyduk. Orada yavaş yavaş alenen isim
söyleyemeyeceğimizi söylediler; bunun markaya zarar vereceği gibi sorunlar
çıkartacağını söylediler. Ardından yayıncılar birliği ve çevirmenler birliği
olarak bir rapor hazırladık, orada raporu hazırlayanlar olarak isimleri ilan
etmemiz gerektiğini söyledik fakat yine aynı çekinceyle karşılaştık. Daha sonra
çevirmenler birliğine üye olmuş isim saptadım ben. Bunu yapan yayınevini alenen
uyaramayacağımız söylendi. Şimdi yıllar sonra çevirmen arkadaşın kitabının
başka yerde kopyası çıktı" diyor.
Özellikle çeviride intihalle mücadelenin zorluğuna dikkat
çeken Gürses, "İşin özü, intihal benim yaralı bir alanım. Durdurmak için
çılgınca mücadele ediyoruz. Kitlesel yapılan intihaller var. Şu anda diyelim
bir kitap fuarı düzenlenecek, orada satılanlar var. 2-3 TL'ye satılan çeviriler
var, çevirmen ismi bile yok. Ama bunu durduramıyoruz" ifadelerini
kullanıyor.
‘ÇEVİRMEN,
YAZAR İLE YAN YANA DURMALI'
Gürses ile çevirmenin çeviride tutumunun ne olması
gerektiği, yazar-çevirmen ilişkisini de konuşuyoruz. "Benim görüşüm, bir
başka dildeki eser, sadece yazarın değil çevirmenin de eseri. Yazar ve çevirmen
orada yan yana duruyorlar. Çevirmenin olabildiğince yazarın yaptığı şeyi kendi
dilinde yapabilmesi lazım. Orada biçim olarak, üslup olarak, his olarak neyi
gördüyse okura bunu aksettirebilmesi lazım. Çevirmen, edebiyatçı olmasa bile
edebiyatı, özellikle kendi edebiyatını bilmeli. Kendi dilinde ifade etme olanakları
nereye varmış, kendi kalem gücüne sahip olabilmeli ki onu aktarabilsin. Yoksa
bir makineye veririz, aynısını verir, o zaman bir sorun kalmaz. Çevirmen ve
yazar yan yana durmalı ve çevirmen, yazarın yaptığını kendi dilinde yapmalı.
Çevirmen kendini illa göstersin, öne çıksın gibi bir görüşü de savunmuyorum,
ama aslında gerçekte olan şey o. Çevirmen perspektifinden baktığımda, örneğin
Calvino'yu okurken doğru anlayabilmem benim için önemli. Onun ne dediği
konusunda çevirmenin beni yanıltmaması lazım. Ama Calvino mu çevirmen mi ben
onu düşünmemeliyim. O anlamda ikisi yan yana duran kişiler olmalı" diyor.
Sabri Gürses şu anda Tolstoy'un bütün eserlerinin Türkçe'ye
çevrilmesi üzerinde çalışıyor. Tolstoy Yasnaya Polyana Müzesi ile ortak bir
çalışmaya girdiklerini anlatan Gürses, "Tolstoy'un bütün eserlerinin
Türkçe'ye kazandırılması üzerinde çalışıyoruz. Birkaç yıl içinde yaklaşık 33
cilt halinde Tolstoy'un bütün eserlerini Türkçe'ye kazandırmış olacağız. Daha
önce dağınık olarak yayımlanmış eserleri külliyat halinde toparlayacağız"
diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder