Moskova

Moskova

12 Ağustos 2025 Salı

Nasrettin Hoca sanal alemin de bilgesi


M. Hakkı Yazıcı

mhyazici@yandex.ru

 

Kaynak: https://medyagunlugu.com/nasrettin-hoca-sanal-alemin-de-bilgesi/


Serkan’ın dizüstü bilgisayarı çökmüştü. Kıvranıp duruyordu.

İrina ile Yuliya’ya eğlence çıkmıştı; kapı aralığında kıkırdaşıp, konuşuyorlardı.

“Yine gizliden bir takım uygunsuz web sitelerine girmiş, virüse yakalanmıştır mutlaka,” diyorlar.

Rossiyskaya Gazeta'nın haberine göre Moskova'da her 100 kişiden 57'si bilgisayar oyunu oynuyormuş. Kadınlar daha çok bulmaca tipi oyunlara ilgi gösterirken, erkekler strateji ve simülasyon oyunlarını tercih ediyormuş. 14-17 yaş grubunun favorisi ise macera oyunlarıymış. 

Belki de Serkan’cığın bir kabahati yoktu. Bilgisayardaki teknik bir konudan kaynaklanmıştı sorun, ama şaibe altında kalmıştı işte.

Yüzü kızarmış bir köşeye sinmiş oturuyordu.

Bana bakıp, “Abi yemin ederim ki” diye başlayıp kendisinden kaynaklanan bir arızanın olmadığını anlatmaya çalışıyordu.

İgor, onun bu halini gösterip göz kırpıyordu.

Neyse ki bu tür konularda bize destek veren Levent ortağı Loşa ile birlikte gelip, imdadımıza yetişti.

Yuliya’dan “wi-fi” şifresini aldıktan sonra işe koyuldu.

Geçenlerde yine bir Türk firmasına gitmişler. Şirketteki görevliye "Kablosuz şifresini söyler misin?" diye sormuş. Görevli, "Söylemem" diye cevap verince şaşırmış; ama şifre oymuş meğerse!

***

Levent ve Loşa, biraz baktıktan sonra bilgisayarın işlemcisinde bir sorun olduğunu söylediler, yeni bir işlemci gerekiyormuş falan. Pek fazla anladığım şeyler değil.

Biz konuşurken İgor, aramızdaki Türkçe konuşmalardan bir şeyler anlamaya çalışıyordu, ama pek bir şey anlamıyordu ki Rusça soruyordu.

Bilgisayar terimlerinin Türkçe karşılıkları konusu İgor’un dikkatini çekmişti.

Konuşurken terimlerin pek çoğunun İngilizcelerini değil Türkçelerini kullanmak konusunda alışkanlığımız oluşmuştu. Bu, bizim kültürümüze yerleşmişti.

Ne güzel.

Örneğin Ruslar, “kompüter” derken, biz “bilgisayar” diyoruz. “İşlemci” diyoruz, “veri tabanı” diyoruz.

Söz konusu teknolojinin İngilizce konuşan ülkeler tarafından geliştirilmesi, dünya dillerinin hemen hepsinin bilgisayar terimleri hususunda İngilizcenin etkisi altında kalmasına sebep olmuştu.

Bizde ise bilgisayar terimlerinin Türkçeleştirilmesi için pek çok araştırmacı gayret göstermiş, terimlerin Türkçe karşılıkları günlük dile yerleşmişti. Bu konuda Türk elektronik, bilgisayar ve yazılım mühendisi ve dil bilimci, Türkiye Bilişim Derneğinin onursal başkanı, Bilişim AŞ'nin kurucusu Prof. Dr. Aydın Köksal ve arkadaşlarını özellikle anmak gerekiyor. Zira bilgisayar, bilgi işlem, bellek, veri tabanı  donanım, yazılım, sürüm, bilişim gibi pek çok Türkçe kökenli bilişim terimi onların çalışmaları sonucunda dilimize kazandırılmıştı.

***

Levent, Serkan’ın bilgisayarındaki sorunu halletmeye çalışıyorken Serkan sabırsız, ikide bir “N’oldu, ne zaman bitecek?” diye çocuğun başına çökmüş, onu bunaltıyordu.

Sonunda Levent’in sabrı taştı, “En iyisi biz bu bilgisayarı alıp gidelim, bizim orada bakımını yapalım. Bir iki saatte yapılacak bir iş değil,” dedi.

Serkan’ın mutsuz, beceremedin mi diye soran bakışlarını görünce araya bir fıkra sıkıştırdı:

“Bir gün bilgisayarına virüs giren bir komşusu Nasrettin Hocanın kapısını çalar:

‘Aman Hocam, sen her derde çare bulursun, beni bu virüsten kurtar,’ der.

Hoca bilgisayarın başına geçer, orasını tıklar, burasına tıklar, ama nafile bir türlü virüsü bulup temizleyemez.

Pes edip, ‘Komşu, kusura bakma bir türlü beceremedim,’ der.

Hocadan ümidi kesen komşusu, ‘Ayıp Hocam, ayıp, başına koskoca sarığı geçirmişsin, ama bir virüsü bulamadın,’ deyince Hoca, kızıp başından sarığı çıkarıp komşusunun başına geçirmiş, ‘Keramet sarıktaysa buyur sen bul!’ der.  

Güzel cevap değil mi?

Bu benim çok iyi bildiğim eski bir Nasrettin Hoca fıkrasını çağrıştırıyor.

Levent’e soruyorum onaylıyor.

Meğer bunun gibi pek çok fıkra sanal aleme uyarlanmış.

Serkan, Levent’i bunaltmaya hala devam ediyor.

“Yanınızda fazla bir bilgisayarınız varsa benimki düzelene kadar kullanmam için bırakın bari,” dedi.

Levent, “Ne yazık ki yok,” diye cevap verdi, ama olsa da vermezdi gibi bir havası vardı.

***

Levent’in gönülsüz olmasının sebebini başına gelen Nasrettin Hoca’nın “Kazan doğurdu” fıkrasına benzer olayı anlattığında öğrendik.

Bir arkadaşı bilgisayarını ödünç istemiş.

“Hiç düşünmeden verdim,” diye başladı. “Arkadaşım ne de olsa, nasıl vermeyeyim?”

İki gün sonra arkadaşı bilgisayarı geri getirmiş, yanında bir mikrofon ve kulaklık varmış. Ne olduğunu sorduğunda arkadaşından “senin bilgisayar doğurdu” cevabını almış.

Gülmüş. Şaka, ama ince armağan diye düşünmüş. Teşekkür etmiş.

Bir hafta sonra aynı arkadaşı kapısını çalıp bilgisayarını yine ödünç istemiş, üç gün sonra bilgisayarı geri getirdiğinde bu defa yanında bir ‘mouse pad’ varmış.

“Benim bilgisayar yine mi doğurdu?” diye sormuş, gülüşmüşler.

Aradan biraz zaman geçmiş, arkadaşı bir akşam yine gelince hiç tereddüt etmeden bilgisayarını vermiş.

Geri geldiğinde yanında bu kez “web kamerası” varmış.

Bu ilişki hoşuna bitmeye başlamış.

Tabii yani, kaz gelecek yerden hiç tavuk esirgenir mi?

Zaten kullanmadığı eski bir bilgisayarı olduğu için arkadaşı bir daha isteyince yine sevinerek vermiş.

Ancak aradan neredeyse bir ay geçmiş bilgisayar ortada yok. Arkadaşı geri getirmemiş.

Meraklanmış. Bu defa o, arkadaşının kapısına dayanıp sormuş.

Arkadaşı, “Senin bilgisayar öldü,” demiş.

“Yahu, hiç bilgisayar ölür mü?” diye çıkışınca “Be birader, doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun?” cevabını almış.

Hikaye güzel, fıkrayı bildiğimiz halde güldük.

“Sonra ne dedin, peki?” diye soruyor Serkan.

"Ne diyeyim, Windows’un çöksün, ICQ’un kopsun da ele güne muhtaç ol inşallah, ‘Chat’in ortasında klavyen bozulsun, diye beddua ettim."

Neyse ki arkadaşı bu şakayı tadında bırakıp bilgisayarını geri vermiş.

***

Levent iyice havaya girmişti, yaşadığı bir başka olayı anlatmaya başladı:

Meğer Levent ve Loşa, bize gelmeden önce alacaklı oldukları bir müşterilerine uğrayıp ne zaman borcu kapatacaklarını sormuşlar. Müşterinin cevabı aynı Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibiymiş.

Müşterisi bir sürü hikaye anlatmış. Bin türlü mazeret...

Bildiğimiz “Abi, vallahi param yok, canımı mı alacaksın? En kısa zamanda ödeyeceğim” numaraları…

Kısmetimiz Nasrettin Hoca fıkralarından açılmıştı.

Fıkrada Nasrettin Hocanın bir ahbabından borç aldığından bahis vardı.

Hoca, gerçekten elde olmayan nedenlerle zor duruma düşmüştü.

Alacaklısı daha vadesi gelmeden Hoca’nın kapısını aşındırmaya başlamış.

Elde avuçta olsa hemen ödeyecek, ama yoksulluğun iki gözü de kör olsun.

Bir böyle, iki şöyle derken yine bir gün alacaklı borcunu istediğinde adamın ısrarından bunalan Hoca, “Şu anda param yok, ama çok yakında ödeyeceğim,” demiş

Adam pek inanmamış. Alacaklının böylesi düşman başına. Israrla:

“Söyle Hoca, ne zaman vereceksin, kimden bulup vereceksin!” diye sormuş.

Hoca mazlum mazlum bakarak:

“Evin önüne çalı ektim!” diye cevap vermiş.”

“Niye?”

“Koyun sürüleri geçerken yünleri çalıya takılacak.”

“Sonra?”

“Bizim hatun bu yünleri toplayacak, yıkayacak, tarayacak, eğirecek, dokuyacak, ben de götürüp satacağım.”

“Eee?”

“Ne eee’si be adam, sordun ya, senin paranı o zaman öyle ödeyeceğim.”

Alacaklı kendini tutamamış gülmeye başlamış.

Adam kasıklarını tuta tuta gülünce Hoca:

“Gidinin hâlden bilmezi,” demiş, “Peşin parayı gördün ya, gül bakalım!”

***

Levent, buna benzer bir olayla karşılaşınca siniri tepesine çıkmıştı, ama gülmeden de edememişti.

Dışarı çıkmışlar Metroya doğru giderken Nasrettin Hoca heykelinin önünden geçmişler, iyice gülmeleri tutmuştu.

Biliyorsunuzdur belki, Nasrettin Hoca'nın Moskova’da Maladejnaya Metrosu'nun hemen yanında, Yartsevskaya Sokak, 25A adresinde bulunan binanın önünde bir heykeli var. Elinde bir kitap ve her zaman yoldaşı olan bir eşekle birlikte Hoca’nın bu bronzdan anıtını heykeltıraş Andrey Orlov yapmış.

Nasrettin Hoca sadece akıllarda, kitaplarda, filmlerde kalmamış, onun adına anıtlar da dikilmiştir.

Moskova’daki heykel 1 nisan 2006’da açılmış.

1 Nisanın Dünya Mizah Günü olarak Rusya’da da kutlandığını hatırladığımızda Nasrettin Hoca anıtının açılış tarihinin bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz.

Ancak bu heykeldeki bizim bildiğimiz Nasrettin Hoca değil.

Nasrettin Hoca, sadece Türkiye'de değil, Türk kültür ekolojisinin hemen her yerinde yaşamış birden çok bilge kişiyi ve ortak şahsiyeti temsil eden bir fıkra kahramanı.

Nasrettin Hoca tiplemesi, Anadolu’da, Orta ve Yakın Asya’da ve hatta Balkanlarda halk bilgeliğinin ortak simgesi.

Bizim Nasrettin Hocamızın 1208 yılında Sivrihisar’da doğmuş, 1285’te Akşehir’de öldüğü söylenir. Ansiklopedilerdeki bilgiler böyle. Günümüz yaşamı için de ders çıkarılabilecek pek çok fıkranın başkahramanı olan "gülerken düşündüren Hoca", pek çok araştırmacı tarafından Türk mizah geleneğinin en önemli fıkra tipi olarak gösterilmektedir.

Türkiye ile Rusya’nın, daha doğrusu Avrasya’nın, eski Sovyet coğrafyasının en güçlü ortak paydalarından birinin de Nasrettin Hoca olduğunu bilen bilir.  

Özdemir İnce, “Kırk yıl önce Paris’te, Globe Kitabevi’nden satın aldığım, Çin Halk Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Fransızca bir dergide, Nasreddin Hoca’nın Sinkiang’lı (Doğu Türkistanlı Uygur) bir halk kahramanı olduğunu yazıyordu. ...Özetle şunu söyleyeceğim: Nasreddin Hoca tipine bütün Türk ve Türkik toplumlarında rastlanıyor. Fıkralar doğu-batı arasında hangi yöne doğru yolculuk etti, bunu tarihçiler bilir,” diye yazmış.

***

Levent, parasını hala alamamış olmasının etkisinden kurtulamamıştı.

Serkan’ın da biraz sakinleştiğini görünce birer çay doldurup peşi peşine Hoca anlatılan fıkralarıyla dolu muhabbetimize devam ettik.

Kızlar, hala Serkan’ın durumunu hatırlayıp gülüşmeye devam ediyorlardı.

Levent, Serkan’ı savunmak için yine bir fıkra sıkıştırdı araya:

“Nasrettin Hoca'nın bilgisayarına ‘lamer’ girmiş. Arkadaşları konuşmaya, öğüt vermeye başlamışlar. Hocam ‘firewall’ koysaydın,.. Hocam ‘update’lerini yapsaydın,  Hocam antivirüs kursaydın, falan, filan. Nasrettin Hoca sinirlenmiş:  Yahu bana öğüt veriyorsunuz, beni eleştiriyorsunuz da bu ‘lamer'ın hiç mi suçu yok?” demiş.

***

Levent’in anlattığı sanal kültür ortamına uyarlanan, güncellenen fıkraların pek çoğunu Ferhat Aslan bir makalesinde derlemiş meğer.

Bunlar, sözlü ve yazılı kültürde yüz yıllardır varlığını devam ettiren, canlılığını koruyan o güzel Nasrettin Hoca fıkralarının modern Türkiye’de, sanal kültür ortamında ne gibi değişikliklere uğradığını anlamak açısından ilginç.

Hasılı Nasrettin Hoca’nın o ezbere bildiğimiz fıkraları, teknolojik gelişme ve bilgisayarların günlük yaşamın çeşitli alanlarında çok etkin olmasından dolayı, gençler arasındaki yaygın ifadesiyle "update” edilmiş, yani "güncelleme" olmuş.

Yüz yıllar öncesindeki yaşanmışlıkların sözlü kültür ortamında üretilen ve ancak daha sonraki devirlerde yazıya geçirilebilmiş olan Nasrettin Hoca fıkraları, bilgisayar terimlerini iyi bilen, internet ortamında sosyalleşen genç insanların katkılarıyla sanki bir zaman makinesinin içinde günümüze aktarılmışlardı.

Levent, arkası arkasına anlatıyor.

Güzel uyarlamalar.

Bunlardan aklımda kalanların bazılarını merak edenler okusun diye aşağıda aktarıyorum.

Fıkraların zaten ezbere bilinen hallerini vaktinizi almamak için tekrardan yazmıyorum. Bilenler de Hoca’nın dediği gibi bilmeyenlere anlatsın.

Başlamadan önce bir özür: Yukarıda bahsettiğim terimlerdeki Türkçe hassasiyeti maalesef bazı fıkralarda yok. Umarım bunların da dilimizdeki uygun karşılıkları bulunur ve yaygınlaşır.

***

Yolda karşılaştığı adamın biri Nasrettin Hoca’ya sormuş:

Hocam bir mizah sitesi hacklenmiş duydun mu?

“Bana ne!” diye cevap vermiş.

 “İyi ama Hocam, senin site ‘hack’lenmiş.”

“İyi de, o zaman sana ne!”

***

Hocanın yüzsüz komşularından biri kapısına dayanıp ‘5+1 home cinema’ ses sistemini istemiş.

Kendisinden sık sık bir şeyler isteyen bu komşusundan bıkmış olan Hoca, savuşturmak için “Benim ‘home cinema’ arızalı,” der.

Ancak o sırada içeride pc’yi karıştıran Hocanın karısı farkında olmadan ‘winamp’ı çalıştırınca dışarıya gümbür gümbür bir müzik sesi gelir.

Bunu duyan yüzsüz komşu, “Hocam bari yaşından utan. Yalan söylemeye utanmıyor musun, bak içerden müzik sesi geliyor,” diye sitem etmiş.

Hoca kızmış, “Ne yani, sen bana değil de, bir makine parçasına mı inanıyorsun?” diye çıkışmış.

***

Hoca bir foruma "Timurleng2" nik’iyle üye olmuş, her gün saatlerce online olup bildiği, bulduğu ne varsa paylaşıyormuş, ama ne bir teşekkür eden var, ne “rep” veren, ne de sen kimsin diyen...

Buna çok içerleyen Hoca bir başka e-posta adresi kullanıp, aynı foruma "Cilveli Naciye" “nik”iyle üye olup giriş yapmış ki bir de ne görsün, tüm forum yönetimi ve bilcümle üyeden “hoş geldin” mesajları yağmaya başlamış. Uygunsuz yerlere açtığı konular için bile “admin” ve “mod”lardan “rep”ler gelmiş.

Hoca kendi kendine kıs kıs gülüp, “Yaa Hoca demiş, sanal âlemde itibar bilgi ve paylaşıma değil, ‘nick’inin cinsinedir,” demiş.

***

Bill Gates, Nasrettin Hoca’nın köyüne bakmaları için bir sürü “Windows server” vermiş. Bu “server”ler yazılım lisansları, “update”ler ve danışmanlık ücretleri nedeniyle köylülerin altından kalkamadığı bir meblağa ulaşmış.

Canlarına tak diyen köylüler Nasrettin Hoca’ya giderek, “Hocam sen bizim büyüğümüzsün, gel bize öncülük et, birlikte şu Bill Gates’e gidelim bu “server”leri alsın ucuz “server”ler alıp Linux kuralım, “cluster” yapalım,” demişler.

Hoca da, “Tabi olur zaten ben de özgür yazılımın en büyük savunucusuyum,” demiş.

Önde Nasrettin Hoca, arkada köylüler yola düşmüşler.

Billl Gates’in hışmından korkan bazı köylüler yolda giderken Nasrettin Hoca’nın arkasından kaçıp, eksilmişler.

Huzura çıktığında Hoca arkasına dönüp, baktığında hiç kimsenin kalmadığını fark etmiş ve çok kızmış.

Köylülere unutamayacakları bir ders vermek şart olmuş.

Bill Gates’in karşısında tek başına kalan Nasrettin Hoca, “Ey Yüce, Haşmetlü Bill Gates! Bizim köylüler “server”lerden çok mutlu oldular. Senin bu Windows 2003’ler bizi kesmedi, sen bize Windows 2008 ver.”

***

Hocaya sormuşlar.

“Hocam dünyanın merkezi neresi?”

Hoca, “Google’a girip ‘dünyanın merkezi’ diye aratın,” demiş.

***

İgor, bana soruyor, yazdığın yazılar kaç “like” alıyor, kaç kez tıklanıp okunuyor diye.

“Bir kaç yüz,” diyorum.

Adamın biri de Hocaya “Hocam siten kaç tekil hit alıyor?” diye sormuş.

Hoca da “Aylık 10.000,” demiş.

Aradan birkaç yıl geçmiş, aynı adam tekrar sormuş: 

“Hocam siten kaç tekil hit alıyor?” 

O, yine “10.000” demiş.

“İyi de Hocam bunca yıldır hiç değişmedi mi?”

Hoca, “Erkek adamın ağzından laf bir kere çıkar,” diye cevap vermiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder