Moskova

Moskova

16 Mayıs 2024 Perşembe

Moskova Yazıları | Bir hayalle patlatılan katedral nasıl halk havuzu oldu?



Kavel Alpaslan

Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/

 

Katedralin temelinde yaşanan yolculuğun aynı zamanda Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin dönüşümüne ayak uydurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl ilginç kısmı ise aynı temeli biraz daha kazınca buluyoruz. O da tarihin her zaman doğru bir çizgide ilerlemediği. Dün yapılanın bugün yıkılabildiği, bugün yapılanınsa yarın külünden yeniden yapılabildiği.

 

Moskova Nehri’nin kıyısındaki en dikkat çekici yapılardan bir tanesi, Kurtarıcı İsa Katedrali'dir. Mimarisiyle ilk bakışta eski bir yapı gibi görünse de aslında bu Katedral, geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında yıkılan bir katedralin 1990’larda yapılan replikasıdır. Napolyon Savaşlarından sonra inşa edilen kilisenin evrimi hayli çarpıcı: Stalin döneminde ‘Sovyetler Sarayı’ inşası için çeşitli patlayıcılarla yerle bir edilir, ardından dev Sovyet Sarayı projesi yarıda kalır. Böylece sarayın temeli Kruşçev döneminde elden geçirilerek ‘dünyanın en büyük açık halk havuzuna’ dönüştürülür. Sovyetler Birliği yıkılmadan hemen önceyse Kilise, katedrali yeniden inşa etmek üzere Sovyet yönetiminden izin alabilir.

Gördüğünüz üzere Rusya ve Sovyetler’in tarihi bu binanın yıkılan, düşlenen, ardından tekrar yapılan temelinde bariz izler taşıyor. Dolayısıyla katedralin dönüşüm hikayesi de incelenmeyi hak ediyor.

 

YOKSULUN CEBİYLE İNŞA EDİLEN ŞAN

Napolyon’nun 1812’deki meşhur Rusya seferi, ordusunun dağılmasıyla sonuçlanır. Çar I. Aleksandr da bu zaferi taçlandırmak üzere dünyanın en büyük Ortodoks kilisesi olacak Kurtarıcı İsa Katedrali’nin inşa emrini verir.

Tabii burada ‘emrini verir’ kısmının altını çizmek lazım. Tarihin ‘mega’ projeleri her zaman o yapının inşa ‘emrini’ verenlerle anılır. Ansiklopediler ‘Kral, cumhurbaşkanı, emir, ağa, bey’ ya da ‘paşaların’ inşa kararı verdiği görkemli yapılarla doludur. Hatta kimileri biraz daha ileri gider ve fazla düşünmeden kral bilmem kimin bilmem kaçıncı yüzyılda dev bir binayı ‘inşa ettiğini’ dile getirir. Elbette o kralın eline kazma kürek alarak inşa etmediği herkesin malumu. O nedenle bu ifade masum görülebilir. Fakat yapıların mali kaynakları da kralların ceplerinden çıkmaz. Buna rağmen dev projeler tek bir kişinin eseri gibi görülür. Ne de olsa adına ‘devlet kasası’ dendiğinde, yüzbinlerce insanın emek sömürüsünün üzerine perde iner.

Kurtarıcı İsa Katedrali’nin inşası için toplanan kaynak ise, halkın ödediği zorunlu bedeli doğrudan gözler önüne serer. Napolyon güçlerinin geçilmesiyle birlikte tüm Rusya’da kutular gezdirilir ve herkesten katedral inşaatı için para toplanır. Aleksandr ‘zaferinin şanına layık büyüklükte ve gösterişte bir katedral tasarlama’ görevini önce Aleksandr Vitberg’e verir ve inşaat 1826 yılında başlar. Bu sırada koltuğa oturan yeni Çar I. Nikolay, Vitberg’in tasarımından memnun kalmaz ve Aya Sofya’nın model alındığı, Bizans mimarisinde yeni bir plan yapılmasını kararlaştırır. Viteberg ise ‘rüşvet’ suçlamasıyla Sibirya’ya gönderilir. Görevi devralan mimar Konstantin Ton, geleneksel Rus mimarisine uygun bir tasarım ile inşaatı sürdürür. Nihayet katedralin inşası 40 yıldan uzun bir sürenin ardından tamamlandığında Çaykovski, ünlü 1812 Uvertürünü yazar.

 

SOVYETLER SARAYI İÇİN YIKILIŞ

Ekim Devrimi ile birlikte yeniden başkent ilan edilen Moskova’da büyük değişimler yaşanır. İlk yazımızda Moskova’nın güney mahallelerinden söz ederek bu şehrin nasıl yeni bir dünya düzeninin başkenti olarak şekillendiğinden bahsetmiştik. Ekim Devrimi’nin getirdiği yenilikçi ruh, bir süre sonra avangarttan gerçekçi bir ‘inşa’ karakterine bürünür. Sovyet modernizmi, neoklasik mimariden esinle kendini gösterirken başkentte gösterişli yapılar yükselmeye başlar. Moskova’da Dışişleri Bakanlığı binası ya da Moskova Devlet Üniversitesi -ki 1990’a kadar Avrupa’nın en yüksek yapısı olmuştur- Stalin döneminde vücut bulan mimariye örnek olarak gösterilebilir.

Sosyalist bir ülkenin inşası 1930’larda türlü fedakarlıklarla sürerken, toplumsal dönüşüm iddiası Sovyet modernizminin çekirdeğini oluşturur. Sovyet yönetimi, Moskova’nın merkezine Sovyetler Sarayı binası inşa etme kararı aldığı yıllarda esen rüzgar böyle olunca tasarımlarda da çağın ötesinde dokunuşlar göze çarpar. Devrimci bir toplum inşasına paralel bir şekilde 1931 yılında inşaatın Kurtarıcı İsa Katedrali’nin olduğu yerde yapılması uygun bulunur. Yeniden tasarlanan kentin en stratejik noktalarından biri, katedralin bulunduğu yerdir ancak hiç şüphe yok ki yıkım kararı sadece şehir plancılığı ilkelerinden hareketle alınmamıştır. Bolşeviklerin nazarında katedral çarlık düzeninin zorbalığını temsil etmektedir. Dolayısıyla Stalin yönetiminin Katedrali havaya uçurma planı aynı zamanda karanlık geçmişle bir hesaplaşma demektir. Böylece 1931 yazında Kurtarıcı İsa Katedrali, onu yapan ellerce havaya uçurulur.

Sovyetler Sarayı tasarımı için yapılan yarışmaya dünya çapında pek çok ünlü mimar katılır, ancak sonuç olarak galip gelen proje Ukraynalı Boris Iofan’ınkidir. Genç mimar, katedralin dinamitlenmesini şu sözlerle açıklayacaktır: “Devasa ve hantaldı. Eski Moskova lordlarının gücünü ve zevkini sembolize eden bir keki ya da bir çay semaverini andırıyordu.”

İşçi ve Çiftçi Kadın Heykeli’nde (1937) de imzası bulunan Iofan’ın projesi dev bir kubbe üzerinde yükselen toplam 147 katlı, silindirik bir kuleyi merkeze alır. Kulenin en tepesinde ise eşi benzeri olmayan büyüklükte bir Lenin heykeli planlanır. Bugün bakıldığında geçmişten çok geleceğe aitmiş hissi veren yapının temeli 1937 yılında inşa edilmeye başlanır.

Nehir kenarında olunması dolayısıyla temel inşaatı türlü zorluklarla devam eder. Her şeye rağmen 1939 yılında temel tamamlanır. Fakat Sovyetler Sarayı’nın sonu Nazilerin elinden olur. Nazi Almanyası’nın 1941 yılında Barbarossa Harekatı ile Sovyetler Birliği’ne saldırmasıyla birlikte inşaat sadece durdurulmaz, aynı zamanda yapının iskeletinde kullanılan demirler tren yollarına ya da tank fabrikalarına gönderilir.

Moskova savaştan muzaffer ayrılsa da proje ‘dondurulur’. Stalin yönetimi savaş sonrasında yazının başında bahsettiğimiz Devlet Üniversitesi ya da Dışişleri Bakanlığı gibi binaların yapımına ağırlık verirken Iofan’ın getirdiği ‘alternatif tasarımları’ da geri çevirir.

 

HAVUZ VE YENİDEN İNŞA

Stalin’in ölümünden sonra proje yarım kalmış haliyle Moskova’nın merkezinde sırıtmaya devam eder. Yerine gelen Nikita Kruşçev yönetimi, Sovyetler Sarayı projesini tamamıyla rafa kaldırarak ilginç bir uygulamaya imza atar: Kent merkezindeki bu çukur 1958 yılında açık bir havuza çevrilir. Moskova Havuzu olarak bilinen bu havuz, 13 bin metrekareye yayılarak dünyadaki en büyük açık havuz olarak tarihe geçer. Halkın kullanımı için açılan havuz kış aylarında donmasın diye ısıtma sistemi kullanılır.

Böylece Moskovalılar yaz aylarında serinlemek ya da çeşitli su sporlarıyla uğraşmak üzere yıkılan katedralin ‘kullanışlı’ hale getirilmiş temeli içerisinde yüzer. Her gün ortalama 20 bin kişinin kullandığı bu dev havuz, ilk on yıl boyunca 24 milyon kişi tarafından ziyaret edilir. Halkın yoğun ilgisine karşın 1980’lerin sonlarına doğru kimi kesimlerce dillendirilen ‘havuzun kapatılması ve eski katedralin yeniden yapılması için izin’ talebi Sovyet yönetimince karşılık bulur. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından bir süre havuz kullanıma kapandıysa da 1993 yazında geçici olarak açılır ancak 1995’te kilisenin inşası için temel atılır ve Moskova Havuzu tarihe karışır. Replika olarak inşa edilen katedral, bugün Rusya’nın en büyük kilisesidir. Ancak daha da önemlisi Ekim Devrimi öncesi mirasın yeniden keşfini harika bir şekilde yansıtır.

Daha bütünlüklü düşünecek olursak Katedralin temelinde yaşanan yolculuğun aynı zamanda Rusya’nın ve Sovyetler Birliği’nin dönüşümüne ayak uydurduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Asıl ilginç kısmı ise aynı temeli biraz daha kazınca buluyoruz. O da tarihin her zaman doğru bir çizgide ilerlemediği. Dün yapılanın bugün yıkılabildiği, bugün yapılanınsa yarın külünden yeniden yapılabildiği.

Kurtarıcı İsa Katedrali özelinde bir de işin tartışma boyutu var tabii. Kimileri yıkımı ve ardından yapılanları ‘kutsala hakaret’ olarak değerlendirebilir. Bu görüşün kendi açısından tutarlı tarafları olabilir. Fakat devrimci bir ruh ile, garibanın cebinden çıkartılarak yapılan bir binanın patlatılmasının da dayandığı bir toplumsal hissiyat vardır. Hele ki o ‘geçmişin’ üzerine dikilecek bir abide, pek çokları için bambaşka anlamlar ifade eder. Ha diyebilirsiniz ki “O zaman havuz ne alaka?” Sahiden havuz, bu tartışmada en ‘anlamsız’ hatta ‘absürt’ yerde duruyor gibi. Ama tartışmada alacağımız konumu belirlemeden önce bir kez daha düşünelim ve hatta farklı bir gruba, Moskovalı çocuklara danışalım: Şüphesiz Moskovalı bir çocuğa sorsanız tercihi ne dev bir Sovyetler Sarayı ne de bir katedral olacaktır. Yaz tatilinde elleri buruşana kadar havuzda kalacak, defalarca suya atlayacak bir çocuk için bir kilise ayini ya da idari bir binadan daha sıkıcısı var mıdır? İşte bu yüzden kim bilir, belki de en mantıklı tasarım zıpır bir çocuğun aklından geçen ‘büyük hem de çok büyük bir havuz’ fikridir. İşler sarpa sardığında, hele ki işin içinde eğlence varsa bacak kadar çocuğun fikrini almak en sağlıklısı olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder