Merhumu
nasıl bilirdiniz?
M.
Hakkı Yazıcı
“Kissinger’e de kalmadı dünya,” diyorum.
“Evet, ya! Bu yılın 27 Mayıs’ında 100 yaşına girmişti,”
diyor Vladimir İvanoviç.
“Herkese bu kadar uzun yaşamak nasip olmuyor doğrusu.”
Nixon döneminin Dışişleri Bakanı, dünya ve Amerikan
diplomasisinin en tartışmalı ismi Henry Kissinger 100 yaşında yaşamını yitirmişti.
Diplomasi dünyasının tartışmalı bir ismiydi.
Cumhuriyetçi başkanlarla çalışmış, uluslararası siyasetin
hem teorisini, hem de pratiğini yapmıştı.
Vladimir İvanoviç’e anlatıyorum:
“Bizim ritüellerimizde cenaze namazını kıldıran imam
cemaate sorar, ‘Merhumu nasıl bilirdiniz?’ diye. Kötü bilinse de cemaat ‘iyi
biliriz’ diye bağırarak cevap verir. Tersi pek nadiren olur.”
Geleneklerimizde ölenin arkasından konuşulmaz diye bir şey
var, ama nasıl anlatmak gerekir?
Zor iş velhasıl…
Henry Kissinger, kendi ülkesinde her kesimden siyasetçinin
övgüyle söz ettiği, hayranlık duyduğu ve
hatta kahramanlaştırdığı kurt bir politikacıydı, ancak gerçek şu ki dünyanın
geri kalan kısmında isminden pek hayırla bahsedilmiyordu.
Beraber yürüdüğü bütün diğer siyasi aktörler zaman içinde
tarih sahnesinden silinmiş olsalar da o, 100 yaşına, yani yaşamının sonuna
kadar uluslararası siyasette önemli bir figür olmayı başarmıştı.
Ölümünün ardından hemen hemen bütün devlet insanı mesajlar
yayınladı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Soğuk Savaş sonrasında
Moskova'yla daha yakın ilişkileri savunan Kissinger'ı "bilge ve ileri
görüşlü bir devlet adamı" olarak anmış.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ise "Çin halkının eski
ve iyi bir dostu" ifadelerini kullanmış.
Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev
de "Kissinger'ın gerçekleri dikkate aldığını ve yalnızca ABD politikasının
kurallarını takip etmekle kalmadığını" belirtmiş. “Şimdi onun gibi
insanlardan ne Beyaz Saray’da ne de Batı dünyasında eser kalmadı” ifadelerini
kullanmış.
Ve daha pek çok benzer mesaj…
Bunlar yaşamını yitiren bu önemli diplomatın arkasından
nezaketen sarf edilen diplomatik sözler midir sadece?
Yoksa?
Bilemiyorum.
***
Heinz Alfred Kissinger, 27 Mayıs 1923'te Almanya'da Yahudi
bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti.
Kissinger’in ailesi, 1938 yılında Nazi baskısı nedeniyle
Almanya’dan kaçıp ABD'ye yerleşmişti. 1943'te Amerikan vatandaşı olmuştu.
Arkasından İkinci Dünya savaşında orduda görev
yapmış, Harvard'da okumuş, akademisyen olmuştu.
Dış politikada Amerikan hükümetine danışmanlık yapıyordu.
John F. Kennedy'den Joseph R. Biden Jr.'a kadar 12 başkana
- bu görevi yürütenlerin dörtte birinden fazlasına - danışmanlık yaptı.
1960'lı ve 70'li yıllarda ABD dış politikasına
yön veren en önemli aktörlerdendi.
1969'da dönemin ABD Başkanı Richard Nixon'un ulusal
güvenlik danışmanı oldu. Dış politikada reelpolitik olarak adlandırılan
ulusal çıkarlara dayalı pragmatik bir yol izledi.
Bismarck’ın ‘reel politik’ anlayışını acımasızca pratiğe
döken bir diplomat olduğunu söyleyenler çoğunlukta.
Kissinger, Nixon'un 1972'de Çin'e ve Sovyetler Birliği'ne tarihi ziyaretlerini
organize eden isimdi. Bu ziyaretler ABD'nin gerilimi azaltmayı öngören yumuşama
politikasının ilk adımlarıydı.
ABD'nin Soğuk Savaş dönemindeki düşmanları Çin Halk
Cumhuriyeti ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerinin yumuşatılmasında gayreti
oldu.
1973'te ABD Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu.
Böylece ABD'nin ülke sınırları içinde doğmayan ilk dışişleri
bakanı olarak tarihe geçmiş oldu.
Çok zeki ve iyi eğitimliydi. Entellektüel birikimi ve
müzakere becerisinin yüksek olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca bir taktik ustasıydı.
Vietnam savaşını sona erdirilmesinde önemli bir rol oynadı.
Kissinger, Vietnam Savaşını sona erdirmek için yürüttüğü
müzakerelerle 1973'te Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü.
İsrail ve Mısır arasında 1973'te patlak veren savaşın ardından Ortadoğu'da
tansiyonu düşürmek için yürüttüğü mekik diplomasisiyle de takdir
kazandı. Mısır ile İsrail arasında barış anlaşması imzalanmasını sağladı.
Kissinger, dışişleri bakanlığı görevi 1977'de sona erdikten
sonra Georgetown Üniversitesi'nde akademik çalışmalarına devam etti.
1985'te yeniden hükümet görevi üstlendi. Başkan Ronald
Reagan döneminde Dış İstihbarat Danışma Kuruluna girdi.
Evet, Henry Kissinger, hiç kuşkusuz ABD'nin en tanınan
dışişleri bakanlarındandı.
Onu eleştirenler de var, takdir edenler de…
Eleştirilerin başında Vietnam Savaşı'nda Kamboçya'nın
bombalanmasındaki rolü geliyor. Halı bombardımanının hedefi Kuzey Vietnam'ı
ikmal yollarından yoksun bırakmaktı. Kissinger, bu bombardıman nedeniyle savaş
suçlusu olmakla itham edildi.
Endonezya'nın Doğu Timor'u işgalini desteklediği için de eleştirildi.
1973'te Şili'nin sosyalist Devlet Başkanı Salvador Allende
askeri darbeyle devrildiğinde Kissinger ABD'nin ulusal güvenlik danışmanıydı.
Henry Kissinger, kariyeri boyunca hem fikirleriyle hem yaptıklarıyla çok
tartışıldı ve konuşuldu.
Tartışmalı kariyerine rağmen Amerikan dış politikasını kökünden değiştiren isim
olarak adını tarihe yazdırdı.
Herkesin mutabık olduğu nokta izlediği politikalarla ABD’nin
hegemon olduğu uluslararası düzenin mimarlarından biri olarak tanınması.
Kissinger’ın dış politikasını bir cümleyle, hem de kendi
ağzından, “Amerika’nın kalıcı dostu veya düşmanı yoktur, sadece çıkarları
vardır” sözleriyle özetlemek mümkün sanırım.
Henry Kissinger’in “Parayı kontrol eden dünyayı kontrol
eder” sözü de bugünü anlamak için önemli.
***
Henry Kissinger, Rockefeller’in Cumhuriyetçi Parti’deki
temsilcisiyken Brzezinski aynı çıkar gurubunun Demokrat Parti’deki adamıydı.
Kissinger, daha çok meşhur eseri “The
Diplomacy”(Diplomasi) ile bilinirken Brzezinski, 1997’de yayınlanan
kitabı “The Grand Chessboard” (Büyük Satranç Tahtası) ile ün yaptı.
Her ikisi de ABD’nin dış politikasını belirleyen
teorisyenlerdendir.
ABD’nin dün ve bugün sürdürdüğü uluslararası politikaların izlerini,
esasını Kissinger, Fukuyama, Huntington, Brzezinski ve diğerlerinin
söylemlerinde, kitaplarında görmek mümkün.
ABD’nin jeostratejik çıkarlarının teorisyenlerinin
gezegenimizdeki haksız savaşlarda, yoksullukta, açlıkta, gerici hükümetlerin
iktidarlarının desteklenmesinde, anti-demokratik baskılarda ve her türlü acıda
paylarının olmadığını söylemek mümkün değil kuşkusuz.
Başta Kissinger olmak üzere Brzezinski’nin görüşlerini
destekleyen teorisyenler Avrasya’da ABD dışında başka güçlerin yükselmesine
izin verilmesi durumunda ileride hem ekonomik hem askeri gücün ABD’nin elinden
çıkacağını iddia etmişlerdir.
Kissinger, dünya hala ısrarla yeni bir düzen arayışında
olsa da, neredeyse dört yüzyıl önce Almanya’nın Vestfalya bölgesinde
gerçekleştirilen bir barış konferansında tasarlanan çalışmadan beri gerçek
anlamda bir dünya düzenin hiç var olmadığını söylemişti.
Ama nasıl yeni bir dünya düzeni?
***
Şu ahir ömrümde ben de dünyanın değişimine tanıklık edebileceğim
bir dönem yaşar mıyım acaba diye ciddi ciddi düşünmeye başladım.
Çocukluğum, gençliğim Soğuk Savaşın travmatik ortamında
geçti. Yahu, geçti mi acaba derken bir yenisi ile burun burunayız.
“Soğuk savaş”, soğuk nevale!
Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında dünya
olaylarını jeopolitik kavramları ile açıklamak çok yaygın hale geldi
Ancak insanı merkezine oturtmayan bütün teorik söylemlerin
ne derece doğru olduğunu tartışmak gerekir.
Yalnız insanı değil, doğayı, bütün canlıları da içine dahil
etmeyen, merkezine koymayan bütün yaklaşımları…
***
Bence 20. Yüzyıl, insanlık tarihi açısından iki büyük
savaşı ile ve arkasından gelen Soğuk Savaşı ile pek hayırla anılacak bir yüzyıl
değil.
Kissinger için de 100 yıllık uzun yaşamıyla 20. Yüzyılın
önemli simgelerinden ve mevcut durumun müsebbiplerinden biriydi demek mümkün
sanırım.
Şimdilerdeyse her ne kadar karanlık günler yaşıyor olsak da
herkes, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye sıkça konuşuyor.
Evet, bir şeyler değişecek. Ve dünya bunun doğum
sancılarını yaşıyor.
Vladimir İvanoviç, “Bu adam olmasaydı belki de şu an, çoktan
farklı bir gerçeklikte yaşıyor olabilirdik,” diyor.
“Yani…Belki,” diyorum.
Oscar Wilde, “Bazı insanlar dünyayı ancak terk ederek
geliştirir,” demiş.
Bakalım. Yaşayıp göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder