Moskova

Moskova

12 Mart 2012 Pazartesi

Hediye Almanın Zorluğu



M.Hakkı Yazıcı
mhyazici@yandex.ru


Kaynak:
http://www.turkrus.com/

Sabah geldiğimde hemen fark edememiştim. Yulia’nın bilgisayar ekranına sabitlenmiş gözleri buğuluydu. Gözleri bilgisayar ekranındaydı, ama belli ki aklı başka yerlerdeydi.

Meraklandım İgor’a sordum. Omuzlarını silkip, “Ben de bilmiyorum,” dedi.

Halbuki bir önceki gün Yulia’nın doğum günüydü ve mesai bitiminden önce pasta kesip, şampanya patlatıp kutlamıştık. 

Bir gün önce mutlu olan birisinin bu kadar üzülmesi için önemli bir şey olmalıydı.

Yanına gidip sordum: “Bir aksilik mi var?” diye.

Bir anda buğulu gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Yanaklarından süzülen gözyaşları siyah göz boyalarını da beraberinde sürükleyip pembe yanaklarında izler yaptı. Onun o güzel yeşil gözlerinden akan yaşları görünce ben de şaşırdım; elim ayağıma dolaştı, sorup soracağıma pişman oldum.

Sonunda dayanamadı olanı biteni ağlayarak anlatmaya başladı:

Erkek arkadaşıyla birlikte Yulia’nın doğum gününü bir restoranda kutlamaya karar vermişlerdi. Arkadaşı kan ter içinde bir demet kırmızı gülle gelmiş, elindeki çiçekleri uzatıp, öpmüştü.
Buraya kadar her şey normaldi.

Kadınların biz erkeklerin kolay anlayamadığı garip dünyaları, huyları var. Yulia, kaşla göz arasında, niyeyse çiçekleri saymış ve çiftli sayıda olduklarını fark etmişti. Fark etmekle de kalmayıp erkek arkadaşını fena halde haşlamıştı. Zira çift sayılı çiçekler Rusya’da geleneklere göre sadece ölüm olaylarında cenazelerde verilir.

Aslında delikanlı kuşkusuz bu kuralı biliyordu, ancak aksilik bu ya Metro’nun en kalabalık olduğu bir zamanda gelirken kapılar aniden kapanmış, elindeki çiçeklerden biri kapıya sıkışıp kopmuş, dışarıya düşmüştü.

Neyse, ..bu kadarla kalsa iyi; yemeğin ortasında hediyesini vermişti. Yulia, çantasından hediyeyi çıkarıp gösterdi: Metro istasyonlarının çevresindeki kiosklarda en fazla 300-400 rubleye satılan, en ucuzlarından, özelliği olmayan bir matruşka…

“Evlenmeyi hayal ettiğim adamın kız arkadaşına doğum günü hediyesi olarak layık gördüğü şeye bakar mısın!?” dedi.

Yemekte bu hediyeyi alan Yulia, hışımla masadan kalkıp, şaşkın bakışlarla onu izleyen erkek arkadaşını orada bırakarak restorandan çıkıp eve dönmüştü.

“Hiç olmazsa içine bir baksaydın,” diye arkasından seslenen arkadaşını duymamıştı bile.

Bu arada biz Yulia ile konuşurken erkek arkadaşı messenger’dan onu özür bombardımanına tutuyordu. Matruşkayı dikkatli incelemesini istiyordu.

“Bu sıradan matruşkanın nesini inceleyeceğim ki?”

“Haklısın,” dedim. “Söyleyecek bir şey yok.”

***

Yulia, biraz sakinleşip, kendine geldikten sonra içeriye işimin başına gittim.
İgor’a olan biteni anlattım; dertleşmeye başladık.

Şu sıralarda Rusya’da hediye seçiminde becerikli olmayan erkekler için zor günler yaşanıyor. 14 Şubat “Sevgililer Günü”nün üzerinden çok geçmeden 8 Mart “Kadınlar Günü” geliyor.

Yulia’nın erkek arkadaşının durumu daha da zordu. Araya bir de kız arkadaşının doğum günü girmişti.

Bütün bu günlerin kutlanmasına ve hediye alınmasına Ruslar çok önem veriyorlar.

***

“Ah, İgor, ahh!” dedim. “Sizin bu adet ve inanışlarınız bizimkileri de geçiyor.”

Hiçbir müzik aletini çalamam, eskiden sevdiğim melodileri ıslıkla çalmaktan hoşlanırdım; İgor, “Sen şirkette para işlerine bakıyorsun, daha dikkatli olmalısın, ıslık çalarsan para kaçar,” dedi; bu keyfimden de oldum. İgor’a asla ve asla kapı eşiğinde tokalaşmadığını, bir şey alıp vermediğini hatırlattım. Gülmeye başladık.

Daha neler var, neler…Ben de eskiden batıl inançlar bir tek bizim toplumumuzda var diye bilirdim; meğer öyle değilmiş.

İçimden İgor’a takılmak geldi, “Sizin evde domovoy (ev-ruhu) var mı?” diye sordum.

Domovoy, Rusların inançlarına göre bir mekan ruhu…Köylülerin en güvende oldukları yerlerde, izba(köy evi) ve bitişik çiftlik binalarında yaşadıklarına inanılır. Domovoy, görünüş olarak insana ya da bazen bir hayvana benzeyebilir; özünde diğer kirli ruhlardan farklı olduğuna inanılır; varlığından korkulmaz, aksine hoş karşılanır. İnananlara göre, Domovoy’un temel işlevi, evi, aileyi, malları korumaktır.

İgor, beklemediği anda sorduğum bu garip soru karşısında biraz düşündü:

“Naverna (galiba),” diye cevap verdi.

“Benim evde de var herhalde,” dedim.

Gözlerini hayretle açıp, “Sahi mi!? Nerden anladın?” diye sordu.

“Geçen akşam evde yalnızdım, yemekten sonra ağırlık çöktü; sofrayı toplamadan divana uzandım. Bir ara uyandım. Uykulu gözlerle bir baktım, saçı başı birbirine karışmış, sakallı, ufak tefek bir adam masaya oturmuş yemek yiyor. Rüya görüyorum diye aldırmadım, uyumaya devam ettim. Sabah kalktığımda bir baktım ki masada bıraktığım bütün yiyecekler bitmişti. Bizim evin domovoy’u her şeyi silip süpürmüştü.”

İgor, dikkatle beni dinliyordu. Susup tepkisini ölçtüm. Sonra dayanamayıp kahkahayı bastım.
Kızdı, “Yahu seninle de başa çıkılmaz,” dedi.

***

Ertesi günü işyerine geldiğimde bu sefer de başka bir manzara ile karşılaştım. Yulia’nın yüzünde güller açıyordu.

Bu değişikliğe yine şaşırmamak elde değildi.

Meğer akşam eve gidince erkek arkadaşının hediyesi matruşkayı sinirle mıncıklarken, iç içe geçmiş bebekleri teker teker açıp, çıkarmış, en sonuncusunun içinde harikulade taşlı, pahalı bir yüzük bulmuş. Asıl hediye buymuş.

“Vay canına,” dedim. “Bu çocuk, çok iyi bir çocuk. Sakın kaçırma!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder